- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
ORHAN GAZİ GÖKÇE: D. MEHMET DOĞAN’IN ARDINDAN SANKİ HEP KOL KOLA
Okumakta geç kaldığımız bazı kitaplar vardır tıpkı bunun gibi bazı insanları da geç tanımanın garip hüznünü yaşarız.
17 Ağustos 2024 Cumartesi 14:31
Birbirine benzeyen; aynı dertlere, ağrılara ortak olan ruhların kavuşması bazen hiç mümkün olmaz yahut çok geç olur. Bu, bazen yaş farkı sebebiyle böyle olur bazen de kaderin sır dolu zembereği böyle denk getirir. Hikmetinden suale yok cesaretimiz.
Ortaokul yıllarındayım. Bana göre ilk gençlik hülyalarının tatlı, ılık rüzgârları esiyor ama Türkiye’nin gri ayaz günleri. Babamın kütüphanesinde Batılılaşma İhaneti isimli bir kitap ile tanışıyorum. Kesin bir yargı taşıyan bu kitap ismi bende çarpıcı bir merak uyandırıyor ve boyuma bakmayıp başlıyorum okumaya. “Sizi gidi taklitçiler sizi!” ifadesini çokça duyduğum o yıllarda bu kitap bana tarih denilen öyle ya da böyle bir biçime sokulmuş hikâyenin çeşitli veçhelerden okunabileceğine dair bir şeyler fısıldıyor. Bu iddialı başlığın altında D. Mehmet Doğan yazıyor, hatırlıyorum. Merakım ne Mehmet’de ne de Doğan’da. Nokta ile sırlanmış “D” harfine meraklanıyorum. Aradan yıllar geçiyor bu merakla zihnime kazınmış adamın bazen ismini sözlüklerde bazen de suretini TV programlarında görüyorum.
İstanbul’da olmayı çok istememe rağmen kaderin bir cilvesiyle Konya’da buluyorum kendimi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği’ni kazanıyorum. Yadırgıyorum önce şehri, bir yolunu bulup İstanbul’a gitmek istiyorum. Beceremiyorum. Kış bahara dönüyor, kendime birkaç dost ediniyor, bir şeyler okumaya çalışıyorum. Bir konferansta tanıştığım bir güzel dost beni 2005 yılının baharında şehrin merkezinde bir konağa götürüyor. Okuyorum tabelayı: Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi. Kırk ikindi günleri, yağmur sonrası bu konağın bahçesindeki küçük havuz şenlenmiş, renk renk çiçekler parıldıyor. Bir program başlamak üzere. Kürsüye yapıştırılmış afişte yine o isim yazıyor: D. Mehmet Doğan.
Çok önceden ismiyle tanış olduğum, iddialı satırlarını erkence okuduğum bu adamın sade, mütevazı, müşfik yüzü ve nahif, özenli sesiyle karşılaşıyorum. Şaşkınlığım geçinceyakınlık duyarak memnun oluyorum. Konya şehri benim için bu mekânda, bu konuşmayla yeniden kuruluyor sanki. Şehir gözümde ışıyor. İsmini bir noktalı merakla zihnime kazıdığım bu insanın TYB’nin kurucusu olduğunu orada öğreniyorum. Beni oraya getiren güzel dostuma teşekkür ediyorum. O bahçede mezun olana kadar sayısız programa katılıyor sanki ikinci bir fakülte bitiriyor ve başka dostlar biriktiriyorum.
Mezuniyet sonrası öğretmen oluyorum. Taşra ilçelerinde bulunuyorum. Yıllar geçiyor, kendimce bir şeyler yazmaya, yayınlamaya başlıyorum. Şairler, yazarlar tanıyorum. İstanbul’a geliyorum ani bir kararla. Öğrencisi olamadığım şehrin öğretmeni oluyorum. Sevdiğim şair ve yazar ağabeyler vesilesi ile yolum TYB’nin İstanbul Şubesi’ne düşüyor. Birçok etkinliğe katılıyor yine güzel dostlar biriktiriyorum. D. Mehmet Doğan ile daha sık karşılaşıyor, kendisini daha yakından tanıyorum. Sanırım o da bütün tevazusu ve dikkatiyle hevesli bu genç öğretmene ilgi gösteriyor. Bazı yazılarımı TYB internet sitesinde yayınlıyor. Seviniyorum.
2020 yılında İstanbul’dan ayrılıyorum. D. Mehmet Doğan ile Anadolu Mektebi’nin Ankara’da düzenlediği Mehmet Akif’i Anma Programı’nda karşılaşıyoruz. Uzun uzun sohbetler ediliyor ve konu ne kadar ciddi olursa olsun her şeyin üstesinden gelen kahkahaları dikkatimi çekiyor, seviyorum. Muhabbetimiz artıyor. 2021 yılında kendisi kitap fuarı için Tokat’a geliyor. Bir akşam vakti Tokat’ın serin güz rüzgârı eşliğinde uzunca bir yürüyüş yapıyoruz. Ben soruyorum o kendi hayatından enstantaneler anlatıyor. Sanki ismi iddialı o kitabı, büyük sözlüğü o yazmamış; uzun yıllar Akif’i, Safahat’ı ısrarla usanmadan o anlatmamış gibi; TYB’yi kurup hâlâ üzerine titreyip derdini yüreğinde taşımıyormuş gibi hayatın bazı cilvelerinden, detaylarından bahisler açıyor o tatlı kahkahalarından ekleyerek. Dinliyorum. Hatuniye Camii’nde yatsı namazı kılıyoruz tatlı bir teravetle. Camii avlusunda uzun uzun susuyoruz. “Yorgunluk oturunca çöküyor adama, haydi gidelim azizim,” diyor. Kendisini kaldığı otele bırakıyorum. “Yarın pazar, sabah zahmet etme, çocuklarınla kal,” diyor. Vedalaşıyoruz. Mehmet Ağabey’le ezelden aşinalığımız bu akşam sonrası teyid ediliyor benim açımdan. Ne hoş bir adam be, diyorum dışımdan. Karabatak dergisinin Türk Dil Kurumu’nun 90. Yılında Türk Dili’nin Dünü Bugünü ve Yarını başlıklı dosyası için arıyor beni bir zaman sonra, bir yazı istiyor benden. Heyecanla kabul ediyor, ödev bilerek yazıyor ve gönderiyorum.
Telefonum çalıyor yine aylar sonra. D. Mehmet Doğan arıyor. Nezaketle ve elbette seçilmiş kelimelerle konuşuyor benimle. Milletlerarası Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni’nin beşincisini bu sene Van’da yapmayı istediklerini söylüyor. Biraz daha heyecanlanarak uzun yıllardır Issık Gölü ile Van Gölü arasındaki benzerlikleri düşündüğünü belirtiyor, bu iki önemli gölün kardeşliğinden ve yapılabilecek kültür işlerinden bahsediyor. Ben de heyecanlanıyorum. Hemen Van Valisi Dr. Ozan Balcı ile temas kuruyoruz değerli dostlar vasıtasıyla. Vali Beyin teveccühü ve desteği, Van Valiliği ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi iş birliğinde çok güzel bir bilgi şöleni yapıyoruz. Akdamar Adası’na gidiyoruz bilgi şölenine katılan hocalarımızla. Adanın en yüksek noktasına kadar yürüyoruz kol kola kendisiyle. Derin nefesler çekiyoruz içimize. Uzun uzun susuyor ve gölün hudutlarını gözlerimizi kısarak birleştirmeye çabalıyoruz. Mehmet Ağabey Issık Gölü’nü hatırlıyor yine, heyecanlanıyor. Dönerken yine kol kolayız, inceden espiriler, takılmalar ve o güzel kahkahalarla yürüyoruz. Hatıra defterine görünmez harflerle yazılmış meğer bütün bunlar.
Zaman daralıyor mu ne? Bir sene sonra, 2023 yılının Ekim ayında Erzurum’da Vefatının 40. Yılında Necip Fazıl Kısakürek Sempozyumu’nda buluşuyoruz D. Mehmet Doğan Ağabeyle. Yüzünde başka bir yorgunluk seziyorum. Üzülüyorum içimden. Yine de büyük bir özenle ve dikkatle dinliyor bildirileri. Aralarda uzun, keyifli sohbetler tadından yenmiyor. Eskilerden, yenilerden bahisler açılıyor. Hâlipürmelalin farkında Mehmet Ağabey; eksiğin gediğin, olmuşun olamamışın, hatanın günahın farkında… Gülümsüyor, kelimelerin ucu sivrildikçe susuyor bu kez “D’ervişane… Yoksa diyorum… Hasta olduğunu öğreniyorum. Sert rüzgârlar eserken avucunda bir alev taşıyan bir adam telaşıyla koşturan Akif’in ömrünün son acı safhasındaki sükûnetine benzer bir şey mi bu yoksa? Yok yok, Mehmet Ağabey sadağındaki son oku dahi hedefe atmaktan çekinmiyor. Gördükçe seviniyorum ekranda nezaketli, muzip cümlelerini. Haber almaya uğraşıyorum yakınında olanlardan. Sesini, gülüşünü özlüyorum, arıyorum bir ümit, ulaşamıyorum. Sessizlik biraz uzun sürüyor ve haber geliyor… İlk ve son defa buluşuyoruz kendisiyle Hacı Bayram’da. Ne kadar çok seveni var, diyorum. Sonra ocak edindiği ve dumanını uzun yıllar tüttürdüğü Taceddin Dergâhı’nda sırlıyoruz kendisini dualarla. Ne diyordu onun da pek sevdiği bizim Yunus: Ölürse tenler ölür / Canlar ölesi değil.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.