12 Aralık 2024
  • İstanbul9°C
  • Ankara7°C
  • İzmir15°C
  • Konya9°C
  • Sakarya9°C
  • Şanlıurfa14°C
  • Trabzon11°C
  • Gaziantep14°C

CİĞERDELEN

Yazar okulu müdavimlerinin yazılarını sayfamızda yayınlanmaya karar verdik. Yazarlık yolunda emin adımlar atan genç kalemlerin eserlerinin ilgiyle takip edileceğini tahmin ediyoruz.

Ciğerdelen

22 Nisan 2019 Pazartesi 10:34

“Ben, sana ‘Ciğerdelen’ demem de ne derim? Ömrümün manası, ciğerimin kanıyla senin destanını yazmakmış.” Safiye Erol tarafından yazılan ‘Ciğerdelen’ romanında geçen bu kısa cümle, kitabın benim için bir cümleyle özetini teşkil etmektedir.

Bu romanla daha önce tanışmadığım için hayıflandığımı ise hemen söylemeliyim. Filhakika beni derinden etkileyen, üzen ve ismiyle müsemma ciğer delen bir roman okuduğumu da burada eklemeliyim. İşte bu yüzden tahlilim için girizgâh olarak yukarıdaki ilk cümleyi seçmiş bulunmaktayım.  

Safiye Erol, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının kadın yazarlarındandır. Daha çok psikolojik ve otobiyografik romanları ile bilinen bu yazarın, ‘Ciğerdelen’ adlı romanının ilk baskısı 1946 yılında yapılmıştır. Aradan geçen yetmiş üç senede sadece on beş baskı gören bu roman, edebiyatımızın maalesef çok tanınan kitapları arasında yer almamaktadır. Yazarı da ne yazık ki eseriyle aynı kaderi paylaşmaktadır. Bunun sebepleri üzerinde durmak yerine şimdilik Orhan Veli gibi işi, Edebiyat tarihçisine havale edip asıl konumuz olan romanın tahliline dönelim.   

Ciğerdelen, iki ayrı zaman diliminde geçen ve bir bütünlük içerisinde bu zaman dilimleri arasında gidip gelen, iç içe geçmiş hikâyelerden teşekkül etmektedir. -Hikâye adını kullanıyor olmamız yanıltıcı olmasın; kitap teknik anlatı olarak roman sınırları içerisinde yer almaktadır.- Ciğerdelen romanında bir şimdiki zaman, bir de geçmiş zaman anlatısı bulunmaktadır. Şimdiki zaman, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önceki dönemi ifade ederken, geçmiş zaman ise Osmanlı Devleti’nin büyük kayıp verdiği 1683 tarihli İkinci Viyana Kuşatması dönemini ve öncesini kapsamaktadır. -Ciğerdelen Muharebesi Dönemi- Şimdiki zamanda mekân, İstanbul ve Trakya-Keşan olurken; geçmiş zamanda ise özellikle Tuna Nehri kıyılarında bulunan ve Estergon Kalesi karşısında yer alan Ciğerdelen Kalesi ve civarını kapsamaktadır.

Roman, şimdiki zaman kahramanları olan Cangüzel –Canzi diye hitap edilmektedir.- ve Turhan Tuna arasında daha ilk anda filizlenen bir aşkla başlamaktadır. Görünürde imkânsız bir aşktır bu. Çünkü Canzi, boşanmak üzere olan evli bir kadındır. Kocası Haşmet, Turhan’ın arkadaşıdır. Lâkin Haşmet ile Canzi arasındaki ilişki, Turhan’ın Canzi ile tanışmasından hemen sonra sona ermiştir. -Bunda Turhan’ın herhangi bir sorumluluğu söz konusu değildir.- Artık Turhan ile Canzi vardır. Aralarında hemen görünmez bir bağ kurulmuş ve sürekli aynı mecliste, yan yana oturmaya başlamışlardır. Ortak dostları olan Nizami ve Belkıs çiftiyle de sürekli beraberlerdir. Nizami ve Belkıs çifti de bir anda başlayan bu derin ilişkiyi hayretle temaşa etmektedir. İçinde bulundukları ortam asri bir meclistir. Batılı birtakım yeni adetlerin nakaratlarıyla doludur. Herkes bunlarla meşguldür. Görünürde Canzi ve Turhan da bunlarla meşgul olmakla birlikte ikisi de hususiyetle diğerlerinden farklıdır. Canzi’nin eski kocası Haşmet, birtakım basit zevklerden hoşlanan, aşka derin bir mana yüklemeyen biridir. Canzi ise derin bir hissiyata vakıf, aşkta bir mana arayan, ıstıraplarıyla meşgul, adeta yaralı bir ceylandır. Boşanmaları da bu anlayış farkı yüzünden gerçekleşmiştir.

Turhan, Canzi ile ileride aynı dili konuşabilecek biri olmasına rağmen bu dili öğrenmesi için bir süre daha beklemesi gerekmektedir. Bu, aşk anlamında da geçerlidir. Turhan’ın aşka dair bir derinliğe ulaşması ancak Canzi’yi biraz daha tanıması ile mümkün olacaktır. Aralarında bulunan çekim gücü, aşkın o ilk aleviyle birlikte bir sebebe daha dayanmaktadır: Bir vesile ile aynı soydan geldiklerini öğrenmişlerdir. Bu andan itibaren artık zamanın eli geçmişin kapılarına, tarihe, o destansı anlatıya dayanmaktadır.

Canzi, yazmaktadır; tarihe dayanan birtakım hikâyeler inşa etmektedir. Bunları ise Turhan’ın okumasını istemektedir. Ancak bunlar okundukça Canzi rahat anlaşılacaktır. Bu hikâyeler, ikisinin ortak soyuna dayanmaktadır. Mekân gibi hikâyeler de ‘Ciğer-delen’dir! Kahramanlar bir yerde Cangüzel, bir yerde Turhan olarak sahneye çıkmaktadır. Bir yerde isimler değişse de karakterlerin ruhu gelip yine Canzi ve Turhan’a dayanmaktadır. Böylece, Canzi’nin isteğiyle bu hikâyeleri okuyan Turhan, her hikâyede Canzi’yi biraz daha anladığını, onu biraz daha sevdiğini, fakat aynı zamanda biraz daha ondan korktuğunu görmüştür. Çünkü hikâyeler yüreğini incitmiş ve adeta ciğerini delip geçmiştir. Aşkın en âlâsına bu denli şahit olmak ve bu denli ona yaklaşmak onu hayli ürkütmüştür.

Turhan, ‘Sarı Sipahiler’ ve özellikle ‘Yedi Peçeli Hikâyesi’nde Sinan ile Zühre’nin o amansız aşkına şahit olmuştur. Öyle ki bu aşkta hicran vardır; bununla birlikte iman vardır, feragat vardır, seyran vardır. Bir de nisyan vardır ki işte ona burada ulaşılamamıştır. Çünkü bu evliyalık payesidir. Yani bu halde kendinden bir vazgeçiş, bir kopuş ve aşkta diriliş söz konusudur. Kendinden vazgeçemeyenin, kul aşkına tutulu kalanın da burada bir mahva duçar olacağı mesajı söz konusudur. Velhasıl bu hikâyede, ‘Yedi Peçe’nin birer birer açılması ile korkaklığın, insafsızlığın, cimriliğin, gafletin ve diğer hasletlerin resmini görmüştür Turhan.

Geçmiş zaman bölümlerinden, ‘Kındır Susak’da bir hasret vardır. Canzi’nin Rumeli’ye hasreti mevzu bahistir. Aynı zamanda burada yazarın mükemmel bir tarih anlatısı da söz konusudur. Burada ‘Kındır Susak,’ sarışın ve cılız manasında kullanılmış; öyle ki geçmişteki hikâyeden şimdiki zamana gelen Turhan, aşkının derdinden bir anda kendisini bu halde, bu ada yaraşır vaziyette bulmuş ve yataklara düşmüştür.

Ciğerdelen Efsanesi adlı bölümde yazar, adeta tasvir tepelerine çıkmış ve alabildiğine etkileyici tasvirlerde, anlatımlarda bulunmuştur.

Safiye Erol, Osmanlı Devleti’nin son dönemine ve Cumhuriyet dönemine şahit olmuş bir yazardır. Ciğerdelen romanında, bu minvalde bir doğu-batı sentezi de görülmektedir. Eserde, modernliği kutsamadan ona bir aydın gibi yaklaşmak ve ondan yararlanmak, tarihi ise geri plana atmamak ve onu hiçbir zaman unutmamak anlayışı hâkimdir. Bu sebeple roman kahramanları Turhan ve Canzi, hem aydın hem de milliyetçi, atalarına, tarihine bağlı karakterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca eserin geçmiş zamanında özellikle tasavvufa doğru bir akış, şimdiki zamanında da felsefi bir anlayış açığa çıkmaktadır.

Ciğerdelen’de doğal bir süs vardır. Bu süs, edebiyatla, sanatla, felsefeyle, tasavvufla, tarihle, destanla ve tabi ki aşkla yoğrulmuştur. Yazar, kalemini mürekkebe her batırdığında sanki kendi ciğerine batırmış ve kaleminden damlayan kanla eserini nakşetmiş gibidir. Doğrusu o kalemin, kimin ciğerine battığı ve kimin kanını akıttığı da pek belli değildir. Bilmek isteyenin Ciğerdelen romanı ile bir an evvel tanışması gerekmektedir.

                                                                                                                    Mehmet Ali ÇELİK

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.