“Çoğumuzun ruhu, menfaat ve ihtiraslarla yıpranarak bu sonsuz güzellik âleminin duygusunu kaybetmiş bir kabuk gibidir” diyor ‘Psikoloji’ kitabında Nurettin Topçu.
Hayatlarında gerçek olduğuna kani oldukları pek bir şey bulamayanlar, gerçekliğini canlarını acıtarak ispatlayan yaralarına sarılıyor. Ne zaman kabuk bağlamaya yüz tutsa yaraları, görünmeyen tırnaklarıyla kanırtıp yeniden kanatıyorlar.
Şehit Yahya Sinvar’ın ‘Diken ve Karanfil’ kitabından birkaç buruk satır: “O eğlencenin, coşkunun ortasında akan gözyaşlarına bir anlam veremezdiniz. Fakat kampta hayat böyledir. Her sevinç bir yerlerde kabuk bağlamış bir yarayı yeniden deşer. Yeni baştan acı hatıraların kapısını aralar.”
Nerede içinde sadece Antep fıstıklarının kalmış olduğu bir kuruyemiş tabağı varsa, bilin ki hemen yanı başında yaşamaktan yorgun düşmüş biri vardır.
“Bana söylediğin bütün o sözlere dokunmaya, kabuklarını kırıp içlerine bakmaya korktum yıllarca!” diye geçirdi içinden, “ve şimdi söylediklerini gerçekten duyabilmek için çok geç artık!”
Özünü korumak ve canlı tutmaya yarayan bir kabuğu var her insanın da meyveler gibi. Özü o kabuğun içinde saklı… Biz genellikle kabuğunu insanın kendisi sanıyor, bununla yetiniyoruz.
Vitamini kabuğunda denen meyveleri soyarak yiyoruz genellikle. Anlamı içinde denen kavramları ise neredeyse hiç çiğnemeden kabuğuyla yutuveriyoruz.
“Kabuklu kuruyemiş yemek yasaktır!” uyarılarını hiç kimse üstüne alınmıyor; yemeden önce kabuklarını çıkardıklarına göre hiç kimse kabuklu kuruyemiş yemiş olmuyor çünkü. Pek kimse üstünde durmuyor ama insanlığın böyle kritik mantık hataları da var.
“Bir kabuğun içinde yaşamak zor değil mi diye sorup duruyorlar hep bana!” diye dert yandı kaplumbağa. “Bizimki gibi görünür olmadığı için kendi içinde yaşadıkları kabukları göremiyorlar!” diye cevapladı onu salyangoz.
Devamı:https://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhan-ozcan/kabuk-4664855
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.