Âsitâne’deki Âsitâne’miz
Bir tarikatın Pîr Evine yani Hz. Pîr Efendilerimizin küşâd ettiği ve medfun bulunduğu tekkeye Âsitâne denir. Farsça sözlük anlamı ‘kapı eşiği, kapı dibi, eşik yanı’dır. Zâviye ise ‘“sığınılacak yer, bucak, köşe’ anlamına gelir ve Âsitâneye bağlı şube anlamında kullanılır.
Mevlevîlik’te Konya Dergâhı âsitanedir. Ancak, Mevlevîliğin bütün Türk-İslam coğrafyasına yayılma döneminde Mevlevîhânelerin toplam sayısı 114’e ulaştığı için, 1001 gün manevî eğitim verilen İstanbul’daki Galata, Bahariye (Beşiktaş), Yenikapı, Kasımpaşa Mevlevîhâneleri ile Bursa, Manisa, Kastamonu, Afyon, Eskişehir, Kütahya, Mısır/Kahire, Halep, Gelibolu ve Rumeli zâviyelerine âsitâne görevi tevdi edilmiştir. Maraş’ta Kapalıçarşı’nın üst taraf bitişiğinde bulunan Maraş Mevlevîhânesi ise zâviyedir.
Üçüncü anlamı “başşehir” olduğu, kültür ve medeniyetimizin başşehri de İstanbul olduğu için İstanbul’un bir diğer adı Âsitâne’dir. Yani Cerrâhî yolunun Âsitânesi, Âsitâne’dedir.
Karagümrük’teki Âsitâne
Galiba 1993 yılıydı. İstanbul’u seneler sonra tekrar ziyaret etmeye niyet etmiştik. Kahramanmaraş’tan yola revân olduk ve çok şükür Karagümrük’teki Âsitâne’ye vâsıl olduk. Âsitâne’mize ilk defa Rehberim Mustafa ağabeyimin kardeşi Ali Cemal Baba götürmüştü. Beraberce cümle kapısından geçerek girişte, sol tarafta olan türbenin niyaz penceresinden Cenâb-ı Pîr Muhammed Nureddin Cerrâhî Efendimize, merhum Efendilerimize ve merhum Muzaffer Ozak Efendimize niyaz ettik. Akşam Usulünden sonra lokmaya geçildi. Cenâb-ı Pîr Muhammed Nureddin Cerrâhî Âsitânesi’nin Postnişîni Safer Efendim Hazretleri akşam yemeğini içerideki odada yer sofrasındaki engin masalarda misafirlerle beraber yerdi. Yemeğe asla yalnız oturmazdı. Bazen İstanbul dışından gelen dervişler de o sofraya davet edilirdi. Hatta bir defasında udî bestekâr Cinuçen Tanrıkorur’la aynı sofraya davet edilmiştim. O dönemdeki çok önemli musiki üstadları, münevverler ziyarete gelir, sofraya davet edilir ve musiki meşklerine iştirak ederlerdi.
Pazartesi günü meşk günüdür. O tarihteki Zâkirbaşı Ahmet Efendimiz Hazretleri arşive alınan eserleri bıkmadan usanmadan okur, hazır bulunanlar da tâlim ederdi. Hatta seneler sonra bir konser kulisinde Tuğrul Efendim Hazretleri “Ahmet’ciğim provaya doymaz, her şeyin mükemmel olması için defalarca tekrar eder” buyurmuştu. Meşk esnasında semazenler de sema eder.
Safer Dal Efendi Hazretleri’nin huzurunda Cuma gecesi
Perşembe günü akşamı ise kuudî, devrânî ve kıyamî zikir usullerinin talim edildiği vakitlerdir. Safer Efendim her zamanki mülayim ve müşfik bakışlarıyla hazır bulunanlara nazar ederek esmaları talim etti; semazenler sema ederken ilahiler ve kasideler peş peşe okundu:
Sıddık Safer-ül Muhibbî Efendimin nutk-ı şerifini Tanburî Sadun Aksüt üstadımız hicaz makamında duymuş;
Âşıkların rehberi, Pîr Nureddin Cerrâhî
Velilerin güzeli, Pîr Nureddin Cerrâhî
Evliyânın hâtemi, Sırr-ı Hüda mahremi
Hakk'ın bize keremi, Pîr Nureddin Cerrâhî
Âmine'dir mâderi, Abdullah'tır pederi
Hatîce'dir haremi, Pîr Nureddin Cerrâhî
Eyleyenler duâyı, Allah verir murâdı
Muhibbi'nin niyazı, Pîr Nureddin Cerrâhî
Kur’ân-ı Kerim tilaveti ve Gülbang çekilerek tamamlanan zikirden sonra Safer Efendimin sohbeti ve çay ikramıyla Cuma gecesi ihya edildi.
Safer Efendim ve Ali Ulvi Kurucu’yla öğle yemeği
Ali Cemal Baba bendenizi evinde misafir etti. Ertesi gün Ali Cemal Babayla Üsküdar’da cuma namazına gittik. Safer Efendim de teşrif etmişti. Galiba, Ali Cemal Baba önceden müjdeyi almıştı. Namazdan sonra Safer Efendim bizleri yemeğe davet etti. Müjde üstüne müjde; çocukken, daha ilkokuldayken Pederim merhum Halil Hoca Efendinin teşvikiyle ‘Gümüş Tül ve Alevler’den şiirlerini ezberlemeye çalıştığım Ali Ulvi Kurucu da teşrif etti.
Ali Ulvi Kurucu, Peygamber Efendimize olan aşkından dolayı Medine’ye yerleşmiş bir zât-ı şeriftir, gönül kulağımızı verelim:
“Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.
Mahşerde Nebîler bile senden meded ister,
Rahmet diyen âlemlere, Rahmandır Efendim.
Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rusül, kovma kapından,
Asilere lütfun, yüce fermândır Efendim.
Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın,
Feryâdı bütün âteş-i sûzandır Efendim.”
Meğerse Safer Efendim, Medine’de mukim olan Ali Ulvi Kurucu Efendi’yi çok sevdiği için her umre ve haccında ziyaret eder; Ali Ulvi Efendi de çok sevdiği için Hazretimi misafir edermiş. Safer Efendim, Ali Ulvi Efendi’nin İstanbul’a geldiğini öğrenince yemeğe davet etmiş. Fahr-i Kâinat Efendimiz (SAV) “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurduğu için seven, sevdiğine kavuşurmuş. Onların sohbetinden biz de nasiplendik; niyaz ettik ve ellerinden öptük.
Safer Efendim “eskiden alimlerin emekli olması diye bir âdet olmadığı için yaşadıkları sürece hizmet ederlerdi. Hatta bunamamak için, hafızaları zayıflamasın diye pek çoğu enfiye çekerdi. Çünkü enfiye dimağı açık tutar” buyurdu. Bütün bir ömrünü Allah (CC) ve Resulünün (SAV) yolunda sarf eden bu kıdemli gençlerin ellerinden öperken ve huzurlarında bulunarak sohbetlerini dinlerken gönlüme şu düştü: “Ümmet-i Muhammed’e hizmet tarikinden emekli olunmazmış.”
Ali Ulvi Kurucu Efendi, ömrünün büyük çoğunluğunu geçirdiği Medine-i Münevvere’de, 3 Şubat 2002’de ahirete göçtüğünde Cennetü’l Baki’ye sırlanarak Hâtemü’l Enbiya Efendimize komşu oldu.
Cerrâhî Âsitânesi’nin 20. Postnişini El Hacc Es Seyyid Eş Şeyh Sıddık Safer-ül Muhibbî El Cerrâhî Hazretleri miladî 21 Şubat 1999 (5 Zilkade 1419) tarihinde ahirete göçtü ve Türbede Cenâb-ı Pîr Muhammed Nureddin Cerrâhî Efendimize komşu oldu.
Rabbimiz Bakara Sûresi’nin 154. Âyet-i Kerimesinde meâlen şöyle buyuruyor: “Allah (CC) yolunda ölenlere ölü demeyin; onlar diridir; lâkin siz bilemezsiniz”. Bütün bir ömürlerini O’nun yolunda sarf ettiği için Rabbimizin “Hay” esmasını lütfettiği bu güzel insanlarla layık olmadığımız halde ahirette de buluşmamızı nasip eyler inşallah; muradımız budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.