12 Aralık 2024
  • İstanbul9°C
  • Ankara6°C
  • İzmir13°C
  • Konya6°C
  • Sakarya9°C
  • Şanlıurfa12°C
  • Trabzon10°C
  • Gaziantep12°C

HALİT YILDIRIM: BATILILAŞMANIN KARŞISINDA DURAN MÜTEFEKKİR: D. MEHMET DOĞAN

D. Mehmet Doğan kimdir diye sorulduğunda yakinen tanıyanlar onu “Kültüre Adanmış Bir Ömür” kelimeleri ile tanımlar. Hayatı incelendiğinde bu sözün ne kadar haklı olduğu daha iyi anlaşılır.

Halit Yıldırım: Batılılaşmanın Karşısında Duran Mütefekkir: D. Mehmet Doğan

02 Kasım 2024 Cumartesi 11:28

Gerçekten de merhum, tüm hayatını kültür davamıza hasretmiş bir insandır. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisinin de kaynağı sanırım yine bu davaya adanmışlığın derununda gizlidir. Hatta kendi sağlığını bile bu mukaddes dava için umursamamış, son nefesine kadar bu uğurda çalışmalarını sürdürmüştür.

Onun fikir dünyasının temel sacayağını İslamiyet, Türkiye ve Türkçe oluşturur. Yine onun fikirlerinin ve mücadelesinin oluşumunda ona öncülük eden mütefekkirlerin oluşturduğu üçlü sacayağında ise Mehmet Akif, Nureddin Topçu ve Necip Fazıl vardır. Bu üçlü ona göre yaşanılan kültürel savaşın enkazlarından kurtulmak için milletimize çareler sunan üç yol açıcıdır.

Mukaddes bir davaya adanan ömürler de isimler de davanın sahibi olan kerem sahibi yüce Mevlâ tarafından bereketlendirilir. Üstadın, 1947 yılında Kalecik’te başlayan hayat serencamı 2024 yılında tamama ererken bu 77 yıllık ömür içine sayısız makale, sayısı kırkı bulan kitap, sayısız TV programı, sayısız konferanslar ve seminerleri sıkıştırması bu tezimizin ispatı gibi. Yine onun isminin sevilmesi, insanların ona saygı duyması da ismine verilen bereketten kaynaklanıyor.

Onu birçoğumuz Batılılaşma İhaneti eseriyle tanıdık. 1975 yılında çıkan bu kitap, Batılılaşma sevdası ile milletimize dayatılan yeni sistemin bir eleştirisidir. Kitap ilk çıktığında çok büyük bir alaka görür. Cemil Meriç, Mete Tunçay, Fethi Naci, Ergun Göze gibi dönemin ünlü yazarları bu kitaptan övgüyle bahsederler.

Mehmet Doğan, “Batılılaşma İhaneti” kitabında, batılılaşmanın milletimizin kültürel hayatında yapmış olduğu tahribatı en anlaşılır biçimde ve tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Bu tahribatı hazırlayan saiklerin başında çarpık bir tarih anlayışı ve dilimize yapılan suikast gelmektedir.

Doğan’a göre Tanzimat döneminde Mustafa Reşit Paşa ile başlayan Batılılaşma hareketleri ve adına reform denen yenilikler, cumhuriyet döneminde yapılan devrimlerin de öncüsüdür. Yapılanlar milletin değerleri ile asla ve asla bağdaşmadığı gibi yeni yıkımlara ve tahribatlara da neden olmuştur. Ancak yapılanlar öyle güzel servis edilmiştir ki “ömürleri devlet ve millet düşmanlığının müşahhas örnekleri ile dolu şahsiyetler “kahraman”, ömrünü imanı, milleti ve devleti yolunda tüketenler ise “hain”dir artık.

Su o kadar bulandırılmıştır ki oluşan güvensizlik atmosferi ile kimsenin kimseye ne inancı ne de güveni kalmıştır. Ne resmi tarihin ne de ona antitez üreten gayri resmi tarihin tam anlamıyla inandırıcılığı yoktur. Ancak kendisine ifade imkânı bulan ve sürekli tekrarlana tekrarlana sanki üzerinde mutabakata varılmış algısı oluşturulan bu uydurma ve ısmarlama tarih anlayışı ise maalesef en çok gençliği manipüle etmiş gelinen noktada ise bu söylemlere inanan kitleler meydana gelmiştir. Kendi köküne yabancı ve hatta düşman bir nesil ile yarınları hangi temeller üzerine inşa edeceğimiz ise tıpkı puslu ve sisli yakın tarih gibi karanlık ve öngörülmez bir haldedir.

Mehmet Doğan, Batılılaşmayı ihanetle tavsif etmiştir. Bu belki kimilerince fazla veya acımasız bulunabilir. Ancak tarihin arka sokaklarında yüründüğünde karşımıza çıkan gerçekler bu ifadeyi doğrular niteliktedir.

Tanzimat icraatlarını masaya yatıran Mehmet Doğan bu ihanetin adeta röntgenini çekmiştir.

Bu dönemde yapılan ve üzerinde çok da durulmayan en çarpıcı icraat, devletin asli unsuru olan Müslümanlarla gayri Müslimleri eşit ilan etmek ve böylece devletin İslâmi vasfını refüze etmektir. Sonuçta bu yüzdendir ki Tanzimat’a halkın bakış açısı “gâvura gâvur denmeyecek” şeklinde olmuştur. Yapılan diğer düzenlemeler de hep aynı amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu da imparatorluğu tarih sahnesinden tasfiye etmektir. Tanzimat Fermanı’yla birlikte padişahın otoritesine sınırlandırma getirilirken yabancıların baskıları artmış ve sonuçta devletin temeli de sarsılmaya başlamıştır. Özellikle İngilizlerle yapılan ticari anlaşmaların amacı da ülkenin sömürgeleştirilmesine matuftur.

 Doğan’ın da belirttiği gibi Reşid Paşa olmak üzere, bürokratların baskısıyla Sultan Abdülmecid, İngiltere ile 28 Haziran 1855 yılında ilk borç anlaşmasını imzalamıştır. Alınan bu ilk borç, 20 yıl içerisinde Osmanlı maliyesini iflasa götürmüştür. Akabinde devlet içindeki azınlıklara daha fazla ayrıcalıklar verilerek asli unsur olan Müslüman halk ikinci sınıf durumuna düşmüş, devlet içindeki gayrimüslim bürokratların sayısı artarak baskın unsur haline gelmiştir. Mehmet Doğan bundan sonraki gelişmeleri de “Bürokratlar neticede, devleti kısa zamanda parçalayıp, kendi padişahsız iktidarlarını kurdular.” şeklinde özetler.

Sonuçta yirminci yüzyılına hâkim İslam devleti olan Osmanlı Devleti çeşitli dış ve iç müdahaleler sonucu yıkılmış, halifelik otoritesinin yok edilmiş ve böylece İslâm dünyası hemen hemen istinasız Batı güdüm, kontrol ve baskısı altında devletçiklere ayrılmıştır. Kurulan bu yeni devletçiklerin idarecileri, Müslümanlar arasındaki dayanışma mihverini batılıların istediği yönde yıkmaya, çeşitli Müslüman toplulukları birbirine düşman hale getirmeye büyük gayret göstermişlerdir. İşte Mehmet Doğan’ın ihanet olarak gördüğü Batılılaşmanın bizi getirdiği felaket budur.

Cumhuriyet döneminde de Batılılaşma hız kesmeden yoluna devam etmiştir. Zira artık Batılılaşma planı ikinci aşamaya geçmiştir. Birinci aşamada hedef devlet iken ikinci aşamada hedef milletin kendisidir. Yapılacak icraatlar ile kendi kültürüne, diline, dinine yabancı nesiller yetiştirerek muhtemel bir uyanmanın önüne geçmektir.  Bu hedefin gerçekleşmesi için özgüveninin kaybetmiş bir mağlubiyet psikolojisi oluşturulmuş ve milletin kendisini ezik hissetmesi, hiçbir şeyi başarma kudretinden yoksun olduğuna inandırılmıştır. Fatura da bu durumun asıl sebebi olarak ilan edilen dinimize çıkarılmıştır. Öyleyse bu dinden ve onu çağrıştıran her şeyden uzak durulmalı ve Batılılar gibi olmaktır.

Bunu sağlamak yani geçmiş ile tüm irtibatı kesmek için en uygun araç ise alfabenin değiştirilmesi ve eski alfabenin kullanılmasının yasaklanmasıdır. Bu gerçekleşince bu defa kelime ve kavramlar üzerinde canlı bir ameliyata girişilmiş ve dilde tasfiye denilen bir ihanete girişmiştir. Mehmet Doğan bu ihanetin icrası için atılan ilk adımın aşağılık duygusunun mahzenlerinde dolaşan aydınlarımızın dilimizin Avrupalı olmak için yetersiz olduğundan, Türk dilinin kısırlığından yakınarak bu dille çağdaş uygarlığa ayak uydurulamayacağını öne sürmelerini gösterir.

Sonuçta dilde müthiş bir tasfiye gerçekleşmiş birçok kelime ve kavram lügatlerden ve ders kitaplarından çıkarıldığı gibi matbuat uydurukça ile adeta sarhoş olmuştur. Yeni nesiller ne dedelerinin dilini anlamış ne de dedeler torunlarını…

Mehmet Doğan bu hadiseleri kendisine dert edinmiş bir savaşçı olarak kırk kadar kitap ve binlerce makale neşretti. Yüzlerce konferans verdi. Dört adet lügat yazdı. Özellikle 1981 yılından itibaren yazmaya başladığı Büyük Sözlüğü bu mücadelenin bir ürünüdür. 26 baskı yapan bu eser 2551 sahife ve 130 bin kelimeden oluşmaktadır.

Merhum Doğan bu sözlüğü asırlardır konuşula konuşula, yazıla yazıla varlığını sürdüren Türkçe XX. asırda en az on asırdır akıp gittiği yatağından çıkmaya zorlanarak kısırlaştırılmasına bir tepki olarak ve dilimizi eski hüviyetine ve gücüne ulaştırmak amacıyla oluşturmuştur. Zira piyasadaki çoğu sözlüğün Türkçenin zengin kelime kadrosunu daraltarak uydurmacılığı yaygınlaştırmaya hizmet etmekte, kavram kargaşası meydana gelmesine sebep olmuştur. Onun hazırladığı sözlük, bütün bunlara ve sürüp giden kavram kargaşasına çözüm getirmek için hazırlanmıştır.

Mehmet Doğan fikir yazıları yanında şiirler ve nükteler de yazmıştır. Aslında Mehmet Doğan da birçok yazarımız gibi yazın hayatına şiirle başlamıştır. İlk şiiri 1967 yılında Hareket dergisinin Kasım sayısında yayımlanmıştır.  “Çizgilerde Yaşamak” başlıklı bu şiir 14’lü hece ölçüsüyle yazılmıştır.

Çizgilerde Yaşamak

Hepimiz baş başayız ölümle şimdi burda,

Bambaşka bir sevgidir çizgilerde yaşamak.

Sevgide, yaşamada, insanda ve huzurda

Ve sezmek sevgileri, sezgilerde yaşamak

Durak durak yürüyüş sınırlı uzaklara

Kaybolmak dizge dizge; dizgelerde yaşamak!

Yaşamak, nokta-çizgi ulaşmak meraklara

Erimek çizgilerde; çizgilerde yaşamak!

 

Mehmet Doğan, 1967-71 yılları arasında Hareket Dergisinde “Çizgilerde Yaşamak, Sıcak Öğle Ağıtları, Bu Şehrin İnsanları, Olumsuz, Eski Sur Türküleri, Çember” isimlerinde altı şiir yayımladı. Daha sonra şiir neşretmeyi bırakıp sadece nesirlerini yayınladı. 

Mehmet Doğan, Halil Kaleli müstearıyla başta siyaset ve toplumsal yapı olmak üzere sosyal ve siyasal hayatımızın pek çok yönünü ironik bir dille eleştiren Karga Karga Gak Dedi (1988), İyi Ki Demokrasi Var (1992) ve Türk Takiyye Tarihine Giriş (2000) isimli eserlerini yayınlar.

Merhum Mehmet Doğan 1978 yılında aralarında Erdem Bayâzıt, Yavuz Bülent Bakiler, Mustafa Yazgan, Necmeddin Türinay, Beşir Ayvazoğlu, Ahmet Günbay Yıldız, Hasan Kayıhan, Alper Aksoy, M. Cemal Çiftçigüzeli, Hüsnü Aktaş, Zeki Ceyhan, Yahya Akengin’in olduğu 14 kişi ile Türkiye Yazarlar Birliğinin kuruluşunu gerçekleştirmiş ve onun ilk Genel Başkanı olmuştur. Bu görevini 1996 yılına kadar sürdürmüş ve sonrasında bayrağı devretmiştir.

Birliğin bugünlere gelmesinde emeği ve hizmeti çoktur. 1992 yılında uluslararası niteliğiyle iki yılda bir düzenlenen Türkçenin Uluslararası Şölenlerini başlattı. Bu şölenler daha sonra sırasıyla Kazakistan, Türkmenistan, Kıbrıs, Strazburg, Kırım, Üsküp, Bakü, Prizren, Bişkek, Kazan gibi ülke ve şehirlerde devam etti.  2006 yılında TYB bünyesinde Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin kuruluşuna öncülük etti. 12 Mart’ın İstiklâl Marşı Günü olarak kutlanması için başlattığı çalışmalar neticesinde TBMM 4 Mayıs 2007’de İstiklâl Marşı’nın kabul edildiği günü, İstiklâl Marşı Günü ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Günü olarak kutlanmasıyla ilgili kanunu kabul etti.

Sonuçta o da her fani gibi bu dünya misafirliğini sonlandırarak asli vatanına göç etti. Onu tanımak, onu okumak, onunla aynı davaya hizmet etmek ve yol arkadaşlığı yapmak çok güzeldi. Onu her gördüğümde tarihe tanıklık etmiş olduğum aklıma gelirdi. O Mehmet Akif’ten Nureddin Topçu’ya tevarüs eden ve Necip Fazıl ile güçlenen bir davanın som temsilcisiydi. Onunlar konuşmak sanki bu üç dava adamı ile konuşmak gibiydi.

Mekânı cennet olsun.

AY VAKTİ / 212. SAYI / 55-56

whatsapp-image-2024-10-27-at-22.09.40-003.jpeg

 

 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.