Bu rehberler farklı kültür ve coğrafyalarda değişik isimler alırlar. Müslüman dünyada daha çok mürşid adını alan bu kâmil insanlar Hint kültüründe Guru diye bilinirler.
Hayatı, fikirleri, mücadelesi, tutum ve davranışlarıyla son yüz yılın en dikkat çekici şahsiyetlerinden biri kabul edilen, tam adıyla Mohandas Karamçand Gandi, Müslümanlar ve Pakistan ile ilgili yorumlarını yanlış bulan aşırı bir Hint milliyetçisi tarafından 30 Ocak 1948 tarihinde iki torunuyla birlikte ibadet mekanından dönerken öldürülmüştür.
Bazı eser ve röportajlarında, guru ile ilgili dikkat çekici cümleleri vardır. Bu cümlelerde gönül aleminin hassas titreşimlerini de görmek mümkündür. Dostum Yekta Sakman’ın tercüme ettiği paragrafları okumak ve iki ayrı kültür dünyasını mukayese etmekte fayda vardır.
1869-1948 yılları arasında yaşayan bir insanın konu ile ilgili yaklaşık yüz yıl önce ifade ettiği düşüncelerinin bir kısmı şöyle:
Bir Guru=Şeyh Arıyorum
“Bir şeyh arıyorum. Bir şeyhin gerekli olduğunu kabul ediyorum. Lâkin, hakîkî bir şeyhe rastlamadığım sürece kendi şeyhim olmaya devam edeceğim. Yol kesinlikle çok çetin, lâkin bu günahkâr çağda doğru olan bu gibi görünüyor.”
(“A Stain on India’s Forehead”, 5 Kasım 1917)
“Bu çağda herhangi birisinin bir başkasını şeyhi olarak kabul etmesinin veya bir başkasının şeyhi olmasının çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Kusurlu bir insanı şeyhimiz olarak kabul ettiğimiz takdirde sonu gelmeyen hatalara uğrarız.”
(Navajivan, 29 Aralık 1920)
“Bir şeyh olmadan irfan olamayacağı altın bir kuraldır. Lâkin, bir şeyh bulmak çok zor ve iyi bir şeyhin yokluğunda herhangi birisini şeyhimiz olarak kabul etmek ve bu şekilde hayat okyanusunu katetmeye çalıştığımız bu yolculuğumuzun tam ortasında boğulmamıza sebep olmak uygun olmaz. Bir şeyh karşı tarafa yüzerek geçmemize yardım edecek olan kişidir. Yüzme bilmeyen birisi nasıl başkalarını kurtarabilir? Böyle yüzücüler günümüzde mevcutsa bile bunlara kolay rastlanmıyor.”
(Navajivan, 06 Şubat 1921)
“Şeyhlik kurumuna inanıyorum. Lâkin bu çağda milyonların bir şeyhi olmadan yaşaması gerekiyor, zira tam bir ihlas ile tam bir ilmin birlikteliği, bulunması çok nadir bir şey.”
(Cilt 24, 22 Temmuz 1921 - 25 Ekim 1921 S. 371)
“Bütün kutsal kitapların ve şüphesiz Hint metinlerinin bir şeyhin mutlak olarak gerekli olduğunu savunduklarının farkındayım. Lâkin, eğer hakîkî bir şeyh bulamıyorsak, onun yerine sahtesini kabul etmek sadece faydasız değil, aynı zamanda zararlıdır.”
(Shevakram Karamchand’a mektup, 21 Mart 1924)
“Şeyh arayışında olan bir kişi müteyakkızdır, uyanıktır ve bu arayış sürecinde sevap kazanır. Dolayısıyla içim rahat bir şekilde yoluma devam ediyorum. Bir şeyh ile nimetlenmek Allah’ın lütuf ve inayetiyledir. Dolayısıyla, doğru zamanda ve mekânda, lâyık olduğumda, bana bir şeyh ihsan edilecektir. O zamana kadar, henüz görmemiş olduğum şeyhime daima hürmetlerimi sunmaktayım.”
(Dinsha Mancherji Munshi’ye mektup, 01 Haziran 1926)
“Özgeçmişimin ilk bölümünde hâlâ bir şeyh arayışında olduğumu ifade etmiş olmamın neticesi olarak birçok kişi —Hindular, Müslümanlar, Hıristiyanlar— lütfedip bana nasıl bir şeyh bulunacağıyla ilgili uzun uzun mektuplar yolladılar. Hala mektuplar gelmeye devam ediyor. Bazısı bizzat nereye gitmek gerektiğini, kiminle görüşmek gerektiğini söylüyor. Bazısı beni muayyen eserlere yönlendiriyor. Benim selametim için gösterdikleri ihtimamdan dolayı bu arkadaşların hepsine minnettârım. Lâkin, bunlar ve diğerleri bilsinler ki benim müşkülüm esasîdir. Kaldı ki bu benim canımı da sıkmıyor. Esasî diyorum, zira benim şeyh tasavvurum belki alışılmıştan farklı. Kemâlden gayrısı beni tatmin etmeyecek. Öyle birisinin arayışındayım ki, ete kemiğe bürünmüş olmasına rağmen fesâda uğraması imkansızdır, heva ve heves ona tesir edemez, zıtların ikiliğinden geçmiştir, hakîkatin ve merhametin vücud bulmuş halidir. Dolayısıyla da kimseden korkmaz ve kimse de kendisinden korkmaz.
Herkese yalnızca hak ettiği ve tâlibi olduğu şeyh verilir. Dolayısıyla benim istediğim şeyhi bulmanın zorluğu ortadadır. Lâkin bu beni endişelendirmiyor, zira bu söylediklerimden şu sonuç çıkıyor ki şeyhimi zâhiren tanımazdan evvel kendimi mükemmelleştirmeye çalışmam gerekiyor. O zamana kadar onunla mânen rabıta kurmam gerekiyor. Başarım [inşaallah] tevazu ve sıdk ile devamlı olarak mücahede etmemle olacaktır.”
(Cilt 35, 2 Nisan 1926 - 7 Temmuz 1926, S. 374)
“Öyle inanıyorum ki, doğru mürşidi bulmaya koyulan bir insan, önce kendisi kusurlardan ve şehvetlerden temizlenmelidir. Kusurlardan ve şehvetlerden ârî olmak, mutlak anlamda mükemmel olmak anlamına gelmez. Bir şeyhe ihtiyaç hissetmek tevazudandır. Bir şeyhin canlı bir insan olması şart değildir. Bugün bile, henüz kâmil değilse de yüksek derecede manevî olgunluğa erişmiş olan bazı zevâtı rehberlerim olarak kabul ediyorum.”
(Motilal’a mektup, 29 Haziran 1926)
“Şu anda hayatta olan bir şeyhi görmeyi çok isterdim. Fikirlerimin her zaman iyi olduğunu kesin olarak bilmemin herhangi bir yolu yok. Her adımını kalbinde korku ile atan mütevâzi bir mahlûkum ben. Ölmeden evvel bir şeyhe tesadüf etmediğim takdirde ömrümün zayi olmuş olacağına katiyen inanmıyorum. Benim mesuliyetim çalışmaktır. Semeresini vermek Allah’ın elindedir. Sırf şüphelerimi izale etsin diye bir şeyh arıyor değilim.”
(Adam Salehalibhai’ye mektup, 16 Temmuz 1926)
“Bir şeyh arayışındayım çünkü mütevâziyim ve çünkü bu arayış takva sahibi her insan için bilimsel bir gerekliliktir. Bu arayış kendi kendisinin mükâfâtı ve hazzıdır. Bazılarına hakîkaten arzuladıkları şeyh verilir. Lâkin, bu hayatta şeyhe ulaşamazlarsa bu çok mühim değildir. Eğer arayış bütünüyle samîmî ve aynı şekilde azimli ise bu yeterlidir. Ayrıca, benim için bir iman meselesidir ki, eğer arayışım samîmî ve istikrarlı ise, şeyhime layık olduğum takdirde ve zamanda, benim ona gitmeme gerek kalmadan o bana gelecektir.”
(Lalta Pershad Shad’a mektup, 2 Ekim 1926)
“Bir şeyh arayışında devamlı olduğumuz takdirde kalbimizde daima sağlıklı bir miktar korku olacaktır. Zihnimizde devamlı bir şeyh düşüncesi olduğunda zihnimiz saf kalacaktır. Bagavad-Gita bize diyor ki, eğer içimizdeki ilâhî dürtü harekete geçtiyse, mütevâzi olmalıyız. İnsan şöyle düşünmelidir: “Ben hiç bir şey bilmiyorum. Hakk’a sormak istiyorum veya bir şeyhe sormak istiyorum, lâkin Hakk’ı veya bir şeyhi nasıl görebilirim?” Dolayısıyla, dua etmeliyiz. Hakk’a iman ile dua eden bir gün muhakkak kurtulacaktır. Sanki Hakk kendisindeymiş gibi konuşan kişi kurtulamayacaktır. Bu ayetin zahirî mânâsına göre kılavuzumuz nass olmalıdır. İşarî mânâsına göre ise kılavuzumuz edep olmalıdır. Edep demek bir şeyhin yokluğunda mütevâzi olmalıyız demektir ve mütevâzi olmak da Rabbimiz’e kulluk etmek demektir. Yani, kendimizi böcekler ve sinekler gibi değersiz mahlûklar olarak görmeliyiz ve Hakk’a kulluk etmeliyiz. Mütevâziysen kurtulursun. Mütevâzi ve samîmîysen gözünün önündeki perdeler bir bir kaldırılacaktır.”
(Cilt 37, 11 Kasım 1926 - 1 Ocak 1927)
“Onu [muhtemelen Gandhi’ye zamanında yol göstericilik etmiş olan Raychandbhai kastediliyor] şeyhim olarak kalbimin tahtına oturtamadım. Bu taht boş kalmıştır ve arayışım hâlâ devam ediyor. Şeyh (“guru”) hususundaki Hindu nazariyesine itikad ediyorum ve manevi fütuhata erişmek için bir şeyhin ehemmiyetini kabul ediyorum. Bir şeyh olmadan hakîkî irfana ulaşmanın imkansız olduğunu söyleyen doktrinde büyük bir hakikat olduğunu düşünüyorum. Kusurlu bir öğretmen dünyevî işlerde kabul edilebilir ama manevî işlerde değil. Yalnızca kâmil bir ârif, şeyh olarak bu tahta/makama çıkarılmayı hak eder. Dolayısıyla, mükemmelin yakalama için durmadan mücahede etmek gerektir. Zira kişiye ancak hak ettiği şeyh verilir. Mükemmelin peşinde sonsuz bir mücahede kişinin hakkıdır. Bu kendi kendisinin mükafatıdır. Gerisi Tanrı’nın elindedir.”
(Cilt 44, 16 Ocak 1929 - 3 Şubat 1929 S. 157)
“Yalnızca imanlı bir şekilde mânâlı bir işe kendini vermekte huzur vardır. İrfana ulaşmanın hizmet ve tefekkürden başka yolu yoktur. Bir şeyhin huzurunda olma şuuru sahihtir. Lâkin şeyhin meskeni, kişinin kendi kalbindedir. Dolayısıyla kalbi arındırmak lazımdır. Bu da ancak devamlı hizmet ile mümkündür.”
(Cilt 48, 21 Kasım 1929 - 2 Nisan 1930 S. 368)
“Mektubunuzu aldım. İyi bir kitap da hürmet edilen bir şeyh olabilir. Lâkin ancak Tanrı yegâne hakîkî mürşiddir. O’nun varlığını kalbimizde hissetmeyi öğrendiğimizde, aradığımız muhterem şeyhi efendiyi bulmuşuz demektir..”
(Radha Gandhi’ye mektup 16 Kasım 1930)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.