Bilge Hekim; Sadık Canlı / Fahri Tuna
Sadık Canlı’daki fikrî değişim ve gelişimi ilk fark eden, Zafer Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Selim Gündüzalp oldu.
“Ağbi, ne olur bu değerli görüşlerini bizim dergide yayınlayalım. Nebevî Tıp ile tanıştıralım okurlarımızı.” dedi.
Mizacı ve meşrebi gereği kırmazdı, kıramazdı kimseyi. Hele de öteden beri tanıdığı ve sevdiği Selim Gündüzlap’i… “Olur.” dedi.
1989 yılı Kasım ayında, Zafer dergisinin 166’ıncı sayısında ilk yazısı yayımlandı Sadık Canlı’nın.
“Alternatif Tıp Tartışmaları-I” üst başlığı ile verilen üç sayfalık yazıyı, okurlarına şöyle takdim edecekti dergi:
“Bu aydan itibaren yeni bir yazı serîsine daha başlayacak, Op. Dr. Sadık Canlı ve yazı gönderen doktorların keskin bir neşter misali kalemlerinden, “inanamayacağımız" gerçekleri gözler önüne sereceğiz...
Yazarımız, “Amerika'yı yeniden keşfetme peşinde olmadığını" ve gayesinin “zorla uyutulan" tıp çevrelerini, sonra da yanlış teşhis- yanlış tedavi kurbanı cemiyetimizin bu sebeple “hastalıklı” fertlerini uyandırmak olduğunu söylüyor...”
“Beyaz Gömlekli Yengeçler” adını vermiş ve topa tutmuştu Modern Tıbba şeksiz şüphesiz iman etmiş meslektaşlarını, Dr. Sadık Canlı ilk yazısında:
“Alternatif Tıp konusunda en büyük handikap, cehalet ve iman zaafıdır. Evet, Sayın Müslümanlar biraz izanlı düşünürsek herhalde Müslümanların bugünkü en büyük probleminin cehalet ve iman zaafı olduğunda hemfikir oluruz. Bu bir tespittir ve neticesi: Dünyada zillet, ukbâda cehennemdir. İşte günümüzün acı gerçeği.
Her gün birimiz ölüyoruz ve sırtımızda ayıklanacak bir çuval pirinç ile mizana çıkıyoruz. Ve hepimizin ağzında bir âyet dolaşıp duruyor: “Allah gafur ve rahimdir.” Bu da günümüzün İslâmî modası ve bu modaya karşı Allah’ın hükmü: “Şeytan sizi Allah’ın affına sığınmakla aldatır.” (Lokman Sûresi, âyet 33.) Buyurun meydan burada, mizan da orada.”
Bu sözlerle merhaba diyecekti okurlarına Dr. Canlı. Teatral bir anlatımla düşünce ve tespitlerini aktaracak ve finalini şöyle yapacaktı ilk yazısının:
“Bu üç unsura (ilim, itikad, amel) sahip olup bunları tevhid akidesi altında hayatınıza aktarmadığımız müddetçe, yeryüzünde yaşayan beyaz önlüklü yengeçler mesabesinden bir adım ileriye gidemeyiz, bilmiş olun.
İşte size bir dâvet. Gelin hepimiz bir defa olsun Müslümanca karar verip İslâm Tıbbına ve Tıbb-ı Nebevi’ye yönelelim. Batılıların Alternatif Tıp diye yutturmaya kalktıkları hakikî tıbba yönelelim; ama bu böyle kolay olmaz. Dünya metaına ve para putuna sırt çevirmek lâzım. Var mı kendine güvenen? Hodri meydan!”
Müthiş ses getirecekti yazı. Zafer Dergisi sadece Sakarya’da değil, sadece Türkiye’de değil, beş kıta yedi iklime aboneler yoluyla ulaşan ve okunan bir araştırma-ilim dergisiydi zira.
Zafer’in bir sonraki Aralık sayısında, “Alternatif Hayat” başlıklı ikinci yazı yayımlanır.
Dr. Canlı yazısına şöyle girer: “Alternatif hayat, Kitab-ı Kerim ve sünnete kat’î bağlılıkla sürdürülen, diğer bir anlamda ruh sağlığıyla ve Yüce Yaratıcıya bağlılıkla geçirilen bir hayattır. Bu tanımlamadan şu netice ortaya çıkar: Bir vücudun hastalık ve marazları, büyük bir oranda, Kur’an ve sünnete uygun yaşamamaktan ileri gelmektedir. İşte streslerle dolu bugünkü acıklı hayatımızın alternatifi!”
Alnertatif Tıp için ilk şartın ‘alternatif hayat’ olduğunu yazar doktorumuz. Alternatif hayatın anahtarı ise İslâmî hayattır.
Ve şu cümlelerle son verir yazısına: “İmanlar ve dinî prensipler paraya ihtiyaç duyulduğunda bitpazarına çıkartılan eşyalar gibi olmamalıdır. İslâm, her şeyiyle kusursuz bir bütündür. Bu bakımdan alternatif hayat olmadan alternatif tıp arayışında bulunmak, arızalanan bir robotu enginar yedirerek tedavi etmeye çalışmak gibi bir ahmaklıktır.”
Müthiş ses getirir bu yazılar, müthiş tartışmalara neden olur. Dr. Sadık Canlı’nın Modern Tıp eleştirileri, çok şaşırtıcı bir şekilde en çok inançlı doktorlar ve inançlı insanlar tarafından tepki görür.
Dergi yönetimi de bu tepkilere daha fazla dayanamaz, ‘alternatif tıp tartışmaları’na iki sayı sonunda noktayı koymak zorunda kalır.
Dr. Sadık Canlı’yı en çok şaşırtan ve üzen ise ‘beyaz gömlekli yengeçler’e yani Modern Tıbbın fedailerine; en çok inançlı olduğunu söyleyen doktor ve insanların sahip çıkmasıdır. Fakat o bir inanç adamıdır. Daniel Defoe’nin dediği gibi, ‘tek başına da olsa inandığı yolda yürümekten vaz geçmeyecek’tir.
Röportajlardan Kaçtı Kaçtı, Akit Gazetesi’nden Kaçamadı
Şöhretten gösterişten, konuşmaların, tartışmaların öznesi olmaktan hoşlanmayan bir kahramandı Dr. Sadık Canlı. Yerel ya da ulusal, birçok röportaj teklifini nazikçe geri çeviriyordu bu sebepten. O, bilinmek, etrafına adam toplamak derdinde olmadı hiçbir zaman, olmayacaktı da hiç.
Ama…
Onun merhametini, muayenehanesine gelen birini kıramayacağını ‘iyi bilen’ bir kardeşi (Yayıncı İsmail Aydın), ulusal Akit Gazetesi’ndeki dostlarına bilgi verecek ve bir gün içeriye giren iki gazeteci “Selamün aleyküm” diyerek röportaja başlayacaklardı.
“Aleyküm selam.” dedi, her zamanki gibi Doktor. Hâl hatırdan sonra, ‘Alternatif Tıp’ alanında onunla konuşmaya geldiklerini söylediler. Birinin adı Metin Hasırcı, diğerinin adı Erdal Şimşek’ti gençlerin.
Durdu, düşündü, içinden gelmiyordu konuşmak. Rahatsız ederdi böyle afişe edilmek onu; ama kapısına, işyerine kadar gelen misafirler kırılır mıydı hiç? Kırılamazdı elbette. Onun aldığı kırk sekiz yıllık terbiye buna müsaade etmezdi. ‘Allah göndermişti’ onları. “Buyurun, sorun soracaklarınızı.” dedi müşfik bir sesle.
Akit Gazetesi’nin 29 Ekim 1996 Salı ve 30 Ekim 1996 Çarşamba tarihli nüshalarında, arka sayfada çıkacaktı o gün konuştukları. Modern Tıbbın mabedine atom bombası olarak gönderilmiş bir isyandı bu konuşma adeta, Modern Çağın suratına sarsıcı bir tokattı söyledikleri.
Gazete “Modern Tıp Sömürüyor” manşetiyle verdi söyleşiyi ilk gün. İkinci gün ise; “Sağlık Çıkar Konusu” dedi. Sömürüyü, Kapitalizmin hile ve desiselerini bir bir ortaya koyuyordu röportaj.
Türkiye birbirine girdi bu iki günlük söyleşiyle. Arayan arayana, tebrik eden edeneydi. Konya’dan Edirne’ye, Trabzon’dan Manisa’ya, Mardin’den Antalya’ya, Sivas’tan Zonguldak’a… susmadı telefonlar… Gelmek, ellerini öpmek istiyordu çoğu arayan. Şiddetle karşı çıktı ve bir daha, bu söyleşiden son nefesini teslim edeceği güne kadar geçen yirmi yıl boyunca, asla hiçbir gazetecinin röportaj teklifini kabul etmedi.
Artık Modern Tıp karşısındaki Muhammed Ali’ydi o. Alternatif Tıbbın da bileni idi. Geleni gideni hiç eksilmedi bu röportajdan sonra, her geçen gün daha da arttı.
Fıtrî tıbba eğildi. Tanındıkça kalabalıklardan içine, kendine, düşüncelerine, inançlarına kaçtı. Orada derinleşti gelişti. Şifanın Allah’tan olduğunu savundu her zaman. Şifanın Allah’ın otlarında olduğunu savundu, çözüm fıtratla bütünleşmedeydi.
“Doğduğu Topraklara Götürün Hastayı”
Bir gün otuz yaşlarında Doğulu bir genç geldi yanına. Eşi çok hastaydı. Gitmediği doktor kalmamıştı; fakat bir türlü şifa bulamamışlardı. Eşinin hastalığını tarif etti, ilaç yazmasını istedi. “Hastayı görmeden ilaç yazamam.” dedi Sadık Canlı. “Getirin bir göreyim.”
Getirdiler. Yüz kırk kiloydu genç gelin. Dört kişi kollarına girmiş, kapıdan zor sokmuşlardı. Muayene etti Sadık Canlı. Beyefendiye sordu:
“- Nerelisiniz siz?
- Muş, Malazgirtliyiz.
- Dediğimi yapmaya söz verir misin?
- Ne demek doktor bey, söz veririm elbette. Zaten adım adım ölüme gidiyor eşim. Farkındayız.
- İlaç yazmayacağım size, gelin hanımı doğduğu köye götüreceksin. Baba evinde altı ay kalacak. Yeme içme serbest, perhiz filan da yok. Ne isterse yesin içsin. Altı ay sonra da bana geleceksiniz. Tamam mı?”
Bitkin ve hasta gelinin gözleri parladı birden: “Tamam.” dediler. “Ne ödeyeceğiz muayene parası olarak?” diye sorunca da; “Hayırlısı ile bir gidin gelin de bakarız.” cevabını aldılar.
Gittiler. Altı ay sonra döndüler. Altmış kilo sapasağlam bir genç hanımdı artık gelin. Benzinden kan damlıyordu. “Rabbimizin izniyle, şifa bulmuşsunuz maşallah.” dedi doktor.
Herkes mutluydu. Muş balı getirmişlerdi doktor beye. Takdim ederken sevinçli eş sözü aldı: “Allah razı olsun sizden. Nasıl oldu bilmiyorum; ama eşim turp gibi oldu. Size ne kadar dua etsek azdır. Borcumuz ne kadar efendim?” “Ne borcu, ne parası?” dedi bilge doktor, “Ödediniz ya!” diye gülümseyerek masanın üstüne bıraktıkları balı işaret etti.
Erkek merakla sordu: “Adım adım ölüme yaklaşan karım, hiç ilaç kullanmadan nasıl düzeldi doktor bey, çok merak ediyorum?” Bilge doktor, kurum içi telefondan birer çay söyledi onlara. Döndü: “Yüce Mevlâmız şâfidir, şifa sahibidir. O verdi. Ona şükredin, ona teşekkür edin siz, bana değil.” dedi.
Çok basitti; ölümsüz, zamansız bir kuralı uygulamıştı bilge doktor. İşin hikmeti; gelini, fıtratına uygun şekilde besleneceği doğup büyüdüğü iklime göndermekteydi. Koruyucu hekimlikti, bunun adı. Modern çağın bir türlü hatırlayamadığı, bilmediği, işine gelmediği bir incelikti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.