İmparator, Büyük Saray'da Bizans ileri gelenlerinin hazır bulunduğu bir meclis toplanmasını; Erbasgan Bey'in de oraya götürülmesini istedi.
Meclis toplandı… Mermeriyle eşsiz bu görkemli Saray'ın meclis salonunda Diogenes'i bekleyen Bizans büyüklerinin arasından, ciddiyetlerine hiç de yakışmayacak homurtular, fısıltılar ve yer yer de alaycı kahkahalar geliyordu. Erbasgan Bey etrafını sarmış bu müstehzi kalabalığa şaşkınlıkla bakarken artık kimisi kendini tutma gereği duymuyor, yaşına başına ve makamına bakmadan koca bir haykırış patlatıyordu. Yıllardır Anadolu'nun en ücra yerlerine kadar kovaladıkları, baskınları ile ne yapsalar baş edemedikleri, Hristiyanların kâbusu olmuş Türk beylerinin en namlılarından biri işte tam karşılarındaydı; Alp Arslan'ın eniştesi Erbasgan Bey… Fakat bu Bey, hayal ettikleri heybetten pek bir uzak; Attaleiates'in ifadesiyle cüce ve olabildiğince çirkin bir adamdı.
Koca Yusuf Yınal'ın oğlu Erbasgan Bey, acaba o an bu Rum keferelerinin neden birbirlerini ite kaka güldüklerinin farkında mıydı?
***
İtihza yüklü kahkahalar Saray duvarlarını inletirken, antik Byzantion'un üzerinde kibirle yükselmiş Konstantinopolis'in karşı kıyısındaki Kadıköy'de ciddi bir sorun yaşanıyordu. Nasıl olduysa bir Türk Bey'i askerleriyle İstanbul sınırına kadar gelmiş, kaçak Erbasgan Bey'in derhal kendisine teslim edilmesini istiyordu. Saray'da Diogenes'i bekleyen firari Türk Bey'i ne kadar 'kısa ve çirkin' ise, açıkçası bu Bey o kadar heybetli ve cengâver görünüyordu. Zaten bütün Anadolu savunmasını yarıp buraya kadar gelmesi, Bizans askerlerine karşılarında nasıl bir kumandan olduğu konusunda yeterince ipucu da veriyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.