Ünlü Alman filozof Arthur Schopenhauer, 1839 yılında Norveç Kraliyet Bilimler Akademisi'ne sunduğu “Hür İrade Üzerine” (Ueber die Freiheit des menschlichen Willens) başlıklı makalesinde genel olarak insanların “hür irade” diye bir şeye sahip olmadıklarını ileri sürdü. Ona göre insan sadece bir takım öncül sebeplere ve muharriklere tepki veren bir varlıktı.
Schopenhauer, bu konudaki görüşlerini “Makaleler ve Aforizmalar” isimli eserinde şöyle bir aforizmayla özetlemişti:
“İnsan istediğini yapmakta hürdür fakat ne isteyeceğini öngörmek insanın elinde değildir.”
Schopenhauer'dan yaklaşık bir asır sonra, 1983 yılında Benjamin Libet isimli Amerikalı bilim adamı dünyayı şoka sokan bir keşif gerçekleştirdi. Libet, bioelektromanyetizmanın insan bilinciyle ilintili olarak nasıl çalıştığını inceliyordu. Gelişen elektronik hassas ölçüm cihazlarıyla yaptığı deneylerle, bir şeyi yapmaya karar vermemizle onu yapmamız arasında yaklaşık 350 milisaniyelik bir gecikme olduğunu ortaya koydu. Biz daha bir fiili gerçekleştirmeyi istediğimizin farkına varmadan önce beynimiz o fiilin emrini veriyordu. Yani gerçekte bir karar, biz daha onu almadan yürürlüğe girmiş oluyordu.
Bu buluş özgür irade kavramının temelden sorgulanmasına yol açtı.
Libet özgür iradeyi reddetmiyordu. Özgür iradenin sadece, şuurumuzun bir isteğimizin eyleme dönüşmesine izin vermek ya da bunu engellemek için karar verirken kullandığı bir çeşit veto gücü halinde var olduğunu ileri sürdü.
Yani Libet'e göre ne isteyeceğimizi kontrol edemiyorduk ama o isteği hür irademizle reddetmek ya da kabul etmek için saniyenin üçte biri kadar zamanımız vardı.
Amerikalı sosyal psikologlar Dan M. Wegner ve Thalia Wheatley, 1999 yılında American Psychologist dergisinde “Aşikâr Zihinsel Nedensellik, İrade Tecrübesinin Kaynakları” başlıklı bir makale yayınladılar. Bu makale çok ciddi tartışmalara sebep oldu zira araştırmacılar makalelerinde Libet'in bulgularından bir adım öteye geçerek “hür irade” diye bir şeyin mevcut olmadığını ileri sürüyorlardı!
Wegner ve Wheatley, makalelerinde, hayatımızda hür irademizle kararlar aldığımızı “sandığımızı”, aslında hür iradenin beynimizin ya da şuurumuzun bize oynadığı bir oyundan başka bir şey olmadığını söylüyorlardı.
Araştırmacılara göre herhangi bir seçimi şuursuzca yaptıktan “sonra” beynimiz tarihi yeniden yazarak o seçimi kendimiz yapmış gibi inanmamızı sağlıyordu.
Makalede şöyle bir örnek veriliyordu: Hiçbir esintinin olmadığı bir günde bir parkta oturduğunuzu düşünün. Bir ağaç dalına bakıyorsunuz, aklınızdan şimdi bu dal hareket edecek diye geçiriyorsunuz ve o anda hareket ediyor. Başınızı çevirip başka tarafa bakıyorsunuz ve sonra tekrar dönüp dala bakıyorsunuz. Şimdi hareket edecek diyorsunuz ve dal yine hareket ediyor. Bu her seferinde böyle olursa bir süre sonra dalı kendinizin hareket ettirdiğini düşünmeye başlarsınız. Bu örnek ağaç dalı için biraz garip gelse de elimizi kolumuzu oynatmamızın bundan bir farkı yoktur. Ağaz dalı ne kadar bizim irademizle hareket ediyorsa elimiz kolumuz da o kadar bizim irademizle hareket etmektedir!
Araştırmacılar ellerimizi kollarımızı hareket ettirmemizin dalı hareket ettirdiğimizi “sanmamız” gibi bir illüzyondan ibaret olduğunu, aslında kolumuzu kaldırmaya karar vermediğimizi, kolumuzu kaldırdıktan sonra buna karar verdiğimize inandığımızı iddia ediyorlardı. Çeşitli deneylerle de iddialarını destekliyorlardı.
İnşallah bu ilginç mevzudaki notlarımızı paylaşmaya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.