Şehir kitapları önemlidir. Bu tür kitaplarla o şehrin derin tarihine nüfuz imkânı bulur ve o şehri, yüzeysel olarak bilinen, algılanan şeklinin ötesinde bir kavrayışa sahip oluruz. Ne var ki bunun, ehil bir kalem tarafından yazılması bir hayli önemlidir. Bu ehliyet, hem yazarın birikimi, bakış açısı hem de o şehrin yerlisi olmakla da yakından ilgilidir.
Bugünlerde böyle bir kitapla geçti son bir haftam. Bahsini ettiğim kitap Mehmet Doğan’ın “Ömrüm Ankara” “Bir Ankara Şehrengizi” adını verdiği eseri. Mehmet Doğan, daha çok Mehmet Akif, dil, kültür, batılılaşma konularında eser veren bir yazar olmakla birlikte şehir konusuyla da ilgili bir isimdir. Türkiye Yazarlar Birliği bünyesinde Şehir Kongreleri düzenlemesi de onun şehir ilgisinin müşahhas bir örneğidir. Dolayısıyla birikimli bir fikir adamıdır. Diğer yandan kendinin de belirttiği gibi Anakara’nın yerlisidir. “Özbeöz Ankaralı”dır.
Ankara’nın öteki yüzü
Anakara’nın görünen yüzü, buranın bir cumhuriyet şehri oluşu şeklindedir. Bu algı epeyce benimsenmiş olmalı ki, çoğumuz yazarın da belirttiği gibi buranın “mazisi hayli zengin, eni konu köklü bir şehir” olduğunu hatırlamayız bile. Bu yüzden çoğumuza resmiyetin ve bürokrasinin soğuk yüzünü simgeler. Yahya Kemal’in dediği gibi Ankara’nın daha çok “İstanbul’a dönüşünü” severiz.
Mehmet Doğan, daha kitabının sunuş yazısında bu algıyı ters yüz ediyor ve bu kitabını “”Görünen, bildik Ankara’nın ötesine geçerek şehrin binlerce yıllık özünü, ruhunu kavramak ve anlatmak” için kaleme aldığını söyleyerek bu şehirle ilgili bütün ezberleri bozuyor. Bunun için de yaptığı şey, tarihin sayfalarını aralayarak Anakara’nın kadim geçmişini gözler önüne sermek olmuş. Bu kitapla daha iyi anlıyoruz ki bu kadim şehrin Roma’dan Cumhuriyet’e uzun bir geçmişi var. Özellikle Hitit dönemindeki önemi dolayısıyla da sonraki zamanlarda da hep bir Hitit şehri daha sonra da bir cumhuriyet şehri olarak gösterme niyetleri öne çıksa da işte bu geçmiş içerisinde Ankara, bu kitapta anlatılanlarla bambaşka bir yüzle karşımıza çıkıyor.
Bir Ahi şehri
Ankara’nın İslam öncesi geçmişini bir yana bırakıp bizim tarihimiz açısından değerlendirecek olursak buranın hem Selçuklu hem de Osmanlı döneminde bir hayli önemli bir merkez olduğunu ve bizim şehrimiz olma özelliklerini fazlasıyla taşıdığını görüyoruz. Ahilik bilindiği gibi bir esnaf teşkilatıdır ve Ahiler (Ahiyan-ı Rum), Osmanlı’yı kuran dört önemli zümreden biridir. Dolaysıyla Ankara, seçkinlerin ve resmi adamların değil ekonomik faaliyeti bile bir ahlak anlayışı çerçevesinde yürüten ahilik teşkilatı etrafında bütünleşen halkın şehridir. Ve tarihi boyunca bu yönüyle önemli bir ekonomik ve ticaret merkezi olmuştur. Dahası ekonomisi ve ticareti kültürle, sanatla, ilimle, irfanla bütünleşerek komple bir şehir yapısı ortaya çıkarmıştır.
Ankara’nın manevi sahibi: Hacı Bayram Veli
Anakara için tarihsel anlamda hiçbir şey bilmesek bile aslında Hacı Bayram Veli’nin burada olduğunu bilmek bile aslında bu şehir hakkındaki bütün olumsuz hükümleri ortadan kaldırmaya yeter. Fakat, Ankara’nın Hacı Bayram’la bütünleşen kimliği unutturulmak istendiği ve bunda da büyük ölçüde başarı sağlandığı için Ankara “Mabedsiz şehir” olarak bilinmiş ve mukayese açısından karşısına İstanbul çıkarılmıştır. Oysa Mehmet Doğan’ın da isabetli bir şekilde dikkati çektiği gibi İstanbul’un fethi ile Ankara arasında sıkı bir münasebet vardır. Doğan bu durumu “İstanbul’u asıl olarak Ankara fethetti” cümlesiyle belirterek ortaya konuya vakıf olmayanlara bir hayli ters gelecek bir tez ileri sürer. Doğan, bu tezini İstanbul’un manevi fatihi Akşemseddin’le Hacı Bayram arasındaki münasebete dikkati çekerek temellendirmektedir. Bilindiği gibi Akşemseddin, Hacı Bayram’ın mürididir. Edirne’yi ziyaretinde İstanbul’u kuşatan II. Murad’a fethin beşikteki şehzade Mehmet (Fatih) tarafından gerçekleşeceği müjdesini verir ve müridi Akşemseddin’i henüz bebek yaştaki Fatih’i fethe hazırlamakla görevlendirir.
Tarihi hatıralar bir yana Hacı Bayram cami ve türbesinin bulunduğu semt, bugün de Ankara’nın Çankaya’dan, Kızılay’dan ibaret bir şehir olmadığını gösterir. Bu sebeple Ankara’nın derin tarihine nüfuz etmek isteyenler bu şehri bu merkez şahsiyet etrafında düşünmek durumundadırlar. Doğan’ın kitabı bu açıdan da bir hayli önemli bilgiler vermektedir.
Milli Mücadele ve Ankara
Ankara, nasıl hem Osmanlı’nın kuruluşunda hem İstanbul’un fethinde önemli bir rol oynamışsa aynı şekilde Milli Mücadele hareketinin de merkezi olarak aynı fonksiyonu icra etmiştir. Kitap kısmi de olsa bu konuya da temas etmektedir. Bunu yaparken de yine utturulmak istenen bir hakikatin altını çiziyor. O da şudur. Resmi anlatım, red-i miras sebebiyle Milli Mücadele olayını da tek boyutlu anlatır. Yazarın ifadesiyle “hesap adamları”nı öne çıkararak “vazife adamları”nı unutturmak ister. Oysa; Milli Mücadele de Hacı Bayram ve ahilik ruhuyla kazanılmış bir zaferdir. Bu zaferin kazanılmasına askeri kahramanlar kadar Mehmet Akif’in, Şemseddin Efendi’nin ve unutturulmak istenen daha pek çok ismin önemli payı vardır. Nasıl Ankara, bir zamanlar İstanbul’u müjdelemişse bu defa da İstanbul, işgal altına girdiğinde mücadele merkezi olarak Anakara’yı gösterir. M. Kemal, işte böyle bir vazifeyle bizzat padişah tarafından Anakara’ya gönderilir. Ömrüm Ankara, elbette bir tarih kitabı değil ama yer yer temas ettiği bu ve buna benzer tarihi malumatla da önem taşıyarak geçmişi anlamamızda bize önemli imkanlar sunuyor.
A’dan Z’ye Ankara
Mehmet Doğan’ın kitabı beş bölümden oluşuyor. Yazar, Anakara’nın manevi ve tarihi geçmişine ağırlık vermekle birlikte aslında bize A’dan Z’ya bütün yönleriyle bir Ankara fotoğrafı sunuyor. Ankara keçilerinden Ankara türkülerine, camilerinden türbelerine, kalesinden ovasına, bedesteninden hanlarına kadar Anakara’yı bir başka gözle görmeyi sağlayacak her detay ayrı bir yazının konusu olmuş.
Eser, ömrünü Anakara’da geçiren ve şehrinin her karış toprağını tanıma ve tanıtma gayreti içerisinde olan bir yazarın gözlemleri, yaşantısı, tanıklığı dışında Anakara konulu gezi kitaplarından da büyük ölçüde yararlanmış bir çalışma niteliği taşıyor. Böyle tanıkların tanıklıkları da yazarın tezlerini güçlendiriyor. Bir kere daha anlıyoruz ki tarihsel, kültürel ve manevi olarak bizim için Amasya, Konya, Bursa gibi şehirler ne anlam ifade ediyorsa Ankara da aynı anlamı ifade ediyor.
Bugünün Ankarası
Kitabın bir yerinde “şehrin ruhu başkent yapıldıktan sonra hapsedilmek istendi” şeklinde önemli tespit var. Bunu bir ikaz olarak anlamak da mümkün. Dün bambaşka sebeplerle yapılan bu hapsedilme işini bugün de şehrin yerel yönetimlerinin tarih ve iş bilmezlik gibi sebeplerle sürdürdükleri görülmektedir. Bu da kadim ruhtan daha da uzaklaşılmasına sebep olmaktadır. Oysa şehrin kadim ruhunun yeni zamanlarda şehrin mayasına katılması gerektiği ortadadır. Hele söz konusu olan Ankara ise… Bu yüzden kitabın önemli bir tarafı da yazarın bize sadece nostaljik duygularla geçmişe dair bir şehir fotoğrafı sunmakla birlikte Ankara’nın bugünü ve geleceğine ilişkin gözlem ve tespitlerde bulunarak bu ruhun bugün de şehrin hamuruna katılması gerektiğini söylemesidir. Bunu çok önemli görmek gerekir. Zira; bir şehir ne geçmişinden ne bugününden ibarettir. Milletlerin tarihi nasıl devamlılık gösteriyorsa şehirlerin tarihi de aynı şekilde olmak durumundadır. Değişim kaçınılmazdır ama Tanpınar’ın da dediği gibi bu değişimin “Devem ederek değişmek, değişerek devam etmek” şeklinde gerçekleşmesi gerekiyor. Aksi takdirde bizim bir şehirle bütünleşmemiz, buluşmamız mümkün olmaz. Bunun için de o şehri bizim kılan ruh, daima hatırlanmalıdır. Yazar, işte bu şuurla şehirden asıl sorumlu olması gereken yerel yönetimlere ikazda bulunuyor, yapılan olumsuzlukları eleştirerek sorumlu bir aydın tavrı da sergiliyor. Dolaysıyla bu kitap işte bu yönleriyle şehir kitapları arasında özel bir yerde duruyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.