• İstanbul 8 °C
  • Ankara 3 °C
  • İzmir 12 °C
  • Konya 5 °C
  • Sakarya 9 °C
  • Şanlıurfa 11 °C
  • Trabzon 10 °C
  • Gaziantep 10 °C
  • Bolu 2 °C
  • Bursa 9 °C

Kotor; Haza Şehir, Haza Şato

Fahri TUNA

Portre / Fahri Tuna

Batı, biz Türkler için Viyana’dan başlar. Samimiyim. Cemil Meriç merhumun - haklı - tabiriyle kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik bir zamanlar. Bizim için Batı, Rumeli’nin bitiminden başlar.

Hele benim gibiler için kesin öyledir. Nedenini açıklayayım; karşı komşum Ramazan Usta, Varna Sarıkovanlık göçmeni. Onun yukarısındaki Sucu Lütfü Kırcaalili. (Silistreli Kaynanası, komşularının ‘gelin nereli?’ sorusunda ‘Gırcalıklı’ diye yaka silkişini anlatan şair Kadriye Cesur’a selam olsun buradan.) Bizim TYB Sakarya Sekreteri Romancı Furkan Özren kardeşimin dedeleri Bosna Özren Dağı eteklerinden gelmiş. Müjgan Abla Razgratlı, Gülsen Öziş Abla Makedonya Üsküplü. Bizim Mehmet Nuri Paker Ağabeyin adını aldığı dedesi, Üsküp Rıfai Tekkesi eski şeyhiymiş. Oturduğum mahallenin ilk yerleşenleri Kosova Priştina ve Prizren’den göçmeler. Alikoka Bozası sahibi yakın dostum Rahmi Sak da Prizren Suverakalı. (Kurudereli.) Yakın dostum ağabeyim Tarık Pekerken’in adını aldığı Mazlum Dedesi Debreli, babaannesi Selanikli. Rumeli’yle her gün içiçe yaşıyoruz biz. Hayatımızın en önemli parçası onlar.  

Sizin anlayacağınız bütün bir Balkanlar, yüz yıl sonra da bizledir bizcedir bizdedir.

Burgaz’daki Latif Fatme, Varna’daki Rüstem Aziz, Silistre’deki - Vesile Halil-Güner Hakkı, Eski Cuma’da Merlin Sakin, Şumnu’da Özlem Tefikova, Komrat’taki Alla Büük, Kırım’daki Ehmine Üsein, Bükreş’teki Hayat Memiş, Filibe’deki Mergüzel Derya, Kırcaali’deki Şefika Refik, Gümülcine’deki Sibel Gülistan, İskeçe’deki Sevkan Tahsinoğlu, Resne’deki Emel Hamza Şerif, Ohri’deki Pervin Derviş, Debre Kocacık’taki Caner Sezayir, Gostivar’daki Abdülmecit Nurettin, Üsküp’teki Süleyman Baki, Leyla - Hüsrev Emin, Mehmed Arif, Prizren’de Zeynel Beksaç, Taner Güçlütürk, Canan Özer, Mamuşa’da Milazim Mazrek, Nafiz Hoşseven ve Ramadan Taç, Podgorisa’da Enisa Softiç, Bosna Mostar’dan Selma, Saraybosna’da Amila Neslenoviç… hepsi kardeşlerim. Evlerine gittiğim sofralarına oturduğum; evime gelen, gönül soframa kurulan kardeşlerim onlar           (D. Mehmet Doğan’ın deyimiyle Fahriyan-ı Rumeli.) Çok azını saydım daha her şehirden. İlk aklıma gelenleri. Yazamadıklarım beni lütfen affetsinler. 

Gördünüz işte. Bütün bir Rumeli içimizde gönlümüzde Anadolu’da.

Şimdi daha bir hak verdiniz bana umarım; biz Türkler için Batı, Kanuni tarafından kuşatıp da bir türlü alamadığımız Viyana’nın ötesidir. Eyvallah.

Ya aşağıda? Adriyatik taraflarında?

Karadağ, Hırvatistan dolaylarında?   

İlk gördüğümde, ilk duyduğumda çok şaşırdığım bir bilgi size: Osmanlı her yeri fethetmiş Rumeli’de, bunun bir tek istisnası Kotor’muş.

TYB’nin 40. Kuruluş Yıldönümünde Aksakalımız D. Mehmet Doğan öncülüğünde kırk yazar, Karadağ’ı (Gavurlar Montenegro diyorlar galiba) Bar ve Budva gibi ecdadımızın izlerinin hâlâ buram buram tüttüğü, camili tekkeli taş evleri olan şehirleri geçip de orta çağdan kalma bir şato şehrine dayanınca, yol bitti duvara tosladık adeta: Adı Kotor’muş.

Muhteşem bir site şehri. Kale şehri demek daha doğru belki.

Bize soğuk evet. Mimarisi bizim bizden bizce değil. Ve hatta bize tepeden bakan da bir hâli var gibi geldi bana. Gerçi pek sohbetine de iştirak etmedik.

Zihnimde yer eden üç unsur: Sularla çevrili bir, muhkem bir kale duvarları var iki, özgün mimarili evleri, şatoları var içeride üç. Bekir Baba (Soysal) gibi İslâm sanatları uzmanı ve ayaklı estetik ansiklopedisi dahi ‘helal olsun adamlara; çok özgün mimarisi var bu şehrin’ sözleriyle hayranlığını ifade etmişti ki katılmamak mümkün değil.

Ve Osmanlı’nın, bu güzide site devletini / şehrini / mini ülkeyi, defalarca kuşatıp - her şeye rağmen - fethedememesi de çok şaşırtıcı geldi bize. Etrafındaki her yeri al; İşkodra, Bar, Budva, Mostar, Zagrep. Bir tek orta yerde, beş yüz metre çapında bir şehri alama; gel de şaşma, gel de yanma buna. 

Ara sokaklarında dolaşır, katedralini nazar eylerken, yeminle size, kendinizi Orta Çağda hissediyorsunuz.

Eyvah Anneciğim Türkler Geliyor (İtalyancası Mamma Li Turchi) sözlerinin revaçta olduğu Fatihli, Beyazıd-i Sanili, Yavuzlu günlerdeyiz de, Drakula’nın, Kazıklı Vovyoda’nın, Tek Gözlü Falconetti’nin ruhu karşılıyor gibiydi Kotor’da bizi.

Kotor’u takdir ettik ama ısınamadık.

Beş yüz yıl sonra bu kadar bozulmamışlık ne kadar takdire değerse, özgün mimarisi ne kadar aferini hak ediyorsa, sokakları Orta Çağ egotizminin içine gark ediyorsa da sizi; yalanım yok, hiç mi hiç ısınamadım.

Başka bir dünya, başka bir din, başka bir medeniyetin mührü var her taşta, her binada, her sokakta. İliklerine kadar, buram buram. Olağandır, anlarım, saygı da duyabilirim.

Sevgi mi? Asla.

Bu izlenime bir de, on iki sene önce Mardin’de kapılmıştım: Dönemin Mardin Valisi, aziz dostum, ahuyum Hasan Duruer, bir gece, - ben diyeyim on bir, siz deyin on iki - elinde el feneri, bir sokağa götürmüştü beni. Dilim tutulmuştu. Bab’us - Sor’da, öykü yazarı Murathan Mungan’ın da doğup büyüdüğü kırk odalı Kermozade Konağının dibi boyunca inmiş, dört-beş katlı muhteşem bir şatolar görüntüsüyle karşılaşmıştım. Dostum Duruer’in de sevdiği bir Mardin köşesiydi burası. Alıp götürmüştü aklımı başımdan. Binbir Gece Masalının içinde gibiydik. Rüyadaydık. Uyanmak istemediğimiz bir düşün içindeydik. Az sonra biri görünecek, elinde sihirli lambası, peşinde cariyeler, en arkada da Alaaddin. Bu manzarada neden hâlâ bir dönem filmi çekilmediğine hâlâ şaşarım.

Bu enfes gezinin ardından Vali Duruer bana el vermişti, elime el fenerini de tutuşturarak. Ardından kimleri gezdirmedim orayı, geceler boyu. Şairler Nurullah Genç ve Cahit Koytak’tan Fotoğraf sanatçısı İbrahim Zaman’a, Hattat profesör Hüsrev Subaşı’ya, Çizer Osman Suroğlu’na… ve daha kimlere. Herkeste bir şaşkınlık, bir hayranlık, bir manevi haz.

Bir itiraf daha: Tamam, Kotor’u sevmedim, sevemedim. Ama, - gerçeği söyleyeceğim; - Mardin’in o şatolu görünümüne de pek ısınamadım. Abbaralarına nasıl meftunsam, Erdoba’nın balkonunda Mezopotamya’ya nazır akşam güneşinin batışı nasıl muhteşemse, Kermozadelerin şatovari manzarasını da pek sevemedim. Egzotizmin, Orta Çağın havasını solumak mest etti, tarihte kaybolmak güzeldi sadece, diyeyim size.

Tıpkı Kotor gibi. Tıpkı Kotor kadar. Tıpkı Kotorca.

Kotor bir şehir devleti. Bir site devleti. Şato, şatolar devleti.

Takdir ettim.

Görülmeli bir kere. Ama o kadar.

Kotor; işte şehir, işte şato.

Haza. Ama o kadar. Fazlası yok.

Bu yazı toplam 261 defa okunmuştur.
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim