- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
YAZAR FAHRİ TUNA İLE TANIDIĞI KARİKATÜRİSTLER ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Fahri TUNA
29 Nisan 2022 Cuma 12:36
Bir yazar olarak karikatür sanatına nasıl bakıyorsun Fahri Abi?
Deneme türünün görseli gibi geliyor bana. Denemede ne kadar şiirsellik, ne kadar hikâye, ne kadar portre varsa içinde o kadar şiir, hikâye, portre olan çizgili deneme diyeceğim. Ben böyle düşünüyorum, böyle hissediyorum. Osman Suroğlu ‘çizgiyle şiir yazmaya çalışıyorum’ diyorsa da bana deneme türü gibi geliyor karikatür: Öylesine ufuk açıcı, zihin açıcı, düşündürtücü. Yer yer mizahtan da beslenen çizgili deneme. Evet; son kararım budur.
Hayatında ilk çizgiyle / karikatürle ne zaman tanıştın? Hangi olayla abi?
Kaynarca Ortaokulu’nda orta sona gidiyordum. Sene 1973. Büyükbabam eski bir pehlivan olduğundan bana Tercüman Gazetesi aldırtıyordu her gün. ‘Çolak Mümin’ diye Murat Sertoğlu’nun bir bant karikatür – hikâyesi. Ne güzeldi, ne heyecanlıydı. Aynı günlerde, haftalık Kara Murat çizgi dergisine müptela oldum. Hiç unutmuyorum, her Çarşamba günü çıkardı. Harçlığım bir liraydı Kara Murat 150 kuruş. Annemden ekstra harçlık istiyordum Çarşambaları artık. O da kenarında varsa para, yoksa beş altı yumurta veriyordu. Abdullah Turhan’ın çizdiği Fatih’in Fedaisi Kara Murat’ın Bizans Saraylarındaki kahramanlıkları şahaneydi. Gelecek haftayı iple çekerdim. Öyle heyecanlıydı. Bilmem üniversiteli yıllarımda Akıncı olmayı tercihimde Kara Murat okurluğumun da payı var mıdır? Kesin vardır. Oranını bilemem ama.
Fahri abi, o yıllarda Kara Murat benzeri başka çizgi dergileri yok muydu?
Vardı elbette. Çok iyi hatırlıyorum; Suat Yalaz’ın çizdiği Karaoğlan vardı. Onu da severdim. Ama iki üç tane takip edecek kadar bol param yoktu. Hemşerimiz Sezgin Burak’ın çizdiği Tarkan vardı yine. O zamanlar Tarkan’ın çizerinin Adapazarlı olduğunu daha bilmiyordum tabii. Nedense ben Kara Murat tiryakisiydim. O kadar etkilenmişim ki, üzerinden yarım asır kadar geçtiği hâlde - şimdi şimdi fark ediyorum - ne zaman toplantılarda canım sıkılsa insan resmi çizerim ve o hep Kara Murat olur. Özetle saydığım bu üç Türk kahramanı dergisi de çok merakla takip edilen dergilerdi.
1970’ler ve 80’ler Zagor, Tommiks gibi dergilerin en revaçta olduğu yıllar olarak bilinir? Sen onları okumaz mıydın?
Şimdi sen deyince hatırladım Kadir: Zagor meşhurdu o zamanlar. Sanki Tommiks ondan da meşhurdu. Teksas ve Kızılmaske de vardı. Hatırladığım hepsi de Amerika menşeliydi. Bir iki okudum, ısınamadım, hiç takip etmedim. Ama benim gibi yerli kalan azdı. Bizim kuşağın çoğu, yabancı dergi okurdu. Ben hep yerli kaldım: Saray, Atlas, Yıldız sinemalarına giderdim. Onlar yerli getirirdi. Yeni ve Fitaş’la işim olmazdı. Onlar Ecnebi film getirirlerdi. O zaman yabancı film denmez, ecnebi film denirdi. O zamanki literatür öyleydi. Kadirciğim; bugün şöyle bir düşünüyorum da, o yıllarda, hızla yaygınlaşan Amerikan emperyalizmine karşı, Kara murat, Karaoğlan, Tarkan gibi yerli ve milli çizgi kahramanlar okutmuşlar bize. Mekânları cennet olsun, Sezgin Burak’ın da, Suat Yalaz’ın da, Abdullah Turhan’ın da.
Nerede alınır satılırdı bu dergiler? Bayiden mi belli bir mekândan mı?
Ben 1974 yazında parasız yatılı Adapazarı İmam Hatip Lisesi’nin kazandım. O yılın Eylülünden bu yana da Adapazarı’nı çok iyi bilirim. Kara Murat’ın yeni bölümlerini takip için her Çarşamba gidip gazete bayiinden alıyor, bir solukta da okuyordum. Devamını bir hafta bekle işin gücün yoksa. Ama çok iyi hatırlarım: Kavaklar Caddesinin sağ başında, Saray Sinemasından hemen önce, iki katlı bahçeli ahşap güzel bir ev vardı. Türkoğlu Ailesi’ne ait. Zerrin Türkoğlu ve kardeşlerine. Onun caddeye bakan duvarı adeta Tommiks, Teksas pazarıydı. Beşte bir fiyatına veya değiş tokuş, herkes elindekini verir, yerine beğendiğini alırdı. Ben de görürdüm ama yeni sayı Çarşambaya çıkacağından oradan bir şey alıp vermezdim. Zaten yabancılardan da hoşlanmıyordum.
O çizgi dergilere karikatür denilebilir miydi?
Sanıyorum denmezdi. Ama çizgiydi nihayetinde. Ve o yıllarda Türkiye’nin altmış yedi ilinde de meşhurdu onlar. O da bir dönemmiş diyelim. Geldi geçti.
Peki, modern manada tanıdığın ilk karikatürist kimdir Fahri Abi?
1984 yılı 15 Nisan günü. Tuzla’da yedek subay kura çekimindeyiz. Bizler on beş - yirmi kişi geç kalmışız. Bizi direkt kısa dönem er kurasına soktular. Kantin gibi bir yerde bekliyoruz. Canımız da sıkkın. Benim gibi bekleşenlerden sağ yanımda oturan biri Gırgır Dergisi’nde karikatüristmiş. İlgisini çekmiş olmalıyım ki, çay içerken o arkadaş, üç dakikada benim resmimi çiziverdi. Resim değil de karikatür. Yıllarca sakladım. Ama şu anda adını unuttum o arkadaşın. Şaka maka otuz sekiz yıl geçmiş üzerinden. Hayatta ilk gördüğüm karikatürist odur.
Hiç karikatürist arkadaşın oldu mu abi?
Tabii ki. Altmışın üzerinde karikatür ödülü olan Osman Suroğlu ile abi-kardeşizdir. Ve neresinden baksanız bu hukuk otuz yıldan fazladır. 1980’lerin sonlarından itibaren. Orhan Camii karşısında bir kitap fuarı vardı. Üç beş yayınevinin katıldığı küçük bir Ramazan Kitap Fuarı. Osman Suroğlu da, Zafer Dergisi Standından oluyordu akşamları zaman zaman. Merhum Selim Gündüzalp ve Cüneyd Suavi’yle birlikte. İsmini zaten biliyordum ama arkadaşlığımız o kitap fuarında başladı.
Mesleği nedir Osman Suroğlu’nun?
Osman Abi aslında 1955 Tunceli Pertek doğumlu. On dört köyü olan bir Zaza Ağası Baki Amca’nın dört çocuğunu üçüncüsü. Babası, - onun deyimiyle- ‘tam bir Züğürt Ağa’ymış; merhametinden on dört köyün arazisini de dağıtmış, sıfırı tüketmiş. Yandaki vilayet Elazığ’da Şeker Fabrikası varmış. Orada bir bekçilik kadrosu boşmuş. Pertek’in ağası Şeker Fabrikası’na bekçi olarak girmiş, dört çocuğunu bekçilikle büyütmüş. Hepimizin babaları gibi bir kahraman baba yani. Osman Abi, Elazığ Mühendislik Fakültesi’nden inşaat mühendisi olarak mezun olmuş. İki yıl kadar yapmış mühendisliği. Sonra Adapazarı’na yerleşmiş. Geliş o geliş. Kırk küsur yıldır Adapazarı’nda yaşıyor. Demircioğlu Ailesi’nin de damadıdır. Makbule Ablamızı da ayrı bir severiz. Osman Abi, bir daha da İnşaat mühendisliği yapmamış, daha çok yayıncılık ve karikatürle geçinmiş. Bir ayrıntı daha, Osman Abi’nin İnşaat mühendisliği günlerinden bir sınıf arkadaşı da kahramanlık türküleriyle ünlü Türk Halk Müziği sanatçısı Esat Kabaklı’dır.
Karikatür eğitimini nasıl ve kimden almış?
Lise yıllarından itibaren de hep resim ve karikatür çiziyormuş. Liseyi bitirdiği sene dönemin ünlü dergisi Gırgır’a çizgilerini göndermiş. Oğuz Aral ‘İstanbul’a geldiğinizde bana uğrayın’ diye yazmış dergisin bir sonraki sayısında. Yaz tatilinde İstanbul’a bir akrabasına misafirliğe gelmiş Osman Abi. Ünlü çizer Oğuz Aral’a gitmiş. Çizdiklerini beğendiğini söylemiş. Biraz da teknik göstermiş. Boya kâğıt kalem hediye edip ‘çiz bana getir’ demiş. Bir nevi ödev vermiş. Getirmiş. Ödevleri dergide yayımlanmış. Osman Abi ilk telif ücretini de böylece Gırgır’dan kazanmış.
Osman Suroğlu’nun karikatür dünyasındaki yeri nedir diye soracak olsam?
tanınmış karikatüristlerinden elbette. Herhalde ülkemizin en tanınmış on beş - yirmi karikatüristinden birisidir. Ama onun asıl ünü yurt dışında.
Bu çelişkili bir durum değil mi?
İlk bakışta çelişkili gibi durum. Ama işin aslını öğrenince değil. Osman Suroğlu’nun uluslararası altmıştan fazla ödülü var mesela. Türkiye’den aldığı ödül sayısı ise beşi geçmez. Bunun sebebini şöyle izah ediyor Osman Suroğlu: ‘Ülkemizde Türk Karikatürcüler Derneği var. Sosyalist bir yapılanma. Onlara üye olmayanlara kolay kolay ödül vermiyorlar. Önceleri Türkiye’deki yarışmalara de eser gönderiyordum. Baktım bana ödül verdikleri yok, hep ödüller kendi üyelerine. Ben de yurt dışı yarışmalara gönderdim o gün bugün. Hamdolsun dereceler mansiyonlar sergilemeler sayısı yetmişe yaklaştı. Çünkü yurt dışında esere ödül veriyorlar, bizdeki gibi siyasi kimliğe değil.’
Birkaç ödülünden de söz etseniz?
Aldığı ödül sayısı, yaşı kadardır. Hatta fazladır bile! Hemen hepsi de uluslararası ha! Casino Beringen Uluslararası Karikatür Yarışması Birincilik Ödülü (Belçika-1993), Yomiuri Karikatür Yarışması Şeref Madalyası (Japonya-1996), World Fastest Clown Yarışması’nda Mansiyon (ABD-2001) ve Cestne Uznanie Karikatür Yarışması Üçüncülük Ödülü ve Mansiyon (Ukrayna-2003), ödüllerinden bazıları… Sorarım arada sırada: “Var mı yeni ödül ağabey?” Hafif kızaran yüz, mahcup bir sesle cevap verir: “Uganda’dan bir mansiyon geldi geçen hafta”, “Bir eserim Romanya’da şeref madalyasına lâyık bulundu.” Mübalağa yapmıyorum. Bunlar aynıyla vakidir.
Kişisel sergi sayısı da kırkı geçmiştir ömrühayatında. Ama onu en çok mutlu eden sergisi, 2015’te Filistin’de, Ramallah’ta açtığı “Çizgilerle Kardeşlik”tir hiç kuşkusuz. Ömrü dostluk, kardeşlik, sevgi tohumları ekmek ve onları yeşertmek çabasıyla geçmiş bir el, bir kalp, bir çizer için, İslâm âleminin en trajik, en dramatik, en kan damlayan ülkesi Filistin’de kardeşlik çağrısı yapmaktan büyük mutluluk, büyük onur, büyük gurur olabilir mi?
Bir portre yazarı olarak size ‘Osman Suroğlu nasıl bir portredir’ diye sormak istiyorum?
Tek cümleyle bir muhabbet fedaisi. Gönül adamı. Kırk yıldır çizgiyle şiirler yazıyor o. Diğer bir ifadeyle şiirler çiziyor. Bir yılda yüz şiir kitabı okuması da bu tespitimi destekleyen bir başka özelliği. Kalbindeki arı duruluk eserlerine de yansıyor elbette. Onun karikatürlerinde Elazığ yok, Adapazarı yok, Marmara yok, Türkiye yok, 20. yüzyıl, 21. yüzyıl yok. Onun eserlerinde zaman ve mekân neredeyse hiç yok. Peki, ne var? Hep bir insan var. Daima insan var. Mütemadiyen insan var. Hak hukuk onun hayatında en önemli konudur. Çizgileriyle dünyadaki haksızlık ve adaletsizlikler savaşır durur: Sık sık ‘hakkını veremedim, hakkınızı helal edin’ sözünü söyler. ‘Karıncaezmez Osman’ dense yeridir halbuki. İtiraf ediyorum, onunla çalışmak, onunla dost olmak, onunla yakın olmak, “Allah’ın insanlara bir lütfudur.” Ne bir kapris bilir, ne bir savsaklama yapar, ne bir atlatmada bulunur, ne bir dalavere çevirir. Protokol ve prosedür nedir, bilmez. Herkese ve her keseye aynıdır! Özü, sözü, gözü ve çizgisi bir adamdır Suroğlu. Hep bir suskun, hep bir ciddî, hep bir ölçülü, hep bir saygılıdır… Ama iyi espriye rastlarsa da dolu dolu güler. Unutmadan; az konuşan ama çok gülen adamdır o. Kaliteli espri görmesin, üç gün üç gece değil ama inanın üç dakika keyifle güler. Gülmenin yakıştığı adamlardandır.
Bu konuda bir anınızı rica etsek?
O kadar çok anı var ki. İnanın kitap olur. Hadi birini anlatayım: Yine bir gün, onu ofisinde ziyaretimde kulaklarının rahatsızlığından yakınıyordu bedbin bir yüz ifadesiyle: “Fahri kardeş (bütün dostlarına, isimlerine “kardeş” kelimesini ekleyerek hitap eder), kulaklarımdan rahatsızım maalesef! Doktora gittim, birçok iğne, ilaç verdi.” Kontratağa geçtim ben de: “Kendi hatandan ağabey! Kendin ettin kulaklarını böyle. Az bile sana!” Şaşırmıştı, “Nasıl yani?” diyebildi. Merakla, sözlerimin devamını bekliyordu. Devam ettim: “Bir ömür sustun, konuşmadın. Hep dinledin. Hep kulaklarını kullandın. Onlar da çok ve hor kullanılmaktan, sonunda böyle hasta oldular işte!” Hilafsız, beş dakika güldü. Çok mutlu oldu. Hastalığını da unuttu gitti. Şimdilerde ne zaman “Kulakların nasıl ağabey?” diyecek olsam, muzip bakışlarıyla “İyi, iyi! Şükür” sözü ve altmış saniyeden aşağıya kalmayan gülüşüyle karşılaşıyorum.
Osman Suroğlu ile başka ilginç anınız var mı? Bir tane daha rica etsek?
2003 Ekim ayı. Irmak Dergisi olarak bir akşam, Cumhuriyetin 80. Yılı nedeniyle Sakarya Fen Lisesi’nde ‘Cumhuriyet ve Sanat’ panel düzenlemiştik. Paneli ben yönetiyordum, Tarihçi Mustafa Turan, Ressam Mustafa Tömekçe, Fotoğraf sanatçısı Hüsnü Gürsel ve Karikatürist Osman Suroğlu da konuşmacılarımızdı. Dönemin Sakarya Valisi Cahit Kıraç, günün il milli eğitim müdürü, okulun müdürü ve yüzlerce yatılı öğrenci izliyordu. Sıra Osman Abiye gelince, her zamanki gibi konuşmadı, ödüllü karikatürlerini yansıttı. İçlerinde açlıkla ilgili bir karikatür öğrencilerden büyük alkış alınca Vali Cahit Bey okulun müdürüne döndü: ‘Anlaşılan çocuklara yemekler az geliyor. Yemekleri yüzde elli artırın’ talimatı verdi. Büyük bir alkış daha koptu. Anlayacağınız, Osman Suroğlu’nun açlıkla ilgili karikatürü önce Fen Lisesi öğrencilerinin karınlarını doyurdu.
Siz uzun yıllar Osman Suroğlu ile birlikte Irmak Dergisini de çıkarttınız değil mi Fahri Abi?
Evet. Doğru. 17 Ocak 2001’de ilk sayısını yayımladık aylık Irmak kültür sanat dergisinin. Tam on bir sene, 132 sayı çıkarttık, bir grup arkadaş. Irmak’a çok kişinin katkısı vardı. Çok kişinin emeği var o başarıda. Ben genel yayın yönetmeniydim, Osman Suroğlu da genel sanat yönetmeni. Büyük yük ikimizin üzerindeydi. Her zaman ilk o gönderirdi kapağı ve yazısını. İnanılmaz disiplini ve görev adamıdır. Tabii yazı toplamak zordur. Düzenli aylık dergi çıkartmak çok zordur. Hele de Anadolu’da. Yazılar geciktikçe Osman Abi toplantılarda ‘Bu dergi çıkmaz zannetmeyin. Yeri gelirse Fahri Kardeş yazar, ben çizerim, Irmak gene çıkar’ derdi. Hakikaten de 75. Sayıyı ikimiz çıkarttık. 32 sayfa. Ben her sayfada, bir yazarımızın on beş cümleyle portresini yazdım, Osman Abi de çizdi. Dergi bir çıktı. Millet şoke tabii. Sonraki ilk toplantıda Osman Abi ‘gördünüz işte, ben dememiş miydim hiç kimse yazı vermese Fahri Kardeş yazar ben çizerim, dergi gene çıkar diye. İşte gördünüz’ deyince kahkahalar sardı dört bir yanı. Osman Abinin unutulmaz esprilerindendir.
Başka hangi karikatüristleri tanıdınız hayatınızda abi?
Karikatürist Sami Caner Ağabey de dostumdur. Osman Abi gibi o da önemli ve değerli bir Türk çizeridir. Adapazarlıdır. Uzunca yıldır İstanbul’da yaşamaktadır. Türk Karikatürcüler Derneği üyesidir. Sanıyorum yaşları da yakın. Sami Abi, Osman Abiden üç dört yaş büyüktür. İkisi iyi de arkadaştırlar. Ben Büyükşehir Kültür Dairesi Başkanıyken ikisine ortak sergi de açmıştım. İnanç ve siyasi açıdan Osman Abi ne Muhafazakâr ve inançlıysa Sami Abi ise aynı ölçüde sosyalisttir. Dünya görüşleri taban tabana zıttır. Ama dünyadaki haksızlıklara karşı ortak bir mücadele içindedirler. Burasını takdir etmeliyiz. Sami Caner, çok sakin, çok saygılı, çok az konuşan, çok kontrollü biridir. Çok insan içine çıkmaz. Çok yakınları dışında pek kimseyle görüştüğünü sanmıyorum. İçe kapalı dışa açık bir dünyası var gördüğüm kadarıyla. Sevdiğim sanatçılardandır Sami Abi de.
Osman Suroğlu ile Sami Caner’e sağlıklı huzurlu nice eser ve ödüllü seneler diliyorum.
Altmış yıllık ömrümün zenginliği ve güzelliği iki ağabeyimdir onlar. Hep var olsunlar.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.