Haza sanatçı. Haza zarafet. Haza telaffuz.
Bir kişinin ağzına Türkçe bu kadar mı yakışır, bu kadar mı zengin ve mehabetli çıkar. Evet; çıkar. Bekir Soysal, - tam adıyla söylersek, Ebubekir Sıddık Soysal - ise çıkar.
Çıkmışta, çıkıyor da, çıkacakta zaten.
Her insanın yeryüzüne bir geliş nedeni olduğuna inanırım ben. Bekir Abi, - benim ona meşhur hitabımla - Bekir Baba, sanatçı doğanlardan.
Altmış beş yıllık ömrümde Türkçeyi çok güzel ve zengin kullanan insanlar tanıdım. Konuşurken de yazarken de. Ahmet Güner Sayar, Hilmi Yavuz, D. Mehmet Doğan. Ve bir de Beki Soysal. Bihakkın hem de.
Diyeceksiniz ki, kim o? Şair mi, yazar mı, sanatçı mı? Tek kelime ile söyleyeyim: Hepsi birden. İlla bir unvan istiyorsanız, onu de diyeyim: Sanatçı. Gerçek sanatçı. Bugün ülkemizde bu unvanı hakkiyle ruhuna giyinmiş, sayları belki iki elin parmaklarını geçmeyecek, gerçek sanatçılarımızdan.
Meşhur reklamdaki Türkçeyle söyleyeceksek, tek o yeter denilebilecek eseri, Eskişehir’deki Dede Korkut Anıt Duvarı. Başka bir ifadeyle de Türkçenin Anıtı.
İsmiyle müsemma, Türkçenin Anıtı’nı diken adam o. Yüzlerce yıl yaşayacak bir anıtı.
Ruberu (yüz yüze) yahut yüz kere, bin kere telefonda ilk cümlemiz odur hep:
-Bekir Baba! Onun cevabı da hep aynıdır:
-Fahri Baba!
Türk insanı herkese baba demez. Demişse yakışanadır. Kaziyye-i muhkemedir bu adeta. Bir unvan, bir sıfat, bir lakap vermişse bu aziz millet, yüzde 92 oyla geçmiş halk oylaması hükmündedir.
Bekir Baba’lık da onda böyledir. (Fahri Baba’lık bende nasıl durur, bilemem. Onunkisi su götürmez gerçektir. Ayan beyan. Şeksiz şüphesiz.)
En çok da sesinin tınısından hak ediyor bu sıfatı; sarıp sarmalayıveriyor sizi sesi. Bir baba şefkatiyle. Yapmacıksız, kuşatıcı, sevecen.
Sesiyle seviyor Bekir Baba dostlarını.
Adını bilir duyardım. Tanışmamız Kosova’da 2011 Kasımında oldu. TYB’nin 9. Uluslararası Şiir Şöleni - Prizren’de beraberdik. Kırk kişilik heyetle elbette.
Ayakları, bu müheykel vücudu ve mütecanis kafayı eskisi kadar iyi taşıyamıyordu, belli ki. Heykelimsi bir fiziğe ve cins/özgün bir beyne sahipti, evet. Gönüllü asistanlığına soyundum. O gün bugün öyledir.
Sonraki kaç şiir şöleninde (Kazakistan-Türkistan, Edirne-Kırcaali-Gümülcine) berabersek yahut herhangi bir başka organizasyonda (örneğin on gün süreli TYB Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanı, üçer gün süreli, 12.Trabzon ve 14. Sakarya TYB Şubeler Toplantısı) onun doğal asistanıyımdır ben. Her şey gönülden. O istemese de. Maksat muhabbet.
Bizim camiada herkes bilir bunu. Birçok etkinlikte doğal seremonidir sanki Bekir Baba - Fahri Baba birlikteliği. Üç kere, beş kere, yedi kere yaşanmıştır bu. Ve yaşanacaktır da daha.
Ben iki kere şanslıyımdır. En sevdiğim beş adamdan ikisi, Bekir Baba ile Türkiye’nin ve Türkçenin Ağabeyi D. Mehmet Doğan çok yakın dosttur. Şöyle böyle yarım asra mukaddem. (Bu mukaddem kavramına ne çok sevinecek Bekir Baba. Yarım asırdan fazla desem, sıradan olacaktı biliyorum.)
İkisinin birlikte olduğu ortamlar tam bir Türkçe şölenine dönüşür.
Öyle böyle değil, tadına doyamazsınız. Gerçekten ama. Hiç abartısız, bakın.
Mizahın da ironinin de ceviz sandığında saklı birbirinden güzel ve değerli hâtıraların da dibine vurulur o muhabbetlerde.
Türkistan’da Prizren’de Edirne’de Trabzon’da, Hoca Ahmed Yesevi mihverli zeytin peynir ekmekli otel akşamlarında, Şükran-Seza Celina’ların Şar dağı peynirli reçelli pideykalı kahvaltı sofralarında, Hasan Sağlam’ın kuymaklı sabah şölenlerinde yaşadık biz bunu. Külliyen yaşadık. Bana bana. Kana kana. Yana yana.
Bu yazının yazıldığı gecenin gündüzünde, Ankara’dan Burdur’a yola çıkılırken D. Mehmet Doğan: - Bekir Baba nasıl, Fahri Baba? Demekten kendini alamadı.
Ardından da bana takılmadan edemedi, dört aylık torunum Mehmet Selim’e izafeten: -Gerçi sen artık Fahri Dede’sin ya! Eyvallah Mehmet Ağabeyiyim. Bin şükür. İkinizin dostluğu ile de müftehirim. İftihar ediyorum yani.
Bir kere Bekir Baba’nın bulunduğu her ortam, gerçek bir Türkçe şölenine dönüşüyor. O dönüştürüyor daha doğrusu. Yarı Divan edebiyatı yarı Servet-i Fünûn dersindesiniz, çeyrek de Yahya Kemal - Tanpınar muhabbetini tevarüs ediyorsunuzdur, biliniz: - Son zamanlarda hafızamda rekaket var. Hatırlayamadım ama karine yoluyla çıkardım: O konuda filan kişi haklı değil mi Fahri Baba?
Bekir Baba’dan geriye kalacak iki muhteşem kavram işte bize: Rekaket ve karine yolu.
O, - hiç kuşkusuz,- beş bin sekiz yüz elli kelimelik bir kabile diline dönüştürülen Cumhuriyet Sözlüğüne karşın, yüz otuz bin kelimelik koskocaman bir Osmanlı Lugatı’dır. Tam da budur Bekir Soysal. Bihakın bu.
Budur, buncadır, bu kadardır işte.
O bir medeniyet sözlüğü, bir medeniyet sözcüsü, bir medeniyet özcüsüdür. 26. Baskısını yapan Doğan Büyük Türkçe Sözlük’ün müşekkel, müheykel, mübeyyen hâlidir aramızda.
Söz konusu muhteşem Türkçe sözlüğün, yaşayanı ve yaşatanıdır.
Sonsöz: Bekir Baba, dünyamızın bir güzel adamıdır.
Gerçek bir Türk-İslâm sanatçısı. Ve gerçek bir Türkçe virtüözü. Sahiden ama.
Ayrıca sesiyle sözüyle gözüyle sizi sarıp sarmalayıveren gerçek bir ağabey.
Çirkin ve zalim bir devranın içinde, güzel bir adam o.
Dünyamızı cennete çevirenlerden.
Hâtıraları ayrı güzel, yazdıkları ayrı kaliteli, eserleri başka alıp sizi götüren.
Cennettir onun dostluğu. Cennettendir. Cennetledir.
Cennet bakışlı adam.
Cennet sesli Bekir Baba'mız o bizim. Tam da öyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.