12 Aralık 2024
  • İstanbul8°C
  • Ankara3°C
  • İzmir12°C
  • Konya6°C
  • Sakarya9°C
  • Şanlıurfa10°C
  • Trabzon9°C
  • Gaziantep7°C

MUSTAFA KARA: ŞAM İÇİN BURSA’DA YAZILAN YÜZ ALTI YILLIK BİR MERSİYE

Mustafa Kara: Şam için Bursa’da yazılan yüz altı yıllık bir mersiye

11 Aralık 2024 Çarşamba 14:08

Şehirlerin tarihi biraz da insanların tarihine benzer. Onların da sevinçli ve hüzünlü günleri, cemâlî ve celâlî tecellileri  vardır. Bazan şehrâyinlerle/fener alaylarıyla aydınlanır hürriyet meşaleleriyle şen şakrak olurlar  , bazen  savaş ve işgallerle zifiri karanlığa gömülür esaretlerle  tepe taklak  olurlar. Dünyanın en kadim şehirlerinden biri olan  Şam’ın da kader çizgileri  ana hatlarıyla böyledir. Son onüç yılda başına gelen âfetler, yaşadığı derin acılar herkes tarafından  bilinmektedir. Bunları yeniden sayıp dökmeye gerek yok. Çünkü büyüklerimizin dediği gibi “elemin zikri de bir başka elemdir.”

Fakat “celâl içre cemal” fikrini destekleyen bir tecelli ile karşı karşıyayız son günlerde.. Onüç yıl önce ağlayanlar şimdi gülüyor, gülenler ağlıyor. Hürriyetten yana olanlar İstemiyerek terkettikleri evlerine, yurtlarına  koşa koşa dönüyorlar. İç savaşın getirdiği problemleri göğüsleyerek.. Zalimler ise başka diyarlara kaçmak için kuyruğa giriyorlar. Ebediyyen lanetlenmeyi hak ederek..

Şam’lı kardeşlerimize bu celâlî tecelliden gerekli dersleri almış olarak istikbale bakan bir sabır , direnç ve metanet diliyoruz, bekliyoruz.

*

Bu yazıda önce  eski /tarihî konulara temas edilecek sonra yaklaşık yüz yıl önce 1917-1920 yılları arasında Muhyiddin Bahâ Bey[1] tarafından neşredilen Bursa Mecmuası ’nda yer alan bir  “Şam Mersiyesi” dikkatlerinize sunulacaktır.

 Şam ile ilişkilerimiz, Hac yolu üzerinde olması sebebiyle çok eski ise de Osmanlı Devletinin bir beldesi olduktan sonra –özellikle Surre Alayları  vesilesi ile- başka bir mahiyet kazanmıştır. Yavuz Sultan Selim 6 Ramazan 922 (3 Ekim 1516) tarihinde şehre girdi.[2] Memlük yönetimine son veren Mısır seferinden dönerken bir yıl sonra 21 Ramazan 923 (7 Ekim 1517) tarihinde tekrar Şam’da konaklayan Osmanlı padişahı, bir taraftan yeni yönetimin istikrarı için bütün tedbirleri gözden geçirirken diğer taraftan imar ve ihya faaliyetlerini de hızlandırmıştır.  Kısa sürede yaptırıp hizmete aldığı önemli tesislerden biri  cami, türbe, imaret ve zaviyeyi  ihtiva eden Muhyiddin İbn Arabî külliyesidir.[3] Böylece menkıbelerle zenginleştirilen “Sin(Selim)Şın’e (Şam’a) girince Muhyiddin’in kabri ortaya çıkar” sözü gerçek olur.[4]  Hâdimü’l-Haremeyn”ünvanını alan Sultan, 22 Şubat 1518 de İstanbul’a dönmek üzere şehirden ayrılır.

Uzun Osmanlı asırlarının maceralarını atlayarak son asrın bazı detaylarını DİA’nın Şam maddesini yazan Şit Tufan Buzpınar’ın ifadeleriyle takip edelim:

“Şam, XIX.yüzyılın sonuna doğru II.Abdülhamid yönetimine karşı gelişen muhalefet hareketinin önemli mekezlerinden biri oldu. Valilikte ve orduda görevli bazı memur ve subayların dişinda,Arap kültürünü canlandırmayı amaçlayan yeni tip ulema, selefiler olarak adlandırılan v önde gelen isimleri arasında Tâhie el Cezâirî ile Cemaleddin el Kâsımî’nin yer aldığı muhalif Araplar Şam’da etkili olmaya başladılar. Şam eşrafından Azmzâdeler ve Geylanîzâdeler de muhalefete destek verdiler. 23 Temmuz 1908 de Meşrutiyet ilân edildiğinde vilayet yönetimi birkaç günlük kararsızlığın ardından özellikle ordu ve mülkiyedeki Jön Türk taraftarlarının baskısıyla Meşrutiyeti duyurdu. Şam’da bulunan siyasî  sürgünler serbest bırakıldı. Ve şehirde yaklaşık iki ay süren kutlama ve gösteriler yapıldı. Ancak Şamlıların İttihad ve Terakkî yönetimine muhalefeti gecikmedi. 1910’lu yıllarda erken Arap milliyetçiliğinin ve Osmanlı hükümetine muhalefetin en önemli merkezlerinden biri Şam oldu. I. Dünya savaşı sırasında dördüncü ordu kumandanı ve vali olarak Şam’da bulunan Cemal Paşa’nın ayrılıkçı oldukları gerekçesiyle Ağustos 1915’te on bir ve Mayıs 1916 da yirmi bir Arap aydınını idam ettirmesi Şam halkı üzerinde derin izler bıraktı. Osmanlılar dört yıl süren savaş şartlarının oluşturduğu zorluklara maruz kalan Şam’dan Eylul 1918 sonunda çekildiler.

1 Ekim 1918’de İngiliz ordusuna bağlı Avusturalya birlikleri tarafından ele geçirilen Şam’da Kısa süreli Gerginlikler yaşandı. 1916 Şerif Hüseyin İsyanında yer alan ve çoğunluğu bedevîlerden oluşan Arap birliğinin kumandanı Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ın 3 Ekim 1918’de şehre gelmesiyle yeni bir zafer töreni yapıldı ve şehrin yabancılar değil Araplar tarafından ele geçirildiği görüntüsü verilmeye çalışıldı. İngiltere ile Fransa arasında varılan anlaşmalar gereği Fransa Şam’ı ele geçirmek üzere hazırlıklar yaparken Faysal, bağımsız bir yönetim kurma hevesiyle çalışıyordu. Bu çerçevede Mayıs 1919’da seçimler yapıldı. Aralıkta hükümet kuruldu ve Mart 1920’de Faysal’ın krallığı altında  başşehri Şam olan bağımsız Suriye devleti ilân edildi. Nisan 1920’de San Remo Antlaşmasıyla Fransa’nın manda yönetimine verilen Şam’da Fransa karşıtı gösteriler başladı. Fransızlar Temmuzda Suriye’lileri ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra Şam’a girerek Faysal yönetimine son verdiler. (25 Temmuz 1920)”

 

*

Şimdi esas sorumuza gelelim. Dörtyüz yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Şam-ı şerif’in başına gelenlere o gün Edirne, İstanbul, Bursa gibi kardeş şehirlerde oturanlar nasıl bakıyordu? Neler hissediyorlardı? Bu soruya, Şam’ı hiç görmemiş, yakınından bile hiç geçmemiş bir şairin şiiri ile cevap verilecektir.

Şairimiz 1901’de Erzurum’lu babasının memur olarak bulunduğu Bayburt’ta doğdu. Çocukluk dönemi Erzurum ve Refahiye’de geçti. 15 yaşında iken babası Osman Nuri Efendi vefat etti. Sonra Sıvas, Kayseri…  Ağabeyi Hüsnü (Uluğ) Bey’in Bursa Sultanisi (Erkek lisesi) Matematik öğretmeni olması sebebiyle 1918’de Bursa’dadır.. İstanbul Erkek Muallim Mektebi, Anadolu Ajansı mümessili olarak Paris,1938 de Rize,1946’da Erzurum mebusu…Türk Dil Kurumu’nda Terim kolu başkanı. 47 yaşında iken Ankara’da vefat etti.

 

*

 

Bursa Mecmuası’nda yayınlanan on beyitlik Şam , onun ilk şiiridir:

 

 

 

ŞAM

 

Soldun kurudun sen de.. Senin nazlı yüzün de

Sâkından uzak bir gülü andırdı, dün akşam

 

Son sevgili mihrabı idin gönlümüzün de

Hicrin bizi hicrana inandırdı, dün akşam

 

Yıllarca vatan namına kan pençeli bir el

Yapmışdı yanık bağrını evlâdına maktel

 

Lâkin yine şendin.. Yine sevdalı semenler

Yıldızlarının rengi kadar câzibe-perver

 

 

Kızlar gibi bî-şâibe bir neş’e taşırdın

Bilmem niye top sesleri duymakla şaşırdın

 

Gül bağçelerinden uçan âhenge ne oldu

Alnından öpen sıtmalı samlarla mı soldu

 

Sinende huzûzâtını tenvim eden eller

Altında mı yıprandı cebinindeki tüller

 

Zannetme sakın bizleri hüsrana yabancı

Ey benzi uçuk annemizin incili tâcı

 

Türkün yaşaran gözleri arkanda..Muhakkak

Bir uykunun encâmına kandınsa, dün akşam

 

 

Yâdın ebediyyen yakacak bizleri..Bir bak

Ufkundaki bayrak kimin..Ey nazlı güzel Şam..

 

Kemaleddin Kâmî[5]

 

1 Teşrinisâni 1334 (1 Kasım 1918)

 

*

Benzerleri ikibinonlu yıllarda Şam’lılar tarafından yazılan bu hüzün dolu şiire şu günlerde nice şen şakrak nazireler/kasideler  yazılmaktadır. Kavuşma merkezli şiirler.. Mahabbet, uhuvvet ve umut dolu manzumeler..

Onlar zamanla ortaya çıkacaktır.

Şiir antolojileri meydana gelecektir.

Bekleyelim, görelim.

 

 

 


[1] 1934’te Pars soyadını alacak olan  bu aile, şehrimizin kültür ve siyaset dünyasına eleman yetiştirdiği gibi tasavvuf tarihiyle de yakından ilgilidir. Bk. Yâdigâr-ı Şemsî, Ahmed Baba Efendi Dergâhı. Yılmaz Akkılıç, Bursa Ansiklopedisi,ilgili maddeler.

[2] XVI.yüzyılda bürokrat olarak Mısır’da bulunan Gelibolu’lu Mustafa Âli Efendi’nin intibaları için bk. Hâlâtü’l-Kahire, Sadeleştiren Orhan Şaik Gökyay,Ankara,1984

[3] Şam Valisi (Şair)Ziya Paşa’nın İbn Arabî türbesinde asılı duran 1877 tarihli Şeyh redifli şiiri ve fotoğrafı için bk. M.Kara Tanzimat’tan Cumhuriyete Derviş Tekke ve Hüzün,Bursa 2019,s.44-45. Bu külliyenin onarımı için Hüseyin Vassaf’ın Cemal Paşa’ya yazdığı mektup  Sefine-i Evliya’da vardır.

[4] 1240 yılında Şam’da vefat eden Endülüs’lü  Muhyiddin İbn Arabî’nin kabri öyle anlaşılıyor ki XVI. Yüzyılın başlarında –bazı fikirlerine olan tepkiden dolayı- unutulmuştu. Osmanlı sultanı, Kemalpaşazâde’den onunla ilgili müsbet  değerlendirmeleri aldıktan sonra Şeyh-i Ekber külliyesi için emir vermişti. Kemalpaşazâde’nin değerlendirmesi için bk. M. Kara Tekkeler ve Zaviyeler,s.71,dibnot 24.

[5] Kâmî mahlasını kullanan şair 1934’te Soyadı kanunu çıkınca ağabeyi Uluğ,,kendisi Kamu soyadını almıştır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.