Haza mütefekkirdi, haza yazardı.
Yakasız gömlek ve kravatsızlığın Türkiye temsilcisiydi. Yakasız gömleği, moderniteye ve Cemil Meriç’in idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri dediği ideolojilere karşı kalkan ve sığınak olarak kullandı.
Çağdaş bir bibliyograftı: Lugatımızdaki her bir ibâre için yarım saat konuşabiliyordu.
Yaşayan Âkif’ti. Hem Âkif hem Asım. Zaten kırk yıldır Âkif”e sahip çıkan tek oluşum, o ve arkadaşlarıydı demek yanlış olmaz; Taceddin Dergâhı”nı yaşatanlar da o ve arkadaşlarıydı. Oraya defnedilmesi ne çok yakıştı. Bunu seksen beş milyon içinde, en çok hak edendi, demek mümkün. (Hastalığı süresince ona destansı bir fedakârlıkla sahip çıkan ve Dergâha defnini sağlayan, genel başkanımız Musa Kazım kardeşime bin teşekkürler. Berhüdar olasın aziz dost.)
Tıpkı gönüldaşı Âkif gibi o da Müslüman ve Türk kavramlarının mündemiçi yani bulamaçıydı; öyle doğdu, öyle büyüdü, öyle de yaşadı! Medeniyetimizin yüz milyonlarca Mehmet’inden birisiydi o. Karıştırılmasın düşüncesiyle - merhum Topçu’nun armağanı olarak, - isminin önüne D.’yi ekledi sadece.
***
Şöyle böyle bir yarım asır önceydi. 1960’ların sonları olmalı. Çok sevdiğimiz ilkokul öğretmenimiz Seyfettin Ayçiçek, Cumhuriyet’i anlatıyordu. Ne güzel, ne çok, ne etkili anlatıyordu Hilâfet’ten Cumhuriyet’e geçişi ve Atatürk’ü. Sınıfça mest hâlde, kendimizden geçmiş, mutlu - mesut dinliyorduk. Okulun en acar öğrencisi (okul dediysem, 28 öğrenciden oluşan, kimisi birinci, kimisi ikinci üçüncü, bazıları dördüncü ve beşinci sınıfa giden - birleştirilmiş - tek derslikli bir avuç köy okuluyduk) parmak kaldırdı: Cumhuriyeti Atatürk icat etti, değil mi Öğretmenim?
Öyle ya, bu kadar muhteşem bir şeyi ancak bir Türk, en büyük Türk Atatürk icat etmiş olmalıydı.
Seyfettin Öğretmenimiz: Hayır çocuğum, Atatürk değil, Avrupa icat etti Cumhuriyeti! Onu Büyük Atatürk, Batı’dan aldı ve çok sevdiği Türk milletine armağan etti.
Âdeta yıkılmıştı acar öğrenci. Büyük hayâl kırıklığı içerisindeydi. Olamazdı. Atatürk icat etmeliydi; bir Türk icat etmeliydi böyle güzel bir şeyi.
Hayâl kırıklığına gark olan o acar öğrenci, bendim. Ve bir kelime daha öğrenecektim o gün, bir daha aklımdan - ömrümce - hiç çıkmayacak olan bir kelime: Batı…
***
Üzerinden on sene kadar geçmişti. Lise son sınıftaydım artık. Derslerden arta kalan zamanlarda - ne derslerden arta kalanı, sınav akşamlarında bile Buhara Yanıyor’ları elimden bırakamayıp ertesi gün yazılıda zar zor geçer not aldığım - kitap okumaya çalışan meczupluk günlerimdi. Elime bir kitap geçti. Adı, Batılılaşma İhaneti…
Okumaya başladım, okudukça aklım da karışmaya başladı. Aman Allah’ım, bu neydi böyle! Yoksa, yoksa o hayran olduğumuz Batı, başka bir şey miydi? Aman Allah’ım, biz Batılılaşarak, kendimize, özümüze, dünümüze ihanet mi etmiştik yoksa? Yazar, kitabında âdeta - ne adetası, düpedüz - yakın tarihle hesaplaşıyordu.
Söz konusu kitabın yazarı D. Mehmet Doğan ile tanışmam o gün oldu; Batılılaşma İhaneti kitabıyla… Aklımızı karıştıran adam’dı artık o benim için!
***
Sözlükleri sevemedim ben. Türkçeyi ne kadar çok seviyorsam, sözlüklere o kadar uzağımdır; nedenini bulamadım. Belki her sene başında sözlük alma mecburiyeti getirilmesinden, belki de hemen her birinin soğuk yüzlü, bilgiç bakışlı, kibirli edalı ve sevimsiz duruşlarındandır, bilemem. Bunların bir tek istisnası var: Doğan Büyük Türkçe Sözlük.
Onunla Yeni Şafak’ın biz abonelerine armağan ettiği günlerde tanıştık, ahbap olduk. Tanışıklığımızın üzerinden şöyle böyle, hiç yoksa bir otuz beş yıl geçmiştir. Hangi kütüphanede karşılaşsak onunla, bana göz kırpar, el sıkışır, hâl hatır ederiz. En son Aksaray’da, yedi asırlık Zinciriye Medresesi Kütüphanesi’nde, girişteki sağ duvarda, ortalarda, alttan üçüncü gözde, soldan ikinci sırada baktım ki bir kitap bana göz kırpıyor, Hoş geldin diyor. Hoş bulduk denilmez mi kaç yıllık beş kadim dosta? Kucaklaştık. Hâl hatır, hoş beş… Gören şaşırdı tabiî.
Değerliydi, farklıydı, özeldi o sözlük bizim için. Çünkü onu bize D. Mehmet Doğan Ağabey armağan etmişti. Bize, yani milletine, yani Türk milletine…
Son görüşmemizde, 2023 Aralığında sormuştum: Mehmet Ağabey, ‘Doğan Büyük Türkçe Sözlük’teki kelime sayısı kaç oldu?
Yüz otuz bini aştı, Fahri! diye cevaplamıştı, kendileri.
***
Gıyabî tanışıklığımız şifahiydi önceleri. Gün geldi vicahiyeye, yani ruberuya - yüz yüzeye dönüşmüştü. RTÜK üyesi olduğu günlerdi. 1996 Aralık ayında. Kültür Müdürlüğünü yürüttüğüm belediye olarak onu merhum Akif’in 60. ölüm yıldönümünde Adapazarı’na konferansa getirmiştik. Konferans sonrası, ASM’nin üst katında tavşankanı çayların lezzetine beş basan harika muhabbetle başlamıştı dostluğumuz. O gün bugün ben onun Azizim dediği kardeşi olmuştum, o benim Mehmetlerin en hası diye hitap ettiğim can ağabeyim.
Geçen yirmi sekiz yılda, onlarca yüz yüze, yüzlerce söz söze konuşma, görüşme, hatıralarla bezeli bir dostluktu bizimkisi. Urfa’dan Yozgat’a, Mardin’den Edirne’ye, Çankırı’dan İstanbul’a, Malatya’dan Aksaray’a, Edirne’den Tarsus’a, Akhisar’a, Bolu’ya; ben neredeysem, Mehmet Ağabey de oradaydı kuşkusuz, bilirdim. Şeksiz şüphesiz, mazeretsiz ivazsız gelir, katılır, zenginleştirirdi programlarımızı. Ne zaman aradıysam, bir yere davet ettiysem, Nereye? diye sormaz, tek baktığı takvimiydi, Müsait miyim o tarihte acaba? diye.
O gönüldendi, gönüllüydü, gönülceydi. O bir gönül adamıydı. Gönül, vefa, muhabbet…
***
Bana TYB Sakarya Şubesi’ni kurdurtmak istemişti senelerce. Kendimce, kendimle, kendimden mazeretlerle ertelemiştim bu isteği. En son 2009’da değerli yazar-çizer arkadaşlarımla birlikte kurmuştum. Mutluluğunu unutamam.
On ikinci şubesini kurmuştuk biz TYB’nin otuz birinci yılında. Bugün Türkiye sathında on yedi şubesi, on sekiz temsilciliği, iki bin altı yüz üyesi olan dev bir kuruluştan, Türkiye Yazarlar Birliği’nden - kısaca biz ona TYB diyoruz - söz ediyorum. Orta hâlli bir siyasî parti kadar güçlü, örgütlü bir kurumdan söz ediyorum. Yerli ve millî en büyük yazar kurumundan söz ediyorum. Bu dev yazar teşkilatının başı da, kurucusu da, omurgası da, neferi de, hedef çizeni de, başkomutanı da oydu. TYB’nin dünü de oydu, bugünü de. Yarını da odur. TYB eşittir D. Mehmet Doğan’dı. Övgü de, eleştiri de bunaydı, bundandı, buncaydı.
Bir kez kendisi için kullanmadı, bu gücü. Cumhurbaşkanımız, Başbakanlarımız, nice bakanlarımızla dost olduğu hâlde, kendisi için kimseden bir şey istemedi. Makam mansıp, güç para, en ırak olduğu, durduğu, bildiği şeylerdi onun.
***
İtiraf edelim, bizim mahallede Ankara pek sevilmez. Bunun pek çok haklı sebebi olabilir. İstanbul merkezliyizdir biz, nedense? İstanbul’la düşünür, İstanbul’la sever, İstanbul’la kızarız; doğru, yanlış! Şuuraltımız İstanbulcudur bizim, doğru! Ben de A-kara, makara, en kara, Ankara’yı yazmış adamım. Ama…
Ama bir adam çıktı, Ömrüm Ankara’yı yazdı. O adam bize Ankara’yı sevdirdi. Ben o kitaptan sonra Ankarasever olmuştum artık; her Ankara’ya gidişimde Taceddin Dergâhı’na selâm veriyor, Hacı Bayram’da muhabbeti telezzüz eyliyor, eski Ankara sokaklarında huzuru teneffüs ediyordum. Artık Ankara daha bizim, daha bizden, daha bizceydi! Aslında biz de Ankaralıymışız da haberimiz yokmuş. O kitabın yazarı da D. Mehmet Doğan’dı. Bizi Ankaralı yapan adamdı o!
Biraz Sezai Karakoç, biraz Necip Fazıl, daha çok Akif’ti o. Ama en çok Nurettin Topçu’ydu. Onun yüz otuz bin kişilik lugatında, Hoca, Topçu’ydu zahir. Nureddinîydi, Nureddin’dendi, Nureddinceydi. Bu da ona çok yakışıyordu.
***
Akif bizim en bilinmez meşhurumuzdu aslında. Bazen hiç konuşulmadan, bazen çok konuşularak unutulmuş, unutturulmuştu. Bu millî nisyana karşı, tam kırk sekiz yıldır direnen bir yiğit adamdı D. Mehmet Doğan. Eğer o ve kurumu TYB olmasa, ısrarla direnmese, gündeme getirmese, hatta hatta savaşmasa, bugünlerdeki ne Akif Günleri, haftaları, enstitüleri olurdu, ne İstiklâl Marşı’mızın yazıldığı Taceddin Dergâhı kalırdı ortada. Akif’te gelinen nokta, tek kelimeyle onun zaferidir. Zaferi ve gururu doğrusu! Bu şeref senindi Mehmet Ağabey!
***
Doğan Büyük Türkçe Sözlük’teki vefa ibaresine en güzel örnek bu olsa gerekti. Adaşına vefa üstelik… Minnettarız iki Mehmet”e de. Ayrıca Akif şairdir ya, şiiri hikâyedir aynı zamanda, denemedir de. Asıl sosyal yaralara parmak basan, çözüm arayan, çözümler öneren bir düşünce adamıydı Akif. Bu fakire göre de günümüzün Akif’i, D. Mehmet Doğan’ımızdı. Çağdaş Mehmet Akif’imizdi o bizim.
***
1.75 civarında orta bir boy, geniş açık bir alın, az belirgin kavisli kaşlar, Yesevi Yesevi bakan derun gözler, az etlice bir burun, Orta Asya’dan gelmiş izlenimi veren belirgin bıyıklar, geniş alnından aşağıya doğru daralan üçgeni tamamlayan biçimli bir çene. Büyük salgından itibaren, nuranîliğini daha artıran sakalla çevrili musalli bir yüz. Günlerce yolculuklarda yaptık, onlarca birlikte programlar, konaklamalar. Bir vakit namazını kaçırdığına şahit olmadım.
O tarihte var olduğu söylenen aksakal meclisinin günümüzdeki tabii azasıydı. (Doğal üyesiydi deseydim, mezarından kalkar beni kovalardı, muhtemelen. Veya en hafifinden sen de mi Fahri sitemini yapıştırırdı, suratıma.)
***
Karakterinin başat unsurları: Âlim, bir o kadar ârif. Mütevazı. Diğergam. Müstagni. Vakur. Denge. Ne bir eksik, en bir kelime fazla; tam kıvamında konuşan, saatlerce dinlense yormayan bir hatip, bir natıka. Müzekki (zeki adam.) Polemikten de kaçınmayan keskin bir zekâ. Sabırlı. Birleştirici.
***
Yüzü, gözü, sözü Anadolu olan adamdı o. Yüzü, gözü, sözü Türkçe olan adam… Saf, sade, sadeceydi o. Duru, sakin, tumturaksız… Olduğu gibi adamdı, olduğu gibi Anadolu!
***
Dostluk ve arkadaşlık timsaliydi; seksen bir ilde sekiz yüz on, hatta sekiz bin yüz gönül dostu mevcuttu; seksen bir ilde hükümet kadar bir iktidar sahibiydi ama göstermezdi; görünmeyen bir iktidarın sahibiydi yani.
İktidarlara hep bir mesafeli durdu; buna RTÜK üyeliği dâhildi: Ne büsbütün içinde oldu iktidarın, ne de büsbütün dışında; doğruları söyledi, doğruları anlattı, doğruları yazdı durdu.
Son kırk yılda, Ankara’dan tek bir yazar getirin dense, ilk o gelirdi akla. Son kırk yılda Ankara’dan tek bir Türk getirin deseler ilk o gelirdi akla, Ankara’dan tek bir Osmanlı getirin deseler o gelirdi akla, Ankara’dan tek bir muhalif getirin deseler o gelirdi akla; çünkü iliklerine kadar Müslüman, iliklerine kadar Türk, iliklerine kadar yazar, iliklerine kadar muhalif”ti.
Muhalif. Milli muhalif. Edepli milli muhalif; muhalefetiyle zenginleştiren adamdı.
Yarım asır iki şeyi hep şerefi bildi, şerefi tuttu, alamet-i farikası saydı: Kalemini ve yakasız gömleğini.
Yakın dostları iyi biliriz; ciddiyet timsali simasının arka yüzünde, zengin bir mizah portföyü gizliydi: “Koreliler biz Türkleri dayıları gördüklerini söylerler, dünya çapında bir otomobil yaptıkları zaman bu dostluğun nişanesi olarak Türk dayılarımız anlamında Hundai markasını uygun görerek dostluğu ebedileştirmişlerdir, diyecek kadar… Yine, Japonlar, biz Türklere olan sevgi ve saygısından, en iyi arabalarına, düğün atı, toy atı anlamına gelen Toyota adını vermişlerdir, diyecek kadar.
Özel sohbetleri, tüzel sohbetlerinden çok daha lezzetliydi. Hüznü bal eyleyen adamdı zira.
Anadolu’nun, medeniyetimizin keşfedilmemiş değerlerinin meftunuydu; Taraklılı yalaza ustası Ahi Naci İşsever, yüz elli Cem Yılmaz ediyordu meselâ onun kantarında.
Daima birlikten, daima dirlikten, daima düzenlikten yanaydı; kurduğu kuruluşların adlarından da belli değil miydi zaten? Yazarlar Birliği, Birlik Yayınları, Birlik Radyo.
Olayların ve sebeplerin künhüne vâkıf ender fanilerdendi.
***
Büyük bir yazardı, evet! Büyük bir Türkçeciydi, evet! Büyük bir organizatördü, evet! Büyük bir birliğin kurucusu, şeref başkanı, akil adamıydı, evet! Tevazu, edep, hayâ, vefa adamıydı, evet! Yiğit adamdı, mücadele adamıydı, sessiz bir devrimciydi, evet! Balkanlardan Türk cumhuriyetlerine, nerede Türkçe yazan biri varsa haberdardı, dostuydu, destekçisiydi, evet!
O, ülkemizin kültüründen, sanatından, edebiyatından sorumluydu, evet! Evet, o bu ülkenin gerçek kültür bakanıydı! Türk dünyasının kültür bakanıydı üstelik.
***
D. Mehmet Doğan. Ankara’nın yüz akıydı.
Yalnız Ankara’nın değil, Anadolu’nun. Tüm Türk - İslâm dünyasının. Yazı âleminin de.
Kalemin en çok yakıştığı adamdı.
***
Bazı insanlar vardır, ülkeleri için doğar ve ülkesi için yaşarlar. D. Mehmet Doğan onlardandı. Yetmiş yedi yıllık ömrünü Türkiye’ye vakfetmişti. Ve Türkçeye…
Mücadeleyle geçti ömrü. 1922’de kalan yerden sürdürdü Millî Mücadele’yi. Dilde. Düşüncede. Tarihte. Türk dünyasıyla ortak hareket etmede.
Şahidiz! Tüm ülke, okum yazması olan herkes şahit buna!
(Bu yazı, D. Mehmet Doğan’ın 11 Ağustos 2024 tarihinde vefatı üzerine; Fahri Tuna’nın, Irmak Dergisi’nde 2010 yılında, Kültür Ajanda Dergisinde 2020 yılında yayımladığı, iki portresinin telifi neticesi ortaya çıkmıştır.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.