Giriş
Mehmed Âkif Ersoy, şiirlerinde mekân insan ilişkisine çok geniş perspektiflerden odaklanır ve insanların ihtiyaçlarını, inanışlarını, çalışma koşullarını, ataletlerini ve toplumsal vicdanı, gündelik mekânların işlevselliği, işlevsizliği, uhreviliği gibi özellikler bağlamında işler. Mehmed Âkif Ersoy’un şiirlerinde değer atfedilen ve hayatın odağına alınan mekânlar, dinginlik, uhrevilik, tefekkür, huzur gibi anlam alanları bağlamında çoğu zaman şiirlerin omurgasını oluşturur.
Gündelik hayatın içerisindeki insanı, olumlu olumsuz bütün insani yönleriyle, zaaflarıyla, idealleriyle, ülküleriyle, geçim sıkıntılarıyla, hayal kırıklıklarıyla şiirlerine alan Mehmed Âkif, mezarlıkları da ölüm gerçeğini hatırlatan, hayat ile ölüm arasındaki metafizik çizgiyi somutlayan ‘sınır mekânlar’ olarak duyumsatır. Zira “bir öteki mekân” olarak, ne kadar dışlanırsa dışlansın, şehrin kenarlarına doğru itilirse itilsin, mezarlık, aynı zamanda bütün yaşayanların bağlı olduğu bir mekândır” (Narlı, 2007: 288). Mezarlıklar, ne kadar ötelenir- se ötelensin bir anlayış, bir gerçeklik olarak hayatın bir şekilde içerisindedir. Mehmed Âkif’in şiirlerinde de mezarlıkların hayatın coşkun girdabına kapılanların mutlak geçiş durakları olmasına ilişkin yoğun vurgular söz konusudur. Bu bağlamda mezarlıklar, “kutsallık mekânları” olarak değil, kaçınılmaz bir gerçeklik olan ölümü hayatın merkezine yerleştiren, tefekkür ve hatırla[t] ma çerçevesinde hayatın anlamsızlığını gösteren ‘unutma mekânları’ olarak ayrıcalıklı kılınır. Buradaki unutma ile kastedilen ise dünyevi olanın zihnin dışına çıkarılmasıdır. Dolayısıyla Mehmed Âkif’in şiirlerinde mezarlıklar, dünyevî olandan uzaklaşmaya dair gerçek ve mecazi göndergeler içermektedir.
Dünyalık Gerçekliklerin Geçersizleşmesi: İbret Mekânı Olarak Mezarlıklar
İnsanlık tarihi boyunca hatırlama ve unutmayı, tefekkür ve üzüntüyü hayatın merkezine yerleştiren mezarlıklar, geçmiş ve geleceğin belleği olarak pek çok sembolik anlamlar yüklenmiştir. Bu sembolik anlamlar ister realist ister romantik düzlemde yansıtılsın ölümle ve ölümden sonraki hayatla özdeş bir şekilde sunulur. Öte yandan mezarlıklar, pek çok edebî eserde tekinsiz mekânlar olarak ürperti, huzursuzluk ve korkuyla birlikte anılmışlardır. Modern zamanlarla birlikte ise sadece cenaze ritüellerinin gerçekleştirildiği ve defin işleminden sonra terk edilen yerler olarak hayatın dışına çıkarılmaya çalışılmışlardır. Oysa metafizik algılayışı veya dini esaslarla şekillenen bir dünya görüşünü yansıtan eserlerde mezarlıklar, insanlara ibret veren ve sonsuzluk hissini bilinç düzlemine taşıyan hikmet mekânları olarak duyumsatıldığı gibi aynı zamanda daimi ziyaret alanları olarak da yer edinirler.
Mehmed Âkif’in mezarlıklara bir tefekkür ve ibret aracısı olarak odaklandığı şiiri, 1908’de Sırâtımüstakîm’de yayımlanan “Mezarlık” başlıklı şiiridir. Bu şiirde “mezarlık, insanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş seçkin insanları bünyesinde barındıran bir yer ve günlük hayatın dert ve sıkıntılarından uzakta ebedî bir saadet hayatının sürdürüleceği öte âleme açılan bir kapı olarak tasvir edilmiştir” (Gökçek, 2014: 134). Şiir boyunca uhrevi duygularla bütünlenen bir lirizm, mezarlığın duyumsattığı uhrevilik çerçevesinde kendini hissettirir. Orhan Okay’a göre; “Âkif’in mezarlık şiiri, ölüm düşüncesi karşısında bir mekâna bağlı olarak müşahhastan mücerrede doğru zihni bir faaliyeti göstermesi bakımından daha mühimdir” (Okay, 1989: 99).
Mezarlıkların “mahalle-i emvât” ve “sükûn-ı daimi” olması, hayatın her türlü keşmekeşinin, gündelik kaygısının, velvelesinin orada anlamsızlaşması ve geçerliğini yitirmesi ile ilgilidir. Mehmed Âkif, mezarlıklara ayrıcalık atfederken mezarlıkların kutsanmasına ya da türbelerden medet umulmasına sıcak bakmaz. Onun şiirlerinde mezarlıklar, insana dünyanın gelip geçiciliğini hatırlatan ve dünyevi gailelerden kurtuluşun bir gün mutlak şekilde gerçekleşeceğini müjdeleyen münzevilik mekânlarıdır. Öte yandan “Yeis Yok” başlıklı şiirde geçen “Doğduk, ‘Yaşamak yok size!’ derlerdi beşikten /Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!” (Ersoy, 2021: 601) dizelerinde, dünyanın metaforik anlamda mezarlığa benzetilmesine dair telkinlerin yapıldığının vurgulanması hem hayatın anlamsızlığı hem de yaşanılan çağın olumsuz koşulları ile ilgilidir. Mehmed Âkif’in şiirlerinde dünyanın mezarlığa benzetilmesi genel bir karakteristik olarak iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Birincisi “Mezarlık” şiirinde görüldüğü gibi hayatın ölüme gebe oluşunu yansıtan boyutu, diğeri de devrin etkisiyle (savaşlar, yoksulluk, sefalet) ölümlerin fazlalaşmasına ve âdeta bütün vatanın mezarlığa dönüşmesine dair boyuttur.
Mehmed Âkif “Mezarlık” şiirinde, mezarlıkları insana asli varoluş gayesini hatırlatan ibret mekânları olarak değerlendirir. Şiirde mezarlıklar, gerilimli, dehşetli, ürpertici ve hüzünlü an(ı)ları içermekten ziyade gündelik hayatın keşmekeşinden, kaygılarından, hırslarından kaçışı sağlayan, dinginlik ve huzur ihsas eden sığınaklar ve ahiret kapıları olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan mezarlıklar, heybetli yüzleriyle “saha-i medhuş” olarak görünseler de sessiz iniltileri ile hayatın coşkun seline kapılan herkesin er ya da geç yorgun düşerek kucağına atılacağı zorunluluk yurtlarıdır. Dolayısıyla hayatın son durağının mutlaka ölüm olacağı gerçeği, şiirde mezarlık görüntüleri üzerinden somutlanır. Nitekim şiirde “Ey mezaristan” hitabıyla “âlem” olarak nitelediği mezarlığa seslenen şair, “sende pinhan en güzin evladı insaniyyetin” (Ersoy, 2021: 88) dizesinde kim olursa olsun herkesin bir gün mezarlık sakini olacağını “ibret” ve “hikmet” bağlamında duyumsatır.
“Mezarlık” şiirinde mezarlıklara ayrıcalık atfedilmesi, mezarlıkların yoklukla varlığın serhaddi ve “iklim-i salâh” olması, kimsesizlere gölge olması, inşirah vermesi ve dünyevi olanın anlamsızlığını hatırlatması ile ilgilidir. Bu bağlamda “zıll-i memdûdunda var asûde bir reng-i felâh” (Ersoy, 2021: 89) dizesinde, mezarlığın uzun gölgesi, huzurlu bir kurtuluş rengi olarak yorumlandığı gibi mezarlık görüntüleri bireyin içinde yaşadığı dünyaya yabancılaşmasına etki eder. Mehmed Âkif, mezarlığın duyumsattığı uhreviliği ve mistik tasavvurları da “öyle feyyaz, ey zemin-i ma’rifet, mâyen senin/Sâye-gâhından çıkarken ruh olur her ten senin” (Ersoy, 2021: 89) dizelerinde, insanın beden kafesinden kurtulup ruhunun özgürlüğe kavuşması üzerinden sezdirirken dünyanın insanı tahakküm altına alan unsurlarına göndermede bulunur. Dolayısıyla geçmiş, şimdi ve gelecek; metafizik, dünyevi ve uhrevi çizgisinde buluşturulur.
Mehmed Âkif’in mezarlıklar aracılığıyla duyumsattığı ebedî âlem, aynı zamanda dünyanın kargaşasının, telaşlarının, hırslarının anlamsızlığına da işaret eder. Bu bağlamda hayatın çeldirici arzularının girdabında boğulan şair için yegâne mesire, “mahalle-i emvât”tır. Hayatın velvelesi, azapları içinde, mezarlıkları bir kaçış ve dinginlik mekânı olarak ayrıcalıklı kılan şaire göre, hayatın bitip tükenmeyen gürültüsüne rağmen ölümle birlikte gelen ebedî hayatta, hırslar, levsler, mezelletler yoktur. Zira “dünya insanın ister istemez takılmış bulunduğu uğraşlar, ilişkiler yumağıdır; insan da ister istemez o uğraşlar denizinde yüzmeye bırakılmış ve tüm onlarla ilişkide olmak zorunda bulunan varlıktır” (Gasset, 1999: 73). Oysa mezarlıklarda dünyanın bütün kargaşası, maişet derdi geride kaldığı gibi “bu kâinat-ı huzurun” sessiz fezası, bir an için bile olsa şairin acı hayatını hatırından çıkarmasına vesile olur ve benliğiyle hesaplaşmasına aracılık ederek masivadan uzaklaşmasını sağlar.
Mehmed Âkif, “Bir Mezar Taşına Yazılmış İdi” başlıklı şiirinde de mak- beri sonsuz hayat ile fani hayatın kavuşma mekânı/telâkigâhı ve “son menzil-i ârâm” olarak yansıtır. Şiirde, “insanın hayatının en büyük gerçeğinin ölüm olduğunu kavraması için mezar taşlarına bakması ve bunların altında yatanların da bir zamanlar kendisi gibi yaşamış olduğunu düşünmesinin yeterli olacağı veciz bir dille ifade edilmiştir” (Gökçek, 2014: 138). Mezarlığın ayrılık mekânı olarak değil telâkigâh olarak yansıtılması, öte dünya tasavvuruyla bütünlenen mistik bir duyuş tarzına işaret eder. Öte yandan şiirde mezarın, menzil-i ârâm ifadesiyle tanımlanması, sembolik manada, iki dünya arasındaki geçiş alanı olmasıyla ilgilidir.
“Bu Da Bir Mezar Taşı İçin Yazılmış İdi” şiirinde; mezarlık, insanlara en derin anlamları bir “vahy-i bülend kudretiyle”, “lisan-ı haliyle” telkin eden bir ibret mekânı ve bir hatip olarak ayrıcalıklı kılınır. Şaire göre eğer, mezarlıktan ibret alınmıyorsa başka bir şeyden alınamaz. Zira mezarlık sakinlerinin her biri, dünyanın sadece bir hayalden ibaret oluşu ve faniliği hakkında ibret verir. Bu bağlamda her mezar taşını, fanilere bir öfke olarak değerlendiren şaire göre insanlar bu hâli görüp dünyanın hayal âlemi olduğunu anlamalıdır.
Tarihsel Belleğin Taşıyıcısı Olarak Mezarlıklar
Mezarlıklar, özellikle modern zamanlarda, gündelik hayat alanlarından uzaklaştırıldıkları gibi hayatın dışında kalması gereken alanlar kodlanırlar. Ancak geleneksel hayat tarzının hüküm sürdüğü toplumlarda mezarlıkların hayatla iç içe olduğu, hatta servilerin, ağaçların bolluğu nedeniyle zaman zaman mesire özelliği gösterdiği bilinmektedir. Mehmed Âkif’in mezarlıklara ilgisi ise daha çok ibret ve hikmet bağlamındadır. Mehmed Âkif’in mezarlıklarda gezip tefekkür etmeyi sevdiğini söylemesi ve mezarlıklara özel bir ilgi duyması onun şiirlerindeki mezarlık tasvirlerinde ve mezarlıklarla ilgili yorumlarında karşımıza çıkar (Ayvazoğlu, 2007). Mezarlıklar, gündelik hayatın diğer mekânlarından çok farklı bir işlevselliğe sahip olmalarına rağmen hayattan, bu dünyadan tamamen kopuk değillerdir. Zira yaşayanların kaybettikleri yakınlarının ikametgâhı olmaları dolayısıyla aynı zamanda dirilerin de ziyaret ettikleri ve kimi zaman mistik bir duyuş tarzıyla kimi zaman da hasretle yaklaştıkları alanlardır. Bu bağlamda Mehmed Âkif’in şiirlerinde mazinin yükünü taşıyan ve milletlerin tarihlerini yansıtan/somutlayan dinamik alanlar olarak yer edinen mezarlıklar, sadece “ölüler yurdu” değil aynı zamanda medeniyetin, kültürün ve zihniyetin tecessüm ettiği mekânlardır. Mezarlıkların toplumsal hayata etkileri, kişiye kendi varoluşu ve toplumsal kimliği ile ilgili verdiği mesajda gizlidir. İnsanın toplumsal ve tarihsel aidiyetinde, geçmişinin değerlerini yüceltmesinde mezarlıkların da etkisi söz konusudur. Zira insan topluluklarının üzerinde yaşadıkları toprakları ev, yurt ve vatan hâline getiren, bu uğurda pek çok mücadeleler veren, şanlı zaferler kazanan ataları mezarlıktadır.
Mezarlıkları, insanları feryat ve kederden kurtaran hürriyet mekânı olarak niteleyen şairin, yaşamayı artık “zillet”, mezarlıkta olmayı “izzet” olarak görmesi de yaşanan çağın olumsuz atmosferinin oluşturduğu ümitsizlikle ilgilidir. Ülkenin zor zamanlar geçirdiği bir süreçte layıkıyla mücadele edememek ve vatan toprağının hakkını verememek “zillet”le özdeşleştirilir. “Mezarlık” başlıklı şiirde, “şanlı bir tarih” ve “mazi-i milleti” barındırdığı gerekçesiyle mezarlıkların yüceltilmesi, Jan Assman’ın “geçmiş hatırlanarak yeniden kurulur” (Assman, 2001: 36) ifadesindeki geçmişin/tarihin kurucu yönünü sezdirir. Mezarlığı âdeta bir “bellek mekânı” olarak şiirine taşıyan şair, mezarlıkta saklı tarih üzerinden şanlı mazinin görkemini duyumsar. Zira “kişinin kendini çevreleyen şeyler dünyasında yitip gitmemesi için onun, tarihselliğini sağlayan bellek mekânlarına tutunması ve orada kurduğu kendilik bilinci ile hem uzamsal boyutta dünya ile hem de zamansal boyutta toplumsal geçmişiyle bağlantıya geçmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir” (Korkmaz, 2008: 31). Meh- med Âkif’in mezarlığı “şanlı tarihin” mekânı olarak görmesi de yaşadığı andan hoşnutsuzluğunun ve geçmişin kurucu değerlerini hatırlamasının bir yansımasıdır. Nitekim “Devr-i istîlâ durur yâdında, devlet sendedir!/Çünkü hürriy- yet, hamâset sende, gayret sendedir” (Ersoy, 2021: 88) ifadelerinde, kuruluşu gerçekleştiren ve devlet kuran ataları yüceltme “bellek” üzerinden sezdirilir. “Bellek geçmişteki, bilgileri, tecrübeleri, yaşanmışlıkları vb saklar, korur, muhafaza eder ve hatırlandığında şimdiye taşınmasını sağlar” (Tunç, 2020: 37). Dolayısıyla bellekteki bilgileri hatırlatan, bilince taşıyan nesneler, mekânlar geçmiş ve şimdi arasında bir bağ kurar. Bu bağlamda “şairin mezara bakışında, o mezarın ötesinde birer sembol gibi gördüğü iki büyük değer vardır: Biri dinî, diğeri millî. [...]” (Okay, 1989: 100). Öte yandan;
Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk,
Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!
Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş
Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer pek müdhiş! (Ersoy, 2021: 296)
dizelerinde de mezarlık sakinlerinin tarih sahnesindeki kurucu rolleri hatırlatılarak “devr-i azap”la yani içinde yaşanılan devirle hesaplaşılır. Mehmed Âkif’in, Türk İslam tarihinin şimdiki zamana taşımak istediği kahramanlık mitleri, “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda”, “bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı/düşün altında binlerce kefensiz yatanı” dizelerinde de bütün vatan topraklarının şehit yurdu olan bir kabristan olduğuna dair göndermelerle sezdirilir.
Sonsuzluk ve Uhrevilik Bağlamında Mezarlıklar
Mezarlığın ibret ve hikmet verici yönü, tarihsel hafızayı somutlayan tarafları yanında İslam kentleri ile özdeşleşen inşası da Mehmed Âkif’in şiirlerinde güçlü tasvirler aracılığıyla yer edinir. Mezarlıklarla özdeşleşen serviler, Mevla’ya yükselen bercesteler olarak ayrıcalıklı kılındığı gibi çukurlar da Mevla’dan inen, emin birer uyku mekânı olarak dizelere yansır. Mezarlıkları karanlık oldukları ve hayatın bitişini sembolize ettikleri için “şebistan” olarak niteleyen şair, “sendedir ümmidler: senden doğar fecr-i beka/Her hacer-pâren okur bin ş’ir-i lâhûti eda” (Ersoy, 2021: 90) dizeleriyle ebedî âlemin varlığının doğurduğu ümidi dile getirir.
“Mezarlık” şiirinde, Eyüp mezarlığının sonsuz görüntüsü, yüceliği ve sessizliği arasında tefekküre dalan şair, mezarlığın ihdas ettiği ebedilikte, taştan mezarları denizin dalgalarına benzetir, ağaçlar ve zeminin sükunetiyle her tarafın derin ve sessiz bir uykuya daldığı hissine kapılır. Bu uhrevi sessizliğin hissettirdiği tefekkür içinde “o ki hanginizin daha güzel amel yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı halketti. O mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır” ayetini hatırlayan şair, bu sedayla kabirlerin inlediğini, taşların birer lisan olduğunu duyumsayarak muhayyilesinde her şeyin zikre daldığı bir atmosfer kurgular. Öte yandan kabristan, şaire âdeta bir kıyamet âlemi/diriliş sahnesi gibi görünür. Dünyayı hiçe sayan ecdadın, “havf u reca” arasında hayret makamında olduklarının duyumsanması, kudret-i ilahî karşısında bütün yaratılmışların secde hâlinde oluşunu hissettirir. Bu tefekkür arasında Kur’an okuyan bir çocuk gören şair, sessizliğin hâkim olduğu atmosferi, uhrevi hisler uyandıran ayetlerle bütünler. Dünyevi olandan kopuşun yaşandığı bu ferah anlarda çocuk, hayatı sembolize eden bir levhaya, makber de ölümü somutlayan bir levhaya benzetilir.
“Ahiret Yolu” şiirinde bir cenaze merasimini betimlemelerle dizelere taşıyan Mehmed Âkif, ölünün mezara konulmasını anlattığı;
Cenaze indi omuzdan yavaş yavaş sonra,
Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,
Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur. (Ersoy, 2021: 217)
ifadelerinde ölüm gerçeğini mezara gömülen insanın ruhunun çırpınışları üzerinden dile getirirken mezarlıklarla özdeşleşen servileri de şiirine taşır. “Şehrin sosyokültürel hayatının şekillenmesinde önemli etkileri olan mezarlıklar ve ölüme dair ritüeller, dinî hayatın tarihi birikimle desteklenen bir zenginlik kazanmasını sağlar” (Yılmaz, 2019: 329). Mehmed Âkif’in şiirlerinde de mezarlıklar ve ölüme dair ritüeller betimlenirken hem insan hem tabiat manzaraları dini ve tarihi bir perspektifle işlenir.
Henüz on dokuz yirmi yaşlarında vefat eden Hilmi adlı bir gencin ardından yazılan “Bir Mersiye” başlıklı şiirde, Hilmi’yi uhrevi tasavvurlarla yâd eden şair, onun mezarına da tabiata dair unsurlar bağlamında mistik anlamlar atfeder. Hilmi’nin mezarının taşında kandil olduğunu dile getiren şair, mezarın parıltısını, kemerini yüce arştan inmiş bir nur olarak tahayyül eder. Böylelikle mezarlığı karanlık ve izbe değil aydınlık ve nurlu bir atmosfer olarak yansıtır. Bütün bu aydınlık mezarlık imgeleri arasında yıldızları, türbenin uyanık tür- bedarları, baharı kabrine örtülmüş renkli bir örtü olarak tarif eden şair, tabiata ait unsurlarla uhrevi ve mistik bir mezar tasviri çizer.
Sonuç
Mehmed Âkif, mekânın insan üzerindeki kaçınılmaz etkisini şiirlerinde mekân insan ilişkisi aracılığıyla dile getirir. Mekânın insanı, insanın da mekânı etkilediği gerçeğini sıklıkla hissettiren şair, mekânlara dair hemen her şeyi şiirlerine taşır. Milleti sefalete, miskinliğe sürükleyen mekânları olumsuzlarken milletin kendilik değerlerini kurgulamasına aracılık eden, mistik, millî ve manevi duyguları harekete geçiren mekânları ayrıcalıklı kılar. Bu bağlamda özellikle mezarlıklar, şairin millî ve manevi değerlerini yüceltmesine aracılık eden ibret ve hikmet mekânları olarak derinlikli anlamlar yüklenirler.
Mehmed Âkif Ersoy, ölüm gerçeğini bir kurtuluş anı olarak dile getirdiği şiirlerinde mezarlıkları hayatın gelip geçiciliğini hatırlatan mekânlar olarak hayatın merkezine yerleştirir. Onun şiirlerinde mezarlık, dünyanın sonlu oluşunu hatırlatan, bireye bilinç ve ruh kazandıran hikmet mekânları olarak yer edinir. Şair, mezarlıkları tefekkür ederken, mezarlık sakinleri üzerinden geçmişe ve tarihsel belleğe odaklanır. Mezarlık aracılığıyla gerçekleştirilen hatırlamalar, mazinin yeniden yaşanmasını ve kolektif hafızanın diri tutulmasını sağlar.
KAYNAKLAR
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.