Benimkisi tamamen gelişen şartlarla alakalı.
İlk gençlik yıllarımda Savaş ve Barış, Parma Manastırı, İnce Memed gibi klasikleri hayranlıkla okurken muhtemelen şöyle düşündüm, bunları yazabilmek için yazar olunmaz yazar doğulur ve ben de yazar olarak doğmamıştım. Ama sporu çok seviyordum ve keyifle okuduğum gazete sayfalarındaki yorumcular gibi bir şeyler karalayabileceğimi fikri hep kafamda vardı. Hazır olduğumu hissettiğimde yazmaya başladım, sonrasında anlatacaklarımı bir hikâyenin içine yedirme fikri beni kurmaca yazmaya kadar götürdü.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Bazı büyük romanları okurken büyülendiğimi hatırlıyorum.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Bunun tartışılacak bir tarafı yok. Anlatacağınız şey bu imkânları gerektiriyorsa, bu biçimde daha etkili yazacağınızı düşünüyorsanız bu yola koyulursunuz.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
İlk defa bir dergide öykümün yayımlanacağı haberi geldiğinde yaşadığım mutluluğu unutamam. Kendime inanmaya başlamam bu sayede mümkün oldu. Görünmek şart değil elbette ama dergide çıkan öykünüzün tanımadığınız insanlar tarafında okunacak olması hayali bile insana iyi geliyor. Dergiler iyi ki var… Ama sadece dergiler değil, işini titizlikle yapan başta Parşömen Fanzin olmak üzere nice edebiyatla ilgili internet siteleri de önemli. Ben sırf Cemil Kavukçu okuyacak diye bir öykümü Edebiyathaber'e göndermiştim.
Devamı: https://www.kitaphaber.com.tr/gunumuzun-anlaticilari-cagdas-kucuk-ile-konustuk-k6359.html
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.