D. Mehmet DOĞAN
Kısa bir süre önce aramızdan ayrılan Mehmet Doğan ağabey ile Türkiye içinde ve dışında yapılan çeşitli programlar sebebiyle sayısını şu an hatırlamakta güçlük çektiğim sayıda seyahatlerimiz oldu. Bu programlar genellikle Mehmet Akif’le ilgili konferans ve panellerdi. Türkiye dışındakiler ise şiir şölenleriydi. Bunlarla ilgili elbette müşterek hatıralarımız var. Yeri geldikçe bunları yazarız ama burada onunla yaptığımız ve hem benim hem de onun için anlamlı üç ziyaretten söz edeceğim.
Bunlardan ilki Erzurum’a, diğerleri Bursa ve Eskişehir’e yaptığımız Yunus Emre ziyaretleriydi. Kayda geçmelerini fazlasıyla önemsiyorum. Zira D.Mehmet Doğan denilince akla her ne kadar öncelikle Mehmet Akif’le ilgili çalışmaları gelse de aslında Dede Korkut’tan Yusuf Has Hacip’e, Kaşgarlı Mahmut’tan Âşık Paşa’ya, Süleyman Çelebi’den Nurettin Topçu’ya, Necip Fazıl’dan Yahya Kemal’e kadar Türk kültürünün zirve isimleriyle yakından ilgiliydi, onlarla ilgili geniş bir müktesebata sahipti. Bunlardan biri de hakkında bir kitap yazmış olmasa bile Yunus Emre idi. Bu yüzden aramızdaki muhabbette Âkif kadar Yunus Emre’ye duyduğumuz müşterek ilgi ve sevgi de etkiliydi. Kendisi bu konudaki çalışmalarım hususunda hep teşvik edici oldu. Yol gösterdi, tavsiyelerde bulundu.
İlk ziyaret Erzurum’da gerçekleşti
Bilindiği üzere Yunus Emre’nin pek çok yerde makamı vardır. Bu Anadolu’da ona yönelik derin sevginin bir sonucudur. Her şehir onun kabrinin kendi topraklarında olduğu konusunda hassasiyet sahibidir. Ben de genç yaşlarda başlayan Yunus Emre ilgim dolayısıyla makamının bulunduğu her şehri görmek arzusu içindeydim. Zira, “Yunus Emre’nin Şehirleri” diye bir kitap düşünüyordum. Ama bu kitap o mekanları görerek yazılmalıydı. Nitekim bu arzum o şehirlere -Sivas ve Bolu hariç- gittikten sonra yazıldı ve 2021 de yayımlandı.
İşte bu manada görmek istediğim yerlerden biri de Erzurum’du. Zira orada da bir Yunus Emre makamı vardı. 2008 yılında böyle bir imkân doğdu. 22 Mayıs – 6 Haziran günleri arasında TYB Edirne’den Ardahan’a bir kültür kervanı düzenlemişti. Durak yerlerimizden biri de Erzurum’du. Daha şehre yaklaşırken Mehmet Ağabey’e, “Yunus Emre’yi ziyaret ederiz değil mi?” diye sordum. O da “Nasipse, çağırmışsa olur,” dedi. Programı tamamladıktan sonra belediye yetkilileri bizi bir arabayla Yunus’un makamının bulunduğu şimdi şehirle bütünleşmiş olan eski Tuzcu (Dutçu) köyüne götürdüler. Mezarlıktan girer girmez çok yüksek taşlarıyla hemen dikkati çeken kabrini gördük. Mürşidi Tapduk Emre’ninki ile yan yanaydı. Duamızı okuyup ikisiyle halleştik. Bu mezardan ilk defa söz eden Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı ve 1925’te yayımladığı ve daha sonra Yusuf Turan Günaydın tarafından 2015’te kitaplaştırılan yazılarıyla Yunus Emre’ye dikkat çeken Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nu da rahmetle andık.
Bursa’da Âşık Yunus’un huzurundayız
Mehmet Doğan Ağabey’le ikinci Yunus ziyaretimiz Bursa’da oldu. 29-30 Nisan 2011’de yapılması planlanan 14. Bursa Edebiyat Günleri Sempozyumu için oradaydık. İlk gün program yoğundu, fırsat bulamadık ama benim aklım fikrim yine buradaki Âşık Yunus’un kabrini ziyaret etmekteydi. Tabii bunu Mehmet Abiyle yapmak isterdim. Fikrimi kendisine açınca, “Yarın sempozyum geç başlayacak. Kahvaltı sonrası gidelim.” dedi. Kaldığımız otele uzak değildi. Kahvaltının ardından yola düştük. Varıncaya dek o sempozyumda Âşık Yunus’la ilgili bir tebliğ sunacağım için sohbet konumuz bu oldu.
15-20 dakika sonra Karamazak yokuşunda o zamanlar üç apartmanın arasında sıkışmış, şimdilerde ise onların yıkılmasıyla çevre düzenlemesi yapılarak daha görünür hale gelen Âşık Yunus türbesine ulaştık. Sabahın erken saatleriydi. Bu yüzden başka kimse yoktu. Duamızı yaptıktan sonra bir süre burada Yunus Emre üzerine sohbet ettik. Bu kabrin bilinir, tanınır hale gelmesinde hizmeti geçen Niyazi Mısri ve Rıza Tevfik’i de rahmetle andık.
Son ziyaretimiz Sarıköy’de oldu
Kadim kaynaklarda adı geçen Sarıköy genel bir kabule göre Yunus Emre’nin asıl kabrinin olduğu yerdi. Bir Eskişehirli olarak burası benim daha lise yıllarımdan beri sıkça ziyaret ettiğim mekanların başında gelmekteydi. Yaptığım okumalardan 6 Mayıs 1949’daki ilk mezar naklinden sonra sıkça ziyaret edilen bir yer olduğunu biliyordum. Mezar nakil tarihinden dolayı da 1-6 Mayıs tarihleri Yunus Emre haftası olarak ilan edilmişti. Bu hafta vesilesiyle 1970’lerin sonuna kadar burayı ziyaret edenler arasında ilim insanları, yazarlar, şairler de bulunmaktaydı. 1980 darbesinden sonra bu gelenek maalesef sona ermişti. Bu benim için bir üzüntü kaynağıydı. Ziyaretlerin devam etmesi, yaşayan ilim, kültür sanat insanlarının her yıl buraya gelmesi bana önemli ve gerekli görünüyordu.
Mehmet ağabeyle yine bir görüşmemizde ona, “TYB üyesi yazar arkadaşlarla Sarıköy’e bir ziyaret yapsak,” dedim. O da, “Bu benim de arzumdu ama şu vakte kadar nasip olmadı, planlayalım.” dedi. Aradan epeyce bir zaman geçse de bir gelişme olmadı. Çünkü ulaşım, konaklama, yemek gibi konular maddi problem oluşturuyor ve bunları halledecek kişi ve kuruluşları bulamıyorduk. O günlerde Eskişehir’de kurulan Türk Dünyası Vakfı’nın mütevelli heyeti üyeleri arasındaydım. Bu, bir türlü gerçekleşmeyen arzuma ilişkin bir imkân oluşturabilirdi. Ayrıca vakıftaki Düşünce Okulu’nda eğitim verdiğimiz öğrencilerimiz vardı. Onlar da bu vesileyle hem Yunus Emre’yi ziyaret etme hem de buraya gelecek yazarlarla tanışma fırsatı bulabileceklerdi. Niyetimi önce Vakıf Genel sekreteri Mustafa Kıratlı Bey’e açtım. Olumlu karşıladı. “Ulaşımı kendileri karşılayabilirlerse biz vakıf olarak konaklama ve yemek işini hallederiz.” dedi. Hemen Mehmet Ağabey’i aradım. Ulaşımı halledebileceklerini söyledi. Böylece tarihi kararlaştırdık. Ziyareti 15 Eylül 2019 olarak tespit ederek hazırlıklara başladık.
O gün TYB genel Merkezi olan Ankara’dan, İstanbul ve Bursa şubelerinden otuza yakın yazar ve şair arkadaşla Mihalıççık’ta buluştuk. Öğle namazı ve yemeğinden sonra Sarıköy’e geçtik. Bilenler bilir, burada Yunus’un üç kabri vardır. Tren yoluna yakınlığı sebebiyle ilk mezar 6 Mayıs 1949’da 150-200 m. uzağında yapılan ikinci mezarına, 24 Mayıs 1970’de de ikinci mezarın biraz ilerisinde Selçuklu mimarisi tarzında yapılan anıt mezarına taşınmıştı. Türbe alanına girdiğimizde ilk göze çarpan üçüncü mezardı oysa ben her gidişimde ziyaretimi ilk kabrin olduğu yerden başlatıyor, sonra diğerlerine gidiyordum. Çünkü burası hem ilk oluşundan hem de toprak bir mezar olmasından dolayı Yunus’un tevazusuna daha çok yakışmaktaydı.
Mehmet Ağabeye durumu söyleyince, “Yunus Emre için arz üzerinde işaret edilmiş bir yeri görmek arzusunu gerçeğe tahvil etmek üzere Mustafa Özçelik’in ısrarlı davetleri gerekliymiş. Şükür gelmek nasip oldu. Rehberimiz odur ve onun planlamasına göre ziyaret edeceğiz,” dedi. Beni çok onore eden bu sözlerden sonra izin alarak topluluğun önüne geçtim, ilk mezara doğru yürümeye başladık. Kabre vardığımızda etrafında Kur’an tilaveti ve duaların ardından mezar nakilleriyle ilgili bilgiler verdim. Mehmet Abi de kısa bir konuşma yaptı. Sırasıyla ikinci ve üçüncü kabre gittik. İkinci kabrin arkasında yer alan Yunus Emre çeşmesinden şifa niyetine su içmeyi ihmal etmedik.
Üçüncü kabri de ziyaret ettikten sonra Türk Dünyası Vakfı tarafından külliye olarak düzenlenen bu alandaki kültür evine geçtik. Biz burada çaylarımızı içerken ziyarete gelen yazar ve şairler duygu ve düşüncelerini paylaşıyorlardı. Herkes heyecanlı ve mutluydu; Yunus maneviyatıyla hepimizi kuşatmıştı. İlahiler söylendi, şiirler okundu. Biri de Osman Yüksel Serdengeçti’nin mezar nakli sırasında yaptığı ve sonradan, “Sarıköy Mahşeri” başlığıyla yayımlanan konuşma metniydi. Tabii Yunus Emre konusunda önemli yazılar yazan Mehmet Kaplan’ı anmadan olmazdı. Onun da, “Mukaddes Uçurum” metninden söz ettik.
Sözü Mehmet Ağabey aldı ve kapsamlı bir konuşma yaptı. Hatırladığım kadarıyla Yunus Emre’nin sesinin ve nefesinin Anadolu’da büyük bir edebiyatın başlangıcı olduğunu belirterek söze başladı, onun Türk edebiyatının kurucu ismi olduğunu söyledi. Vurguladığı hususlardan biri de Yunus’un edebiyat müfredatında daha fazla yer alması, bazı şiirlerinin öğrencilere ezberletilmesi, 2021 yılının vefatının 700. yılı olması dolayısıyla Yunus Emre Yılı İlan edilmesi gerektiğiydi. Nitekim bu arzu gerçekleşti ve 2021 Yunus Emre yılı olarak ilan edildi.
Mehmet Doğan ağabeyin esprili kişiliği onu tanıyanların bildiği bir özelliğidir. Bunun somut örneği ise Halil Kaleli müstearıyla yazdığı mizah yazılarıdır. Konuşma esnasında bu yönünü yine gösterdi ve Yunus’a yer, makam ihdas etme münakaşalarına atıf yaptıktan sonra, “Yunus Emre Ankaralıdır.” deyiverdi. Çoğumuz bu söz üzerine tebessüm etsek de bu bir hakikatin ifadesiydi. Çünkü Sarıköy onun da ifade ettiği gibi Osmanlı döneminde Ankara merkeze bağlı Mihalıççık ilçesinin bir köyüydü. Sonradan Eskişehir’e bağlanmıştı. Bu bir problem değildi zira idari sınırlar değiştikçe böyle ilginç şeyler yaşanabiliyordu. Mesela şimdilerde Yunus’un makamının bulunduğu yer Aksaray’a bağlı bulunmaktayken daha önce Kırşehir’e, ondan önce de Niğde’ye bağlıydı. Tabii ona bunu söyleten bir sebep de Yunus’un şeyhi Tapduk Emre’nin türbesinin Ankara’nın Nallıhan ilçesinin Emre Sultan köyünde olmasıydı. Bu da Yunus Emre’nin nereli olduğu konusunda Sarıköy tezini güçlendiren bir durumdu.
Son söz olarak buradaki buluşmanın bir başlangıç olması ve her yıl Eylül ayında tekrarlanması dileğinde bulundu. Ne yazık ki Sarıköy Yunus Emre buluşmalarını bir daha gerçekleştiremedik. Dilerim bu yazı vesilesiyle harekete geçecek kişi ve kuruluşlar ortaya çıkar.
Mehmet Doğan’ın Yunus’u
Bu yazımda söylediğim gibi Mehmet Doğan ağabeyin müstakil bir Yunus Emre kitabı yok ama gerek birkaç cümlesini öne çıkardığımız Sarıköy’de yaptığı konuşması gerekse Yunus’la ilgili dergilerdeki yazı ve söyleşilerindeki ifadeleri bir araya getirilirse karşımıza özgün dikkatler sergileyen, önemli tespitler yapan Bir Mehmet Doğan portresiyle karşılaşırız. Mesela İnsicam Dergisi’nin 19. Sayısındaki, “Yunus Emre Divanı’ndan Vesilet’ün Necat’a Türkçe Şiir”, TRT Akademi Dergisi’nin 1. Sayısındaki, “Türkçe’nin Yunus Emre’si Yunus Emre’nin Türkçesi.”, Akit gazetesindeki 17.5. 2012’deki, “Yunus Emre Ankaralı mı?”, Karar gazetesindeki 16. 9. 2019 tarihli, “Yunus Emre’nin İzinde.” başlıklı yazılarının nitelikli olduklarını belirtmek isterim. Ömrü vefa etseydi kendisinden Yunus Emre ve Türkçe konusunda bir kitap okuma imkânımız olacaktı diye düşünüyorum. Zira bu bahis üzerinde kendisiyle sohbetlerimiz olmuştu.
Mehmet Doğan ağabeyin bahsini ettiğim yazılarına bakıldığında onun Yunus’u daha çok dil, Türkçe, Anadolu Türk Edebiyatının kuruluşundaki rolü, halk üzerindeki etkisi noktasında ele aldığı görülmektedir. Bunu yaparken onu bir ozan yahut halk şairi olarak görmenin yanlışlığına dikkat çekerek tasavvufi düşünceyi ve ahlakı halka kendi dilleriyle anlatmayı başaran bir mutasavvıf şair şeklinde değerlendirmektedir.
Bu yazıda ele aldığımız, onun Yunus Emre ziyaretlerinde daha yakından tanık olduğum ruh hali, o büyük dervişle kurduğu gönül bağının sözlerine ve haline yansıması dikkati çekmem gereken bir başka özelliğidir. Zira kendisi de mevkiiye, makama itibar etmeden hepsini elinin tersiyle iterek tam bir derviş hayatı yaşadı. Bu yüzden hocası Nurettin Topçu’nun başka Mehmet Doğan’larla karışmasın diye isminin başına D harfini eklemesini Ali Ural’ın yorumuyla söyleyecek olursak, “devrimci”, “dost”, “dava”, “diriliş,” diğergam” gibi anlamak mümkün ise de, “derviş” olarak anlaşılmasının -Şahsi kanaatim daha çok böyledir- uygun olacağını düşünmekteyim. Ruhu şad olsun. İnanıyorum ki onu gittiği yerde karşılayacak olanlardan biri de Yunus Emre olacaktır.
Kaynak: https://aya.org.tr/mehmet-doganla-yunus-emrenin-huzurunda_vefa_yazar_mustafa-ozcelik_edebiyat/?s=09
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.