• İstanbul 19 °C
  • Ankara 16 °C
  • İzmir 20 °C
  • Konya 15 °C
  • Sakarya 19 °C
  • Şanlıurfa 22 °C
  • Trabzon 22 °C
  • Gaziantep 20 °C
  • Bolu 14 °C
  • Bursa 18 °C

Seferberlik

Seferberlik
Bu Dağın Başından Duman Gitmiyor

Seferberlik, Mahir Adıbeş’in Tılsım Yayınevi tarafından 2024 yılında yayınlanan romanıdır. Yazar o günün olaylarını halk arasında anlatıldığı şekliyle kaleme alarak romanlaştırmış.

“Bu dağın başından duman gitmiyor.” diyor yazar.

Seferberlik üç ciltlik bir romandır. Üzerinde yeterince yazılıp çizilmemiş koca bir devrin hikâyesi. Gerçek hayatta yaşamış, bu vatanın her karış toprağını teriyle, sabrıyla ve kanıyla sulamış lakin unutulmuş şehit ve gazilerin hayatıdır. Hikâye gibi anlatılan, her biri bin yıl gibi geçen yılların öyküsüdür: Osmanlı Devleti; iktisadi ve askeri alanda zayıflayarak gerekli olan teknolojiyi üretemediğinden dış müdahalelere açık hale gelmiştir. Avrupa ve Rusya fırsatı kaçırmayarak Osmanlı tebaası Ermenileri kullanır. Anadolu’nun doğusunda yaşayan Ermeni gençleri, bahse konu süper güçler tarafından, daha çok Rusların kışkırtması ve eğitmesiyle birer ölüm makinesi haline getirilirler. Ruslar tarafından eğitilen ve silahlandırılan Ermeni çeteler birçok yerde yaptıkları katliamın benzerini Bayburt ve havalisinde de icra ederler.     

O dönem, bu vatanın kahraman evlatları canını ortaya koyarken asker kaçaklarının bazıları tavuk kümeslerinde saklanır, bazısı da çete kurup silahsız halkı katleder ve mallarını yağmalar. Romanın gerçek kahramanı Deli Mehmet gibi vatan evlatları ise Osmanlı Ordusunda asker olarak Ruslara karşı uzun yıllar savaşır ve cepheden cepheye koşup, ölüme meydan okurlar. Onlar cephelerde hayatta kalmaya çalışırken, arkada kalan çocuklar, yaşlılar ve kadınlar da kendi namusları, canları, toprakları ve ülkeleri için kahramanca mücadele ederler.

Rusların silahlandırıp kışkırttıkları Ermeniler Doğu Anadolu’da yıllarca süren insanlığı utandıracak soykırım ve soygunlara imza atarlar. Bu talan ve katliamların şüphesiz birinci sebebi; uzun yıllar süren savaşlarda gücünü ve otoritesini kaybeden Osmanlı Devleti’nin bölgede güvenliği sağlamaktan uzak kalmasıyla alakalıdır. Asırlardır Türk hâkimiyetinde serbestçe yaşayan Ermeniler, Osmanlının düştüğü çaresizlikten faydalanmaya çalışırlar.

Seferberlikte yaşı tutan erkeklerin askere alınmasıyla, Ermeni baskılarına karşı savunmasız kalan Türkler yerlerini yurtlarını terk etmek mecburiyetinde kalırlar. Bazısı Hazar Denizi taraflarına, bazısı da Anadolu’nun içlerine doğru çileli geçen göç yolcululuğuna çıkar. Savunmasız Türkler; çoluk, çocuk, yaşlı, kadın yüz binlerce masum insan sıcak yuvalarını terk ederek, yağışlı soğuk havalarda meçhule doğru aç-susuz, hasta halde ilerlerken, arkalarında özlemlerini ağıt yakarak bırakırlar:

 “Göç göç oldu göçler yola dizildi

Uyku geldi ela gözler süzüldü

Üç gün oldu elim yardan üzüldü

Ağam nerden aşar yolu yaylanın…”

Bu ağıt göç sırasında Erzurum’da söylenmiş olsa da, Ermeni katliamları karşısında yurdunu, yuvasını istemeden terk eden bütün masum Türklerin duygusunu dile getirir.

Seferberlik zamanı, Ermenilerin yaptığı katliamlar ya da göç esnasında çoğu çocuk, kadın, ihtiyar olmak üzere yüz binlerce sivil insan ölür ya da kaybolur. Aileler, akrabalar parça parça dağılırlar. Göç edenler ve arkada kalanların çoğu bir daha yakınlarından haber alamaz. Çaresiz kalanlar, ağıtlarla, şiirlerle acılarını dile getirmeye çalışırlar.

Bayburtlu Zihni o günleri şu şekilde şiirinde anlatır:

“Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş

Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı

Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş

Sakiler meclisten çekmiş ayağı…”

Giden insanların içlerinde hüzün vardır. Biraz direnecek güçleri olsa, kalmaya niyetlidirler. İnsanlar sahipsiz ve çaresizdir. Yurtlarını savunacak güçleri yoktur. Halk ağıtlarında o günler şöyle yerini alacaktır:

“Bir yanım Erzincan vermem Bayburd’u,

Yıkılsın düşmanın tacınan yurdu,

Sağ olası anam beni doğurdu,

Seneler seneler kötü seneler,

Gide de gelemeye hain seneler…”

Bolşevik Devrimi sırasında Ruslar işgal ettikleri yerlerden çekilirken, silahları Ermeni çetelere bırakır. Bunun üzerine Ermeniler gemi iyice azıya alıp yakarlar, yıkarlar ve kadın, kız, çocuk, yaşlı demeden öldürürler. Birçok yerde insanları canlı canlı ateşe atmaktan da çekinmezler ve kazığa oturttukları insanlar can çekişirken şarap içip “Türklere ölüm” diyerek böğürürler. Türk köylerindeki götüremedikleri hayvanları bile öldürürler.

Bir süre sonra askerden dönen Türk gençleri köylerine döndüklerinde yaşanan vahşete az da olsa şahit olurlar: Birkaç yıl öncesine kadar içinde oturdukları evlerin yakıldığını, ailelerinden hiç kimsenin yaşamadığını veya göç ettiklerini, dağlara sığınan köylülerden öğrenirler. İntikam hisleri kuvvetlenen Türk gençleri silahlanmaya ve örgütlenmeye başlar. Muhacir olarak gidemeyip dağlarda saklananlarla birlikte, köylerine saldıran Ermenilere karşı harekete geçerler. Ermeniler de, bu son derece kararlı, gözü pek Türkler karşısında tutunamayacaklarını anlayınca bölgeden çekilmek zorunda kalırlar.

Ermeniler kaçarken yolları üzerindeki bütün köyleri yakıp, insanları öldürerek bölgeden uzaklaşırlar. Ermenilerin bu bölgede yaptıkları katliamlar dünyadaki yapılan en büyük vahşet arasındadır.

Ermeni ve Rus askerlerin günlüklerinde; Ermenilerin yaptığı soykırımı yazmalarına rağmen dünya milletleri Doğu Anadolu’da yapılan bu katliamları ne yazık ki görmezlikten geldiler. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti de şaşılacak bir şekilde sessiz kalır ve haklı davasını dünyaya anlatamaz.

Bu katliam uzun yıllar araştırılmasa da halk yapılanları unutmaz. Nesilden nesle anlatarak aktarır. Bölgede, Ermenilerin zulmü unutulacak gibi değildir. Zamanla halk arasında “ermeni” sözü ağır bir küfür ve hakaret olarak kabul edilir.

Doğu Anadolu’da Ermenilerin yaptığı soykırımından dolayı iki taraf da çok zarar görür. Olayların müsebbibi Ermeni terör örgütleri, kendilerine karşı çıkan Ermenilere de zarar vererek, yaşadıkları yerlerden ayrılmalarına sebep olurlar. Osmanlıya sadık kalmak isteyen bazı Ermeniler, Taşnak ve Hınçak adlı terör örgütleri tarafından öldürülür.

Romanın kahramanı Kayagilin Mehmet/Deli Mehmet köyüne döndükten sonra ömrü yoksulluk içinde geçiyor, lakin hiç şikâyetçi olmuyor. Onun dünyasında çocukları vardır. Ölene kadar çocuklarıyla arkadaşlık yapar ve hiç kimseye geçmişi hakkında bir şey anlatmaz. Beş yıl Ruslar ve Ermenilere karşı Doğu Cephesinde yapılan savaşlar, iki yıldan fazla da Bayburt civarında Ermeni çeteleriyle mücadele eder. Arkadaşlarıyla birlikte Ermeni çetelerinden bölgeyi temizleyerek Milli Mücadele’ye önemli katkılarda bulunur. Yunan işgali başlayınca cepheye çağrılır. İstiklal Harbi cephelerinde kahramanca çarpışarak; İzmir’e giren ilk birliklerde yer alır. Vatan kurtulup Cumhuriyet ilan edildikten sonra köyüne döndüğü zaman 32 yaşındadır. Bütün bunlara rağmen hiçbir beklentisi olmaz ve çoluk çocuğunun nafakasını temin etmek maksadıyla çiftçilik, hayvancılık vs elinden gelen her işi yapar. Ermenilere, Ruslara ve Yunanlara karşı yaptığı mücadelelerden hiç bahsetmez. Sırları onunla birlikte mezara gider. Ortugu Köyünde 1962 yılında 73 yaşında ölür. Ölünce de yeterince kefenlik beyaz bez bulunamadığından siyah beze sararak defnedilir. Mezarı Ortugu (Dağtarla) köyünde bir dere kenarında bulunmaktadır. Şanlı mücadelesi; yakınları ve silah arkadaşları tarafından dilden dile aktarılarak günümüze ulaşır.

Tarihimize ve tarihi hafızamızı canlandırmaya yönelik vurdumduymazlığımız maalesef Seferberlik romanında adı geçen yapıları korumamakla da kendini gösterir. Ermeni katliamının simgeleşen ismi ve büyük katliamın yapıldığı, belediye başkanı ve yardımcısının öldürüldüğü, yüzlerce Türkün yakıldığı Bayburt’taki Taş Mağazalar’ın yerine üç katlı bina yapılarak bilinçsiz bir şekilde geçmişin üzeri kapatılır. Hâlbuki burada, şehitlerimizin adlarının yazıldığı ve katliamı anlatan kitabenin yer aldığı bir anıt dikilmeliydi.

 Ermeni vahşetinden kurtulmak ve namusunu kirletmemeye karar veren on sekiz Türk kızının kendilerini su kuyularına atarak hayatlarını sonlandırdığı Yukarı Kırzı köyündeki üç adet su kuyusu da tarihte yaşanmış acıların unutulmaması açısından önemlidir. Kuyulardan biri Bayburt Valiliği tarafından yıkıntıları temizlenerek ziyarete açılmıştır. İki tanesi hâlâ çöken evlerin altındadır. Gerçekten bu köyü gezip, köylülerden olaylar hakkında büyüklerden duydukları, gördükleri hatıraları dinlemek gerekir.

Mahir Adıbeş’in Seferberlik romanı acıların, zulmün yumak yumak olduğu bir ağıt roman olmakla birlikte, bu kıymetli eserin okunması ve gençlerimize tavsiye edilmesi elzemdir.

             Mehmet Fatih Bekirhan

Bu haber toplam 303 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim