6 Şubat depremleri ile bir kez daha acı bir şekilde gündemimize giren deprem gerçeği hepimizin hayatını derinden etkiledi. Kimimiz çaresizce ekran başındaydı, kimimiz enkaz başında en sevdiklerini bekledi, kimimiz yardım için afet bölgesine koştu kimimiz bağışlarıyla sahadaki çalışmalara destek oldu. Ülke olarak hep beraber kenetlendik ve ellerimizden geldiğince afetzedelerin yanında olmaya çalıştık.
Depremin üzerinden geçen bir yıl sonrasında bizler için muhasebe ve ders çıkarma vakti. Afetler konusunda yapıp ettiklerimizi, yapamayıp edemediklerimizi, yapmamış olmamız gereken konuları masaya yatırma ve belirli soruları sormak vaktidir.
Yaşadığımız afetin önüne geçmek mümkün müydü? 50 bini aşkın hemşerimizi toprağa vermeden de bu depremi tecrübe edebilir miydik? Afet biliminin parametreleri açısından bakıldığında bu soruların hepsine evet cevabı verebiliriz. Zira yerkabuğu kırılmaları, yer kabuğundaki hareketlerin meydana getirdiği enerjinin boşalması, bunlar sonucunda ayaklarımız altındaki yerin sarsıntısı olan deprem doğal bir olaydır. Ancak depremin afete dönüşmesi bizim kırılganlığımız nedeniyle ve bizim bu doğa olayını iyi okumayışımız, yer kabuğundaki potansiyel riskleri dikkate almamamız nedeniyle oluyor. Depremi daha sağlam binalar, dirençli şehirler, bilinçli bireyler olarak tecrübe etmiş olsaydık 6 Şubat sonrasında daha az insan ızdırabı yaşayacaktık.
Bu açıdan bakıldığında eğer depremi birey, kurum ve toplum ölçeğinde daha hazırlıklı ve dirençli olarak karşılamış olsaydık depremin büyük bir afete dönüşmesini engelleyebilirdik. Bu konuda afet literatürünün işaret ettiği üzere dirençlilik, mukavemet, dirayet kavramlarının ışığında çevremizdeki risklere karşı hazırlıklı olmak durumundayız.
Bu konuda bireysel ve toplumsal ölçekte dirençliliğimizi artırmak için hepimize düşen sorumluluklar var. İlgili kamu kurumları yapısal riskleri azaltarak, sivil toplum kuruluşları bireylerin afet bilincini geliştirerek, uluslararası kurumlar farklı ülkeler arasındaki tecrübe ve kaynak paylaşımını teşvik ederek bu süreçte afetlere karşı dirençliliğimizi artırmakla mükelleftir. Bunun gerek şartlarından biri de afet konusundaki bireysel ve toplumsal hafızamızı her daim diri ve canlı tutmaktır. Zira 27 Aralık 1939 Erzincan Depreminde vefat eden 32 bini aşkın kişiyi unuttuğumuz için 17 Ağustos Depremini büyük bir afet olarak tecrübe ettik. 17 Ağustos afetini unuttuğumuz için 6 Şubat ve öncesindeki nice depremlerin afete dönüştüğüne şahit olduk.
Afetin acı dersleri almış insanlar olarak doğal olayların birer afete dönüşmemesi için, olası afetlerin risklerini azaltmak için, tehlikelerden korunmak için bu hafızanın inşa ve ikmal edilmesinde akademik camiaya hususî bir rol düşmektedir.
Dünyada çok farklı türde afete yoğunlukla maruz kalan ülkelerden olmamıza rağmen afet konusundaki akademik araştırmaların yeterli seviyede olmadığı söylenebilir. Özellikle sosyal bilimler alanında afet idari, beşerî, kültürel yönüne bakan çalışmalara daha fazla ihtiyaç olduğu aşikardır.
Bu tespitten hareketle TYB Akademi olarak afet özel sayımızda sizleri afet konusuna farklı açılardan bakan çalışmalarla buluşturuyoruz. Afet yönetimi, afet sosyolojisi, afet eğitimi temalarına odaklanan bu çalışmalarla afet konulu Türkçe literatüre katkı sağlamak bu alandaki tartışmaları zenginleştirmek arzusundayız. Dileğimiz odur ki bu sayıdaki çalışmalar afet konusunda yürütülecek daha ileri çalışmaları tetiklesin, afet hafızamızın ikmaline vesile olsun.
Bu düşüncelerle yazar ve hakem olarak bu sayımıza katkı sağlayan hocalarımıza hususi teşekkür ediyoruz.
TYB Akademi 40, Ocak 2024
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.