• İstanbul 10 °C
  • Ankara 5 °C
  • İzmir 14 °C
  • Konya 8 °C
  • Sakarya 10 °C
  • Şanlıurfa 13 °C
  • Trabzon 10 °C
  • Gaziantep 13 °C
  • Bolu 3 °C
  • Bursa 10 °C

Mahmut Bıyıklı: Bir kültür savaşçısı olarak D. Mehmet Doğan

Mahmut Bıyıklı: Bir kültür savaşçısı olarak D. Mehmet Doğan
Muhit Dergi Eylül 2024 sayısında, İsmail Heniyye ve D. Mehmet Doğan dosyalarıyla çıktı. Doğan dosyasına katkıda bulunan yazarların metinlerini sırasıyla yayınlıyoruz.

Son on yılda ilim ve kültür dünyamızın çok sayıda yıldızını kaybettik. Geride çok büyük boşluklar bırakarak aramızdan ayrıldılar. Ne zaman bir değerimizin vefatını duysam Üstat Necip Fazıl’ın şu dizeleri dilime dolanıyor: “Gitti, su yolunu kıvrım kıvrım bilenler, / Bir ot yığını kaldı kökünden kesilenler.”

Yakın zamanda milletimizin güzidelerinden hepimizin ağabeyi kıymetli büyüğümüz D. Mehmet Doğan’ı da Rabbimize uğurladık. Çok yönlü bir şahsiyet olan merhumun, hangi hizmetini yazarsak yazalım mutlaka bir yanı eksik kalacaktır. Çünkü Doğan, yetmiş yedi yıllık ömrünü her faniye nasip olmayacak şekilde dolu dolu geçirdi. Eserleriyle zihin inşasında bulunduğu gibi kurup büyüttüğü müesseselerle de inşa ve ihya faaliyetlerinde bulundu. Cumhuriyet döneminde, sistemin imha ettiği tüm değerleri yeniden ayağa kaldırmakla meşgul oldu. Kurucusu olduğu ve tüm yükünü omuzladığı Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), devletin ihmal ettiği kültürel sorumlulukları kendine ödev edinip nitelikli ve derinlikli çalışmalara imza attı. Bugün gelenekselleşen köklü çalışmaların, kaynak sorununa rağmen gerçekleşmesi ayrı bir başarıdır. Yokluklar ve yoksulluklar içinde hiç bitmeyen inanç ve eksilmeyen azim sayesinde âdeta kültür devrimi yapıldı.

Ne darbe dönemlerinin baskıları ne kültüre uzak iktidar sahiplerinin duyarsızlıkları onu yıldırmadı, soylu mücadelesinden vazgeçiremedi. TYB, bir insanın inanınca neler başarabileceğinin en güzel örneklerinden biri oldu. Sebahattin Zaim Hoca, “Güzel insanlar güzel müesseseler kurar; güzel müesseseler güzel insanlar yetiştirir” der. Bu güzel insanlar, kendi duruşlarından, ruhlarından, güzelliklerinden ve karakterlerinden bir parçayla kurumlara çizgi kazandırırlar. TYB’ye ruh üfleyen ve hayat kazandıran Mehmet Doğan olmuştur. TYB, Doğan’ın meselelere geniş çerçeveden yaklaşan bir münevver olmasından dolayı hiçbir zaman bir kliğin, hizbin, cemaatin ya da teşkilatın yan kuruluşu olmamış; vatan, millet, memleket derdi olan inançlı kesimin tüm renklerine kapısını açık tutmuştur. Bu sebeple üst çatı olma hüviyetini bugünlere kadar hiç bozmadan getirmiştir. Mehmet Doğan, bugün fark edilen bazı meseleleri, TYB aracılığıyla yıllardır dile getirdi. “Siyasette, ekonomide iktidar olunabilir ama kültürde yoksanız bütün kazanımlarınız bir anda kaybolur” hakikatini daima dillendirdi. Kültürel birikimin hayatı baştan sona şekillendirdiğini ve kültür altyapısı olmadan siyaset ile ekonominin eksik kalacağını her daim hatırlattı.

Sol kesimin, kendisinden olmayanları görmezden geldiği dönemlerde vatansever aydınlara sahip çıkan Türkiye Yazarlar Birliği; Cemil Meriç, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi değerli şahsiyetlere ilk ödüllerini vermiştir. Türkiye’nin kültürel alanda yürüttüğü var olma mücadelesinde TYB, her zaman en önde olmuş ve öncü rolünü üstlenmiştir. Batıcı hegemonyaya başkaldırarak köksüzlüğü reddetmiş, içinde yaşadığı toplumun gelenekleri ve inanç değerleriyle her zaman barışık olmuştur. Ülkesini ve milletini hor gören aydın yabancılaşmasına karşı her zaman kendisini yerli ve millî merkezde konumlandırmıştır. TYB hareketi; yorulanların, darılanların, başka alanlara kayanların yokluğunda gücünü hiçbir zaman kaybetmemiş; aksine daha ileri hedeflere doğru kararlı ve azimli yürüyüşünü sürdürmüştür. Bu kararlılıktaki en büyük pay Mehmet Doğan’a aittir. Onun kutsal inadı sayesinde Türkiye Yazarlar Birliği, bugünlere tertemiz bir şekilde gelmiştir.

Karakter abidesi

Engin bilgisi, kuşatıcı ve kucaklayıcı yaklaşımı, alçakgönüllülüğüyle tanıştığı herkeste derin bir saygı uyandırmıştır. Kurucu bir iradeye sahip olan Mehmet Doğan, tanıdıkça sevilen, sevildikçe daha da yakınlaşılan bir isimdi. Samimiyetle yanına gelenlerin onun yanında hayal kırıklığına uğraması mümkün değildi. İzinden yürüdüğü Mehmed Âkif ve Nurettin Topçu’nun abideleşmiş karakterini benimsemiş; bu büyük ahlâk timsallerinin sadece fikirlerini değil, ahlâkını da kuşanmıştı.

Nurettin Topçu adına düzenlediğimiz bir sempozyumda bazı konuşmacılar beylik laflar edince Topçu muhibbi ve dava delisi Cahit Çollak haykırarak ayağa kalktı ve “İyi konuşuyorsunuz da Hoca’nın ahlâkının neresindeyiz? Bana bunun cevabını verin!” diye çıkıştı. Cahit ağabeyin bu sorusuna kimse cevap veremedi. Program sonrasında yanına gittiğimde dervişane bir tebessümle beni karşıladı ve muhabbetle sarıldık. “Ağabey, çok ağır bir soru sordun. Bu soruya cevap verebilecek cesarette biri var mı?” dediğimde “Hiçbiri veremez, Mehmet Doğan müstesna” dedi. Gerçekten de Topçu’nun ahlâkî vasıfları onda mevcuttu. Aynı hocası gibi davasını hayata uydurmak yerine hayatını hakka uydurmayı tercih eden bir mesuliyet adamıydı.

Dostlarına bağlı

Mehmet Doğan, kültürümüzün yükünü taşımakla kalmamış, aynı zamanda kültür adamlarımızı da daima koruyup gözetmiştir. Her telefon açtığında mutlaka hasta olduğunu duyduğu yazarları ziyaret etmemizi, vefat edenlerin cenaze törenine katılmamızı, ihtiyaç olması durumunda bütün defin işlemleriyle ilgilenmemizi salık verirdi. İstanbul’da vefat eden tanıdık bir yazarı haber verdiğimde çok üzülür, o kişinin görünen ya da görünmeyen hizmetlerini anlatır, güzel yanlarından bahsederdi. Tanıdıkları için hüsnü şehadette bulunurdu.

Orhan Okay’ın vefat haberini ilettiğimde sesi titremiş ve hocanın edebiyatımız açısından büyük kayıp olduğunu söylemişti. O günkü hava şartlarının olumsuzluğuna rağmen Ankara’dan gelerek cenazeye katılmış, sevip saydığı hocaya karşı son vazifesini yerine getirmişti. Gençlik yıllarında nasıldı bilmiyorum ama ahir ömründe bir dostuyla ilgili üzücü bir haber aldığında hemen gözleri doluyordu. Teoman Duralı Hoca’nın vefatını haber verdiğimde rahmet dileğinden sonra kısa bir sessizlik yaşamış, ardından “Mahmutçuğum, bu sıralar hep 47’liler göçünü topluyor” demişti. Onun da 47’li olduğunu bildiğim için “Ağabey, Allah sizi başımızdan eksik etmesin” deyince “Dua et, daha yapacak çok iş var” diye karşılık vermişti.

Kültür nöbeti

Türk milletine kaybettiği hazineleri hatırlatan bir münevver olan Mehmet Doğan, her zaman uyarıcılık vazifesini hakkıyla yerine getirdi. O, şairin “İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal, / Hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal,” dediği gibi yaşadı. Ne bir siyasi hedef ne bürokratik bir kariyer ne de maddi bir planlama yaptı. Adanmışlık ruhuyla gece gündüz demeden koşturdu. Mehmet Doğan’ın derdi, kazanmaktan ziyade kazandırmak oldu. Ülkenin hak ettiği yerlere gelmesi, memleket evlatlarının değerlerimizle barışık bir ömür sürmeleri ve kutlu bir istikbal rüyası görmeleri için çalışıp çabaladı. İsyan ahlâkçısı Nurettin Topçu’nun izinde, yaşama zevkini bir kenara bırakıp yaşatma aşkına gönül verdi. Dünyalık biriktirmek yerine dost biriktirmeyi, kariyer planı yapmak yerine kader planında omuzlarına yüklenen sorumluluk çerçevesinde yaşamayı tercih etti.

Ömrünü milletine vakfeden Doğan’ın “millî kültür” davamız için verdiği mücadele başlı başına bir kahramanlık hikâyesidir. Sezai Karakoç, Sütun kitabındaki “Kahraman Susuzluğu” başlıklı muhteşem yazısında şöyle der: “Savaş zamanında kahraman yetiştirmek yetmiyor, bir ülkenin güven içinde yaşayıp gitmesi için sulh zamanında da daha doğrusu, savaşsız zamanlarda da kahraman yetiştirmesi gerekir. Yalnız savaşçılık alanında değil, her alanda kahraman yetiştirmek gerekir.” Mehmet Doğan, sulh zamanlarında yürütülen dil ve kimlik savaşımızın kahramanlarındandır. Kültür savaşçısı olarak her zaman en önde savaşmıştır. Mehmetçiğimizin sınır boylarında tuttuğu nöbet nasıl kutsalsa Mehmet Doğan’ın yurdumuzun içinde tuttuğu kültür nöbeti de aynı kutsiyettedir.

Yayıncı olarak Mehmet Doğan

Vahdet ahlâkına sahip olan Mehmet Doğan, birlik kavramına hayat veren bir şahsiyettir. Yazarlar Birliğinin kurucularının ve üyelerinin kitaplarını yayınlamak amacıyla Birlik Yayınları’nın kurulmasına öncülük etmiştir. Birlik kavramı, dernekte olduğu kadar burada da ön plandadır. Çünkü her türlü bölücülüğe karşı olan Doğan’ın fıtratında dağıtma yoktur, toparlayıcılık vardır. Bölmek yoktur, birleştirmek vardır.

Mehmet Doğan, kurduğu yayınevinde yirmiye yakın derinlikli eser yayınlayarak yayıncılık tarihine de adını yazdırdı. Titizlikle hazırladığı Türkçe Sözlük, ilk defa bu yayınevinden yayınlandı. Yayınlanan kitaplar arasında Beşir Ayvazoğlu’nun çok ses getiren Aşk Estetiği kitabı da vardır. Ayvazoğlu, o yıllarda Bursa’ya öğretmen olarak atanmıştır. Taşınma, kira vb. sebeplerden paraya ihtiyacının olması ve telif ücretinin hesabına yatmasından çok mutlu olduğunu bir konuşmasında anlatmıştır. Telifi yatıran yazarların yazdıklarının karşılığını muhakkak alması gerektiğini savunan Mehmet Doğan’dır.

Doğan, Birlik Yayınları’nda çok sevdiği Yahya Kemal’in Eve Dönen Adam ve Gülname isimli kitaplarını da yayınlar. Basılan kitaplar okur tarafından ilgiyle karşılanır ancak TYB yükümlülüklerine ve kendi yazı faaliyetlerine daha fazla vakit ayırmak için yayıncılığa veda eder. Birlik Yayınları, Ankara’da kültür yayıncılığı yapan müstesna yayınevlerinden biri olarak tarihe geçer.

Batılılaşma İhaneti

Batılılaşma İhaneti, Mehmet Doğan’ın öğrencilik yıllarında kaleme aldığı yazıların derlenmesiyle oluşan bir kitaptır. Yazıların büyük bir kısmı Hareket dergisinde yayınlanmıştı. Hareket dergisi, âdeta bir okul vazifesi görmekteydi ve çok sayıda genç yazarın ilk yazıları burada yayınlandı. Doğan, Dergâh dergisi yetkililerine Hareket’te yayınlanan genç yazarların yazılarının derlenerek kitaplaştırılmasını önerdi. O yıllarda, dergilerin gündem belirleyici özelliği vardı. Ciddi bir okur kitlesi olduğu için, dergide yazan kalemlerin eserleri çıktığında hazır bir okur kitlesi bulurdu. Doğan’ın teklifine yayınevi yetkilileri olumlu cevap verdi. “Önce sen kendi yazılarını derle” demeleri üzerine Batılılaşma İhaneti doğdu. Kitap beklenenden çok ilgi gördü. Sadece sağ kesimde değil, sol camianın önde gelen yazarları da kitap hakkında değerlendirme yazıları kaleme aldı. Batılılaşma İhaneti böylelikle Türkiye gündemine geldi. Kitap, çok sayıda okura ulaşarak hem aranan hem de okunan bir eser oldu. Baskı üstüne baskı yaptı. Mehmet Doğan’la hangi şehre gitsek mutlaka birileri gelir, Batılılaşma İhaneti okuduklarını söylerdi. Bu, bir kitabın toplumda karşılık bulması açısından sevindirici olmakla birlikte yazarın diğer eserlerine benzer ilginin gösterilmemesi açısından düşündürücüdür. Merhumun vefatından sonra yazılan bütün yazılarda ve konuşmalarda da mezkûr eserden bahsedilmiştir. Bundan sonra diğer eserlerinin de gündeme getirilmesi konusunda kafa yormak gerekir diye düşünüyorum.

Vefa adamı

Yahya Kemal ve Mehmed Âkif gibi büyük şahsiyetlerin aziz hatıralarının yaşatılması ve yeni nesillerce tanınması için düzenlenen anma programlarının arkasında her zaman Mehmet Doğan vardı. O, sadece vefat edenleri anmakla kalmadı, yaşayan yazarlara da vefa gösterdi. Türkiye’de kültür adamlarımız hayattayken yapılan saygı programlarının da mimarı oldu. İlk programı usta romancımız Tarık Buğra için düzenledi. Bir gün süren sempozyumun ardından, o yıllarda yetmiş beş yaşında olan Buğra’ya söz verildi. Usta yazar duygularını gizleyemedi ve gözleri nemli bir şekilde mükemmel bir konuşma yaptı, programdan kısa bir süre sonra da vefat etti. Mehmet Doğan, büyük yazara vefasını hayattayken göstermenin mutluluğunu yaşadı ve benzeri programları başka isimlerle de devam ettirdi. Vefa gösteren vefa bulur. Biz de Mehmet Doğan’a İstanbul’da üç kez farklı vesilelerle saygı programı yaptık. Kabul ettirmekte zorlansak da programların sonunda onun da Tarık Buğra gibi duygulandığına şahitlik ettik. Mehmet Doğan, bu anlamda yazarlara hizmet etmenin bereketini yaşadı. Yazarlığının mürüvvetini gördü. Sayısız ödül aldı, adına defalarca programlar yapıldı, armağan kitaplar hazırlandı, fahri doktora unvanı verildi. Cumhurbaşkanından tutun da sıradan bir memura kadar Türk toplumunun her ferdi onu çok sevdi, çok saydı, her mecliste hürmet gördü.

28 Şubat ve yazarlık okulu

Günümüzde her yerde açılan yazarlık okullarını ilk başlatanlardan biri Mehmet Doğan’dır. Yazarlar Birliği merkezinde açılan okulda, talebelere hangi eserleri okumaları gerektiği anlatıldı. “Okumadan yazar olunamayacağı” fikrini kabul edenlerle yola devam edildi. Mehmet Doğan, her işinde olduğu gibi yazarlık okulunda da ciddiydi. Her şeyden önce talebelere okuma disiplinini kazandırdı. Dilin önemine dair uzun açıklamalar yaptı. Yazarlık okulundan mezun olanlar iyi bir yazar olamasa bile sağlam bir okur oldu. Yazarlık okulu, özellikle 28 Şubat döneminde okullarından uzaklaştırılan başörtülü gençlere bir sığınak oldu. Mehmet Doğan onlara kol kanat gerdi. Yazarlık okulu vesilesiyle morallerini yüksek tutmaya çalıştı, mağdur öğrenciler boşluğa düşmedi. Doğan, ümmettin derdiyle dertlenen bir münevver olarak darbe döneminde de kültür savaşının cephelerini boş bırakmadı.

Ankara ve Türkiye haritası

Mehmet Doğan, şehirli Müslüman tipinin bütün özelliklerini taşırdı. Kısa süreli bir İstanbul macerasının dışında, ömrünün tamamı Ankara’da geçti. En sevdiği şairlerden birisi olan Yahya Kemal’le ters düştükleri tek konu, meşhur İstanbul’a dönüş mevzusuydu. Yahya Kemal, İstanbul’a dönüşü severken Doğan, Ankara’ya dönüşü sevmiş ve savunmuştu. Doğup büyüdüğü şehrin ruh cephesine vâkıftı. Onun Ankara’sının merkezinde zoraki bir şekilde kutsallaştırılmaya çalışılan anıtlar yoktu. Bilakis onun şehrinin merkezinde Hacı Bayram Veli Hazretleri gibi abide şahsiyetler vardı. Bu sebeple Taceddin Dergâhı ile Hacı Bayram Veli arasındaki irfani çizgide yaşadı. Ruhunu, bir ahi şeyhinin inşa ettirdiği Arslanhane Camii’nde dinlendirirdi.

Ömrüm Ankara kitabıyla kendi şehrine vefa borcunu ödedi. En fazla haksızlığa uğrayan şehir olarak gördüğü Ankara’yı, ideolojik kalıpların dışında farklı yönleriyle okura anlattı. Akşemsettin Hazretleri’nin mürşidinin Hacı Bayram Veli olması ve fethe yirmi bin Bayramî dervişinin katılmasından dolayı İstanbul’un fethinde de Ankara’nın önemli bir rolü olduğunu savundu.

Mehmet Doğan, aynı zamanda iyi bir şehir yazarıydı. Gittiği ve gördüğü bütün şehirler hakkında yazılar kaleme alırdı. Şehirlerin geçirdiği değişimleri, dönüşümleri bazen iç geçirerek bazen de öfkelenerek değerlendirirdi. Onun şehir yazıları, kuru akademik yazılar gibi değildi. Yazılarında tarihî ve coğrafi güzelliklerin yanında edebiyata armağan edilen eserler, hikâyesi olan insanlar ve gürül gürül akan türküler vardı. Sanırım Sinop ve Hakkâri hariç, bütün şehirlerimize ayak basmış; Anadolu’nun her yerine gönlüyle dokunmuştu. Şehirler tamamlanınca Türkiye Haritası isimli bir eser çıkaracaktı; ömrü vefa etmedi.

Şiir sevgisi

Mehmet Doğan, pek çok Türk yazarı gibi yazı dünyasına şiirle adım attı. 1967 yılında Hareket dergisinde ilk şiiri yayınlandı. Zamanla, şiirin kendisine göre bir uğraş olmadığını düşünmeye başladı. Bu kanaate varmasında Ezel Erverdi’nin de etkisi oldu. Erverdi, ona fikir yazıları yazmasını önerdi. Doğan, şiir yazmayı bıraksa da okumaktan vazgeçmedi. Divan şiirine özel bir sevgisi ve ilgisi vardı. Neredeyse tüm konuşmalarında büyük şairlerimizin şiirlerinden örnekler verirdi. İstese şiir üzerine saatlerce konuşabilirdi. Bir seferinde şiir ile musiki arasındaki ilişki üzerine uzun bir sohbetini dinlemiştim. Bu sohbet vesilesiyle yalnızca şiire değil, musikiye dair bilgisinin de derin olduğu kanısına vardım. Şiirin, fikirle yan yana geldiğinde zarar göreceğini belirtirdi. Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un bu handikabı yaşadığını iddia ederdi. Bu nedenle Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un ilk dönem şiirlerinden daha çok tat aldığını söylerdi. Bir fikri dikte etmek için şiiri araç olarak görmenin, şiire zarar verdiğine katılmamak mümkün değildi.

Kadim şiirimizden sitayişle bahseden Doğan’ın divan şairlerine dair görüşlerini sıkça dinledim. Hangi şair hakkında ne düşündüğünü çoğunlukla biliyordum. Ancak günümüz şairlerine dair görüşlerini saklı tutardı. Neredeyse hepsini tanıdığı ve sevdiği için eksikliklerini dile getirip onları rencide etmekten kaçınan bir yanı vardı. Genel bir değerlendirme istediğimde ise en fazla şu cevabı alabilmiştim: “Bugünün şairlerinden de hep bekliyorum ki okunası şiirler yazsınlar. Bugünkü şiirler sesli okumaya müsait değil. Kâğıt üzerinde güzel. Ama onları okumaya kalkıştığınız zaman güzelliği kayboluyor. Şiir musikiyi unuttu. Biraz musikiyle alaka kurmaları gerekiyor.”

Hem okudu hem yazdı!

Mehmet Doğan’ın hayatının merkezinde her zaman okumak ve yazmak vardı. Yazmak için durmak gereklidir ancak Doğan, durmadan da yazabilen nadir kalemlerden biriydi. Cemiyet hayatının merkezinde olmak, sivil toplum çalışmalarında bulunmak, şehirden şehre, ülkeden ülkeye koşmak onun yazmasına engel teşkil etmedi. Mehmet Abi’nin, çeşitli programlar vesilesiyle gittiğimiz farklı şehirlerde ve farklı ülkelerde, yoğun geçen bir günün gecesinde yazı yazdığını çok gördüm. Yazı disiplininden asla taviz vermezdi. Bu, herkesin yapabileceği, daha doğrusu başarabileceği bir durum değildi. Hem yazarlığından hem de teşkilatçılığından ödün vermedi. Hareketli geçen günlerde kaleme aldığı yazılarının da derinlikli olduğunu özellikle belirtmek isterim.

Okunma kaygısı gütmeden, popüler alanın cazibesine kapılmadan kalıcı eserler vermek için çırpındı. Yazdıklarının tesirli olmasının sırrı, yazdığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi yazan biri olmasından kaynaklanmaktaydı. Dilinden düşürmediği Yunus’umuzun “Kastım budur şara varam / Feryad-ı figan koparam” şiiri, onun derdini anlamamız açısından çok güzel bir örnektir. Mehmet Doğan, ömrünü bereketlendiren yazma eylemini, “feryad-ı figan” koparmak olarak değerlendirdi. Doğan, kendi kuşağındaki bazı yazarlar gibi geçmişte kalmadı, kendisini sürekli güncelledi. Yeni çıkan kitapları takip etti, genç yazarlarla dostluklar kurdu. Kendisinden yazarlığın sırrını soran yazı heveslilerine, dile hâkim olmalarını, Türkçeyi çok iyi kullanmalarını ve dilimizin şaheserlerini okumadan yazmamalarını tavsiye etti.

Doğan’ın müktesebatını ve entelektüel yönünü anlamak için Türkçe’nin Uluslararası Şiir Şölenleri’ndeki manifesto niteliğindeki konuşmalarına bakmak yeterli olacaktır. Sadece dil ve kültür alanında değil, birçok alanda uzun süre konuşacak ve yazacak kadar zengin bir birikime sahipti. Mesela, “Kültür Kervanı” vesilesiyle gezdiğimiz Balkan ve Anadolu şehirlerini, o şehirlerde yaşayanları bile şaşırtacak kadar tüm ayrıntılarıyla anlatırdı.

Ortak değerimiz

Dinimizin ve dilimizin müdafi olması, istikamet üzere bir ömür sürmesi ve “batılılaşma ihanetine” isyan etmesi, hazırladığı sözlüklerle kavramlarımıza hayat vermesi, Türk-İslâm dünyasıyla aramızda kültürel köprüler kurması, öncüsü olduğu müesseseler ve yayınladığı kitaplarla kültürümüze, medeniyetimize eşsiz hizmetlerde bulunması, Mehmet Doğan’ı milletimizin ortak bir değeri hâline getirdi. Cenaze namazına her meşrepten ve her kesimden insanın katılması bunun ispatıdır. Geride amel defterini açık tutacak hayırlı evlatlar ve eserler bırakan Doğan’ın şerefli ismi, kıyamete dek hayırla anılacaktır.

Hepimizin üzerinde hakkı olduğu muhakkaktır. Bizim yetişmemizde, olgunlaşmamızda, TYB ocağında pişmemizde Mehmet Doğan’ın rehberliğinin katkısı büyüktür. O, şeyh-ül muharrrindi. Yazarların şeyhiydi; şeyhimizdi. Eğrilerimizi doğrulttu, doğrularımızı büyüttü, ufkumuzu açtı, yolumuzu aydınlattı. Mustafa Ruhi Şirin gibi biz de kendisine Büyük Türkçe Sözlük’ün kelimeleri sayısınca teşekkür ediyoruz. Makamı âli olsun inşallah.

Bu haber toplam 448 defa okunmuştur
Etiketler:
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim