Bazen kafanızı kurcalayan o kadar konu olur ki hemen bilgisayarın başına geçer bir çırpıda kafanızdaki karıncalara özgürlük bahşetmeye çalışırsınız. Harflere parmaklarınız basmaya başladığınızda hemen duruverirsiniz. Mıh gibi çakılırsınız.
Nereden başlayacağım?
İşte zurnanın çıkardığı o tiz ses beyninizde yankılanır. Bu durumda fazla zorlamaya gerek yok. Bir can simidine kuşanmalısınız. Ben de öyle yaptım. Bir kitaba sarıldım. Şerif Aydemir’in Ötüken Neşriyattan 2024’te yayınladığı “İndim Yarın Bahçesine” deneme kitabın dehlizlerine kendimi verdim.
Şerif Aydemir Ağabeyle üç veya dört kez karşılaşmam oldu. Hiçbir eserini okumamıştım. Cahilliğim işte. Şerif Aydemir Ağabey için Telif Hakları Derneği Başkanı Cafer Vayni yönetiminde Türk Edebiyat Vakfı binasında 02 Mart 2024 tarihinde “Ustalara Vefa-1” programında konuşmacılar tarafından güzel şeyler duyduğumda kendimi Ötüken Neşriyatta buldum. Dört kitabını hemen sipariş verdim. “İndim Yarın Bahçesine” “Mendilim Sende Kalsın” “Yaşamak Geçti Başımdan” “Çiçekten Harman Olmaz”. Sağ olsunlar adresime gönderdiler.
Her şerde bir hayır vardır. Benimde sakarlığım olsa gerek düşüp sağ ayağımın başparmağını kırdım. Ee, ayak on beş gün sargılı, dinlenmem gerek. İşte geceme gün doğdu. “Mendilim Sende Kalsın”ı bir çırpıda okudum. Bu kadar kelimeyi Şerif Aydemir Ağabey nereden toplamış biriktirmiş, heybesine nasıl yerleştirebilmişti ki; duygular, betimler, benzetmeler… insanın dünyasını allak bulak ediyor. “Mendilim Sende Kalsın” hikâyesinin sonu dominoda düşeş kilitlenir gibi hikâyenin de sonu Şerif Ağabeyin elinde kilitlenmiş ki sonu böyle bitmemeliydi, diye düşünüyorum.
Hikâyeleri okurken kulağıma yer yer Elazığ bazen Kerkük bazen de Urfa hoyrat ve uzun havaları esip esip geçiyordu. Ağabey, sanki bizim kendi derdimiz yetmiyormuş gibi bir de kürekle değil iş makinelerin kepçeleriyle üstümüze dert üste dert savuruyordu. Biraz da bize acıyın, diyeceğim diyemiyorum. Çünkü arifler, insanı tarif ederken, omurgasını dert oluşturur, derlemiş.
“İndim Yarın Bahçesine” okuduktan sonra, iyi ki yarın bahçesine inmişsiniz Ağabey, dedim. Onlarca kitabı süze süze sepete yerleştirip soframıza ikram etmişsiniz. Damarlara daha kolay sirayet etsin diye aşkı ve derdi elle yiyin de tembih etmişsiniz.
Fethi Gemuhluoğlu’nun gençlere sınav sorusu gibi aynı zamanda hayati bir soru sorarmış: “Sen hiç âşık oldun mu?” (S:116) tamda aradığım bir soruydu. İstanbul’da merkezi bulunan Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin uzun yıllar Genel Başkanlığını yaptığım sıralarda, derneğin gençlik kolları gençlere seminer verilmesi için her hafta sonu bir Türkmen ağabeyini davet ederlerdi. Her konuşmacı Türkmenlerin tarihinden bahse başlar ve dikta rejimlere karşı mücadelelerinden dem vururdu.
Bir gün de beni konuşmacı olarak davet etmişlerdi. Derneğin salonunda otuza yakın genç oturuyordu. Klasik ve mutat bir konuşma beklenirken benim de ilk cümlem soruyla başladı: “Aranızda âşık olan var mı?” gençler soruya hem tebessüm ettiler hem de garipsediler. Soruyu ballandıra ballandıra hafifleterek açıklarken gençler biraz nefes aldılar. Daha içli dışlı bir konuşma ve seminer oldu. Çünkü âşık olmayanda vatan sevgisi, toprak bayrak millet daha da zirvesi Allah sevgisi aramak boşa kürek sallamaya benzer. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun maksadı bu olduğu için Şerif Aydemir Ağabey kitabında yer vermişti diye düşünüyorum.
İnsanın dış görünümüne bakarak hüküm vermek ne kadar yanlış bir yaklaşım olduğunu bilmeyen yok gibi. Allah’u Teâlâ insanın yüzeysel şekline değil göğsünün içindeki kalbe baktığını söyler. Bizim türkülerimiz de bunu ne güzel dile getirir. Gerçi türkülerimizde insanın iç dünyasındaki hüzne derde vurgu yapmak peşinde olduğu aşikârdır. Yine Şerif Aydemir Ağabey Murat Çobanoğlu’nun “Gör” türküsündeki “ey oğul kendine gel” dercesine yüzümüze şaklatıyor (S:151)
İnsan dedikleri duvara benzer
Hele suvakları dökülsün de gör
Bu nasıl ibretli bir söz ki; türkülerimiz için ayrı ayrı ciltler yazılmalı.
Usta şair Mehmet Ali Kalkan’ın Ötüken Neşriyattan “Köyümden… Gönlümden…” çıkan yeni kitabı için facebook’ta kısa bir tanıtım yaptı. Orada türkülerimiz için bir kitap hazırlama projesinde imiş. Allah ömür vere dört gözle bekliyoruz.
Biri de çıksa dünya edebiyatındaki dokunaklı sözlerle Türklerin kullandıkları sözleri bir karşılaştırsa. Yüreğe, vicdana, akla beyine en dokunan kelimeler Türklerde olduğu muhakkak görecektir. Hani şarkılarda türkülerde özellikle de arabesk denilen şarkıları tarif edilirken damardan ifadesi kullanılır. Tam da öyledir Türkçedeki sözcükler, deyimler, benzetmeler, betimler hep damardan olduğu aşikârdır. “Zayıf dala kuş yuva yapmaz” “Gurbette ölenin gözü yumulmaz” Kastamonu’daki kadının evine misafir giden Gökyay’a demesi: “Kusura bakma kalkamıyorum ama gönlüm ayakta” bunları duyup Türk insanının önünde saygıyla eğilip şapka çıkarmamak mümkün mü?
Şerif Aydemir Ağabeyden bir avuç sözcük aşırayım dedim. Ne mümkün! Çalıp kaçırsam bile nereye toplayıp saklayabilirim ki. Yürek ister. O da bizde ne gezer. Bir de demez mi “Çeyiz bohçası gibi kelime bohçası vardı.” (S:125) bizim bohçada ancak kırıntılar olur.
“Yaşamak Geçti Başından” (S:15) Mehmet Özbek Ağabeyden bir benzetmeyi naklediyor Şerif Aydemir Ağabey “Urfa’da ağa vardır, Harput’ta bey…” Kerkük’ü unuttunuz galiba! Kerkük’te diyoruz ki;
Men sana paşam demem
Tahtan düşer azlolur
Men sana begim(beyim) diyerem
Begler daim beg olur
Kerkük’te de Beg/Bey var Ağabey. Bunu da derkenar etmek lazım.
“Yaşamak Geçti Başımdan,” sayfalarına dalmak denize dalmaktan zordur. “Hiçbir şey tebessümden daha erken kana karışmazmış” (S:101) Ne bu şimdi Şerif Ağabey! Serum yerine bir tedavi yöntemi olarak hastalara enjekte edilmeli. Acilen Sağlık Bakanlığına, Tabipler Birliğine tavsiye mektuplar yazılmalı.
“Değnek eğri olursa gölgesi de eğri olur” (S:151) Bunu okuduktan sonra Eğitim Bakanlığı ilkokul müfredatını gözden geçirmeli derim.
Elazığlı Ali İhsan Beyin dilinden “bir zaman gelecek, kitap okuyanlar akraba sayılacak.” (S: 98) buna çok sevindim şimdi ben ve Şerif Aydemir Ağabey akrabayız her hal…
*
İndim Yarın Bahçesine, Harput’tan “Bağrıyanık –Deyişten” (S:121) bir uzun havayla başlar.
Bu haber ne haberdir
Sinem kabar kabardır
Bir yanım kurt kuş yemiş
Bir yanım bihaberdir
Oysa bizim Kerkük’te başka belki de aynı derdi daha derinden terennüm edilir:
Karın çalar
Göz bakar karın çalar
Bir yanım kurt kuş yedi
Bir yanım karıncalar
Hoyrat konusunda Prof. Dr. Suphi Saatçi Ağabeyin derya gibi hafızasına uğramadan olur mu? Hoyratın aslını sordum. İkinci mısraın orijinali “Kalp oynar karın çalar” olduğunu söyledi.
Erol Taş ile olan dostluğunu anlatıyor Şerif Aydemir Ağabey. Rahmetli Erol Taş ağır bir hastalığa yakalanır. Doktorlar mecburen ayağının kesilmesine karar verir ve ayağı kesilir.
Erol Taş hastanedeyken kimseyle görüşmek istemiyormuş. Zoraki bir gazeteci yanına sokulabilmiş; en acı soruyu soruyor (bu gazetecilerde bir âlem! İnsanın yarasını deşmeye ne kadar meraklılar) “Efendim! Yeniden dünyaya gelseniz kim olmak isterdiniz?” sorunun kasvetine bakar mısınız? Yılları omuzlayan Erol Taş “Kırkayak!” diye cevaplamış.
Revamı şimdi bu… Gözlerim buğulandı. Bağırarak ağlamak istedim…
Aklıma Kerküklü şair Mehmet Akif Hürmüzlü geldi. Rahmetlinin yazısı çok güzelmiş. Hem de nadir bir özelliğe sahipmiş Hürmüzlü. Hem sağ eliyle hem sol eliyle yazıyormuş. Her iki eliyle çok güzel hat ortaya çıkardığı söylenir. Hasta yatağında iken gazeteci şair Ahmet Otrakçı ziyarete gider. Mehmet Akif Hürmüzlü çok üzüntülü olduğunu görür.
Teselli etmeye başlıyor. Ancak Hürmüzlüyü üzen hastalıktan ziyade; iki elimle durmaksızın yazardım. Biraz önce bir kâğıda imza atmam gerekti. Kalemi hangi elime alsan elim titriyor ve kalem elimden düşüyordu. Çaresizlikten kâğıda parmak bastım.
“Kütük kırılır ‘küt’ der, çubuk kırılır ‘çıt’ der.” (S:52) Nereden buluyorsunuz bu sözleri Şerif Ağabey. Bunu kavrayabilecek nesil hangi deryalarda kulaç atması gerekir.
“İndim Yarın Bahçesine” deneme kitabında FİZAH ve HEKAT kelimelerine ilk kez rastladım. Kerkük’te halk arasında da pek çok yerde kullanılan kelimelerdi.
*
“Çiçekten Harman Olmaz” hikâye kitabında yer alan Islığı Dudağında Kalmış hikâyesi, köylerde kötü niyetli olanların yanında mangal gibi aşkını ve sevgisini taşıyan yüreklere tanık oluyoruz. Hele bir cümlesi var ya “İnsan ölmez imiş kınadığı başına gelmeyince.” (S:32) ders mahiyetinde bir ahlak öğüdü.
“Çiçekten Harman Olmaz” öyküde her âşık kendine pay çıkarması lazım. Aşkta boşa kürek sallamak olmaz, demeyin. Ne ömürler yandı telef oldu Gönül’ler için! Hele bu gibi yangınlarda annelerin yüreğindeki közden bir haber veren olsa…
Şerif Aydemir Ağabey “Yumuşak Ellerin Aklıma Düştü” öyküsünü Rahmetli Dilaver Cebecinin Aklıma Düştü şiirinden bir dörtlüğü vitrine koymuş. Artık gerisi gelir diyorsun... Her aşığın aşkı “aklına düştüğü” an ne ifade eder diye ancak o deryada yüzen bilir.
Şerif Ağabey, hastanede aynı odayı paylaştığı hastaların derinlemesine iç dünyalarını anlatırken ister istemez nazik ve şifa dağıtan hemşireye olan duygusunu da kısa kısa anlatmayı ihmal etmiyor.
Hâsılı kelam Şerif Aydemir Ağabeyin ilk kez okuduğum bu dört kitap; beni aldı götürdü, hem de ıssız bir yere… İşte orada Kerkük’te denildiği gibi iki el bir baş kaldım…”
Şerif Aydemir Ağabey hemen hemen tüm yazılarının arasına mutlaka şiir serpiştiriyor. O da yazılarına ayrı bir derinlik ayrı bir tat katıyor.
Kitaplarda yazılar “sular seller” gibi akıyor…
Mustafa Kutlu Ağabeyin ASKADER’ı kurma sebebini sormuş Şerif Ağabeye. Şerif Ağabeyim cevabı harika “Selamı çoğaltmak için…”
İyi ki bu kitapları okumuştum. Allahtan Şerif Aydemir Ağabeye sağlıklı uzun ömürler dilerim.
Sözü burada bitirelim. Başta Şerif Aydemir Ağabeye ve ESKADER camiasına selam gönderelim.
*-*-*
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.