********
Yazarlar Birliği’nin kuruluşunun 45. yılı demek. Yıllar nasıl da çabuk geçti, bir kavak ağacının önünden çok hızlı bir atla koşup gitmişiz sanki. O halde birlikle kendi hayatım arasındaki ilişkiden söz edeyim kısaca. Ankara Kız Lisesinde okurken öğretmenlerimiz okulumuzda çok kıymetli edebiyatçılar yetiştiğini anlatır ve ilk dersleri Atatürk’ün bizzat verdiği bir lisede okumanın kıymetini bilmemizi isterlerdi. O esnada okulda kütüphane ve tiyatro kolundaydım. Bir yandan da tıp fakültesinde okuyan ağabeyimin vasıtasıyla Hacettepe Üniversitesinde eskrim sporuyla uğraşıyor ve hedeflediğim bu üniversitede ne okumak istediğime karar vermeye çalışıyordum. Fen bölümünde olmama rağmen gönlüm felsefe ve edebiyat okumaktan yana olsa da ailem tıpta ısrar etti. Sonunda tercihimi yaparken orta yolu bulduk ve okuyup yazmama da izin vereceğini düşündüğüm Eczacılıkta karar kıldım. Üniversite hayatımız sol fraksiyonların her vesileyle forum var! gerekçesiyle hocalar dahil hepimizi derslerden çıkarmasıyla geçiyordu. Edebiyat dergileri deseniz ideolojilerin bayrağını dalgalandırmakla malül. Mütedeyyin ve milliyetçi kesimin edebiyat mahfillerinin, matbuatının sadece İstanbul’da olduğuna dair kuvvetli bir kanaatimiz vardı, yazıp çizdiklerimizi evlerde birbirimize okumaya çalışan bir grup kız olarak. Nerede nasıl yazı ve hikaye yayınlanır bilmiyorduk açıkçası. Bazı gençler İstanbul’a Sezai Karakoç, Necip Fazıl, Cemil Meriç gibi üstatları ziyarete giderlerken, ağabeyim de her hafta hattat Hamit Aytaç’tan ders almaya giderdi bu devasa şehre. Tam da Hacettepe’den yedi sekiz ülkücü arkadaşımla okulun, ortamın, ailelerimizin hilafına, tuhaf hikayelerin içinden geçerek başımızı örtmeye kalkıştığımız zamanlar. Arkadaşlarımız köşe başlarında vuruluyor, daha doğrusu iki taraf ta birbiriyle kıyasıya savaşıyor, derslere giremiyoruz, bazen evime gidemiyorum, üstelik devletten hiç kimse müdahale etmiyor, anlaşılan birkaç sene sonra gerçekleşecek kötücül bir ihtilâlin bütün şartlarının olgunlaşması isteniyor. Öte yandan bu puslu, kurşunun nereden geleceğini bilmediğimiz günlerde, Ankara bozkırında nefes alabileceğimiz edebi mekanlara, dergilere, dayanışma alanlarına ne çok ihtiyacımız vardı.
Meğer 1978’de Cebeci’deki çay ocaklarında kurucu başkan Mehmet Doğan, Beşir Ayvazoğlu, Necmettin Türinay gibi öncüler bir araya gelip Yazarlar Birliği’nin temelini atmışlar. Kuruluştan, Hatay sokaktaki adresten haberimiz olsa da gidip ziyaret etmeyi aklımızdan geçirmedik. O zamanlar vakıflar, kurumlar, dernekler, erkekler kulübü gibiydi biraz. Çekindik mi yoksa davet mi bekledik hatırlamıyorum ama uzaktan takibe almıştık. Zaten birkaç ay sonra Divan edebiyat dergisi çıkmaya başladı, sonu çabuk gelse, ömrü çok kısa olsa da, Ankara için geniş bir açılım vaat ediyordu. Derginin ilk sayısında kurucu başkan Mehmet Doğan, kendisiyle yapılan söyleşide birliğin kuruluş sebebini şöyle açıklıyordu: “Yazarlar Birliği’ni doğuran ihtiyaç, Türkiye’deki düşünce potansiyelinin belirli bir kesime mal edilmiş olmasıdır. Yani Türkiye’de sanat ve fikir üretenler, görünüşte belirli bir kesimin mensuplarıdır. Halbuki milli düşünceye bağlılık açısından ele alınırsa asıl düşünen bir yazar kitlesi var. Bunlar da bizim camiamız içinde bulunuyor. Bu camiayı çok geniş görüyorum ben. Yani bir gruba bir derneğe bir siyasi teşekküle bağlı görmüyorum. Geniş tutuyorum.”
Bu açıklama geniş bir kucaklamaya, birleştirmeye, yeni bir açılıma işaret ediyordu. Lise dönemim edebi açıdan biraz tek yanlı geçtiğinden, eksikliğini duyduğum toparlanma ve zenginleşmeye yol açacağını düşündüğüm birliğin kuruluşunu sevinçle karşıladım. Sevgi Soysal, Firuzan, Adalet Ağaoğlu, Yaşar Kemal, Turgut Uyar ve daha birçoklarını okumak onları tanımak çok kıymetliydi fakat, lise boyunca, daha sonra benliğimizi kuran öteki büyük yazarlardan, şairlerden (Nurettin Topçu, Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Necip Fazıl, Erdem Beyazıt gibi) habersiz kalmak fakir düşmekti. Başkanın dediği gibi geniş tutmak zenginlikti. Yazarlar Birliği’ne emek veren herkese şükran borcumuz var. Fakat kurmakla kalmayıp bu günlere gelebilmesi için on yıllarca emek veren, her koşulda hâmiliğini sürdüren Mehmet Doğan için özel bir teşekkür ve dua hakkaniyet gereğidir. Ecrini Allah(cc) hakkıyla verecektir.
Yazarlar Birliği sürekli gelişen edebiyat sanat ağlarıyla Ankara’ya bir ağırlık katıyor, şehrin değerini artırıyor. Birlik uluslararası birçok edebiyat toplantısına da ev sahipliği yapıyor ve Türkçenin varolduğu geniş coğrafyada, dilin derinleşmesine, lehçelerin kelimelerin birbiriyle buluşmasına zemin hazırlıyor. Her yıl çok geniş bir muhtevayla hafızamızı ve arşivimizi diri tutan kültür sanat yıllığı için büyük emek veriliyor. Akademik bir dergi de çıkarılıyor ki, sinema özel sayısı için beyazperdeye aktarılan Avrupalı kadın yazarların filmlerini ele alan bir yazı yazmıştım. Genç Yazarlar Kurultayı da önemli bir çalışma. 2018’de Yalova Çınarcık’ta ikinci kurultaya katılmış ve çok kıymetli genç yazarlarla ve yazar adaylarıyla tanışma fırsatım olmuştu. Birlik 2022’de ilk Ankara Edebiyat Festivali’ni düzenledi. Burada yer almak ve edebi havayı Ankara’da solumak benim için çok kıymetliydi. Yeri gelmişken Hece ve Edebiyat Ortamı dergilerinin ve gençlerin çıkardığı öteki dergilerin de Ankara’yı daha çok Ankara yaptığını belirtmek isterim. Ayrıca açılan şubeler Anadolu’daki yerel edebiyatla metropol şehirlerin inrtibatlanması açısından çok önemli. Erzurum Antep Trabzon Bursa Urfa gibi şehirlere gittiğimizde sanat ve edebiyat erbabıyla tanışmak buluşmak hepimizi kuvvetlendiriyor.
1990’da İstanbul’a taşındık ve Yazarlar Birliği’nin İstanbul şubesi en çok uğradığım, dostlarla buluştuğum yerlerden biri haline geldi. Atölyeler, okuma gurupları, festivaller, sempozyumlar ve daha birçok çalışma kültür insanlarını bir araya getiriyor. Ne zaman uğrasam bir çalışma var ve hiç boş kalmayan bir yer. Öte yandan şubenin mekanının 16. yüzyılda inşa edilen Kızlarağası Medresesi olması, insanı büyüleyen huzur veren akustik kubbesinin varlığı da çok cezbedici. Burada gerçekleşen Arapça kitap fuarlarını unutmamak lazım. Bu fuarlar kardeşliğimizin, bölgedeki kuşatıcılığımızın nişanesi oldu. Kim bilir belki birgün burada Kürtçe kitap fuarı da açılır, bölgenin Kürt yazarları, alimleri, şairleri, müzisyenleri, ressamları ağırlanır, böylelikle kalpler yatışır, dosta düşmana karşı kardeşliğimiz pekişir.
Aldığım ödüllerden de bahsedeyim kısaca. İlk hikaye kitabım Derin Siyah yayınlandığında yayınevindeki bir ihtilaf yüzünden ortaklar ayrılmıştı ve kitabımın dağıtılamadan depoda kaldığına dair duyumlar almıştım. Benden çıktı artık, akîbeti hayrolsun, beş on kişi okumuşsa yeter diye düşünüyordum. 2002’de bir pazar sabahı yürüyüş yaparken telefonum çaldı, sevgili kardeşim Hakan Albayrak’tı arayan. Yazarlar Birliği’nin kitabımı “yılın hikaye kitabı” seçtiğini söyleyince çok şaşırdım ve sevindim. Bir kez daha anladım ki yazmak bir kaderle oluyor ve kitapların da irademizin çok ötesinde kendine özgü bir yolculuğu var.
Sonra 2003 Mart’ı ve Amerika’nın yalanlara yaslanarak Bağdat’ı bombalamaya başladığı günler. Orta Doğu’da rû be rû görüşmeler yapmak üzere farklı eğilimlerden kalabalık bir grup yollara düşmüştük. Aynı ülkenin yurttaşları, yazarları, sanat ve fikir emekçileri olarak ortak insani değerlerde buluşmamıza, işgallere, emperyalist saldırılara birlikte karşı koymamıza bir engel olmamalıydı. Yaklaşık altı sene seyahatler yapıp saldırılara ve bölüp parçalamalara karşı komşularımıza ortak mücadele çağrısı yaptık. Yolculuk ve görüşme notlarıma dayanarak hazırladığım “Bağdat Fragmanı” kitabımın da 2008’de Yazarlar Birliği tarafından “yılın gezi kitabı” ödülüne layık görülmesi, emeklerimizin görüldüğünün işareti oldu benim için. Yazarlar Birliği’nin etkinliklerinde yer almak çok kıymetli. Fakat 40. kuruluş yıldönümünde Kahramanmaraş’ta düzenlenen “kırk yılın hikayesi” sempozyumuna katılmak unutamayacağım yazarlık anılarımdan biridir. Yirmi yaşlarında Ankara’ya yerleşen babamın hasretiyle yaşadığı, sonunda vasiyeti üzerine toprağına karıştığı şehirdir Maraş.
Birliğin özellikle İstanbul şubesindeki programlarını, gidemesem de neler oluyor diye takip etmeye çalışırım. Burada Mahmut Bıyıklı’nın özverili çalışmalarını, birliğin çalışmalarına kattığı ivmeyi de anmak isterim. Sultanahmet’te kalabalıktan yürünmeyen caddede ilerlerken birden sağa sapıp varabileceğim bir ada orası. Geçen yıl da yeni çıkan kitabım “Cam Kenarı” ile ilgili bir söyleşi yapmıştık kıymetli yazar Funda Özsoy Erdoğan ile. Yazarlar Birliği’nin nice yıllar varlığını sürdürmesini, yeni kuşaklarla her daim en güzel şekilde yenilenmesini, geleceğe taşınmasını dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.