*********
Yazının başlığı türkünün nakaratında geçen “Kalemim, divitim, yazarım” mısraı olacaktı ama yazmaya başlayınca türkünün adının/ilk mısraının daha kuşatıcı olduğunu fark ettim ve başlığı değiştirdim. İnsanımızın umut bağladığı yerin/şeyin bir bedel karşılığında ulaşılabilir olmasına, yüceliğine ve aydınlığına vurgu yapan bu mısraı kuşkusuz pek çok bağlamda ele alabiliriz. Kırk beş yılı geride bırakan Türkiye Yazarlar Birliği’nin bu kırk beş yıllık “hayatına” ve geleceğine dair birkaç cümle kurulacaksa onu yücelik, dağ, yanmak ve yanan ışık imgeleriyle anlatmanın daha isabetli olduğunu düşünmüş olacağım ki “kalemim, divitim, yazarım” başlığının yerine geçti ilk mısra.
Otuz yıldır Ankara’da yaşamama, üyesi olmama, bir dönem yönetiminde bulunmama rağmen az uğradığım, belli bir mesafeden izlediğim, çağrıldığım programlarına katılmaya gayret ettiğim ancak çok da içinde olmadığım bir teşekkül Türkiye Yazarlar Birliği… Belki mizacımdan, yine bu mizacın bir emaresi olarak belki dernek, vakıf benzeri yapıları “resmî” görmekten kaynaklanan bir mesafe bu. Oysa Türkiye Yazarlar Birliği, Türkiye’nin en sivil, başka bir deyişle sivilliğini en fazla hissettiren, adında Türkiye bulunmasının hakkını yerini getirmek için, ülkede ve dünyada insanî olan her meseleye duyarlı davranan, kuruluşundan bu yana hakkı ve hakikati savunan, maşeri vicdanın sesi olmaya gayret eden bir yapıdan, bir yapılanmadan söz ediyoruz.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin kırk beş yılına dair kırk beş yazardan yazı istenmiş; bu yazarlardan birisi de Mehmet Aycı’dır madem, birkaç maddede kırk beş yılı özetlemezsem en hafif tabirle ayıp olurdu; benim ayıbım olurdu. Bu ayıp daha yirmi bir yaşında çiçeği burnunda bir şairken/yazarken beni üye kaydetmesinin, şahsıma deneme dalında ödül vermesinin, yönetimdeki yazarların pek çoğunun arkadaşım olmasının ayıbı filan değil; bunlar şahsi şeyler. Bir “hakkı teslim” etmediğim için, doğru gördüğümü ve anladığımı aktarmadığım için ayıp olurdu. Şimdi, birkaç maddede kırk beş yıla dair kanaatlerimi özetleyebilirim.
Bir: Türkiye’de Mehmet Akif ve İstiklal Marşı konusunda bugün aşağı yukarı herkesin ittifak ettiği pek çok şeyde bu “ittifak” durduk yerde sağlanmadı. Kurucu Başkan-şimdilerde şeref başkanı- Mehmet Doğan’ın destansı ısrarı ve mücadelesi, bu mücadeleye kurumsal bir hüviyet kazandırması sayesinde Akif’in ve İstiklal Marşı’nın üzerindeki gölgeler/bulutlar dağıldı. İsmet Bey’in İstiklal Marşı Derneğini kurması, İstiklal Marşımızın mutabakat metnimiz olduğunu söylemesi Doğan’ın mücadeleyi kazanmasından, ittifak sağlanmasından çok sonradır. Burada yeri gelmişken söyleyelim; bugün bir Altındağ varsa ve o bölge aslına uygun restore edilerek hayata döndürülüyorsa, orada bir Akif müzesi açılmışsa, Taceddin Veli Dergâhı bir uğrak yeri olmuşsa, Ankara, Millî Mücadele’deki asli kimliğini hatırlamaya başlamışsa bu Doğan’ın adeta ömrünü adadığı mücadelenin bir neticesidir. Yeri gelmişken söyleyelim, Mehmet Doğan vasiyet etti mi bilmiyorum, Allah hayırlı uzun ömürler versin, vasiyet etmediyse bu yazı onun vasiyeti yerine geçsin, Doğan, Nuri Pakdil’den, Yusuf Polatoğlu’ndan, Yaşar Kaplan’dan bin kat daha fazla Taceddin Veli Dergahına gömülmeyi hak etmektedir.
İki: Aynı şekilde TYB’nin ısrarla sürdürdüğü “Safahat Okumaları” hem Akif ve Safahat’a dair farkındalığı artırırken, hem de Akif’in Hafız Divanı okumalarında olduğu gibi onun sünnetini devam ettirmektedir. Aynı şekilde Mesnevi Okumaları da bir okuma biçimin yeniden yaygınlaşmasına, döne döne okumaya, kolektif okumaya dair kıymetini yeniden hatırladığımız okumalardır.
Üç: TYB Yıllıkları az buz birikim değildir. Farklı başlıklar altında kayda alınan ve değerlendirilen kitapların, edebiyat olaylarının yekunu, bir anlamda dil ve edebiyat bağlamında yarım asırlık edebiyat ve kültür hayatımızın kayıtlarıdır. Bu tür çalışmalarda eksik gedik her zaman olagelmiştir, olur da. Sonuçta her bölüm farklı isimler tarafından yazılmakta, bu isimlerin rezervleri, bagajları, ön ve son yargıları bulunmakta; değerlendirmeler çoğu zaman subjektif kalmaktadır. Bu itirazlarımıza rağmen benzer yıllıklar içerisinde en az taraf tutan ve en kuşatıcı yıllıklar TYB yıllıklarıdır.
Dört: Bir zamanlar bülten de çıkarıyorlardı ancak bu çıkmaz oldu. Bültenler yıllıkların bir ön hazırlığı olmasının yanında aylık olması hasebiyle çok daha dinamikti. Aylık faaliyet raporunu aşan, edebiyat tarihinin saklı gözeneklerini dolduracak ayrıtları havi idi. Sürdürülemedi. Çıktığı kadarıyla bile bültenler de en az yıllıklar kadar önemlidir.
Beş: TYB Ödülleri, Türkiye’deki edebiyat kanonunun ödül dağıtma mekanizmasına çomak sokan; istişaresiyle, değerlendirme süreçleriyle alabildiğine demokratik ve yerinde ödüllerdir. Bazı ödülleri isabetsiz bulabiliriz ancak bu her ödül kurumunda rastladığımız isabetsizliklerdendir ve istisnaidir. Bugüne kadar ödül verilenlerin dökümü -birkaç istisna dışında- Türk fikir ve edebiyat hayatında TYB’nin takdir hakkını nasıl adil ve isabetli kullandığını göstermektedir.
Altı: TYB’nin anma programları da en az ödüller kadar önemlidir. Edebiyatımızda bugüne kadar pek de rastlamadığımız, en azından bu ölçüde sistemli yapıldığına tanık olmadığımız bir bu programlarda hayatta olmayan yazarlarımıza olduğu kadar yaşayan yazarlarımıza da vefa gösterilmektedir. Bilimsel nitelik taşıyan bu programlardaki konuşmalar ve bildiriler o yazarlar etrafında oluşan külliyatı daha da zenginleştirmektedir.
Yedi: Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri, sadece sembolik anlamıyla bile Gaspıralı’nın ruhunu şad edecek ölçüde büyük etkinliklerdir. Gerek düzenlendiği coğrafya/ülkeler/şehirler, gerek Türkçenin her renginin o şölenlerde kendisini temsil etmesi, gerek şölene özel ödüller ve bu ödüllerin kimin adına verildiği, gerek programlara verilen şair isimleri, şölenlerin adandığı şairler, gerek bu şölenlerin kitaplaşması, gerek bu şölenlerde yapılan atelye faaliyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu şölenlerin nasıl coğrafyamızı nasıl şiirle mayaladığı görülecektir. Dil ve şiir üzerinden yeniden inşa edilen bu kimlik Türk coğrafyalarına da asli kimliğini hatırlatmaktadır. Türk Şiiri, hem kendi birikimin yeniden anlamlandırması bakımından köklerine, hem de yeni ne varsa kayda alması bakımından mevcut durumuna ve geleceğe uzanan yeni bir dünyayı bu şölenler eliyle inşa etmektedir. Bu kanaatimiz, katılımcı şairlerin kimliklerinden ve okudukları şiirlerin niteliğinden bağımsız olarak böyledir.
Sekiz: Akademik yayın yapan, her sayısı farklı bir temayla çıkan TYB Akademi dergisiyle, Yazar Okullarıyla, yayınladığı kitaplarla, dil ve kültür politikalarına dair kamuoyuna açıkladığı görüşleriyle, 28 Şubat’tan 15 Temmuz’a kadar her türlü demokrasi dışı müdahale ve kalkışmaya karşı çıkması, milletin ve milli iradenin yanında olmasıyla TYB adeta bir dağ gibi yerinde durmakta, başlığa aldığımız mısraın ifade ettiği anlam dünyasında kendini diri tutmaya, büyütmeye, yüceltmeye devam etmektedir. Türkiye’nin bir sivil toplum mezarlığı, bir dernek hurdalığı olduğu düşünülürse, kırk beş yıldır diri olmak, kesintisiz faaliyet yürütmek, uluslararası programlara imza atmak, her geçen gün etkisini genişletmek her babayiğidin harcı değildir. TYB ilk kurulduğu günkü hedeflerinden ve heyecanından vazgeçmeden Türk kültür ve edebiyatına hizmet etmeye, bunu neredeyse karşılıksız yapmaya kendini adamış bir teşekküldür.
Dokuz: TYB’nin siyasi iktidarlarla ve muhalefetlerle münasebeti akçeli olmamış ölçülü olmuştur. İdeoloji bazlı değil ilke bazlı olmuştur. Dil hassasiyetini, Türk kültür ve medeniyet hassasiyetini çıkara tahvil etmeyen duruşu her türlü takdirin üstündedir. Tenkit edilecek yanları da elbette bulunabilir. Bu yazı bir tenkit yazısı değil takdir yazısıdır. Sadece yapıp ettiklerinin zekâtı bile tenkide mahal bırakmayacak berraklıktadır. Nice kırk beş yıllara…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.