*********
Çocuk sayılabilecek bir yaşta, başımızda kavak yelleri eserken deli taylara binmiş, edebiyat denilen derin ve uzun vadide, Doğu’dan Batı’ya, Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya, hatta Amerika’dan Kara Kıta Afrika’ya dünyanın kültür bahçelerinde açan nadide çiçekler olan şiir, edebiyat, felsefe, ilahiyat, tarih, düşünce, antropoloji, siyaset, biyografi ve fikri eserleri sahafların tozlu tezgahlarından, kitapçıların vitrinlerinden, kütüphanelerin küf kokan raflarından alıp anamızın ak sütünü içer gibi okuyarak büyüdük.
Kadim dostum, Urfa’nın usta Leblebicisi Mahmut Apaydın seneler önce dükkanına şöyle yazmıştı:
“Ya saatlerini vererek kitap oku,
Ya da senelerini vererek kitap yaz!”
Ben de onun bu düsturunu hep şiar edindim kendime. Senelerimi sarf ederek kitap yazma faslına gelemedim; ama saatlerimi vererek kitap okumaya hala devam ediyorum.
Tatillerde çalışarak, kitap almak için para biriktirirdim. Çaycılık yaparken de gündüzleri beş kuruşa, geceliği ise yirmi beş kuruşa kiraya verilen kitapları Çakaloz Abdi’nin babasından alır, okurdum. Bu kitap okuma aşkı bugüne kadar terk etmedi beni.. Okumak, bende nefes almak, yemek yemek ve su içmek gibidir.
Kitapları okumuyor, adeta beynimize, ruhumuza ve dimağımıza nakşediyorduk. Okuduğum o kitapların verdiği hazzı hiç bir hazla değişmezdik. Medeniyetin elektrik ışığı henüz bizim haneye teşrif etmemişti. Uzun kış geceleri üç numara gaz lambası altında sabahlara kadar okurdum. Her sabah kalktığımda burun deliklerimin külhan bacaları gibi simsiyah isle dolmuş olduğunu görürdüm. Sabahları yüzümü yıkarken siyah is burnumdan katran gibi akar dururdu.
Altmışlı yılların kışı başkaydı Urfa’da. Karakoyun Deresi’ne bakan avlulu evimizin önü karla dolar, sokaklar yol vermez olurdu. Kardan dolayı okullar tatil edilirdi. Urfa’nın, Siverekli Mahallesi, Bedendibi Sokak’taki hayatlı (avlulu) evimizde üç numara gaz lambası altında ders çalışmanın yanında, yeni günün ilk ışıkları ortalığa düşünceye kadar kitap okumak, hatırlayınca bugün bile çok özel bir duygu yaşatıyor bana.
Tek odalı evimizin ortasına kurulmuş tandırda, üstü biraz külle kapatılmış mangaldaki kor gibi kızarmış odun kömürü ateşine üşüyen ayaklarımı uzatır, tandır yorganını boğazıma kadar çekerdim. Sıcak tandırın keyfiyle, Meryem anamın patlattığı mısırları yiyerek ve arada bir dışarıdaki tipiye dalarak toprak damlı evimizde yaptığım kitap okumalarını asla unutmadım. Kıtlık zamanında buğday ekmeğinin tadı nasıl unutulmazsa, ben de o üç numara gaz lambasının ışığındaki kitap okumalarını hiç mi hiç unutmadım ve yaşadıkça da unutmayacağım. Beynimi ve ruhumu besleyen bu kitap okuma seanslarının benim için ne büyük nimet olduğunu bu yaşımda daha iyi anlıyorum. Kişiliğimin oluşumunda ve gelişiminde o okumaların büyük payı vardır.
Okuduğum her yeni eser, yeni ufuklar açtı, yeni şeyler ekledi dimağıma. O elektriksiz, bin bir meşakkatle geçen hayatımıza karşılık, bugün yaşadığımız şartlara bakınca binlerce kez şükretmekten başka yapacak bir şey gelmiyor aklıma.
Aradığım kitabı almak için gittiğim ilk yer Naci İpek’in Özlem Kitapevi’ydi. Naci İpek Sosyal Demokrat görüşteydi. Onun gibi yumuşak huylu, hoşgörülü, merhametli birini, bugün bulmak sanırım imkansızdır. Naci İpek’in Özlem Kitapevi, biz gariban öğrencilere umut kapısı, ilim limanıydı. Naci ağabey için para önemli değildi, kitapların okunması önemliydi. Üstelik bir de indirimli verirdi. Aldığımız kitapların ücretlerini ne zaman verirsek verelim, ses çıkarmazdı. Sadece biz öğrencilere değil, diğer kitapsever müşterilerine de bunu aynen uygulardı. Naci İpek’in başka bir özelliği daha vardı; o da sizden aldığı borç parayı, asla para olarak geri vermez, sizi kitap almaya icbar ederdi.
Şayet istediğimiz kitaplar hiç bir kitapevinde bulunmazsa Naci İpek, kitap aşığı biz gençleri gözlerinden tanır ve bizleri kaçırmamak için de hemen sipariş notu alır, en kısa sürede getirtirdi.
Naci İpek’in Urfa Pasajındaki dükkanında, yılların emektar masasının üstünde, pörsümüş, üzerinde yılların izlerini taşıyan kocaman borç defteri dururdu. Bu deftere borcunuzu kendisi yazmaz, size yazdırırdı.
O, Urfa’nın namaz kılan ve üç aylarda oruç tutan ilk solcu kitapçısı idi. Şimdi Aydın’da, doksan yaşını geçmiş halde, dinç ve köklü bir çınar gibi yaşamaktadır.
Gittiğimiz ikinci yer Eyüp Karakeçili’nin Nur Kitapevi’ydi. Eyüp ağabey munis, bilgili ve insan ruhiyatını iyi bilen bilge bir zattı. Yıllarca Nurculuk’tan cezaevinde yatmış, Karakeçili aşiretinin beylerindendi. Aşiretin ağırlığını yüreğinde his eder, insanlara şefkatle muamele ederdi. Kitapçılığı ticari kazanç için değil, okuma heveslisi gençlere yardımcı olmak, onların okuma meraklarını bir mecraya kavuşturmak için yaptığından, o da biz öğrencilerin umut kapısıydı.
Üçüncü uğrak noktamız Bakır Yavuz’un Saray Kitapevi’ydi. Bakır ağabey de Eyüp ağabey gibi İslami dünya görüşüne mensuptu. O da kitapçılığı ticari kazanç elde etmek için değil, biz öğrencilerin İslami dünya görüşlerinin pekişmesi için yapardı. Gençlerle birebir ilgilenir ve istedikleri kitapları temin için didinirdi. Öğrencilerin borçlarının çoğunun üstünü, onlara his ettirmeden çizerdi. Emlak zengini bir insan olduğu halde, davaya hizmet için kitapçı dükkanı açmıştı. Ve tüm malını da bu yolda tüketti.
Bakır Yavuz ağabey, kılıç gibi keskin, sert mizaçlı, fakat bir o kadar da merhametli, babacan bir zattı. Senelerce bizimle birlikte Milli Görüş davasında Erbakan Hoca’nın Urfa’daki en has muhiplerinden biri olarak kaldı.
Ressam Sami Barlas’ın Barlas Kitapevi ve Hulusi Kılıçaslan’ın Hulusi Kitapevi diğer uğrak yerlerimizdi. Hulusi Kılıçarslan, Urfa’nın en eski kitapçısıydı. Beyefendi duruşu, nuranî yüzü ve şair tabiatıyla Urfa’nın o müstesna siması, munis huylu, güleç yüzlü Hulusi Kılıçaslan Urfa Kurtuluş Marşını yazan şair idi. Bizler her On Bir Nisan Kurtuluş Bayramı’nda bu marşı okuyarak büyüdük:
Urfa Kurtuluş Marşı
Dağlarda uğuldar göklerde gürler
Yankılar durmadan söyler o günü
Urfa’yı bir daha kükrer görürler
Her On Bir Nisan’da anarken dünü
Tarihe nişandır kurtuluşumuz
Bize armağandır kurtuluşumuz
Bir eşsiz destandır kurtuluşumuz
En büyük şereftir Türk oluşumuz
Bizim kuşaktan Hulusi Kılıçarslan’ın bu Urfa Kurtuluş Marşı’nı ezberlemeyen öğrenci yoktur. Hepimiz severek ve göğsümüzü gere gere ezbere okurduk bu marşı.
Bunlardan başka mahalle aralarında birkaç tane de kiralık kitap veren küçük yerler vardı Urfa’da.
Bir dönem DİSK Sendikası Genel Başkanlığı ve Meclis Başkan Vekilliği de yapmış olan Fehmi Işıklar’ın amcazadeleri Hacı Bekir Işıklar ve Ömer Işıklar’ın Işıklar Kitap ve Gazete Bayii’leri vardı Sarayönü’nde. Daha çok kırtasiye, günlük gazete ve mecmua satılırdı burada. Her hafta sonu buradan Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’sunu almak için günleri iple çekerdim. Eve gelene kadar aldığım Büyük Doğu’nun nerede ise yarısını okumuş olurdum. Geri kalanı da okuyunca, bu kez sınıf arkadaşım Halil Sözen alırdı dergiyi benden. O, okumaz, dergiyi noktası virgülüne kadar ezberlerdi. Gelecek ayın yeni sayısını beklemek bana çok uzun gelirdi.
Yabancı yazarların edebi ve fikri eserlerinin çoğu Özlem Kitapevi’nde bulunurdu. İslami yayınlar ise Eyüp Karakeçili ve Bakır Yavuz’un kitap evlerinde bulunurdu. Benim İslami fikri yapımın gelişiminde bu iki nadir insanın inkar edilemez emekleri vardır. Bu emek o dönemde yetişen İslami gençlerin çoğunda vardır. Onları her zaman başımızın üstünde tutar ve gönüllerimizin en derinliklerinde sevgilerini muhafaza ederiz.
Urfa’da kitap okumaya meraklı arkadaşlarımızdan Mehmet Oymak, Adil Saraç, Abdülkadir Subaşı, Mehmet Okay, Mahmut Karakaş, Mehmet Atilla Maraş, Halil Soran, M. Emin Ergin, Salih Beşkardeş, Müslüm Çiftçi, Bekir Yılmaz, Mehmet Çini, Ali Kazaz, Münip Görgün gibi isimler ilk aklıma gelenlerdir.
Okuma aşkım İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencilik yıllarında artarak devam etti. İstanbul Bayazıt Camiinin yanındaki Sahaflar Çarşısının tezgahlarının tozunu attırırdım tatil günlerinde. Çok nadir kitaplar bulunurdu o zaman sahafların tezgahlarında. Ne el yazma eserler vardı o dönem… İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanesi, Bayazıt Kütüphanesi, Üsküdar Selimiye Kütüphanesi, Ali Emiri Millet Kütüphanesi’nin rafları elimden zar ağlardı. İnsanlardan daha çok, o güzelim kitaplar yoldaştı bana. Kitaplar, yalnız gecelerin en sadık yoldaşlarıdır insana. Hilal ve Cağaloğlu yayınevlerinde uzun zaman bu kitap aşkı için çalıştım.
Urfa’da öğretmen olarak görev yaparken ilk işimiz, arkadaşlarımızla Harran Kitapevini açmak oldu. İkinci olarak da Şekerci Ahmet Apaydın’ın sahipliğinde Harran Kültür ve Folklor Dergisi’ni çıkardık. Harran Kültür ve Folklor Dergisi bir ekol oldu Urfa’da. Edebiyat, Kültür, fikir ve siyasette bir çığır açtı.
Harran Kitapevi, Harran Dergisi, Harran Üniversitesi Kurma Derneği, Harran Üniversitesi Gazetesi gibi adımlarla Harraniler olarak siyasette nam saldık Urfa’ya, hatta tüm yurda.
***
1977 yılında TRT Televizyonu Kültür Yayınları Şubesi yapımcılarından Yönetmen Muhsin Mete ve D. Mehmet Doğan, senaryosunu Doğan’ın yazdığı ulu camiler konulu belgeselin çekimi için Urfa’ya geldiler. Türkiye’nin çeşitli yörelerinde bulunan 80 kadar ulu camiin Urfa bölümünü çekeceklerdi. Düşünce açısından yakın durduğumuz bu iki güzide insanın Urfa’ya gelişine çok sevinmiş, büyük heyecan duymuş, çekim için yardımcı olmayı ve ekibi ağırlamayı vazife bilmiştik.
Henüz çok genç yaşlardaki Muhsin Mete, D. Mehmet Doğan ve kameraman Muhterem Kiper’i, Harran grubundan Abdülkadir Subaşı, Adil Saraç, Halil Soran, Salih Beşkardeş, Mahmut Karakaş gibi arkadaşlarımızla beraber, aynı gruptan Mehmet Oymak’ın evinde ağırlamış, çiğköfte ziyafeti vererek sabaha kadar sohbet etmiştik. İşte ilk ciddi tanışmamız böyle başlamıştı Muhsin Mete ve D. Mehmet Doğan’la.
D. Mehmet Doğan’ın selis kaleminden çıkmış senaryosuyla Türkiye’nin il ve ilçe gibi yerleşme merkezlerindeki 80 kadar ulu caminin çekim sırasındaki Urfa Ulu Camiini çektiler. Daha önce Diyarbakır, Sivrihisar, Kayseri, Bünyan, Mardin, Kahramanmaraş, Adana, Erzurum, Bursa, Kütahya, Uşak, Afyon, Sivas, Divriği, Malatya ve Harput ulu camilerini çekmişlerdi.
İşte o gün Urfa’da başlayan Muhsin Mete ve D. Mehmet Doğan’la imani ve kültürel dostluğumuz kesintisiz sürdü bugüne dek. Muhsin Mete ve Yedi Güzel Adam’dan hayatta kalan Türk Hikayeciliğinin usta kalemi Rasim Özdenören’in Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı Hece Dergisi’nin Mehmet Akif İnan Özel Sayısı’nı hazırlamak için sayının editörlüğünü şair Faruk Uysal dostuma tevdi etmişlerdi.
Uysal ve Muhsin Mete ile Akçakoca’da yaşayan, üstad Necip Fazıl’ın tilmizi Zübeyir Yetik ile Mehmet Akif İnan üzerine bir röportaja gittik. Faruk Uysal, soyadı gibi uysal bir kişiliğe sahip, derviş tabiatlı, engin yürekli bir dosttur. Bu güzel insanlarla, yılların dostu Zübeyir Yetik ağabeye gitmek için yaptığımız heyecanlı yolculuk çok keyifli geçmişti. Zübeyir ağabeyi bizi beklerken evde bulduk. Tam zamanında varmıştık randevumuza. Çok güzel bir söyleşi yaptı Faruk Uysal. Muhsin Mete de fotoğraflarımızı çekti durdu. (Çok geçmedi, Muhsin Mete, Ankara’da bir beyin kanaması geçirdi. Yatağa mahkum kalmış bu güzel insanı yeniden aramızda görmeyi arzuluyor, Allah’tan acil şifalar diliyorum.)
1978 yılında D. Mehmet Doğan ve şair, yazar, ilim adamı, fikir insanı, gazeteci arkadaşlarıyla Ankara Çankaya Hatay Sokak’ta “Türkiye Yazarlar Birliği” diye bir oluşuma gitti. Sol düşüncenin edebiyat birlik ve dernekleri senelerdir vardı Türkiye’de ve fikir-edebiyat sahasında çok ta etkindiler bu oluşumlar sayesinde. Örgütlü toplumlar, örgütsüz toplumlara hükmeder. Daha önce Büyük Doğu Fikir Derneği kurulmuş ama ömrü uzun olmamıştı. İlk defa bir oluşumumuz oluyordu, D. Mehmet Doğan sayesinde. Derneğin amacı düşünen beyinlerin ve fikri olan yüreklerin eserlerine sahip çıkmak, telif haklarını korumak ve kurumsal olarak dayanışma içinde olmaktı. Kısacası Anadolu’nun özüne bağlı şair, yazar ve mütefekkirlerinin sesi ve nefesi oldu Türkiye Yazarlar Birliği. Anadolu’nun her yerinden Ankara’ya gelen yazar-çizer ve şairlerin kendilerine ait merkezleri oldu. Birliğin kuruluşu bizim için bir devrimdi. Sahipsiz Anadolu’nun cesur seslerine, eli kalem tutan gençlerine sahip çıkmak büyük bir cesaret işiydi. İşte bunu başarmıştı D. Mehmet Doğan. Doğan, her zaman zor günlerin adamıdır.
Mehmet Oymak ve Halil Soran’la Urfa’dan Ankara’ya gelmiştik. Heyecanla bulduk Türkiye Yazarlar Birliği’ni. Mütevazı masasının başında D. Mehmet Doğan, yanında Necmettin Turinay, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli ve Mustafa Yazgan’la oturuyorlardı. Mustafa Yazgan abimiz Urfa’nın Halfeti kazasından idi. İyi tanışırdık, dayısı Yasin amcadan dolayı. Mehmet Cemal Çiftçigüzeli ile de Risale-i Nur derslerinden tanışırdık. Urfa’dan gelen Şair Nabi’in bu üç hemşerisini, üç kafadarı karşılarında gören fikir ve edebiyat sahasının ustaları, onları sevgi ve muhabbetle karşıladı. Buyur ettiler kibarca. Kısa bir hal ve hatır sormalardan sonra gelen çaylarımızı içtik afiyetle. O gün üye olduk Türkiye Yazarlar Birliği’ne. Bu olayın üzerinden tam kırk beş yıl geçmiş. Nerdeyse yarım yüzyıl, değil mi? Bir ömür!
D. Mehmet Doğan, bugün, Türk fikir hayatında önemli eserler üretmiş ve bilhassa ecdadımızdan miras kalan dilimizin o kıymet biçilemez kelimelerini, yıllarını vererek, büyük emekler sarf ederek bir kuyumcu titizliğiyle Büyük Türkçe Sözlük’ü dil hazinemize kazandırmış velut bir düşünce ve gönül adamıdır.
Ben ona: “Koca Reis” derim, o bana: “Aziz Başkan” der. D. Mehmet Doğan’ın çok önem verdiği ve benim için de çok değerli bir zat vardır: Üstad Yusuf Demirkol. O, Urfa’nın külahlı münevveri ve çağın evliyasıdır. Bizim cenahın yazar, çizer, entelektüelleri içinde Urfa’ya gidip Yusuf ağabeye misafir olmayan kimse yok gibi. Mükrim ve müşfik bir Urfa beyefendisidir Yusuf Demirkol abimiz.
D. Mehmet Doğan yirmi yıl fiilen başkanlık yaptı Türkiye Yazarlar Birliğine. Şimdi ise Kurucu ve Şeref Başkanı sıfatıyla Türkiye Yazarlar Birliği’ne bir doğan gibi nezaret etmektedir.
TYB Başkanlık görevini çocukluk arkadaşım, gönüldaşım Mehmet Atilla Maraş ondan devraldı. Mehmet Atilla Maraş, Türkiye Yazarlar Birliği başkanlığını suhuletle deruhte etti. Ankara’da Zirai Donatım Genel Müdür Yardımcısı olarak bürokratlık yaparken Türkiye Yazarlar Birliği Başkanlığını da yürüttü. Mehmet Atilla Maraş, Türkiye Yazarlar Birliği’nde bir ilki hayata geçirdi: Şiir Okulu’nu kurdu ve yönetti. Bu şiir atölyelerine gençler epeyce rağbet gösterdiler.
Mehmet Atilla Maraş, şair ve bağlama Üstadı Bayram Bilge Tokel’den boşalan Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanlığını da vekâleten deruhte ediyordu. Yazarlar Birliği Başkanlığına seçilince, Vakıf Başkanlığını da Çetin Baydar’a devretti.
TYB Başkanlığı Şanlıurfa’dan, bu kez Kahramanmaraş’a geçer. Dr. Nazif Öztürk dönemi başlar. Nazif Öztürk tam bir Maraş edesi ve iflah olmaz bir tespih koleksiyoneridir. Onun o nadide tespihlerine benim de bir kaç taneyle katkım olmuştur. Malzeme ondan, tespihi yaptırmak ise bendendi. Nazif Öztürk ciddi bir bürokrat ve mahir bir vakıf uzmanıdır. Üstatla dostluğumuz kavidir. Son dönem Tacettin Divanı ve Dergahı ile yaptığı çalışma takdire değer. Daha çok güzel şeyler bekliyoruz ondan.
Çok kısa bir müddet Dr. Necmettin Turinay Başkanlık yaptı Türkiye Yazarlar Birliğine. Necmettin Turinay derin sulara benzer. O tam bir denizaltı gemisidir. Onu çözmek çok zordur. Velut bir yazar ve iyi de bir dinleyicidir. İyi bir dosttur. Mehmet Nuri Şahin ile iyi bir diyalogu vardır.
Başkanlık, Necmettin Turinay’dan Doç. Dr. Yakup Ömeroğlu’na geçer. Yakup Ömeroğlu ile yakın bir dostluğumuz olmadı. Hep resmî kaldık bu değerli kardeşimle.
Başkanlık görevi Yakup Ömeroğlu’ndan, Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç’a geçer. Hicabi adı gibi hicaplı bir kişiliğe sahip, munis biridir. Onun o yumuşak huyluluğu TYB’nin her tarafına sirayet eder oldu. O, neşelidir ve kırlangıç gibi, konuşanları süzer. Onun döneminde, ‘benim mübarek sakalım’ dediğim Ferhat Koç’um, yönetimde görev aldı. Ve ben ondan sonra daha çok uğrayanlardan biri oldum TYB’ne. Bazen Ferhat’la Koca Reis Doğan ve ulvi zat ibrahim Ulvi Yavuz’un huzurlarında girerdik biri birimize. Dinleyenler bundan sonra asla konuşmayız sanırdı bizleri. Ama akşam olup ayrıldığımızda, sokağın başındaki simitçinin önünde ayrılacakken “Ferhat, bu akşam yemeğini nerede yiyelim?” dediğimde. Onun “Nerede istersen!” sözüne hayret ederlerdi. Kader onu aldı elimizden ve ben yetim kaldım Ferhat öte aleme göçünce. Onunla gerek yurt içinde ve gerekse yurtdışında öyle hatıralarımız var ki unutmak ne mümkün?
Hicabi ve İbrahim Ulvi Yavuz’un başkanlıkları sanki geçişkendir. Hicabi Kırlangıç’tan Başkanlık uysal, ağır, tedbirli, munis ve beyefendi tavrıyla en yaşlımız olan, bir dönemin usta romancısı İbrahim Ulvi Yavuz beye geçti. Onunla benim milletvekilliği döneminde Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürüyken tanışıklığım vardı. Ona sevgim ve saygım sonsuzdur. İnsanları iyi dinleyen ve işini ustalıkla yapan biridir İbrahim Ulvi Yavuz abimiz. Onun özel hasleti Yazarlar Birliğinin hafızası olmasıdır. Bir de ölen tüm yazarların münker nekiridir sanki. Sicillerini günü gününe tutar. TYB Yıllığı’nın çıkmasında çok emeği vardır.
TYB’nin ikinci beyni de Mustafa Ekici ile Mahmut Erdemir’dir. Bunların hakları da inkar edilemez. Ahmet Doğan yeğenimin (D. Mehmet Doğan’ın oğludur) o esprili iltifatları nasıl unutulur ki? Bazan Koca Reis babasına bile takılır benim aslan Ahmet’im. Boyu benden uzundur. Resim çekerken yanında cüce kalırım.
Bir de TYB’nin şimdiki Genel Sekreteri, Urfalı, şair ve velut yazar Mehmet Kurtoğlu vardır. O, D. Mehmet Doğan’ın prensi ve gözdelerindendir. Sanki onda bir şeytan tüyü vardır. Sevecendir. Ben de severim Kurtoğlu’nu. O, hem Urfalı Şair Yusuf Nabi’yi, hem de Şekspir’i yazacak kadar cesurdur. Mehmet Kurtoğlu seneler önce yine çok cesurca şu tesbiti yapmıştı: “Urfa’ya üç İbrahim gelmiştir. Birincisi Put Kıran, Peygamberlerin ceddi Hazreti İbrahim. İkincisi ses İmparatoru İbrahim Tatlıses ve üçüncüsü de siyasetin ustası İbrahim Halil Çelik’tir.”
TYB de Başkanlık, Ulvi zattan Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan’a geçti. Musa Kazım hem Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü hem de TYB Başkanıdır. Hatay’ın Dörtyol ilçesi Karakese Beldesi Belediye Başkanı Fevzi Arıcan ağabeyimizin oğludur. İyi bir akademisyen, iyi bir felsefeci ve iyi bir toplum bilimcidir. Dostunun dostudur. Onun döneminde Korona’dan çok yazar dostumuzu kaybettik: Ferhat Koç, Hüseyin Albayrak, Emine Işınsu ve Hayrettin Orhanoğlu gibi. Önden giden tüm dostlarımıza Allah rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun. Onları eserleriyle yaşatmaya devam edeceğiz.
TYB Kurucu ve Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan’ın 76 yıllık ömrünün 45 yılı, bu kutlu yolda, Yazarlar Birliği’ne adanmış bir ömür olarak geçti. Aynı yaştayız. Daha nice huzurlu, sıhhatli ve mutlu yıllar dilerim kendilerine. Koca Reis, Seninle dost olmak ve dost kalmak benim için şereftir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.