- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
PROF. DR. MUSA KAZIM ARICAN: İSLÂM İLİM VE TEVHİT MERKEZLİDİR
12 Şubat 2022 tarihinde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi tarafından “Uluslararası İslam Araştırmaları Kongresi" gerçekleştirildi.
22 Şubat 2022 Salı 14:31
Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Kâzım Arıcan, "İslâm Dünyasında İlmin Dünü, Bugünü ve Geleceği" konu başlıklı konuşmasıyla kongrenin açılış konferansını gerçekleştirdi. Konuşmanın tam metnini yayınlıyoruz.
Bir açılış konferansında çok da uzun olmamak kaydıyla şöyle genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım. Konu başlığı çok farklı şekilde ele alınabilir, bunlar bilinen şeyler aslında. Ben bir hasbihal, belki bir dertleşme olarak birkaç hususu dile getirmek istiyorum bu vesileyle. Benim de naçizane kaleme aldığım, ama hiç yayınlama imkânı bulamadığım İslam ve Batı bilim ilim anlayışları mukayesesini ele aldığım ve sürekli de güncellediğim bir yazım var. Belki bilmiyorum bu sempozyumun kitaplaşması sürecinde onu da bir konuşma metni olarak koyabiliriz diye de düşünüyorum.
Tabii burada konuşulacak konunun birçok boyutu var, çok farklı şekilde ele alınabilir ama ben birkaç hususu dikkate alarak ve günümüz açısından, özellikle bundan sonrası için ne olmayı konuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Tabii bu sorunları tartışan insanlar olarak belki sorumluluk makamlarındayız, şu an yapacağımız bazı işler var ama tek başına çözülecek de bir mesele değil. Bunun bir kültüre dönüşmesi, bir ortak zihne, belki kapsamlı bir ortak akla dönüşmesi de gerekiyor.
Geldiğimiz tarih itibariyle Dünya’nın gidişatında özellikle bilimin geleceği meselesine baktığımızda, aslında çok iyi bir gidişatın olmadığını görüyoruz. Bu Batı literatüründe de tartışılan bir konu. Benim de naçizane doktora programlarında güncel felsefi sorunlar dersinde bilimin geleceği, geleceğin bilimi, felsefenin geleceği, geleceğin felsefesi konularını tartışırken Michio Kaku diye bir fizik profesöründen çok yararlanıyorum.
Özellikle geleceğin fiziği, zihnin geleceği konularında çok önemli hususları ele alıyor. Bu eserlerin bir kısmı da Türkçeye çevrildi. En nihayetinde şunu söylüyor; 2100 yılına kadar bilimsel anlamda, yani bu teknolojik gelişmeler, robotik gelişmeler konusunda yapılanların birçoğu aslında test edildi ve hazır, bunların birçoğunda ben de bulundum, diyor. Bu adam fütürist değil. Michio Kaku, Japon asıllı Amerikalı bir fizikçi. Ben biraz bizim Cabir bin Hayyan’a benzetiyorum. Cabir bin Hayyan, bildiğiniz üzere, simya ve kimya ilminde 17. yüzyıla kadar çok etkili olmuş bir isim.
Kaku bu çalışmaların birçoğunda bulunmuş ve 2030, 2040, 2050, 2060’da neler olacağını ve bunların hangi gelişmeler olduğunu ki yakın zamanda olacakları da dile getirmektedir. Tabii bazıları çok abartılı gelecek hususlar, ama yaş itibariyle bizler sanırım 80’lerde bugün elimizde olan akıllı telefonları ya da internetteki bu imkânları herhalde konuşacak olsaydık deli saçması şeyler derdik.
Kaku en nihayetinde şunu söylüyor ve 2100 yılından bir kesit sunuyor; Asimo tarzı bir şahsın bir gününü anlatıyor. Artık tamamen çipten müteşekkil, tüm mailleri buradan okuduğu, birçok dili artık buradan öğrendiği, ulaşımı uçan bir araçla yaptığı gibi sabah uyandığında tüm sağlık verilerini duvarda gördüğü, lavaboya gittiğinde tüm testlerinin yapıldığı bir hayat yaşıyor. Ama en nihayetinde şuraya geliyor; tüm bunlar olurken bilimin ahlakiliği ve bilimin merhameti ne olacak? Bu gidişat insanlığı korkunç bir noktaya götürüyor ve Dünya’yı artık yok etmeye doğru gidiyor. Bunu yine İngiliz fizikçi Stephen Hawking, o da biliyorsunuz bu konulara çok kafa yordu, Ceviz Kabuğunda Evren diye Türkçeye de çevrilen eserinde ele aldı ve şunu söyledi: Yapay zekâlar insanlığın sonunu getirecek.
Tabii yapay zekâlar konusundaki gelişmeleri çok yakından izliyoruz. Özellikle işte bugün Metaverse’i konuşuyoruz, Metaverse’te artık birçok evren parselleniyor, işte haccın Metaverse aracılığıyla yapılacağı gibi konuların konuşulduğu bir dünyadayız. Ama tüm bunlar yapılırken bilimin ahlâkiliği, bilimin merhameti ve insanlığı nereye götüreceği konuşulmuyor. Tabii bununla beraber KBRN dediğimiz kimyasal, biyolojik, nükleer ve radyoaktif silahlar, tehditler ve ajanlığı Dünya’yı yok edebilecek boyutta hususlar.
Tüm bunlar dikkate alındığında, evet bilimsel anlamda insanlık çok ileri bir noktaya gidiyor, robotik gelişmeler çok ileri noktalara gidiyor ama bunlar insanı yaşatmaya matuf mu, daha insani bir hayat bize sunuyor mu, daha yaşanabilir bir Dünya sunuyor mu? Tüm bu sorular aslında bu bilimsel çabaları yapan bilim insanları tarafından da sorgulanmakta ve sonucunun nereye gideceği kestirilememekte.
Şimdi buradan İslam dünyasındaki ilme geçmek istiyorum. Tabii ilim kavramını kullanıyorum nitekim bilimden farklı olduğunu düşünüyorum. Science dediğimiz bilim -işte Hasan Hocam, Hüseyin Hocam biraz çerçevesini çizdiler- aslında ilim kavramını asla karşılayamayan bir kavram. Science kelimesi belki, bilmiyorum, bizdeki el-ilim’e karşılık gelmiyor, Batı’daki wisdom kısmen belki buna mukabil olabilir. Ama science dediğiniz kavram aslında tamamen beşeri olanı inceleyen, deney ve gözlemi konu edinen, aşkın olanla bağlantıyı koparan bir kavram. Belki ta 15-16. yüzyılda Descartes’a kadar giden, mekanik evren anlayışına dayanan bir anlayış. Descartes’ın “İnsan tabiatın efendisi ve sahibi olacaktır”, Doktor Faustus adlı eserinde Marlowe’un “Ey insan, güçlü beyninle sen tanrılaşacaksın” ve Elon Musk’ın “Biz Tanrıyı tedavülden kaldıracağız” ifadeleri -tabii ne kadar doğru bilmiyorum- bilimin aşkın olanla bağlantısını koparan tarafını gözler önüne sermektedir.
19. yüzyıl mantıkçı pozitivizmiyle artık zirveye ulaşan ve ahlâkı, maneviyatı, kutsalı bir yerde incelemenin dışında tutan bir bilim anlayışı, bizim Kurani anlamdaki el-ilim kavramı değildir. Bugün aslında yaşanan sorunlar, en başta söylediğim insanlık krizi haline gelen nokta, belki de böyle bir kopukluktan, özellikle 19. yüzyılda zirveye ulaşan o mantıkçı pozitivizmle bence ete kemiğe büründü. Belki bugün bunun hesaplaşmasını yapamadık. Hüseyin Hocamın söylediği, belki bugün İslam ilimleri… Ben İslami ilim kavramını kullanmamaya çalışacağım. İslam ilimleri, aslında temel İslam bilimi diyoruz ya da dini bilimler diyoruz; bu kullanımların doğru olduğunu düşünüyorum.
Yani biraz aslında İslam ilimleri dediğimiz alanın da çok iyi bir tahlilini yapmamız, geldiğimiz nokta itibariyle bir taraftan da bu geleneğimizi de iyi bir şekilde masaya yatırmamız gerektiğini düşünüyorum. Yani burada bir daralmanın olduğunu, ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik, yani ahlâki anlamda aslında bir krizi de yaşadığımızı düşünüyorum. Tabii bunların nedenleri çok boyutlu. Ben uzun uzun onlara belki girmeyeceğim ama bunlara da bazı noktalarıyla işaret edeceğim.
Tabii bu anlamda çok erken dönemden başlayan İslam ilimleri, yani ilim dediğimiz şeyin ne olduğuna dair çok bilgiler var, malumatlarımız var. Şunu biliyoruz: Aslında İslam bir ilim dini, yani İslam-ilim eşitlemesi bile yapılabilecek düzeyde. Hatta bu anlamda İslam medeniyeti dediğimiz medeniyetin bir ilim medeniyeti olduğunu biliyoruz. Hasan Hocamın da işaret ettiği, aslında ilim, el-ilim Allah’ın ilim sıfatının bir yansıması. Tabii biz el-Âlim olarak Allah’ı her şeyi bilen, âlim-i mutlak olarak telakki ediyoruz.
Ama bununla beraber insan bu ilimi alabilen ve bunu öğrenebilen bir varlık ve el-Âlim diyoruz ya da âlim ayrımı yapıyoruz. Allah-u Teâlâ’ya Âlim derken, insana da âlim diyoruz. Ama tüm bu bilimlere, bilgilere sahip olsa da insan ki bizim âlimlerimiz ne kadar çok yazsalar da, ne kadar çok derinlikli yazsalar da en nihayetinde “…” demişlerdir. Ama ne kadar öğrenilirse öğrenilsin insana bir mütevazılık vermiştir, insanı kibre değil, bir egoizme, bir enaniyete, bir narsisizme götürmemiştir. Bilakis ne kadar az bildiğini insana hissettirmiştir. Ama bilim dediğimiz gelenekte insan bildikçe aslında bir kibre ve enaniyete girmiştir.
Tabii tüm bunları dikkate aldığımızda ilmin önemi, Kuran’da 750 yerde ilme işaret eden hususları dikkate aldığımızda, İbrahim Suresi 24-25. ayette bir ilim ağacı benzetmesi yapıldığı dikkate alındığında ortaya çıkıyor. Hepimizin malumu olduğu üzere İslam’da ilme verilen önem aslında Kuran’dan kaynaklanmaktadır. Allah’ın o Âlim olmasından, ilmin doğrudan kaynağının Allah olmasından kaynaklıdır.
Tabii bu anlamda İslam’da ilim tevhit merkezlidir aslında, tüm ilim anlayışları en nihayetinde insanı tevhide de götürür. Ne kadar farklı dallara gitse de bunların insanı Allah’ın o birliğini ve tüm ilimlerin Allah’ta buluştuğunu bir anlamda bize hatırlattığını biliyoruz.
Tabii ben birkaç hususa işaret ederek konuşmamı toparlamaya çalışacağım. İslam’da ilmin önemine dair birçok hususlar var, onlara girmeyeceğim, Hasan Hocam bir kısmını işaret etti. Âlimin mürekkebinin tartıda şehidin kanından ağır bastığı gibi gerçekten ilme verilen önemin çok yüksek olduğu, ilmin abiden, ibadetten daha önemli olduğu hepimizin malumu. Ama burada bir hususu dikkate alacağım. Mesela, İslam geldiğinde cahiliye dediğimiz bir çağ var ve cahiliyeyle mücadele ediliyor. Aslında ilmin zıttı cehle ve cehl kavramı değil, malumlarımız olduğu üzere, aslında el-ilim kavramı. Belki cehle fiilinin Alime’nin değil de Halume’nin zıttı olduğunu biliyoruz. Yani belki bugün yaşadığımız sorunlara işaret anlamında her ne kadar bilimde ilerleme sağlasak da sıkıntı…
Aslında bugün insanlığın ilim anlayışına ihtiyacı olduğunu, bu anlamda Dünya’ya söyleyecek çok sözümüz olduğunu düşünüyorum. Buna bir işaret etme anlamında cehl kavramının aslında yanan bir öfke alevi, el-ilmin de bu tür cehil kavramının zıttı olduğunu, el-ilmin bir sükûnet, kendine hâkim olma, teenni ile karar verme anlamını taşırken, cehlin öfke ile hareket etmenin sonunda bir yanlışlığa düşme ameliyesi olduğunu görüyoruz. El-ilmin aslında bu anlamda bir vakar sahibi olmayı ama cehlin öfkeyle hareket etme sonunda bir zulme dönüştüğünü biliyoruz. Dolayısıyla, ilimler sınıflandırılması konusunda, Hasan Hocam Gazali’nin ilimler sınıflandırmasından bahsetti, aslında bizim geleneğimizde Kindi ile başlayan, Cabir Bin Hayyam’ın Kitabul Hudud eseriyle devam eden birçok ilimler sınıflandırması mevcuttur. Ama bu anlamda en önemli tasnif yapanların bir tanesi Farabi’dir, İhsa-Ul Ulum hepimizin bildiği üzere…
Aslında Farabi’nin ilimler sınıflandırmasına baktığımızda muazzam bir tasnifi görmekteyiz. Belki bu anlamda bizim bugün modern bilimler dikkate alınarak, dünyanın geldiği bu noktayı ve bundan sonraki geleceği dikkate alarak yeniden bir ilimler sınıflandırması yapmamız da belki zaruridir. Farabi’nin kısaca mantık, talini ilimler, ilahi hayat ilimleri, metafizik ilimler ve medeni ilimler olarak özetleyeceğimiz ama bunu bir uruç olarak, bir tekâmül olarak, bir insan-ı kâmil olma süreci olarak tasnif ettiğini görüyoruz. Yani bunlar fikir olarak bugünkü 19.yüzyılın mantıkçı pozitivizmi ile kompartımanlara ayrılmış bir bilimler sınıflandırması değil. Aslında bir merdiven, bir uruç olarak, yani ilim bir dille, dil aslında araçtır, akabinde mantık, tutarlılık…
Tabii bir mantık felsefesi, düz bir mantığı kast etmiyor. Neden ilim öğrenmemiz gerektiğinin aslında gerekçeleri... Tabii talimi ilimler, pratik ilimler, birçok tasnifler var. Ama ben Farabi’nin bize çok daha bütüncül bir takdim yaptığını düşünüyorum. İşte bugün fizik, kimyayı, tıbbı, mühendisliği, fenni içine alan, daha sonra işte metafizik ilimler, ilahiyat ilimleri, daha sonra medeni ilimler... İşte ahlak, siyaset, fıkıh, felsefe, belki kısmen Aristo’ya da işaret eden prote filosofia yani ilk felsefe dediği metafizik olarak en zirve ilim, ilahiyat ilmi. Tabii bunun bir bütünlük sağladığı açık.
Bugün Batı’da artık Amerika’da 19.yüzyılda dağıtılan bir anlamda paramparça edilen ilimleri, disiplinler arası ilişkiler ya da multidisiplinler diye bir ilişki kurmaya çalışılıyor. Bugün İslam ilimleri dediğimiz ilimler arasında bile o kopukluğu gördüğümüz, disiplinleri ayırırken neredeyse birbirinden artık fiziki olarak uzaklaşan, bizim de etkilendiğimiz bir yapıyı, bugün pandisiplin diye tüm ilimleri buluşturma çabasını aslında Farabi’de ilimler sınıflandırmasıyla bir bütün olarak görüyoruz.
Şimdi tabii buradan baktığımızda ilim bize bir basamak. Bu anlamda baktığımızda İslam ilim zihniyeti diyeceğimiz bir önemli kavramımız da var. Aslında Kuran’a dayanan ki bizim tüm felsefecilerimiz önce Kuran’ı ezberleyerek, hıfızla başlamışlardır ve belki Kurani ilimleri, temel İslam bilimlerini öğrenerek, bir bütünlük içerisinde tüm ilimlerle iştigal etmişlerdir. Bir ayrım söz konusu olmamıştır. Ve bu anlamda ilim, irfan, hikmet ve el-ilim, aslında buradaki işte cehlenin karşılığı olan el-ilim, en nihayetinde ilmin bir hayat biçimine ahlaka dönüşen, bir vakara dönüşen tutumu olduğunu görüyoruz. Tabii bu anlamda Kuran merkezli ilim anlayışında ilmin bilinmesi gereken her şeyi öğrenmek, türüne bakılmaksızın bilinmesi gereken her şeye ilim denildiğini de aslında biz biliyoruz, görüyoruz. Dolayısıyla, âlim cahil olmayan kişiden öte, aslında ahlâk, metafizik, fıkıh, dil bilgisi, mezhep, ekoloji, astronomi gibi işte tam da Farabi’nin o ilimler sınıflandırmasında yaptığı gibi tüm ilimleri bilen insandır.
Bir de çok tartışması yapılan bir husus ki İslami ilim kullanımını bu anlamda bir nispet, belki daha özelde tefsir, hadis, fıkıh, kelam, akait gibi ilimleri tanımlama anlamında bir kullanım yapıyoruz. Ama sanki diğer ilimlerin gayri İslami olması gibi anlaşılmamasına meydan vermemek için İslam ilmi kullanımı daha doğrudur. İşte Sayın Rektörümüz siyaset bilimci, zaman zaman biz arkadaşlarımız arasında da bu tartışmaları yaptığımızda hep şunu diyorlardı: Tıp ilmiyle, hekim hocamızla biz gayri İslami bir işleme uğraşıyoruz, iştigal ediyoruz gibi bir anlam doğmaması adına ben İslam ilimleri, yani temel İslam bilimi kullanımının daha yerinde olduğu kanaatindeyim.
Bu anlamda aslında tüm bu işlerde yani bir mühendislik ilmiyle, bir siyaset bilimiyle, bir fizik ilmiyle, bir tıp ilmiyle uğraşan insanın da aslında tevhit ilkesi bağlamında, Kuran’ın ilim zihniyeti bağlamında hareket ettiği sürece aslında bir İslam ilmi yaptığını düşünüyorum. Mesela benim daha özelde alanım din felsefesi. Din felsefesiyle, dinî felsefesinin birbirinden ayrıldığını düşünüyoruz. Dinî felsefe daha özelde bir dini merkezi alarak bir felsefe yapar. Ama din felsefesi deyince dinler felsefesini kast ettiğimizi biliyoruz. Bu anlamda ben İslam ilmi gibi bir kullanımı ve bir Müslüman ilim insanı dediğimizde aslında tevhit ilkesi bağlamında, Kuran’ın o ilim zihniyeti bağlamında hareket eden tüm bir insanı canlandırıyorum.
Yoksa sadece namazını kılan, abdestinde olan, orucunda olan bir insan, Müslüman bir fizikçi, Müslüman bir tıpçı anlamını kast etmediğimizi biliyoruz. Tabii mantıkçı pozitivizmin bize giydirdiği bir gömlek var. Yani bir anlamda laboratuvara girerken bazı kimliklerinizi dışta bırakacağınız, sanki bilim yaparken bazı şeyleri dışlamanız gerektiği gibi bir düşünce var. Mantıkçı pozitivizm; metafiziği, ahlâkı, dini hatta birimlerini, hatta aşkın olanı, kutsal olanı dışlamıştı.
Bu anlamda zaman zaman şu ikilemleişıyoruz: Hâlâ kafa karışıklığının olduğunu biliyoruz, bazı Müslüman coğrafyada da bilim yapan insanların, bilim yapmanın aslında Batılı tarzdaki bilim kurallarıyla, paradigmasıyla yapılabileceğini, aslında çok hassas bir İslami hassasiyeti, bu değerlere bağlılığı olmasına rağmen yapmış olduğu bilimde İslam ilim zihniyetini ya da Kuran zihniyetini bir anlamda hiç dikkate almayan bir paradoksun, bir çelişkinin, bir bölünmenin yaşandığını düşünüyoruz.
Diğer taraftan, İslam ilimleri dediğimiz ya da ilahiyat dediğimiz genel ilimlerin de aslında buradan etkilendiğini görüyoruz. Yani İslam ilimleri dediğimiz temel İslam bilimleri ya da dini ilimler dediğimiz ilim alanlarında da mantıkçı pozitivizmin paradigmalarıyla bakış açılarının söz konusu olduğunu da görüyoruz maalesef. Bu anlamda çok kaba, neredeyse çekiçle, örsle bir saati tamir etme ya da bir züccaciye dükkânına elimizde bir çekiçle girmek gibi bir tablonun bu ilim dünyasında da var olduğunu görüyoruz. Tabii bu anlamda her şeyden önce İslam ilim anlayışının, ilimle hikmeti, irfanı asla birbirinden ayırmadığını ve bunları ayrı ayrı kaplara koymadığını biliyoruz ve görüyoruz.
İslam ilim zihniyeti aynı zamanda vahiy merkezli, vahiy kültürüyle muttasıf bir ilim anlayışıdır. Aslında zaman ve mekânı aşan bir akıl, metafizik bir akıl bize sunduğunu biliyoruz. Ben bu anlamda tarihimizdeki o aydınlanma dönemi dediğimiz 8. yüzyıldan sonra ki o 13.yüzyıla kadar zirve yapan İslam medeniyetinin aydınlanma döneminin ilim erbabının, işte Cabir bin Hayyan’ı, Biruni’yi, efendim Heysem’i, Razi’yi, İbn-i Sina’yı dikkate aldığımızda aslında tam da bu şekilde hareket ettiklerini ve bir ayrım yapmadıklarını düşünüyorum.
Temel felsefelerinin şu olduğu kanaatindeyim: Aslında en erken dönemden itibaren…
Tabii altını çizmem gereken bir husus da bir ayrım yapılmaksızın aslında tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi bize özgü kavramların, çağın gerektirdiği ya da o gün yaşanan sorunları çözmeye matuf bir disiplinler teşekkül edildiğini görüyoruz. Ama bugün biz bu ilimlere İslam kelamı, İslam fıkhı, İslam tasavvufu deme zarureti hissediyoruz.
Bugün bir ilahiyat ya da İslami ilimler fakültemizdeki bir hocamızın ki ben birçok anlamdaki eserleri de incelediğimde hep üzülerek gördüğüm bir durum var ki maalesef tasavvuf kavramımız dururken, yani alanım olmamakla beraber ama belki bir bilim felsefesi bağlamında baktığımda üzülerek şunu görüyorum ki İslam mistisizmi kavramı kullanılıyor. Hatta elimde bir kitap var, kitabı göstermeyeceğim ama bir tasavvuf hocamız şöyle bir kavram kullanıyor, diyor ki “Muhasebe’nin çağdaşı olan teosofik mistisizmin babası Zünnûn el-Mısri’dir.” Yani ne demek bu teosofik mistisizm? Ben bu anlamda aslında kendimizi bir sorgulamamız gerektiğini, bu mantıkçı pozitivizmin ciddi bir tesirinden hepimizin etkilendiğini düşünüyorum.
Saf olarak bakan o erken dönem, o İslam âlimlerinin baktığı gibi ki ben bu anlamda tefsir, hadis, fıkıh, kelam tabirlerinin, akait kavramlarının, tasavvuf kavramlarının muazzam bir tanımlama olduğunu düşünüyorum. Neden biz buna bir İslam nitelemesi yapma ihtiyacı duyuyoruz? Zaten bu, bu geleneğe ait bir kavramdır. Neden bir totolojiye girişiyoruz? Ben bunun bir totoloji olduğunu düşünüyorum.
Tabii ikinci bir husus, Gazali’den bahsetti Hasan Hocam, belki çok erken dönem diyeceğimiz bir dönemde İhyâ'u Ulmû'id-Din yani dini ilimlerde bir ihya, bu ilimler konusunda zihnimizi yeniden belki çağın gereğine göre düzenleme ihtiyacını duydu. En son belki de Muhammed İkbal’de İslam’da dini düşüncenin yeniden teşekkülü kavramını görüyoruz. Yani bugün aslında İslam ilimleri anlamında ve çağın sorunlarını çözme ve çağın sorunlarına çözüm üretebilme anlamında neredeyiz, ne yapıyoruz sorusunu soracağımız bir süreci de yaşamamız gerekiyor. Ki ben sempozyumun inşallah buna bir başlangıç olmasını ve bundan sonra belki çalıştaylarla bu sorgulamaları yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Erken dönem ilim zihniyetinde ben saf bir şekilde tamamen işte o Kurani ilim zihniyetiyle kendi kavramlarımızı oluşturarak ve en önemli hususun da işte hepimizin malumu coğrafyaların gelişmesi, yeni fütuhatlarla aslında bir çözüm çabası olarak bu ilimlerin teşekkül ettiğini düşünüyorum.
Akabinde, bu İslam dünyasına işte antik Yunan’ın o ilim anlayışı, işte Süryaniceden gelen çeviriler, Beytül Hikmelerle gelen süreci de şöyle görüyorum ki özellikle Kindi’yle, Farabi’yle başlayan, İslam dünyasının dışındaki ilimleri, bilgileri alıp ilim tasniflerinde şerri ilimler, dinî ilimler, daha sonra akli ilimler, felsefi ilimler ayrımı biraz da bu buluşmalarla oluştu.
Ama burada da şunu görüyoruz ki bunlarla bir hesaplaşma ya da bunları bir hazmetme ama Kuran ve sünnet perspektifinde hazmettikten sonra özgün tasavvurlar ortaya koyulmuştur. Farabi’den söz ettim, İhsau'l-Ulum, Farabi’nin çok özgün ilimler ortaya koyduğunu biliyoruz. İşte Medinetü'l-Fazıla’sı, Es-Siyasetü'l Medeniye’si, Tahsilu's-Sa'ada’sı… Bence tamamen artık bu hazmı yapıp kendi o İslam ilim zihniyetiyle bunları ortaya koymuştur.
Son cümlelerimi şöyle bağlamak istiyorum: Bugün ve bundan sonrasına ilişkin İslam ilimlerinin geleceği ne olmalı ya da tavrı ne olmalı? En başta işte bir defa şu tanımlamalar konusundaki ayrıntıları iyi ortaya koymamız gerekiyor, bu tahlilleri iyi ortaya koymamız gerektiğini düşünüyorum, yani kavramsal analizleri, tahlilleri iyi yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Özellikle sorunlarımız anlamında ontolojik sorunlar, epistemolojik ve aksiyolojik sorunlarımızı, ahlâki sorunlarımızı çok iyi tespit etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yani İslam ilimleri nedir, kapsamı nedir? İşte o İslam zihniyetiyle sorunlara eğilme…
İkinci olarak, çağın ve geleceğin sorunlarını dikkate alan bir perspektiften ilim üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bugün -Hüseyin Hocam da söyledi- bir tıkanmışlığa tekrarlar yapmak, belki tarihe, hep o tarihi atıflara bağlı kalmaktan kaynaklanan aynı sorun, diğer bilim geleneklerinde de var, yani bugün felsefede de var, Batıdaki bazı bilim geleneklerinde de var. Aristo’yu aşamayan, Spinoza’yı aşamayan bir felsefe tarihçiliğine bürünülmüş bir durum var. Her ilim dalında, bu sosyolojide, psikolojide, tarih alanlarında görülebiliyor.
Ben naçizane en erken dönemden itibaren İslam ilim çabasının aslında yaşanabilir bir İslam çabası bağlamında geliştiğini düşünüyorum ve bu anlamda bizim yaşanabilir bir İslam düşüncesiyle İslam ilimleri çabasını ortaya koymamız gerektiğini düşünüyorum. Bugün işte Metaverse’ten bahsettik, yapay zekalar konuşuluyor, robotik gelişmeler, işte ülkemizde hemen yakın zamanda konuştuğumuz enflasyon farkı, kur farkı ve bunlar dolayısıyla oluşan sorunlar var ama biz ortada yokuz.
Kovid-19 salgını çıktı, birçok şey söyleniyor ama İslam ilimleri anlamında evet, bir şeyler söyleyen hocalarımız var, bazı şeyler söylüyoruz ama bu konuda bununla bağlantılı üçüncü olarak çözüm sunma konusunda eksiğiz. Çözüm üretebilen yaşanabilir bir İslam, insanlığın sorunlarını ve bu sorunlara cevap üretebilen ve dünyayı mamur edebilmek anlamında ki İslam ilim düşüncesinde, İslam ilim zihniyetinde aslında yeryüzünü mamur etmek üzerine bir ilim anlayışı vardır ve insan halifetullahtır. Yani o anlamda bu görevi de yerine getirmek zorundadır ama bunu yaparken, bu çözümleri sunarken aslında bu çağın sorunlarını bilmek zorundayız. Ben biraz bu sorunlardan koptuğumuzu, kendi fildişi kulelerimizde olduğumuzu düşünüyorum.
Bu anlamda ilahiyat ve genel anlamıyla İslam ilimleri alanında, belki müfredat anlamında o bütüncül bakışı sağlayarak, Farabi’nin ilimler sınıflandırması gibi yeniden bir sınıflandırma yaparak temel iktisada giriş ya da ekonomiye giriş, sağlık bilimlerine giriş, teknoloji bilimine giriş gibi ilimlerin müfredatımızda olması gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’de ilahiyat disiplini, temel İslam bilimleri teşekkül edilirken aslında güzel bir tasnifin oturtulduğu kanaatindeyim. Temel İslam bilimleri, felsefe din bilimleri, İslam sanatları tarihi bölümlerimiz var. Aslında bir güncellemenin, yani Gazali’nin İhsau'l-Ulum-i Din dediği, Muhammed İkbal’in İslam’da dini düşüncenin yeniden teşekkülü dediği gibi aslında bizim bu çağın sorunlarını ya da gelecekteki sorunları daha iyi bilmemize de kaynaklık teşkil edecek en azından giriş kabilinden disiplinleri, müfredatımıza koymamız gerektiğini düşünüyorum.
Yani bilim için bilimin olmadığını biliyoruz. Evet, Kur'an-ı iyi biliyoruz, temel İslam bilimlerini, dini bilimleri çok iyi biliyoruz ama yaşanan sorunları hakkıyla biliyor muyuz? Sorunu bilmediğinizde, mahiyetini bilmediğinizde, içeriğini bilmediğinizde cevap üretebilecek mekanizmaları da tam anlamıyla oluşturamazsınız.
Gazali’nin filozofları eleştirisini biliyoruz, ben diyor buna eleştiri yapabilmek için önce filozofluğa kadar felsefe bilimiyle çalıştım… Peki, bu bir ilim eleştirisidir, bir ilim zihniyetidir, Gazali’nin eleştirileri o üç yerdeki… 19 yerdeki, 17 yerdeki… Hususlar ayrı bir tartışma konusu, o da zaten bana göre çok nazik, bir anlamda estetik bir adlandırma. Akabinde gelen İbn Rüşd’ün Tehâfütü't-Tehâfüt'ü tutarsızlığın tutarsızlığı adlandırması bile İslam ilim zihniyetinin ne kadar nezaketli, nezafetli olduğunu da gösteriyor.
Yine son olarak, tüm bunlar dikkate alındığında, aslında bizim temel İslam bilimleri ya da İslam ilimleri, ilahiyatlar anlamında dünyaya söyleyecek sözümüzün olduğunu düşünüyorum. Dünyanın aslında yaşanan sorunlarına en iyi çözümlerin İslam ilimleri perspektifinden, İslam ilim zihniyetiyle sunulabileceğini düşünüyorum. Ama bunu yapabilmemiz için de bu sorunlarla yüzleşmemiz ve bu sorunları yakından bilecek müfredatları da, hatta belki bu ilim insanlarıyla daha yakın ilişkiyi, irtibatı ve mahfilleri oluşturacağımız süreçleri geliştirmemiz gerekiyor.
Ama bununla beraber bir başka husus, diğer disiplinlerdeki, yani İslam hassasiyetine sahip bilim insanlarının da yine bu Kur'an perspektifiyle, İslam ilim zihniyetiyle ve bu ilkeler, bu metodoloji bağlamında -tabii o metodolojilerin de önemli aslında parametreleri var, onlara uzun uzun girilmedi- bunlara da vakıf olarak kendi alanlarında ben bilim üretilmesi gerektiğini ve bunların da bu kapsama dâhil olduğunu düşünüyorum.
Tabii bu kadarlık bir sürede bir giriş kabilinde genel hatlarıyla bir sunum yapmaya çalıştım, umarım maksada ulaşılmıştır.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize hürmetler, muhabbetler sunuyorum.
Bu sempozyumun hayra vesile olmasını diliyorum ve bir başlangıç olmasını, yine benden önceki hocalarımızın, özellikle Sayın Rektörümüzün de ifade ettiği üzere, belki bundan sonra daha derinlikli tartışmalara ve belki her bir konu üzerine çalıştaylar yaparak yeni çözüm çabaları sunmaya vesile olmasını, belki karşılıklı birçok üniversitenin, birçok farklı disiplinden hocalarımızın katıldığı tartışmalara da buradan bir başlangıç olmasını diliyorum.
Bu sempozyumun gerçekten ben çok kıymetli ve çok değerli olduğunu, tam da bu dönemlerde, yoğun bir şekilde dijitalleşen bir dünyada, yapay zekâya ve robotik gelişmelere, artık tamamen buralara indirgenen bir dünyada çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Emeği geçen tüm hocalarımıza, başta Sayın Rektörümüze himayeleri sebebiyle, Sayın Dekanımıza destekleri nedeniyle ve Düzenleme Kuruluna ve Merkezimize şükranlarımı sunuyorum, bereketli geçmesini ve bundan sonra tebliğ sunacak hocalarımıza da teşekkürlerimi sunuyorum.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.