***********
Yıl 1990’dı.
Yahya Kemal’in sevdirdiği usulde Ankara’dan İstanbul’a dönüş yolundaydım. Otobüsün cızırtılı radyosunda gece 01 haberleri bir yanıp bir sönen farlara ve camları yağlı boya fırçası gibi bir anlığına boyayan yol lambalarının sarımsı ışığına takılıyordu. O sırada radyoda haber spikeri Türkiye Yazarlar Birliği’nin 1989 yılında ödül almaya layık bulduğu yazarlar ve eserlerini teker teker zikrediyordu. Bir ara nefesimi tutup can kulağıyla dinliyorum: “Friftjof Capra’dan yaptığı Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası adlı çevirisiyle Mustafa Armağan Tercüme dalında ödüle layık görülmüştür.” Otobüs devrilmiyor elbette ama ondan sonrasını da net olarak hatırlamıyorum doğrusu... Tanışmam bu “hadise” ile başlamıyor elbette, lakin bu müstesna evsafta kurum tarafından 28 yaşında ödüllendirilmek, fakirin yazma ve araştırma aşkını tetikleyen ana sâiklerden biri olmuş olmalı ki, bugüne kadar 70’i aşkın kitaba ve üç dergiye imza atarken bunlardan dördüne ödül veren kurumun Türkiye Yazarlar Birliği olduğunu görmek arkamda nasıl kuvvetli bir rüzgâr biriktiğini göstermesi noktasında fevkalade önemli.
1989 yılında atomaltı fizikçisi Friftjof Capra’nın Batı bilimi ile Doğu mistisizmini harmanlayan The Turning Point’ından yaptığım ilk tercümeme bu sürpriz ödülü aldıktan sekiz yıl sonra bu defa Şehir Ey Şehir adlı kitabımla Deneme dalında, 2003 tarihinde yayımlanan Osmanlı: İnsanlığın Son Adası adlı kitabımla da Fikir dalında aldığım ödüllere inzimâmen bizzat kurup dokuz yıl boyunca yayın yönetmenliğini yürüttüğüm Derin Tarih dergisinin de Dergi dalında ödül aldığını söyledikten sonra nefsime hoş gelen bu bahsi burada bağlayayım izninizle.
Öte yandan enfüsî açıdan değil, âfâkî açıdan bakarsam Türkiye Yazarlar Birliği’nin, örgütlenme yeteneği öteden beri kısır olan “Sağ” camianın her bakımdan yüz akı olduğunu ve bu istikrarlı tavrı yaklaşık yarım asır boyunca ayakta kalarak nice hamleler, güzellikler ve ilklere imza attığını, ödülleri her yılın ilk gününde açıklamak gibi inanılmaz bir istikrarı, ödül belirleme komitesinin disiplini, faaliyet sahalarının çeşitlilik ve zenginliği bakımlarından bir nevi “enmûzec-i evvel” (prototip) oluşturduğunu kabul etmek mecburiyetindeyiz. Kendisinden önce benzer sahalarda iştigal eden kurulan bazı vakıf ve kuruluşlar vardı hiç şüphesiz, sonradan teşekkül edenler de oldu ama vakıa şu ki, hiçbiri Türkiye Yazarlar Birliği’nin efsanevî istikrarını yakalamak şöyle dursun, yanına dahi yaklaşabilmiş değildir.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin ne yazık ki pek azına katılabildim renkli gezi, seminer ve sempozyumlarının. İstisnaî olarak 2001 yılında Cemil Meriç’i anmak üzere kalabalık bir ekiple revan olduğumuz İskenderun’dan bir hamle daha yapıp bir otobüsle yola çıktığımız Halep-Şam gezisi kadrosuna dahil olmak muhakkak ki ömrümün en muazzez hatıraları arasında yer alacaktır. Hele bir kandil gecesi İbn Arabî hazretlerinin kabrindeki zikre şahit olmak paha biçilmez bir kıymetteydi fakir için. Nasipte Suriye’yi henüz Suriye iken, Suriyelileri de henüz Suriye’de iken görüp tanımak varmış. Şunu da itiraf etmeliyim ki, bugün 60’ımı geçtiğim halde 28 yaşın heyecanıyla yazmaya devam ediyorsam bunda Türkiye Yazarlar Birliği’nin payı tartışılmazdır.
Sevgili ağabeyim D. Mehmet Doğan başta olmak üzere medeniyetimizin kaleme dayanarak ayağa kalkması uğruna çıkılan bu kutlu yürüyüşe emeği geçenlere “an samîmü’l-kalb” şükranlarımı sunuyor ve daha nice muvaffakiyât dolu seneler diliyorum.
Rabbim emeğinizi bereketlendirsin dostlar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.