• İstanbul 27 °C
  • Ankara 32 °C

İhsan Işık: Yazarlar Birliği Hatıralarım

İhsan Işık: Yazarlar Birliği Hatıralarım
Kuruluşunun 45. Yılı dolayısıyla; ülkemizin önemli 45 edebiyatçısı Türkiye Yazarlar Birliği’ne dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Kitap olarak da yayımlanan metinleri sırasıyla yayınlıyoruz.

******

Benim gözümde İslami ve milli duyarlıkları güçlü yazarları çatısı altında toplayan bir kuruluş olması hasebiyle saygıya değer olan TYB’de iki dönem Genel Başkan Yardımcılığı yaptım. Bunlardan ilki şair dostum Mehmet Atilla Maraş döneminde gerçekleşti. Bu dönemi takip eden yıllarda, değerli araştırmacı yazar dostum Nazif Öztürk genel başkan olduğunda ben yine yönetim kurulu üyesi oldum ve bu dönemde de genel başkan yardımcısı olarak görev aldım.

Geçen otuz yılı aşkın zaman süresince Türkiye Yazarlar Birliği’nin birçok faaliyetine katıldım. Bu faaliyetlerin arasında yurt içi etkinlikleri de yurt dışı etkinlikleri de vardır. Üstad Necip Fazıl’ı anma etkinlikleri yanı sıra -  TYB’nin çeşitli ülkelerde düzenlediği Türkçe'nin Şiir Şölenlerine katıldım.

“On Ülkeden Gezi İzlenimleri” adlı kitabımda ayrıntılarını anlattığım bu gezilerde önemli gözlemlerim oldu. 

Ankara'da sık görüştüğüm yazarların çoğu Türkiye Yazarlar Birliği üyesiydi. Türkiye Yazarlar Birliği'nin Kızılay’da, Sümer1 Sokaktaki genel merkezine giderken uğradıkları yerlerden bir tanesi de Sümer 2 sokaktaki Elvan Yayınları ofisimdi.

TYB’de Aldığım Görevler ve Birlikte Çalıştığım Arkadaşlar

1978 yılında kurulan Türkiye Yazarlar Birliği’nde en uzun süre Genel Başkanlık yapan D. Mehmet Doğan, kadim ve her daim sevdiğim ve saydığım yakın dostlarımdan oldu.

14 Mart 1998’te yapılan 10. Genel Kurul’da TYB Genel Başkanı olarak yakın dostum şair Mehmet Atilla Maraş seçildi. Ben ve Dr. Nazif Öztürk Genel Başkan Yardımcısı olduk. Diğer yönetim kurulu üyeleri Cengizhan Orakçı, Ercan Şen, Şahin Ali Şen, Ahmet Arslan, Akif Gülle, Mahmut Riyad Bakır,  Fehmi Çalmuk ve İbrahim Eryiğit oldular.

15 Nisan 2000’de yapılan 11. Genel Kurul’da ise Genel Başkan olarak Dr. Nazif Öztürk seçildi. Bu Yönetim Kurulunda ben yine Genel Başkan Yardımcısıydım. Dr. Mehmet Sılay, Ahmet Kot, Cengizhan Orakçı, İbrahim Ulvi Yavuz, Vedat Güneş, Rıfkı Kaymaz, Mahir Adıbeş, Ahmet Ünal, Ahmet Bıyık ile Ercan Şen de Yönetim Kurulu Üyesi olarak yer aldılar.

Bu arkadaşlarımdan birçoğuyla, diğer üyelerden Lütfü Şehsuvaroğlu, Adem Karafilik, Ahmet Köseoğlu, Ali Kılcı, Erbay Kücet, Ferhat Koç, İbrahim Ulvi Yavuz, Mehmet Aycı, Mehmet Kurtoğlu, Mustafa Çetin Baydar, Necmettin Turinay, Şaban Abak gibi isimlerden birçoğuyla arkadaşlık ve dostluğumuz devam etti ve ediyor.

Samimi arkadaşlarımdan 22 Şubat 2010 tarihinde rahmete kavuşan güzel insan şair dostum Rıfkı Kaymaz’ın acısı hâlâ içimdedir.

17 Mayıs 1996 günü Türkmenistan yolunda

İETT’de basın danışmanı iken, Türkiye Yazarlar Birliği’nin Aşkabad’a götüreceği şairler arasında yer aldığımı ve birkaç gün sonra Türkmenistan’a gidileceğini öğrenmiştim.

Herkese kızarak bağırıp çağıran genel müdürüm Muammer Kantarcı, tahmin ettiğim gibi gerekli izni hemen verdi ve beni Türkmenistan’a gönderdi. Kendisine hâlâ teşekkür borçluyum.

17 Mayıs 1996 Çarşamba günü “kafiley-i necat” ile Aşkabad yoluna revan olduk. Gözüme çarpan davetli şair ve yazarlar, edebiyat tarihçileri arasında Sedat Umran, Bahaettin Karakoç, Mehmet Akif İnan, Lütfü Şehsuvaroğlu, Metin Önal Mengüşoğlu, Mehmet Atilla Maraş, Mehmet Doğan, Kıbrıs’tan Harid Fedai, Kosova’dan İskender Muzbeg, Prof. Dr. Mustafa İsen, Ahmet Kot ile yurt içi ve yurt dışından ismini hatırlayamadığım epey şair var.

Yerlerimizi aldığımız büyükçe uçak ile yaklaşık beş saat süren, bir an önce bitse diye ya sabır çektiğimiz saatler, dakikalar. Yolcu kalitesi yerlerde sürünüyor; ortalığa taşmış valizler ve torbalardan belli, yokluğun yoksulluğun gözü kör olsun. Üstüne üstlük sigara sancısı var ki bin ya sabır daha çekmek gerekiyor. Neyse ki biraz sonra birşeylerle meşguliyet imkânını fark ediyorum. Sağımda ve solumdaki gençlerin ağzını yoklayınca, yol arkadaşlarımızın çoklukla Türkmenistan’a giden emekçilerden oluştuğu anlaşılıyor.

Burası Aşkabad havaalanı mı sahiden? Yoksa öldük de günahlarımızın çokluğu yüzünden doğruca cehenneme mi gönderildik? Uçağın merdivenlerinden inerken suratımızı yalayan alaz, herhalde cehennemden gönderilen alevlerden payımıza düşen zarif parçalar sanki. Öyle bir sıcak var ki, bir fırının kapağını açmışlar da bizi önünde dizmişler sanki. Yarabbi sen bizi affet, eğer cehennemin minnacık bir örneği buysa eğer, öbür dünyada halimiz harap, sen bizi bağışla, yüce merhametini esirgeme.

Firuze Konağında

Nihayet Firuze cennetindeyiz. Hani derler ya, Allah fakir kuluna önce eşeğini kaybettir sonra buldurup sevindirirmiş. Geldiğimiz yer, çeşit çeşit ağaçlar ve yeşillikler içinde bir konuk evi.

Firuze tatil tesislerinde bir komikliğe de tanık oldum. Baktım ki şair arkadaşlarımızdan bazıları kamptaki görevli Türkmenlere kendilerini uzun uzun tanıtıp onlara şiir okumaya çalışıyor, hatta kitaplarını imzalayıp hediye etmek istiyorlar Fakat, sıkı durun, Türkmen görevlilerden gelen hiç beklemedikleri şu istekle şaşırıp kalıyorlar:

- İbrahim Tatlıses kaseti yok mu? Orhan Gencebay kaseti yok mu? Abi bize kitap yerine kaset versene.

Akşamleyin Türkmenistan Yazıcılar Birliği ziyafetindeyiz. Cömertlik demek ki Türklerin ortak özelliklerinden. Ziyafette yok yok. Fakat adamlar alkol denizinde kaybolmuşlar, masalarda yemek kadar içki şişesi var. Sıra sıra şişelere bizim uzanmayışımıza, yemek öncesi namaz kılışımıza şaşırıp kalıyorlar. İçlerinden dediklerini duyar gibi oluyorum: “Ula bunlar yazar ama içki içmiyorlar ve de namaz kılıyorlar? Aboo olacak iş mi?”

Türkmen Yazıcılar da Müslüman olmasına Müslümandılar amma velakin İslam hakkında bir paragraf birşey bilmiyorlardı. Ezberinde fatiha olana hocaefendi, alim gözüyle bakıyorlarmış. Başkanları Atamırat Atabayev ilginç bir tip, belli ki açık yürekli iyi bir insan; şairlerin çoğu gibi çok konuşmayı, şiir okumayı seviyor. Çeşitli vesilelerle okunan şiirlerden anlaşılıyor ki, yaşayan Türkmen şairleri içinde en iyisi o. Üniversitede öğretim üyesi ve dekan olarak görev yapıyormuş, maaşı 30 dolar.

Yemekten sonra şiir faslındayız. Biraz ev sahipleri biraz biz misafirler karşılıklı şiirler okuyoruz. Türkiye Türkçesiyle yazılmış şiirlerin güçlü fonetiği, zaman zaman çeviriyle ortaya çıkan anlamları ve edebi sanatlar yönünden zenginliği, ev sahiplerini anında etkiliyor, adeta şok ediyor. Atamırat, Malatyalı bir arkadaşın (Metin Önal Mengüşoğlu) okuduğu Necip Fazıl şiirlerinden sonra bir çığlık atıp hayretini ve hayranlığını ifade etti. Komünist partisi yönlendirmesi nedeniyle ünlü şair olarak sadece Nazım Hikmet’i duymuş ve okumuşlar ama, kendilerine şimdiye kadar kimse ne Mehmet Akif ’ten ne de Necip Fazıl’dan söz etmiş.

18 Mayıs 1996 perşembe günü Mahdum Kulu Yadigarlığına gittik. Heykelin çevresinde fotoğraflar çekildi. Zihnimize kazındı ki Türkmenlerin en büyük şairi Mahdum Kulu’dur. Eyvallah, bu şairin heykeline kızmadım nedense, heykelleri sevmediğim halde. Bir parktaki Lenin heykelinin ve diğer yerlerindeki komünist önderlere ait heykellerin Gorbaçov devriminden sonra kaldırılmış olmasına sevindim ve ibret verici buldum. Darısı diğer heykellerin başına diyelim.

Aynı gün Aşkabad Tiyatro Binasında Türkçenin Aşkabad Şiir Şöleni yapıldı. Avluda kalabalık bir bando ekibi marşlar çalıyor, folklor ekipleri Türkmen müzikleri eşliğinde gösteriler sunuyordu. Komünist yönetim döneminde birçok etkinliğin de yapıldığı söylenen bu binada, şölenin yapıldığı salon oldukça büyüktü ve yüzlerce dinleyici tarafından hıncahınç doluydu. Bu tür törenlere alışık olduğu anlaşılan topluluk, sahneye çıkanları, şiir okuyup konuşma yapanları bol bol alkışlıyordu. Konuşmacılardan biri konuşmasında turancılık yapınca, bilmukabil ümmetçilik yapma görevi bana düştü, dilim döndüğü kadar İslam birliğinin öneminden, İslam halklarının işbirliğine olan ihtiyaçtan bahsettim ve bir şiir de okuyup yerime döndüm.

Aşkabad’daki Akrabam

Yerime döndüğümde, arkadaşlar yüzüme hayretle bakıp, bana;- “Seni bir akraban arıyor” dediklerinde, aynı hayrete bu kez ben düştüm. Burası İstanbul, Diyarbakır, hadi diyelim Konya, Bursa vd. değil, yurtdışındayız, burası Türkmenistan.. Burada akraba mı olur, herhalde bir yanlışlık var, diye düşündüm. - “Akraban seni dışarıda bekliyor”, denilince bir kez daha afalladım ama, ne göreceğimi merak ederek hızla dışarı çıktım. Bir de baktım ki, gerçekten bir akrabam karşımda: Fethi Oğuz Yayan, merhum halamın torunlarından. Aşkabad’a TİKA’nın Türkmenistan temsilcisi olarak atanmış. 19 Mayıs 1996 Cuma günü Firuze’de kahvaltı, Turgut Özal Lisesi ziyareti ardından Aspava’da öğle yemeği. Yemeğin ardından, yapım halindeki Diyanet Camiinde Cuma namazının ardından gittiğimiz bir mesire yerinde dinlenme, karşılıklı sohbet. Dinlendikten sonra Türk okullarını ziyaret faslına devam ettik. 1996 yılı itibariyle Türkmenistan’da bir üniversite ile sekiz Türk Lisesi faaliyet gösteriyormuş. Bunlardan birini öğle öncesi ziyaret etmiştik. Sırasıyla Türkmen Türk Üniversitesine, ardından Mustafa Kemal Atatürk Lisesine gittik. Bunlardan birini Türkiye’deki cemaatlerden birileri kurmuş.

Ey Ulu Önder Türkmenbaşı!

Saat 18.00’de Mahdum Kulu’nu anma töreni vardı programda. Azadi Enstitüsü salonunda yapılan toplantıda kulağımıza, Türkiye’den aşina olduğumuz sesler geliyor. “Halk yazarları”nın hemen hepsi konuşmalarına şöyle başlıyordu:- Ey ulu önder Sapar Murat Türkmenbaşı!..

Bu hitabın ardından herkes yalakalık klişelerini sıralıyor, sanıyorum kimse de konuşulan beylik sözleri dinleme gereği görmüyordu. Vaktiyle biz de çok dinledik benzerlerini, “Ey ulu önder Atatürk!” diye başlayan.. Sapar Murat Niyazov, bizdeki “ebedi şef ”e nazire olarak kendini “Türkmenlerin ebedi lideri” ilan etmiş ve de yine kendisine “bütün Türkmenlerin lideri” anlamına gelen Türkmenbaşı adını vermişti. Buradaki ulu önderin de her tarafta fotoğraflarına, yol üzerinde vecizlerinin yazılı olduğu panolara rastlıyoruz.  Kendisi Firuze dinlenme evinin bitişiğindeki cumhurbaşkanlığı konutunda ikamet ederken, eşinin Moskova’da yaşadığı anlatılan Türkmenbaşı, ismini limanlara, çiftliklere, askeri birlikler ve hatta bir meteora bile vermesiyle ün salmıştı. 21 Aralık 2006’da hepsine veda edip öbür tarafta hesap vermeye gitti.

Zaman Tünelindeyiz

Şimdi, sıra Türkmenistan gezimizin benin açımda en çarpıcı bölümüne geldi. Bu seyahat için ne olur ne olmaz diye ihtiyaten cebimde 2.000 dolarla gelmiştim Aşkabad’a. Bir hafta boyunca kendimi hiç mi hiç sıkmadan alışverişler, yemeler içmeler sonunda baktım ki tüm gayretime rağmen ancak 100 dolar tutarında Manat kadar minnacık bir para harcayabilmişim. Çünkü farkında olmadan burada bir “zaman tüneli”ne girmişiz. İnanmıyor musunuz? Örnekler vereyim: Sizce Ankara’da, uçağa yetişmek için Kızılay’dan Esenboğa havaalanına gitmek için taksi şoförüne kaç lira ödersiniz? Taksimetre daha fazla yazsa bile an zalim taksi şoförü sizi o yıllarda 100 liradan yukarısına götürmezdi. Aynı mesafeden fazlası, Aşkabad’ın bitiminde başlayan Karakum çölü başlangıcında kurulu pazar yeri ile şehir merkezi arasındaki yolun uzunluğudur. Ben, oradan şehir merkezine taksiyle gittiğimde, şoföre ne ödedim biliyor musunuz? Sadece 35 kuruş karşılığı manat. Yani Türkiye’dekinin % 1’i bile değil. Daha beteri, girdiğim eczanede gördüğüm hesap aleti.. Dikkat buyurun, hesap makinesi demiyorum bu alete, çünkü bu alet bir abaküs. Eczacı hesaplamayı abaküsle yapıyordu, çünkü Türkmenistan daha hesap makinesiyle tanışmamıştı, Türkiye’nin elli sene öncesinde yaşıyordu.

Arkadaşlar genelde hediyelik eşya olarak burada çok ucuza alınabilen güzel ve değerli seccadeleri tercih etmişken, ben de eşime Türkmen kadınların üzerinde gördüğüm kumaşlardan almayı tercih ettim, Karakum pazarındaki bir Rus hanım sergiciden. Gerçekten ilgimi çekmiş ve hayranlık uyandırmıştı bu elbiseler. Türkmen hanımlar, sırf kendilerini Rus kadınlardan ayırmak için ayaklarına kadar inen uzunlukta renk renk ve oldukça sevimli entariler giyiyorlardı.

Artık program son ermişti, hediyelik eşyalarımızı da aldığımıza göre kendi yurdumuza dönebilirdik. Yine beş saatlik bir yolculuk, yine Allah’a şükür İstanbul’dayız.

14 Ekim 1996 Günü Kıbrıs Yolunda

Uzun yıllar görmek istediğim, her seferinde çıkan bir aksilik yüzünden gidişimi birkaç kez ertelediğim Kıbrıs’a, oldukça gecikerek, ilki 1996’da, diğeri 2008’de olmak üzere iki kez gittim. Gerçekten görülesi, üzerinde düşünülesi, konuşulası bir ada ülkeymiş Kıbrıs. Görmek istediğim diğer ada ülke olan Malta’ya gitmek ise hiç nasip olmadı. Halbuki burada çekilen bir filmi televizyonda izlerken, etkilenmekten kurtulamamış, en duygusal şiirlerimden “Yağmurlu Kent” şiirimi yazmıştım,

Kafamda değişmeyen fotoğrafıyla, Büyükada’dan daha büyük bir ada; hayranlık veren ve dinlendiren doğasıyla, kozmopolit toplumsal dokusuyla ve her yabancıya göz kırpan, yaşına bakmadan mini mini etekleriyle çok güçlü estiğini sanan bir kokoş Kıbrıs. Aşığı çok, hiç birine tam ram olmayan, takıp takıştırmayı, cilvelenmeyi çok seven, ama varlık içinde yokluk çeken pek nazlı, pek edalı, bir o kadar kibirli salınmayı seven bir kokoş.

Kıbrıs Şiir Şöleni Şairleri

Ben Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü iken, 14 Ekim 1996 Pazartesi günü Türkiye Yazarlar Birliği Türkçe’nin Kıbrıs Şiir Şöleni kafilesiyle birlikte Kıbrıs’a gittik. Taşucu’na kadar otobüsle, Girne’ye feribotla. Yüz’e yakın ünlü şair ve dahi yeni yetme şair ve kontenjandan yazarlar ile. Kafilede hatırladıklarımdan RTÜK üyesi ve TYB eski başkanı Mehmet Doğan, henüz bizi terk edip baki aleme göç etmemiş olan ağabeyimiz Mehmet Akif İnan, Cumali Ünaldı Hasannebioğlu, Muhsin Mete, Ahmet Fidan (Mösyö), A. Vahap Akbaş, Mehmet Atilla Maraş ve İskender Muzbeğ, Tülay İbrahim, Bosnali Kerima Filan ile türkücülerden Bayram Bilge Toker, Abdurrahman Kızılay ve Mehmet Özbek de vardı.

Şölen şairleri olarak Girne Kordonboyu’ndaki Grand Rock Hotel’de kaldık. Yemekleri başka otelde yiyorduk. 207 nolu odada arkadaşım şair Cumali Ünaldı ile birlikte idik. Cumali, her zamanki düzenli ve disiplinli hayatını burada da sürdürüp sık sık eşofmanını çekip yürüyüşe çıkıyordu. Ben o saatlerde free takılmayı tercih ediyordum.

Cumhurbaşkanlığı binasını görüp, Lefkoşa ve Magosa’yı kafileyle birlikte gezdik. Lefke’ye gittiklerinde kafileden usulca sıyrıldım, Kıbrıs Sosyal Hizmetleri ne haldedir bunu incelemeye çalıştım. Gitmeden önce SHÇEK Dışişleri Şube Müdürü Mehmet Güneş’in irtibat kurduğu Kıbrıs Sosyal Hizmetler genel müdiresi Cemile Atai’yi Lefkoşa’da ziyaret ettim. Girne yakınındaki Lapta Huzurevi ve misafirhanesini, ayrıca Lefkoşa’da bir kız yurdunu ziyaret ettim, orada öğrenciler ve öğretmenlerle birlikte yemek yedim. Sosyal Hizmetler’in Avşar tesislerini de gezip Celebty Hotel’de konakladım. Otelde “Nancy” adını verdikleri yemek harikaydı.

Girne’deki Türkçe’nin Kıbrıs Şiir Şöleni iyi ve güzel geçti. O dönemde sağ ve görevde olan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, şölenin açılış konuşmasını yaptıktan sonra, Türkiye ve Kıbrıs şairleri sıra sıra bol bol şiir okuduk. Kıbrıslı edebiyat tarihçisi (şimdi merhum) dostum Harid Fedai, kafileye öncülük ediyor, her fırsatta bize yardımcı olmaya çabalıyordu. Unutulası değil. 20 Ekim Pazar günü yurda döndüğümüzde, iznim bitmediği halde hemen göreve başladım. Gelenim gidenim çoktu,

2003 yılında Strasbourg’da Biz Bize Bir Şiir Şöleni

Daha önce 1990’lı yıllarda Avrupa Milli Görüş Teşkilatının davetlisi olarak defalarca gidip Paris, Lyon, Marsilya dahil 20 civarında şehrinde konferans vermiş olduğum Fransa’ya, 2003 yılında bir daha gittim, bu kez doğuda kalan Alsas Loren bölgesine. Türkiye Yazarlar Birliği’nin organizasyonu ile 15-19 Ekim 2003 arasında Strasbourg şehrinde kaldık. Organizasyonun resmi adı: “Türkçe’nin 5. Uluslararası Şiir Şöleni” idi. 15 Ekim 2003 Çarşamba günü saat 10.00’da uçakla İstanbul’dan hareket ettik, öğleden sonra 15.00’te Strasbourg Havaalanına indik. Saatimizi bir saat geri aldık. Şehir gezisi sırasında bir mezarlığın yanından geçerken, burada Alman işgaline karşı savaşan direnişçilerin yattığını, aralarında Fas ve Tunus’tan Müslümanların da mezarları olduğunu söylediler.

Nehir gezisi öncesi soğukta kalmamak için bir cafeye gittik, çay içerek ısınmaya çalışmıştık. Yine de soğuktan titreyerek yaptığımız nehir gezisi ardından Roi Soleil oteline döndük. Ankara’dan gelirken otobüste sadece iki saat uyuduğum için erkenden yattım.

16 Ekim 2003 Perşembe günü saat 10.00’da Kongre Merkezi (Au Palais du Congres) Albert Scweitzer Salonunda şiir şöleni başladı. Şiir şöleninin yapıldığı bu bölge Fransız ve Alman kökenli insanların birlikte yaşadığı bir yermiş. Ahalinin oldukça muhafazakar olduğu ve ırkçı parti Le Pen’in oy deposu sayıldığı bilgileri verildi. Kimi yerleşim yerlerinde Almanca konuşanlar ve Almanca tabelalar çoğunluktaymış. 2. dünya savaşı sonrası, zaten bölge Almanlardan tazminat karşılığı alınıp Fransa’ya verilmiş, ahalisiyle birlikte, savaş tazminatı olarak. Savaş işte böyle bir şey.

Kongre Sarayının Albert salonunda önce açılış konuşmalarını dinledik. TYB başkanı Nazif Öztürk ile eski başkanlarından Mehmet Doğan ve konuk ülkelerin temsilcileri ardından, Erzurum’dan hocam Prof. Orhan Okay birer konuşma yaptılar. Sabahleyin 9.15’teki kahvaltıya zor yetiştim. Kültür Bakanlığı sanatçısı Aysun Gültekin ile Françoise Demir’in konseri vardı. Sesi güzel hanım bize birbirinden güzel türküler söyledi. Söylediği tüm türküler, özellikle Diyarbekir’imizden “Hangi bağın bağbalısan gülüsen” türküsü çok hoştu, değerli dostum şair Mustafa Miyasoğlu (şimdi merhum) özel bir türkü isteğinde bulundu. Öğlen yemeğinin ardından saat 14.00’te şiir şöleninin “Cümle Şair Dost Bahçesi Bülbülü” adı verilen birinci faslı başladı. Sırası gelenler şiirlerini okudu. Çay molasından sonra çoğu şair artık şehrin sokaklarındaydık. Çay molasında görevlilerden biri beni buldu. Baktım konuk şairlerden Elif Su (şimdi merhum şair ve çevirmen dostum Erdoğan Alkan’ın kızı) hanım gelmiş. Yarım saat önce arayıp adres sormuştu. Başlayan şiir okuma programını Elif Su ile birlikte izledik. Akşam yemeğini Hilton Oteli’nde yedik de yemez olaydık.  Menü şöyleydi: Salade Grecque; Rôti de Veau, Sauce Forestiére, Gratin de Pommes de Fere et Jegumes du Marché; Délice Gréme Brulée Vanille au Velaurs noir chocolaté; Cafe. Et pişmemiş, patates rezalet olduğu ve bir tek tatlı ile doyamadığım için resmen aç kaldım.

Yemekten sonra Kültür Bakanlığı Türk Dünyası Müzik Topluluğunun konseri vardı. Tahmin ettiğim gibi kalabalık iki misli artmıştı. Konser çok beğenildi. Otele dönüşte değerli dostum (şimdi merhum) Mustafa Miyasoğlu ile birer kahve içip derin sohbetlere daldık, saat yarımı bulduğundan odamıza çekildik. 17 Ekim 2003 Cuma günü, Chuman Tivoli salonunda yapılan kahvaltıdan sonra Avrupa Konseyini ziyaret ettik. Akşama kadar üç ayrı fasılda yine şiirler okuduk biz bize. Ne Fransız, ne Fransa Türk göçmenlerinden on kişi dinleyenimiz yoktu.

Akşam harika bir yerdeydik. Nehir kıyısında Petite France restaurantında müzikli yemek benim için unutulmaz oldu. Çünkü bayan şarkıcı, söylediği Fransızca şarkıya hafiften eşlik ettiğimi fark edince yanıma geldi ve fiili durum yaratarak şarkının bazı bölümlerinde mikrofonu bana uzattı. Benim Fransızca şarkı söylediğimi gören arkadaşlar çok şaşırmışlardı. 17 Ekim Cuma günü şiir atölyesinde konuştuklarımızı hatırlayıp hüzünlenmemek elde değil, hepsini toplasak bir ceviz kabuğunun içini doldurmaz. Yaşadığımız dünya gerçeklerinden uzak vizyonların minnacık misyonları. Strasbourg Kongre Sarayında başlayan törende Fransız Kültür es i Bakanı ile Strasbourg Konsolosu konuştu, protokol cümlelerinden ötesi yok. Azerbaycan adına konuşan şair Anar, baştan tırnağa kibir, gerisi sıfır. Yanında Firuze Memmedli ve Ahmet Oğuz vardı. Bir tek Kazak şairi Muhtar Şahanov birşeyler söylemeye çalıştı. Ben de söz alıp Tevfik Fikret’in Ferda’sından bir bölüm okuyup; Yunus Emre’nin mesajlarından birkaç örnek verdim. “Dolap niçin inilersin / Derdim vardır inilerim”... “Bana rahmet yerden yağar”... 18 Ekim 2003 Cumartesi günü, Gutenberg II Salonunda saat 10.00 – 12.30 arası ödül töreni verildi. Dost ahbap işi ödüller ile herkese katılım beratları verildi. Artık birbirinin tekrarı saatler başladı. 12.30-14.30 arası Rhene nehrinde gezintiden sonra yine o güzel Petite France’da (Küçük Fransa) lokantasında akşam yemeği ve şehrin sokaklarında gezintiler... Ertesi sabah Türkiye’ye dönüş vakti gelip çatmıştı. Yapacak bir şey yok. Gezinin tadı ağzımızda, kahvaltıyı yapıp havaalanına gittik ve 13.00 uçağıyla İstanbul’a döndük.

Üstad Necip Fazıl’ı anma günlerinde birlikteydik

TYB olarak, 23 Mayıs 1998 Cumartesi günü Hotel İçkale’ de NFK’ yı anma günü yaptık. Ben kitap hacminde lisans tezim olan, fakat maalesef kitaplaştırma imkânı bulamadığım “Necip Fazıl Kısakürek ve Türk Tiyatrosu” konulu bir konuşma yaptım. Aynı konuda bir anma günü de Maraş’ta düzenlemiştik. O etkinlikte de Üstad hakkında Necip Fazıl hakkında konuşma yapmış, şiirlerinden örnekler sunmuştum.

2005 TYB Özel Hizmet Ödülü

2005 yılında Türkiye Yazarlar Birliği yılın yazarları ödüllerinde Özel Ödül’e değer görüldüm. Müteşekkirim. Ödül töreni İstanbul Yıldız Sarayında yapıldı, ödülümü bu törende aldım.

Son Söz:

Bu hatıraların yayımlanmasına vesile değerli araştırmacı ve kültür insanı Ali Kılcı’ya şükranlarımı sunuyorum, sağolsun, varolsun.

Bu haber toplam 210 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim