“Koreliler Türk dayılarına hürmeten Hundai markasını ürettiler” diyen muzip mütefekkir; D. Mehmet Doğan
O Bay tefekkürdü. Bay Türkçeydi evet. Haza mütefekkirdi, haza yazardı, amenna. Ardında bıraktığı 33 kitabı ve 130 bin kelimelik Doğan Büyük Türkçe Sözlük ile son elli yılımıza damgasını vurdu, sonra da sırlandı gitti.
Yakasız gömlek ve kravatsızlığıyla son yarım asra damga vurdu. Yakasız gömleği, moderniteye ve Cemil Meriç’in idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri dediği ideolojilere karşı kalkan ve sığınak olarak kullandı.
Çağdaş bir bibliyograftı: Lügatimizdeki her bir ibâre için yarım saat konuşabiliyordu.
Yaşayan Âkif’ti. Hem Âkif hem Âsım. Zaten kırk yıldır Âkif”e sahip çıkan tek oluşum, o ve arkadaşlarıydı demek yanlış olmaz. Taceddin Dergâhını yaşatanlar da o ve arkadaşlarıydı. Oraya defnedilmesi ne çok yakıştı. Bunu seksen beş milyon içinde en çok hak edendi demek mümkün.
Tıpkı gönüldeşi Âkif gibi o da Müslüman ve Türk kavramlarının mündemici yani bulamacıydı; öyle doğdu, öyle büyüdü, öyle de yaşadı! Medeniyetimizin yüz milyonlarca Mehmet’inden birisiydi o. Karıştırılmasın düşüncesiyle -merhum Topçu’nun armağanı olarak- isminin önüne D.’yi ekledi sadece.
***
Onunla katıldığımız onlarca gezi, edebiyat programı, söyleşi, imza günü, şiir şöleni, jüri toplantısı, ödül töreni ve ziyaretten yüzlerce hâtıra kaldı geriye. Ve Arafat Dağı büyüklüğünce de hüzün.
Yüzlerce hâtıradan birkaçını paylaşmak istiyorum sizinle.
***
Şöyle böyle bir yarım asır önceydi. 1960’ların sonları olmalı. Çok sevdiğimiz ilkokul öğretmenimiz Seyfettin Ayçiçek, Cumhuriyet’i anlatıyordu. Ne güzel, ne çok, ne etkili anlatıyordu Hilâfetten Cumhuriyet’e geçişi ve Atatürk’ü. Sınıfça mest hâlde, kendimizden geçmiş, mutlu mesut dinliyorduk. Okulun en acar öğrencisi (okul dediysem, 28 öğrenciden oluşan, kimisi birinci, kimisi ikinci ya da üçüncü, bazıları dördüncü ve beşinci sınıfa giden -birleştirilmiş- tek derslikli bir avuç köy okuluyduk) parmak kaldırdı: Cumhuriyeti Atatürk icat etti, değil mi Öğretmenim?
Öyle ya, bu kadar muhteşem bir şeyi ancak bir Türk, en büyük Türk Atatürk icat etmiş olmalıydı.
Seyfettin Öğretmenimiz: Hayır çocuğum, Atatürk değil, Avrupa icat etti Cumhuriyeti! Onu Büyük Atatürk, Batı’dan aldı ve çok sevdiği Türk milletine armağan etti.
Âdeta yıkılmıştı acar öğrenci. Büyük hayâl kırıklığı içerisindeydi. Olamazdı. Atatürk icat etmeliydi; bir Türk icat etmeliydi böyle güzel bir şeyi.
Hayâl kırıklığına gark olan o acar öğrenci bendim. Ve bir kelime daha öğrenecektim o gün, bir daha aklımdan -ömrümce- hiç çıkmayacak olan bir kelime: Batı…
***
Üzerinden on sene kadar geçmişti. Lise son sınıftaydım artık. Derslerden arta kalan zamanlarda -ne derslerden arta kalanı, sınav akşamlarında bile Buhara Yanıyor’ları elimden bırakamayıp ertesi gün yazılıda zar zor geçer not aldığım- kitap okumaya çalışan meczupluk günlerimdi. Elime bir kitap geçti. Adı: Batılılaşma İhaneti…
Okumaya başladım, okudukça aklım da karışmaya başladı. Aman Allah’ım, bu neydi böyle! Yoksa, yoksa o hayran olduğumuz Batı, başka bir şey miydi? Aman Allah’ım, biz Batılılaşarak, kendimize, özümüze, dünümüze ihanet mi etmiştik yoksa? Yazar, kitabında âdeta -ne âdeta, düpedüz- yakın tarihle hesaplaşıyordu.
Söz konusu kitabın yazarı D. Mehmet Doğan ile tanışmam o gün oldu; Batılılaşma İhaneti kitabıyla… Aklımızı karıştıran adam’dı artık o benim için!
***
Sözlükleri sevemedim ben. Türkçeyi ne kadar çok seviyorsam, sözlüklere o kadar uzağımdır; nedenini bulamadım. Belki her sene başında sözlük alma mecburiyeti getirilmesinden, belki de hemen her birinin soğuk yüzlü, bilgiç bakışlı, kibirli edalı ve sevimsiz duruşlarındandır, bilemem. Bunların bir tek istisnası var: Doğan Büyük Türkçe Sözlük.
Onunla Yeni Şafak’ın abonelerine armağan ettiği günlerde tanıştık, ahbap olduk. Tanışıklığımızın üzerinden şöyle böyle, hiç yoksa bir otuz beş yıl geçmiştir. Hangi kütüphanede karşılaşsak onunla, bana göz kırpar, el sıkışır, hâl hatır ederiz. En son Aksaray’da, yedi asırlık Zinciriye Medresesi Kütüphanesi’nde, girişteki sağ duvarda, ortalarda, alttan üçüncü gözde, soldan ikinci sırada baktım ki bir kitap bana göz kırpıyor, Hoş geldin diyor. Hoş bulduk denilmez mi kaç yıllık kadim dosta? Kucaklaştık. Hâl hatır, hoş beş… Gören şaşırdı tabiî.
Değerliydi, farklıydı, özeldi o sözlük bizim için. Çünkü onu bize D. Mehmet Doğan Ağabey armağan etmişti. Bize, yani milletine, yani Türk milletine…
Burdur’daki son görüşmemizde, 2023 Aralığında sormuştum: Mehmet Ağabey, Doğan Büyük Türkçe Sözlük’teki kelime sayısı kaç oldu?
Yüz otuz bini aştı, Fahri! diye cevaplamıştı.
***
Gıyabî tanışıklığımız şifahiydi önceleri. Gün geldi vicahiye, yani ruberuya, yüz yüzeye dönüşmüştü. RTÜK üyesi olduğu günlerdi. 1996 Aralık ayında. Kültür müdürlüğünü yürüttüğüm belediye olarak onu merhum Âkif’in 60. ölüm yıldönümünde Adapazarı’na konferansa getirmiştik. Konferans sonrası, ASM’nin üst katında tavşankanı çayların lezzetine beş basan harika muhabbetle başlamıştı dostluğumuz. O gün bugün ben onun Azizim dediği kardeşi olmuştum, o benim Mehmetlerin en hası diye hitap ettiğim can ağabeyim.
Geçen yirmi sekiz yılda, onlarca yüz yüze, yüzlerce söz söze konuşma, görüşme, hatıralarla bezeli bir dostluktu bizimkisi. Urfa’dan Yozgat’a, Mardin’den Edirne’ye, Çankırı’dan İstanbul’a, Malatya’dan Aksaray’a, Tarsus’a, Akhisar’a, Bolu’ya; ben neredeysem, Mehmet Ağabey de oradaydı kuşkusuz, bilirdim. Şeksiz şüphesiz, mazeretsiz ivazsız gelir, katılır, zenginleştirirdi programlarımızı. Ne zaman aradıysam, bir yere davet ettiysem, Nereye? diye sormaz, tek baktığı takvimiydi, Müsait miyim o tarihte acaba? diye.
O gönüldendi, gönüllüydü, gönülceydi. O bir gönül adamıydı. Gönül, vefa, muhabbet…
***
Bana TYB Sakarya Şubesi’ni kurdurtmak istemişti senelerce. Kendimce, kendimle, kendimden mazeretlerle ertelemiştim bu isteği. En son 2009’da değerli yazar-çizer arkadaşlarımla birlikte kurmuştum. Mutluluğunu unutamam.
On ikinci şubesini kurmuştuk biz TYB’nin otuz birinci yılında. Adapazarı ve Taraklı’da ağırlamıştım şube başkanları ve genel merkez yönetimini. İki gün. Yalaza yalaza Türkçeyi bal eyleyen adam Ahi Naci İşsever de yaz nedeniyle Almanya’dan izine gelmişti memleketine. Naci Abi’nin, bir tür doğaçlama mizah – tilki muhabbeti olan anlattığı yalazalara ne çok güldü misafirler. En çok da Mehmet Abi. O günden sonra Mehmet Abi’nin nezdinde on Cem Yılmaz eder olmuştu Ahi Naci İşsever. Sık sık sorardı onu bana, sağ mı? Sağlığı nasıl? diye. Yerli ve millî olan her şeye olduğu gibi yerli mizaha da meftundu Mehmet Abi.
***
Aradan çok zaman geçti. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Gençler 2021 yazında beni bir daha şube başkanı seçtiler. On iki yıl aradan sonra, 2022 Aralık ayında, bu kez on altı şube başkanı ve temsilcilerden oluşan yaklaşık otuz kişilik bir heyeti, TYB 14. Şubeler Toplantısında, Adapazarı’nda ağırladık. İki gün. Önce katılımcı tüm şair ve yazarların eserlerinden oluşan ortak bir seçki kitabı yayımladık. Sonra her yazarımızı bir liseye gönderip gençlerle buluşturduk. Mehmet Abi, kadim dostu sanatçı Bekir Soysal, genel başkanımız Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan’ı ise üniversiteli gençlerle buluşturduk. Akşam heyete, Yaşayan Nasreddin Hoca Hâfız Hasan Çolak’tan Türk Sanat Müziği konseri ile örülü yalaza örnekleri ve Sakarya Halk Oyunları gösterimi sunduk. Kahkahanın bini bir paraydı. En çok gülenlerden biri de yine Mehmet Doğan Abimizdi. Ertesi gün de II. Beyazıt Dönemi eseri olan beş asırlık ahşap Kaynarca Şeyh Muslihiddin Camii’nde olağan şubeler toplantısını gerçekleştirdik. Camideki Şair; Mehmet Akif’i yazan D. Mehmet Doğan Abi, şubeler toplantısının açılışında şahane bir konuşma gerçekleştirdi. Mehmet Abi, o gün misafirler dağılırken yaptığı teşekkür konuşmasında, Fahri Tuna ve arkadaşlarına çok teşekkür ediyorum, her şey çok güzeldi. Sakarya çıtayı o kadar yukarıya çıkardı ki korkarım bundan sonra hiçbir şube ev sahipliği yapmak istemeyecektir, sözleriyle bizi onore etti. Ben de estağfirullah Mehmet Abi, gelir yardım ederiz o şubeye, sözlerimle karşılık vermiştim.
(Hakikaten de Mehmet Abi’nin dediği çıktı. Şu veya bu sebeplerle 2023 ve 2024’te, kendilerine has haklı manilerle, hiçbir şube ev sahipliğini üstlenemedi. Genel Başkanımız Musa Hoca da Zoom üzerinden çevrimiçi şubeler toplantısı gerçekleştirdi.)
Cumhuriyetin 100. Yılı Armağanı olarak TYB Sakarya Şubesi üyeleri arasından otuz iki şair ve yazarımızın eserlerinden oluşan Otuz İki Kısım Tekmili Birden adıyla bir kitap yayımlamıştık. 23 Aralık 2023’te Burdur’da Mehmet Akif Bilgi Şöleni sırasında bu kitabımızı Mehmet Abi’ye takdim edince, Sakarya Şubemizin önlenemeyen yükselişi devam ediyor diye onore etmişti beni ve arkadaşlarımı.
***
Bugün Türkiye sathında on yedi şubesi, on sekiz temsilciliği, iki bin altı yüz üyesi olan dev bir kuruluştan, Türkiye Yazarlar Birliği’nden -kısaca biz ona TYB diyoruz- söz ediyorum. Orta halli bir siyasî parti kadar güçlü, örgütlü bir kurumdan söz ediyorum. Yerli ve millî en büyük yazar kurumundan söz ediyorum. Bu dev yazar teşkilatının başı da, kurucusu da, omurgası da, neferi de, hedef çizeni de, başkomutanı da oydu. TYB’nin dünü de oydu, bugünü de. Yarını da odur. TYB eşittir D. Mehmet Doğan’dı. Övgü de, eleştiri de bunaydı, bundandı, buncaydı.
Bir kez kendisi için kullanmadı bu gücü. Cumhurbaşkanımız, Başbakanlarımız, nice bakanlarımızla dost olduğu halde kendisi için kimseden bir şey istemedi. Makam, mansıp, güç, para en ırak olduğu, durduğu, bildiği şeylerdi onun.
***
İtiraf edelim, bizim mahallede Ankara pek sevilmez. Bunun pek çok haklı sebebi olabilir. İstanbul merkezliyizdir biz, nedense? İstanbul’la düşünür, İstanbul’la sever, İstanbul’la kızarız; doğru, yanlış! Şuuraltımız İstanbulcudur bizim, doğru! Ben de A-kara, makara, en kara, Ankara’yı yazmış adamım. Ama…
Ama bir adam çıktı, Ömrüm Ankara’yı yazdı. O adam bize Ankara’yı sevdirdi. Ben o kitaptan sonra Ankarasever olmuştum artık; her Ankara’ya gidişimde Taceddin Dergâhı’na selâm veriyor, Hacı Bayram’da muhabbeti telezzüz eyliyor, eski Ankara sokaklarında huzuru teneffüs ediyordum. Artık Ankara daha bizim, daha bizden, daha bizceydi! Aslında biz de Ankaralıymışız da haberimiz yokmuş. O kitabın yazarı da D. Mehmet Doğan’dı. Bizi Ankaralı yapan adamdı o!
Biraz Sezai Karakoç, biraz Necip Fazıl, daha çok Akif’ti o. Ama en çok Nurettin Topçu’ydu. Onun yüz otuz bin kişilik lügatında, Hoca, Topçu’ydu zahir. Nureddinîydi, Nureddin’dendi, Nureddinceydi. Bu da ona çok yakışıyordu.
***
1.75 civarında orta bir boy, geniş açık bir alın, az belirgin kavisli kaşlar, Yesevi Yesevi bakan derun gözler, az etlice bir burun, Orta Asya’dan gelmiş izlenimi veren belirgin bıyıklar, geniş alnından aşağıya doğru daralan üçgeni tamamlayan biçimli bir çene. Büyük salgından itibaren, nuranîliğini daha artıran sakalla çevrili musalli bir yüz. Günlerce yolculuklar da yaptık, onlarca birlikte programlar, konaklamalar. Bir vakit namazını kaçırdığına şahit olmadım.
O -tarihte var olduğu söylenen- Aksakal Meclisi’nin günümüzdeki tabii azasıydı. (Doğal üyesiydi deseydim, mezarından kalkar beni kovalardı muhtemelen. Veya en hafifinden sen de mi Fahri, sitemini yapıştırırdı.)
***
Karakterinin başat unsurları: Âlim, bir o kadar ârif. Mütevazı. Diğerkâm. Müstağni. Vakur. Denge. Ne bir eksik, en bir kelime fazla; tam kıvamında konuşan, saatlerce dinlense yormayan bir hatip. Polemikten de kaçınmayan keskin bir zekâ. Sabırlı. Birleştirici.
***
Yüzü, gözü, sözü Anadolu olan adamdı o. Yüzü, gözü, sözü Türkçe olan adam… Saf, sade, sadeceydi o. Duru, sakin, tumturaksız… Olduğu gibi adamdı, olduğu gibi Anadolu!
***
Dostluk ve arkadaşlık timsaliydi; seksen bir ilde sekiz yüz on, hatta sekiz bin yüz gönül dostu mevcuttu; seksen bir ilde hükümet kadar bir iktidar sahibiydi ama göstermezdi; görünmeyen bir iktidarın sahibiydi yani.
***
İktidarlara hep mesafeli durdu; buna RTÜK üyeliği dâhildi: Ne büsbütün içinde oldu iktidarın ne de büsbütün dışında; doğruları söyledi, doğruları anlattı, doğruları yazdı durdu.
***
Yaşıtı kadim dostlarından dinledim; RTÜK Üyeliğinden (1994-2006) gelen ücreti, eşi dostuna düzenlediği yirmi-otuz kişilik yemeklerine, muhabbet meclislerine, öksüz yetim fukara öğrenci burslarına harcadığını.
Cömert ve mükrimliğine her dostu yakinen şahitti zaten.
Yine kendinden dinlemiştim: Davet edildiğim hiçbir konferans, söyleşi, imza günü, kitap fuarı vesaireden ücret istemiyorum. Verirlerse veriyorlar, vermezlerse canları sağ olsun. Veren olduğunda da ücreti burs olarak öğrencilere gönderiyorum.
- Mehmet Doğan’ın parayla münasebeti buydu işte. Buydu, böyleydi, buncaydı.
***
Polemiği severdi. Severdi ne, bayılırdı. Çok da başarılıydı. Zira hem çok zeki ve hem çok bilgiliydi. (Vefat ettiği günün gecesi, yine onun gibi çok zeki ve çok bilgili polemik ustası kardeşimiz Cihat Zafer anlattı, onun Twitter’daki polemik meydan muharebelerini.)
Bir o kadar da mizaha meftundu Mehmet Abi. Neşeliyse, dostları da etrafındaysa… Bazen mizahın zirvelerine çıkarırdı bizleri de.
Ciddiyet timsali simasının arkasında zengin bir mizah portföyü gizliydi onun.
Yılını unuttum. Muhtemelen 2012 veya 2013. Mehmet Abi, Ulvi Abi, başkan yardımcısı iki Ahmet Abiler (Şenol ve Fidan), Ankara’dan İstanbul’a geçerken Adapazarı’nda bana uğrayıp soframı şereflendirdiler. Islama köfte, kabak tatlısı filan. (İkisinin de cennet taamı olduğuna inanırım ben.) Çaylar yudumlanırken Mehmet Abi, mizahın dibine vurdu:
Bu Koreliler âlem adamlar. Güzel bir araba yapmışlar. Adını ne koyalım demişler? Düşünmüşler taşınmışlar. Bu Türkler bizim dayımız sayılır. Dayılarımıza sevgimizi nasıl gösterebiliriz? Hun, Korece’de Türk manasına geliyor ya. Hunday adını verelim bu arabaya en iyisi, demişler. Anlayacağınız, biz Türklerin yüzünden Hundai marka arabalar dolaşıyor piyasada.
Hepimiz makaraları koyuverdik. Mehmet Abi, mizahın bir zirvesinden diğerine uçuruyordu bizleri, neşelendiğimizi görünce:
Peki Toyota’nın etimolojisini biliyor musunuz siz?
Hep bir ağızdan hayır, dedik.
Japonlar da güzel bir araba yapmışlar. Adını ne koyalım ne koyalım. Düşünmüşler taşınmışlar. Korelilerden aşağıya mı kalacağız? Türkler, Koreliler kadar bizim de akrabamız. Toy, düğün demek, malum. Eskiden gelin, düğünün sonunda ata bindirilip damadın evine götürülmüyor muydu? Düğün atı, gelini alıp götüren at manasına Toy atı, demişler. Olmuş size Toyota. Toyota’nın hikâyesi de böyle. Biz de yine kahkahanın bini bir para…
Mehmet Abi’nin bu Hundai ve Toyota esprisi bizim camiada hızla yayıldı, birkaç sene içerisinde. İşin daha da garibi, Hundai ve Toyota esprisini duyanların önemli bir kısmı buna inanmaya ve ciddi ciddi anlatmaya başlamasınlar mı? Öyle ya, bunu söyleyen, 130 bin kelimelik Doğan Büyük Türkçe Sözlük’ün yazarı. Siz olsanız ciddiye almaz mısınız?
Sonraları Mehmet Abi de tedbirini alarak anlatmaya başladı bu espriyi. Ne zaman bu mizaha başvursa, sözlerini, bu bir yalazadır. Yani espri. Şaka yaptım, diyerek tamamlamaya başlamıştı.
Özel sohbetleri, tüzel sohbetlerinden çok daha lezzetliydi. Hüznü bal eyleyen adamdı zira.
***
Büyük bir yazardı, evet! Büyük bir Türkçeciydi, evet! Büyük bir organizatördü, evet! Büyük bir birliğin kurucusu, şeref başkanı, akil adamıydı, evet! Tevazu, edep, hayâ, vefa adamıydı, evet! Yiğit adamdı, mücadele adamıydı, sessiz bir devrimciydi, evet! Balkanlardan Türk cumhuriyetlerine, nerede Türkçe yazan biri varsa haberdardı, dostuydu, destekçisiydi, evet!
O, ülkemizin kültüründen, sanatından, edebiyatından sorumluydu, evet! Evet, o bu ülkenin gerçek kültür bakanıydı! Türk dünyasının kültür bakanıydı üstelik.
***
Mehmet Doğan, 1922 sonrasında da Türkçenin Millî Mücadelesini veren adamdı. Türkçenin ve Türk düşüncesinin.
Ruhun şad, mekânın cennet, makamın âli olsun, ey Mehmed’lerin en hası.
Fahri Tuna
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.