Portre / Fahri Tuna
Dizeleriyle konuşan adam.
Yok bakışlarıyla.
Hayır hayır saçlarıyla.
Yok be; en çok tavırlarıyla. Duruşuyla. Duruluğuyla.
Farklı adam. Daima. İlk günden son güne.
Ortalıkta neredeyse hiç olmadığı hâlde, onun kadar ortada kaç şair gelip geçmiştir bu kavanoz dipli dünyadan. Belki de hiç. Hiç demeyelim, hak yemeyelim de; çok az.
Ne kadar az, o kadar çokun ispatıdır İbrahim Tenekeci. Haza budur. Tam da bu. Helal sana be İbrahim. İbrahim’im.
İbrahim’im dedim de, aklıma geldi: Tanımam ben İbrahim’i. Bilmem. O da beni bilmez. Bakmayın bu kadar yakınım olduğuna. Yakınım evet. Uzaktan yakın. Uzaktaki yakın. En uzaktaki yakınım o benim.
Merhum şair Murat Beyaz, bir sayfanın fotoğrafını göndermişti. İbrahim, bir kitabında iki üç cümleyle benden söz edermiş. Daha doğrusu Neşe Gazozu ile ilgili Dergâh’ta yayımlanan bir yazımdan. Eyvallah.
Bir kerecik görmüşlüğüm var. Yıllar önce, şöyle böyle on beş sene kadar evvel, Sapanca Şiir Akşamlarında, o da uzaktan. Bir kere de karşılaşmışlığım. 2017 baharında yazarlık derslerine girdiğim Bolu liselileriyle İstanbul’u geziyorduk dergi dergi, kitabevi kitabevi, şair şair, yazar yazar. Yerin üstü, yerin altı, ayırmadan. Zarifoğlu’ndan Haldun Taner’e, Ay Vakti’nden Yedi İklim’e, Türk Edebiyatı’ndan Şule’ye, Dergâh’a… Sirkeci’deki dergiler fuarında karşılaştık İbrahim’le. (İbrahim Tenekeci Bey ile demiyorum bakın, İbrahim’le yani kardeşimle, yani yakınımla.) Kucaklaştık, hasret giderdik. Halbuki ilk görüş, ilk karşılaşış, ilk konuşuşumuzdu. (Güray Süngü’nün Fahri ağabey ile günün birinde tanıştık ama sanki bin yıldır ahbaptık. Bir sonraki görüşmede kucaklaştık, sanki bin yıldır her gün görüşmüştük de son bir aydır görüşmemiş gibi sarıldık tespiti burada geçerli değil. Vallahi billahi İbrahim’den kaynaklandı bu kez, bağışla Güraycığım, canım benim.)
Ayak üstü üç beş kelâm. Dostça. Kardeşçe. Sevgice. Biraz dünya, biraz insan, biraz da dergice. Dergiyle. Dergiden. Ve yazıdan. Daha çok bakışlarımızla konuştuk o kadar.
Farklı adam, evet. Farklılığı sanat, farklılığı hayat, farklılığı meslek edinmiş adam. Bu da ona çok yakışıyor. (Farklı kelimesini burada özgün anlamında okuyun lütfen.)
Gösteriş elitizm konfor kelimeleri lugatında hiç yoktur. Hiç mi hiç ama. Olmamayı bırakın, yakınından geçmemiştir. Minik bir delil sunayım size. (Meramımı tam anlatmış olayım:)
8. Sapanca Şiir Akşamları. Ali Günvar’ın, Atilla Birkiye, Adnan Özer, Leyla İpekçi, Veysel Çolak, Fatma Şengül Süzer’in katıldığı, Romanyalı ve Gagauz Yerili şairlerin katıldığı sene. Bu satırların yazarı da düzenleme kurulu üyesi, o vakit. Ki on dört sene zevkle yaptım bu uğraşı bol ama mutluluğu daha fazla olan görevi. Üç gün sürüyor etkinlik. Perşembeden başlıyor, Cuma okullarda şairler, panel, söyleşi, vesaire. Cumartesi gezi ve akşama, nefis bir manzara karşısında, Faik Baysal’ın en güzel şiir, Sapanca Gölünün kendisidir diye betimlediği doğal bir peyzaj, adeta çok renkli bir kartpostal karşısında şairlerin dizeleriyle gönülleri ışıldatmaları… Oteller, yemekler, muhabbetler. Paneller, oturumlar, söyleşiler. Üç gün boyunca bizim İbrahim yok. İbrahim Tenekeci yok daha doğrusu. (O zaman, henüz benim için İbrahim değil daha.)
Sordum soruşturdum; Geyve’de bir köy evinde kalıyormuş. Bol yıldızlı ortamlardan hiç hoşlanmazmış. Varsa yoksa doğal ortam: Doğa, doğal insanlar, doğal gıdalar. Doğaya doğala doğadana müptelaymış. Programın finaline gelecekmiş sadece. İlginç dedim. Takdir hislerim ayağa kalktı içimde. Ayağa kalkmakla kalkmadı, yürümeye, hatta koşmaya başladı. İçimden Helal İbrahim sana dedi bir ses.
Geldi sonra. Malum, bu tür etkinliklerde beş yüz - sekiz yüz kişilik kalabalıklarda, sorun yaşamasınlar diye, şairlere özel bir yer ayrılır. Birlikte otururlar. Sanki çok da birbirlerinden haz ediyormuşlar gibi. Kolaycılığımız işte. Gözü çıksın. Neyse. İbrahim gene yok aralarında. Organizasyon kurulu olarak telaşlandık tabii. O zamanlar sosyal medya icat edilmiş değil; facebook anasının, instegram babasının, twetter dayısının, watsap teyzesinin yoldaşı daha. Fotoğraftan da tanımıyoruz. Sunucu onu sahneye davet edince, halkın arasında tarassutta gözlerim tabii ki: Ortaya yakın boylu, ince yapılı, saçları soldan sağa kafasını ve alnını kuşatan, kumraldan kahverengiye çalan saçlı ve yüzlü, vakur duruşlu, kırkın merdiven dayamış genç bir adam kalktı, sahneye dev adımlarla yürüdü. Tekellüfsüz, temennasız, ağır ağbiliği bürünmüş bir duruş bakış ve ses tonuyla şiirini okudu, indi, gitti. Alkış, takdir, teşekkür beklemeden. Yürüyerek konuşan, gözleriyle şiir okuyandı o.
O akşamdan bu yana kardeşimdir İbrahim Tenekeci. İbrahim. İbrahimciğim. İbrahim’im. İbrahim’imdir o benim. Tanıyan herkesin İbrahim’i. Tanıyan, tanımayan.
Hepimizin yerine düşünüyor. Hepimizin yerine yazıyor. Hepimizin yerine yaşıyor İbrahim. Hepimizin İbrahim’i o bu yüzden.
Çok şairimiz var. Onlarca. Çoğunu okudum, okuyorum, sağ oldukça da okuyacağım. Yarıya yakını da arkadaşım üstelik. Severim. Şiiri severim ama şairleri asla diyen ağabeye selam olsun. Ben severim şairleri. Bu yüzyıldan sonraki yüzyıla kalacak sekiz - on Türk şairi varsa eğer, benim kantarıma göre, ki herkesin kantarı belinde diyen Sadiye Babaanneme rahmet olsun, birisi de İbrahim Tenekeci’dir. Öyledir. Öylecedir. Öylesinedir.
Kırkına varmadan Kırkları sırtlayan İbrahim, İtibarlı bir dergicidir. Çok geniş bir Muhiti de vardır, şiirde, öyküde, denemede. Ve dahi portrede. Has dergicidir vesselâm.
Aslında İbrahim Tenekeci - Giderken Söylenmiştir demeyin lütfen -; Yüksek Kaderi icabı, yeryüzünde yaşamakta olan sekiz milyar Ademoğlu ve Havvakızından her bir Kimsenin Kalbini giyinmiş, Geldik Sayılır zannıyla Son Düzlükte Güzellik Uykusuna dalmış Ağır Misafirleri uyandırmaya ant içmiş bir güzel Peltek Vâizimizdir. Uçuş Denemeleri aldatmasın sizi. O, olan bitene Yakın Şahitliği nedeniyle Görmeden Ölmeki tercih eylemiş, Topraktan Yükselen, Üç Köpükten ibarettir. Yarım asırlık ömründe Sözü Yormadan işleyen bu güzel adamın, Tekrar Selâm Ederimi ve bilcümle efkârı, eş’arı, a’malı Öbür Divan içindir kuşkusuz. Sürekli Kayboluşları da. Onun içindir, oncadır, ondandır. Böyle bildik. Böyle biliriz. Böyle biline.
Bakışlarında ve dizelerinde en çok hüzün hâkimdir onun, evet. Hüzün ki en çok yakışandır İbrahim’e. İki yüz otuz iki koyunun beş kurda teslim edildiği bu kahpe düzende, nasıl gülebilir ki yüzler, gözler, kalpler. Çağların künhüne vakıf doğal adam İbrahimden başka ne bekleyebilirdik. Değil mi ama.
Dikkat; şiirim hüzün kadar umutta içerir şeklinde gizli bir üstyazı vardır kitap sayfalarında onun. Hüznü aldatmasın sizi. Aman ha dikkatli olun.
Çağdaş putlar ve olgularla savaşımı İbrahimîliğindendir.
Her şair bir kitaptan ibaretse eğer, benim için İbrahim Tenekeci Giderken Söylenmiştir; her şair bir dizeden ibaretse eğer, benim için İbrahim Tenekeci, yaşamak ne zor kalbi olana dizesinden ibarettir.
Kişi kendine benzeyene koşarmış. Eyvallah. Derviş Yunus, yedi asır sonra ete kemiğe bürünüp çıka gelse günümüze, aramıza katılıverse örneğin, - kuvvetle muhtemel - İstanbul’da, ilk kapısını çalacağı kişi, İbrahim’dir. Tereddütsüz, tekellüfsüz, terennümsüz adamdır da kendisi gibi, ondan.
Okudukça gördükçe dinledikçe sizi iyileştirenlerdendir o.
Gitgide, günbegün, aybeay, yılbeyıl şairden çok bilgeliğe evriliyor İbrahim. Ne güzel.
Derin adam. Bir o kadar da duru.
Derin ve duru şairimiz o bizim.
Tam da budur İbrahim benim için. İşte bu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.