Şehir Portresi / Fahri tuna
Emeğin şehri.
Emeğin ve güzelliğin şehri.
Kömürü kara kalpleri ve emekleri beyaz olan şehir.
Her Türk gibi ben de Zonguldak adını ilk kez kitaplarda gördüm: Mehmet isimli bir kahraman bulmuştu Zonguldak’ta taş kömürünü ilkin. Bir şehrin, - neredeyse - bir ülkenin kaderini olumlu etkileyecek bir buluştu. Zayıf, ince, karayağız, uzun bir Mehmet’ti bu. Köyünde İnce Memet diye çağrılan bir delikanlıydı. Bizim İnce Memetin bulduğu kömür devletimiz için de bir nimete de dönüşecek, koca koca kurumlar kurulacak, binlerce insan o kömür ocaklarında şirketlerinde çalışacak, hem insanlar daha ucuza ve kolaya ısınacak hem de ormanlar kesilmekten kurtulacaktı.
Nimetti taş kömürü gerçekten. Bereketti. Geçimdi. Ekmekti. Maaştı.
Zonguldak tarihi ikiye ayrılıyordu artık: İnce Memet’ten önceki Zonguldak, sonraki Zonguldak.
Ama, âh ama. Aması var işte.
Bir akşamdı. Televizyonda spor programı seyrediyordum. Zaten 28 Şubat sürecinden bu yana, yani son yirmi beş senedir gazete okumuyordum, tv haberlerini izlemiyordum. Spor dediysem futbol. Futbol oynadığı zamanlarda güzel futbolu kadar maç sonu değerlendirmelerini de zevkle izlediğim, yanımdakilere ‘bu çocuk futbolu bıraktıktan sonra yorumcu olmalı. Çok zeki. Ayrıca çok düzgün Türkçesi var. Analizleri adilane ve analitik’ dediğim Tümer Metin, 13 Mayıs 2014 akşamı, o hafta oynanan maçları yorumluyordu canlı yayında. O sırada Manisa Soma’da bir kömür ocağında grizu patlaması olduğu haberi geldi. Ölü sayısının çok olmasından korkuluyordu. (Nitekim bir hafta içinde o ocakta havasızlıktan 301 insanımızın can verdiği kesinleşecekti.)
Birden gözleri doldu Tümer’in. Gözyaşları sel oldu canlı yayında. Hüngür hüngür ağlıyordu artık. Dakikalar sonra kendine gelebildi. Güç bela konuşmaya başladı: ‘Ben kömür işçisi çocuğuyum. Babam her sabah evden hepimizle tek tek helalleşerek çıkardı. Yerin yüz bilmem şu kadar metre altında çalışırdı. Bir grizu patlaması, yüzlerce baba yok, geride yüzlerce dul kadın binlerce yetim çocuk… Her kömürcü ailesi çok iyi bilir bunu. Her gün yaşamıştır çünkü. Rabbim geride kalanlara sabır versin!’ Sicim gibi akan gözyaşları karışmış titreyen sesiyle ekledi: ‘Ben Zonguldaklıyım. Her Zonguldaklı bu korkuyu iyi bilir.”
‘Aman Allah’ım’ dedim. Bir şeyler yiyordum. Meyve elimden düştü.
Zonguldak ve kömür, Tümer Metin’in korkuları, duyguları, endişeleri, gözyaşlarıydı o günden sonra benim gönlümde.
Oğlum Ahmet büyümüş evlilik çağına gelmişti. Bir kızı sevmiş, kız da onu. Adı Dilek’miş. Tanıştırdı bizimle. Zonguldak Devrekliymiş. Terbiyeli, aklı başında, güven veren bir genç. Sevindik. Gittik istedik. Verdiler. Söz, nişan, düğün. Bir yıl içinde evlendirdik.
İçi dışı bir insanlardı dünürlerimiz. Hele oğlumun kaynanası Münevver Ablam bir kahramandı benim gözümde. En küçüğü - gelinimiz - daha sekiz yaşındayken eşi dünürüm Muharrem Ağbi vefat etmiş, altı dönüm tarlayla dört çocuk bir başına kalakalmıştı. Ceyda, Adnan, Derya, Dilek. Benim annem gibi Münevver Ablanın okuma da yazması da yoktu üstelik. Hem okul vardı da onlar mı okumamıştı. Çalıştı, didindi, direndi her zorluğa. Okuttu bütün çocuklarını. Eşinin vefatının üzerinden on beş sene geçtiğinde dört çocuğu da dört yıllık birer üniversite diplomalıydı şimdi. Buydu Zonguldaklı. Sabır azim mücadeleydi. Sabrın sonu selametti. Zorlu doğa şartlarına rağmen çaba gayret ve tevekküldü. Allah çalışana rızkını eksiksiz veriyordu zira. Ödülünü de.
Bilenler bilir, 1960’larda hatta 1970’lerde Avrupa’ya hele de Almanya’ya Anadolu’muzdan büyük bir işçi göçü yaşanmıştı. Çoğu evli gitmişti bu emekçilerin. Ev bark yeme içme. Zamanla bir düzen kurdular, çocukları oldu orada. O çocuklar Alman okullarında okudular, Alman vatandaşı oldular. Evde Türk’tüler bu çocuklar, sokakta Alman. İki dilli, iki kültürlü, iki ülkeliydiler çaresiz.
Bunlardan biri de Alman Milli Futbol Takımı’nın yıldızı, İngiliz Arsenal Takımının oyun kurucusu olan Mesut Özil’dir. 1988 Almanya Gelsenkirşen doğumlu Mesut, iliklerine kadar Türk, iliklerine kadar Müslüman, iliklerine kadar millî ve yerlidir. Bunu yüz defa bin defa ispatlamıştır. Demokrasi havarisi, barış özgürlük eşitlik çığırtkanı Avrupa’nın papucunu dama değil bir cümle ile çöpe atan adamdır o: ‘'Kazandığımızda Alman, kaybettiğimizde göçmen oluyorum.''
Zalim ve baskıcı Çin Devletinin Uygur Türklerine yaptığı eziyeti 13 Aralık 2019 tarihli paylaşımına “Hayırlı Cumalar Doğu Türkistan’ diye başlamış ve ‘Ey Doğu Türkistan. Ümmetin kanayan yarası. Eziyetlere direnen mücahit ve mücahideler topluluğu. Zorla İslam’dan uzaklaştırmaya çalışanlara karşı tek başına mücadele veren şanlı müminler. Kur’anlar yakılıyor, camiler kapatılıyor, medreseler yasaklanıyor, din âlimleri birer birer öldürülüyor. Erkek kardeşler zorla kamplara sokuluyor. Onların yerine Çinli erkekler ailelere yerleştiriliyor. Bacılar zorla Çinli erkeklerle evlendiriliyor. Tüm bunlara rağmen Ümmeti Muhammed suskun, sesi çıkmıyor. Müslümanlar sahiplenmiyor. Bilmezler mi ki zulme rıza zulümdür.” Sözleriyle bitirmişti. İslam ülkeleri basınının ve Batı basının iki yüzlülüğünü bir twitiyle paçavraya çevirmişti Arsenal’in yıldız oyuncusu Mesut Özil.
Mesut Özil Zonguldaklıydı. Devrek’in bir köyünden Almanya’ya emeğini göçüren Mustafa Özil’in dört çocuğunun ikincisiydi. Alman Milli Takımı’ndaki Ulubatlı Hasan’ımızdı o bizim.
Zonguldak emekti, evet. Emek demek Bülent Ecevit demekti Türkiye’mde. Profesör bir babanın, ressam bir annenin aristokrat bir çocuğu olarak doğsa büyüse de, hayatı boyunca bir gün bile emeğiyle geçinmiş olmasa da Türkiye’de bir Karaoğlan efsanesi oluşturulmuş, emek denilince o akla geliyor/getiriliyordu. Sendika hakkının Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanı olduğu 1964’te çıkmış olmasının payı büyüktü oluşturulan bu algıda. Bir de başa şapka. Emekçi algısı tamamdı artık.
Ecevit’in adının Zonguldak Üniversitesi’ne verilmesi de bundandı elbette, en çok. Gerçek başka olsa da algıya uygundu her şey.
Zonguldak bereketti, evet. Zonguldak kömürdü evet. Zonguldak sahildi denizdi koylardı kumsallardı da evet. Ne yer içerlerdi Zonguldaklılar peki?
Klasik bir Zonguldak mutfağı size, buyurun - afiyet olsun elbette -: Yer sofrasına önce bir Uğmaç çorbası gelsin. Leziz. Ana yemek öncelikle, cizlemelerin ortasına nefis etlerden oluşan Bayram tiridi elbette. Yanına Mancar sarması, bir de Malay. Yeme de yanına yat cinsinden tam da. Tatlı olarak üstüne de Devrek’in meşhur Beyaz baklavası tercihimiz.
Size bir şey daha söylemeliyim: - yeminle ama - Size bu yemekleri, bir tek beyaz yerine kahverengi baklava olmak kaydıyla, Adapazarı yemekleri diye yutturabilirim. On, yüz, bin de şahit getirebilirim size. Bu kadar mı benzer yahu. Adlarına kadar. İki yüz kilometre mesafeden sonra biraz baklavanın rengi açılmış, o kadar.
“Karadır kaşların ferman yazdırır / Bu dert beni diyar diyar gezdirir / Lokman Hekim gelse yaram azdırır / Yaramı sarmaya yar kendi gelsin
Ormanlardan aşağı aşar gelirim / Nazlı yari kaybettim ağlar gezerim”
Zonguldaklı genç âşık, yârine kavuştu mu bilinmez ama bir şeyi iyi biliyoruz: Geriye Türk Halk Müziğimizin en güzel türkülerinden birini miras bıraktı bize.
Zonguldaklıların dostlukları da böyle sahicidir işte, insanlıkları vefaları aşkları da.
Zonguldak Türk’tür, türküdür.
Zonguldak emektir, berekettir.
Zonguldak doğadır, doğallıktır. Güzellik ve estetiktir.
Zonguldak; bir emek ve güzellik şehrisin sen. Sahiden de.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.