Nedense kimi şairler birazcık bilinir hâle geldiklerinde kendilerinden başka bir şair ismini anmak istemezler. Oysa herhangi bir şairin diğer şairleri okumadan, diğer şiirleri sindirmeden kendi şiirini inşa etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ortaya çıkan her yeni şair, geçmişin şiirlerinden harmanlanmış yeni bir sesten başka bir şey değildir.
Bir şairin, sevdiği diğer şairleri yazması o şairin tevazuuna ve büyüklüğüne işaret eder. Sezai Karakoç’un her fırsatta Yunus’tan, Akif’ten, Necip Fazıl’dan bahsetmesi, bu şairlere çok şey borçlu olduğumuzu dile getirmesi, bu büyüklüğün güzide bir örneğidir. Nitekim hiçbir şair gökten zembille inmez. Öncekilerin hiçbirine benzemediğini, kendinden önceki şiirden hiçbir şey almadığını söyleyen bir şairin şiiri de hiçbir şeye benzemez, benzeyemez!
T. S. Eliot bu konuda şöyle der: Hiçbir şair, hiçbir sanatçı, kendisinden sonrakilere iletmek istediği bütün bir dünya görüşünü tek başına veremez. Onun bize vereceği dünya görüşü, hayat felsefesi, geçmişteki şair ve sanatçıların görüşleriyle ilişkisi bakımından değerlendirilebilir. Onu tek başına değerlendiremezsiniz; onu ölülerin arasına yerleştirip eserlerini onlarınki ile karşılaştırmalı ve mukayese etmelisiniz. Bunu sadece tarihî şuur açısından söylemiyorum, bu eleştiride estetik bir kaidedir.
Tanpınar, üstadı Yahya Kemal’i yüceltirken; Cahit Zarifoğlu, üstadı Karakoç’u ve Necip Fazıl’ı unutmazken; Cemal Süreya, büyük şair Dağlarca’yı selamlarken; İsmet Özel çok sevdiği Turgut Uyar’a dikkat çekerken; Süleyman Çobanoğlu ısrarla Behçet Necatigil’i işaret ederken Eliot’ın bahsettiği gerçekliğin farkında olduklarını izhar etmiş olurlar. Bu durum onları daha da yüceltir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.