Bay terazi. Bay mizan. Yok yok, en hassas kuyumcu terazisiyle, dünyayı / olayları / insanları tartan sarraf.
Bay vezin. Bay ölçü. Ve adalet.
Edebiyatımızın aydınlık yüzü.
Altmış yıllık ömrümde nice güzel yazan adamlar gördüm. Nice güzel konuşan adamlar gördüm. Nice güzel duruşlu adamlar gördüm. Üçünün birden tek kişide tecessüm ettiği, buluşup bileşkeleştiği pek az insana rastladım. Üç, hadi beş. Altıncısı yok bunların. Liste başım odur; hiç tartışmasız Hüseyin Su.
Ankara’ya İbrahim Çelik olarak gelmişti, Nuri Pakdil’in Bilinç Otağı’nda kalem kuşandı; Pakdil’in eli, dili, sözü değdikten sonra Hüseyin Su oldu; sadra şifa, gönüllere deva, dimağlara lezzetti artık.
Lisansını AFAB’ta (Anadolu Fikir ve Aksiyon Birliği) yaptı. On dört yıl süresince Klas Duruş Üniversitesinde yüksek lisans ve doktorasını tevarüs ve temellük etti. On yedi yıl süreyle Hece Üniversitesinde doçentliğini bittamam eyledi. Son dokuz yıldır profesör. Kürsüsüz profesör. Ama bütün kürsüler onun. Külliye dâhil.
Özgür ve özgün bir ruh. Eskiden Heceydi. Dokuz yıldır paragraf. Ne paragrafı, kitap kitap.
Kitap adamdır Hüseyin Su. Yirmi dört saat kitap. Yirmi dört saati kitap. Yirmi dört saate kitap.
Açayım: Bir insanın altmış dakikası, yirmi dört saati, üç yüz altmış beş günü, yetmiş bir senelik ömrü, aynı titizlik, aynı ciddiyet, aynı bilinç, aynı duruş ve hassasiyetle yaşanabilir mi? Hayır. Kesinlikle olmaz. Olamaz, değil mi? Yanıldınız, yanıldık. Bu ülkede bunun bir istisnası varsa, - ki kesin vardır – benim ilk adayım Hüseyin Su’dur. Adım gibi eminim, yevmül’kıyamet’te hesabı otuz saniye sürecektir. Sürebilir. Sürmelidir.
Türk edebiyatının Cemile‘sidir o. Yani armağanı. Güzelliği. Anası Cemile, kızı Cemile. O bize Calab’ımızdan bir cemile ama onun Cemile’si acının rengidir, maalesef. Hayat bu. Kader. Ve keder. Kaybı sonrası altı ay sonra hayata tutunabilmesine hazin. Ve düşündürücü.
Melek adamdır. Katıksız. Kötülüksüz. Karışıksız. Neseben de. Kesaben de. Hesaben de. Aile lakaplarının Melekoğulları olması bihakkın haktır ve gerçektir. Aynıyla vakidir. Varittir. Varistir. (Bilvesile Melek babaanneye bin Fatiha’yla.)
Muhalif duruş. Daima. Her alanda. Her makamda.
Bin ölçer, bin biçer, bir seçer. Seçici. Elit. Ama elitist değil. Elitçi. Yani en iyici. En iyi peşinde.
Milim torpil geçmez. Kimseye. Hele kendine. Zinhar. (Kendisi aklına gelmez zaten. Kendisini unutmuştur. Çantasını alıp gitmiştir kendisinden.) Ölçüsünde, sevdikleri - sevmedikleri ayrımı yapmaz. Kitabın tam ortasından konuşur, ortasından yazar, ortasından yaşar.
Rikkat, dikkat, şefkat. En çok bu üç kelimeden ibarettir Hüseyin Su. Nezaket, zarafet, sahavet; kanaatimce, onu anlatan ikinci üç kelime de budur.
İltifat, ikna, küçümseme derdi olmayan adamdır Hüseyin Abi. Neyse odur. Aynı telden, aynı tilden, ayı dilden konuşur. Daima.
Öykümüzün Hikâyesi’ni en iyi o bilir. Usta bir Hikâye Anlatcısı’dır ondan.
Zira Kırklar Cemi’nde durmuş, bir Halil İbrahim duyarlığıyla Aşkın bin bir Hâlleri’nden Ağılı Ağılı nice İç Kanama’lar geçirmiş Güşefdeli Yemeni’dir onu yüreği. Bilirim. Yüzünde acının rengi, kalbinde Kırık Sızısı, Ana Üşümesi duygusuyla çıkar merdivenleri her gün, birer birer.
Sayılı Gündü Geçti dediğine bakmayın siz onun; bu karanlık çağın sırtında beyaz bir leke olarak yaşıyor, o. Duvar Örmek’tedir günbegün. Yazı ve Yazgı’dan ibarettir ömrü.
Bizim yerimize de yazıyor. Bizim yerimize yaşadığı gibi.
Edebiyatımızın çalar saatidir âdeta; şehir şehir, şahıs şahıs, dergi dergi takip eder; Güray Süngü’yü Bursa’da iktisat öğrencisiyken keşfeden de odur, Edirne’de ilk kez yüz yüze geldiği Sedat Sayın’a, edebiyatımızın uçbeyi; seni yirmi yıldır öykü öykü takip ediyorum diyen de.
Az öz güz konuşur. Ne bir kelime fazla, ne bir kelime eksik. Sözü uzatmaz, sözü kısaltmaz. Tam kıvamındadır. Güz konuşur dedik, güz, yani sonbahar. En olgun yerinden, en olgun hâliyle. En çok da sombahar. Bütün mevsimlerden.
Ağabey. Ağabeyim. Ağabeyim o benim. Sahiden ama. Essahtan da. Yeryüzünde kulağımı çekebilecek tek kişi. (Mübalağasızdır bu cümle. Öyle terennüm edin lütfen.)
Dost adamdır. Dostluğu ömre bedeldir. Tekellüfsüz adamdır. Yukarıdan almaz, aşağıdan almaz. Ses hep aynı yerden, hafif boğuk telden, sizi içine içine çekici yerden, tam da sizin yanınızdan gelir. Her dostuna ‘…cığımı’ eklemeden hitap etmez; Veyselciğim, Fahriciğim, İsmailciğim cümlesini kullanmadığı olmadı. Olmayacak, biliyorum.
Çatal bir yüreğin, gözü kara bir duruşun adamıdır o. Edebiyat filmine sessiz ve vakur karelerle katıldı daima!
Yüzünün tunçtan bir heykelmiş’çesine yanık rengi, Kırşehir’den, yüreğinin aydınlığı, bin yıllık Anadolu Medeniyetinin ruhundan gelmektedir. Bilesiniz.
Her yazar bir kitaptan ibaretse eğer benim için Hüseyin Su, Sayılı Gündü Geçti’dir. Her öykücü bir öyküden ibaretse eğer, benim için Hüseyin Su, Gülşefdeli Yemeni’dir. Halanın kalp sancısını ve hayal kırıklığını yüreğimde taşırım hâlâ. Korkarım ki hep de taşıyacağım.
Yazar. Haza yazar.
Ama daha bir, daha çok bir eylem adamı aslında. Hüseyin Su denilince akla genelde edebiyat, özelde öykü gelir. Doğrudur. Ama yakından tanıyınca sosyolojinin yani eylemin, onda iki adım önde durduğunu görürsünüz.
Derdimizi tam anlatan, - en doğrusu, - şu cümle olabilir: Hüseyin Su, kelimenin tam manasıyla bir edebiyat eylemcisidir. Şeksiz şüphesiz öyledir. Tastamam öyle.
Evet, o bir edebiyat eylemcisi. Bilinç eylemcisi.
Türk edebiyatının eylemcisi.
Türk düşüncesinin de.
Yitiksöz Dergisi, Yıl: 2, Sayı:19, Ekim-Kasım 2023, s.138-139.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.