Onun tavırları, henüz peygamber olmadan edindiği ‘emin’ sıfatı, ahlaki donanımı; kendinden sonra gelecek nesiller için sağlam bir rol model olarak gösterilmiştir.
Putperestliğin en kavi olduğu çağda, Arap coğrafyasında doğan İslamiyet, bu kökleşmiş sapkın inancı yeryüzünden silmiştir. Dahası putları, insanlara hatırlatacak resim, heykel gibi sanatlardan uzak durulması sağlanmıştır. Fakat Hz. Peygamberin kelimelerle portresini çizmek manasına da gelebilecek hilye, mezkûr hükmün dışında kalmıştır ve gelenekselleşerek klasik Türk edebiyatının önemli türlerinden biri hâline dönüşmüştür. Sanat ve estetiğin güçlü örneklerini veren hilyeleri okuyan, işiten kişilerin muhayyilesinde Hz. Peygamberle alakalı gerçeklik duygusu pekişir, yakınlıklar imar edilir, hasıl olan ünsiyet derinleşir.
Bu çalışmada öncelikle çeşitli açılardan ele alınacak hilye türünün Türk edebiyatındaki ehemmiyetine etraflıca değinilecektir. Sonrasındaysa türün ilk, en bilinen ve dilden dile yayılan örneği Hilye-i Saadet, beş duyuya hitap etme şekilleri açısından beyit örnekleriyle incelenecektir.
- Hilye Türü ve Hilye-i Saadet
Hz. Peygamberin fiziki portresini, güzel ahlakını, giyim kuşam tercihlerini, tavır ve davranışlarını zevkiselimle ince ince işleyerek anlatan ve zamanla bir edebî tür adı olarak terim hükmü kazanan hilye; Kâmȗs-ı Osmânȋ’de şu şekilde tanımlanır: “zȋnet, süs § hilkat-i hasene, sȗret-i hasene, sıfat-ı hasene” (Salâhȋ, 2023: 471). Hilye-i Saadet yahut Hilye-i Şerîf’in izahlarıysa şöyledir: “Fahr-i kâinat efendimizin evsâf-ı mübârekesi ve bundan bahseden kitap: Hilye-i Hâkânȋ.” (Sami, 2010: 459), “Cenâb-ı Nebî’yi muhterem’in evsâf ve secâyâ-yı hâriciyesini hâvî kitap ve levha” (Kadri, 1927: 502), “Hz. Peygamberin güzel vasıflarını, fizikî ve ruhî portresini konu alan ve anlatan manzum ve mensur eser.” (Şener ve Yıldız, 2010: 178).
Hilye geleneğinin başlangıcına dair iki farklı bilgi bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Hz. Muhammed’in hilyesini yazmasını damadı Hz. Ali’den bizzat talep ettiği yönündedir: “Hilye türünün ve şemâil kitaplarının yazılmasına, gelişmesine ve yaygınlaşmasına sebep olan hadise, Hz. Peygamberin vefatından kısa bir süre önce kızı Hz. Fâtıma: ‘Ya Rasullallah! Senin yüzünü bundan sonra göremeyeceğim.’ diye ağladığında Hz. Peygamber Hz. Ali’yi çağırmış ve ona ‘Ya Ali! Hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek beni görmek gibidir.’ buyurmuş olmasıdır.” (Şener ve Yıldız, 2010: 178). Bir diğer rivayetse Hicret vaktinde (21/06/622-02/07/622) Hz. Peygamberi gören ve onun bir mucizesine şahit olan kadının, evine dönen eşine onu tarif etmesi ve bu tarifin de dilden dile yayılmasıyla hilyenin vücut bulduğu şeklindedir: “Fesâhat ve belâğatıyla ünlü olan Ümmü Ma’bed’in sürüyü otlattıktan sonra çadıra dönen kocası Ebȗ Ma’bed el-Huzâȋ’nin isteği üzere Hz. Peygamberi tarif ederken kullandığı ifadeler çok meşhurdur. Bunlar hilye edebiyatına kaynak olmuştur.” (Sarıçam, 2002: 125). Bütün hilye rivayetleri zamanla bir araya toplansa da “Tirmizȋ ve Kâdȋ İyâz gibi müellifler hilye konusunu şemâil kitaplarının Resûlullah’ın vücut yapısıyla ilgili özelliklerinin anlatıldığı ‘Halku Resûlillâh’ adlı ilk bölümünde incelemişlerdir. ‘Hasâisü’n-nebî’ türü eserler içinde de hilye hakkında bilgi bulunmaktadır. (…) Tirmizî’nin şemâil ve hilye türü eserlere kaynaklık eden eş-Şemâ’ilü’n-nebeviyye ve’l-hasâʾisü’l-Mustafaviyye’sinin pek çok şerhi bulunmaktadır. Bunlar arasında en yaygın olanı Ali el-Kârî’nin Cemʿu’l-vesâʾil fî şerhi’ş-Şemâʾil’idir.” (Uzun, 1998: 44).
Başlangıçta şemail içinde yer alan hilyenin, klasik Türk şiirinde müstakil ilk örneğini, Hakanȋ Mehmed Bey (ö.1606) kaleme almıştır. Şair hakkında tafsilatlı bilgilere rastlanmasa da İstanbullu olduğu, iyi bir tahsil gördüğü ve devlet erkanında uzun seneler çeşitli görevler yürüttüğü bilinir. “Sancak beyliği ve Dîvân-ı Hümâyun’da muhasebecilik yapmış[tır].” (Uzun, 1998: 44).
Hakanȋ’nin gazel ağırlıklı orta hacimdeki Dȋvân’ı ve kırk hadis tercümesiyle vücuda getirdiği Miftahu’l-fütȗhât’ı olsa da adını, Hilye-i Saadet duyurmuş ve ölümsüzleştirmiştir. Mezkûr eser 712 beyitten müteşekkildir ve ‘feilâtün/feilâtün/feilün’ aruz kalıbıyla yazılmıştır. Eserin gördüğü itibara dair şu tespitler yerindedir: “Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i gibi âmmenin kabul ve takdîrine mazhar olmuş âsâr-ı mübarekedendir.” (Naci, 1889: 53). “Hilye-i Hakanî, Sultan Abdülmecid’in emriyle -ilk defa- 1848’de tab’hâne-i Âmire’de yeni döktürülmüş ta‘lîk harflerle bastırılmıştır.” (Banarlı, 2004: 603). Bir besmele manzumesiyle başlayan eser, tevhid, na‘t bölümleri ile ilerleyerek şairin hilyeyi yazmasına vesile olan hadis rivayeti ile devam eder ve nihayetinde Hz. Muhammed’in dış görünüşünün, güzel sıfatlarının anlatıldığı asıl bölüme geçilir. Eser gönüllerde yer eden başyapıtlar arasına girmeyi başarırken Arap ve bilhassa Acem edebiyatında dengi bir esere rastlamak zordur: “Biraz da şiîlik sebebiyle olsa gerek hiçbir İranlı şair bu konuda kalem oynatmamıştır. Buna karşılık Türk edebiyatı başlı başına bir hilye türünü ortaya koymuş ve başarılı örnekler vermiştir.” (Pala, 2016: 3).
Hilye türünün bu denli sevilme nedeni yazanın, okuyanın, üzerinde taşıyanın mükafatlandırılacağına dair şu hadisle kuvvetlenen itikattır: “Hilyemi gören beni görmüş gibidir. Beni gören insan, bana muhabbetle bağlanırsa, Allah ona cehennemi haram kılar. O kişi kabir azabından emin olur, mahşer günü çıplak olarak hasredilmez.” (Aras, 1981: 236). Hakanȋ’nin Hilye-i Saadet’inde hilye görenin affa mazhar olacağı; gam, keder ve hastalıktan kurtulacağı, yolda yokuşta belaya uğramayacağı dahası kabir azabından emin kılınacağı ve cehennem ateşinden kurtulacağına dair şu beyitler yer alır:
Âteş-i dȗzâh olur ana harâm
Eyler ikrâm ile firdevse hırâm (b.153)
Fitne-i kabrden ol merd-i Hudâ
Yevm-i mȋzâna dek emn üzre ola (b.154)
Dahi haşr itmeye ‘uryân anı Hak
Ola gufrânına Hakkʿın mülhak (b.155)
İnsanların hilye ezberlemekteki isteğinin kaynağıysa Hz. Peygamberi rüyada görmek istemeleridir çünkü belirtilir ki hilye hafızı, onun cemalini hem rüyada hem de ebedî âlemde görecektir. Yanında daima hilye taşıyan kimseler ise yolculuklarında tasa çekmez, zora düşmez.
Anı hırz eylese bir ehl-i sefer
Zarar irmez ana dir peygamber (b.156)
Sanat erbabını hilye yazmaya yönlendiren de faziletine güvenilen benzer inançlardır. Alıntılanan aşağıdaki beyitlerden de görüleceği üzere hilye yazanın ve yazdığına nazar edenin ani ölümden muhafaza edileceği, bütün belalardan emin kılınacağı, bulunduğu eve fakirlik, gam ve korkunun uğramayacağı, her an haccetmiş yahut köle azat etmiş sevabı kazanıp duracağı, fani vücudunun maraza müptela olmayacağı dahası beden hisarının asla yara almayacağı, yokluk alemine adam attığındaysa kabrinin karanlıktan azade olacağı şu beyitlerde bildirilmiştir:
Fücʿeden vesveseden hâtimeden
Anı hıfz eyleye Züʿl-fazl u minen (b.160)
Ede Hak cümle belâlardan emȋn
Pür-belâ olsa eger rūy-ı zemȋn (b.161)
Olduğu hânede fakr u gam u bȋm
Olmaya girmeye şeytân-ı racȋm (b.162)
Hacc u iʿtâk sevâbın her ân
Ana ihsân ide dâdâr-ı cihân (b.163)
Mübtelâ olmaya emrâza teni
Rahnedâr olmaya burc-ı bedeni (b.164)
Kadem urunca diyâr-ı ʿademe
Olmaya ana musallat zaleme (b.165)
Hakanî’nin açtığı bu yolda Hilye-i Saadet’e nice nazireler yazılmış, birçok Türk şair ve nasir de yeni eserler vücuda getirmiştir. Ayrıca “Dört halife (hilye-i çehâryâr-ı güzȋn), bütün peygamberler (hilye-i enbiyâ) ve büyük mutasavvıflar için de hilye düzenlenmiştir.” (Akkuş, 2007: 118). Bahsi edilen eserlerden bazıları şunlardır: Vecdî Ahmed Efendi’nin Hilyetü’l-evliyâ ve Ravzatü’l-Asfiyâ, Cevrî İbrahim’in Hilye-i Çâr-yâr-ı Güzîn, Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi’nin Hilye-i Enbiyâ, Neşatî Ahmed Dede’nin Hilye-i Enbiyâ, İbrahim Vahdî Efendi’nin Tevşîhü’t-Takvîm fi Şerh-i Hilye-i Rasûli’l-Kerîm, Süleyman Nafihî’nin Hilyetü’l-Envâr, Sahfî’nin Hilye-i Eimme-i Erbaa, Ahmed İbrahim Ereğlivî’nin Şerh-i Şemâil-i Şerîf, Ahmed Akkirmanî’nin Şemâil-i Şerîf Tercümesi, Arif Süleyman Bey’in Nazîre-i Hakanî, Eyüp Sabri Paşa’nın Tercüme-i Şemâil-i Şerîf, Mustafa Bosnavî’nin Hilye-i Nebeviye’si… Örneklerin çeşitliliğinden de anlaşılacağı üzere hilye, Anadolu’da çok sevilmiş, tezhip ve hat sanatıyla levhalara işlenmiş, ezberlenmiş ve nihayetinde şimdiki edebȋ formuna kavuşmuştur.
- Hilye-i Saadet’in Beş Duyuya Hitabı
İnsan için; tanışmanın amacı, vakti ve şekli kurulacak ilişkinin yönünü tayin eden önemli aşamalardır. Tanışan kişilerin birbirlerinde sima, tavır, fıtrat yahut giyim kuşama epeyi dikkat ettiği de bilinen bir hakikattir. Yarenliğin hasıl olması için arada yakınlık hissedilmelidir çünkü âdem âdemde kendini ve kendinde eksik kalan güzelliği arar. Aşağıdaki beyitte rivayet edilen bir hadis şehadetinde, Hz. Peygamberin, Âdem peygambere bütün evlatlarından çok benzediği ve dahi kendisine en çok benzeyeninse İbrahim peygamber olduğunu bilgisi aktarılmıştır:
Fahr-ı ecdâdım olan Âdem’e ben
Eşbehim cümle-i evlâdından (b.692)
Hem dedi lutf ile ol tab‘-ı selȋm
Enbiyâdan pederim İbrâhȋm (b.693)
Bana nâsın katı pek benzeridir
Güherim ol sadefin cevheridir (b.694)
Bu beyitlerden yola çıkılırsa Hz. Peygamberin hilyesini yazan şair yahut nasirin hem Hz. Âdem hem de Hz. İbrahim’in görüntüsünü ortaya çıkarmış olacaktır. İslam inancına göre Hz. Peygamberin çehresini görmek büyük ikbal sayılmıştır. O çehreyi hatta çehrenin tasvir edildiği hilyeyi görenlerin hem dünyada hem ukbâda erişecekleri mertebeyle alakalı ifadeler şöyledir
Bana taʿzȋm edip iclâl ettin
Kendini lâyık-ı dȋdâr ettin (b.180)
Dedi kim hilyeni şâd ola gören
Hırz-ı cân eylese anı götüren (b.183)
Ol kişi çekmeye biʿl-cümle ‘azâb
Ne bu dünyâda ne ‘ukbâda ‘akâb (b.185)
Lâyık-ı devlet-i dȋdârım ola
Dahi şâyeste-i envârım ola (b.186)
- Görme Duyusuna Yönelik Anlatımlar
Hilye-i Saadet’teki tasvirlerin ana hatları görme duyusu üzerine kuruludur. Bu doğrultuda sevenleri, merak edenleri Hz. Peygamberi görmüş gibi olacak ve güçlü tasavvurların zenginliğiyle hayal etme dürtüsü harekete geçip zihinde üst düzey bir tasarım sağlanacaktır. Bunun en ziyade renklerle ve bilhassa beyaz ile siyahın zıtlığından beslenen ahenkle sağlandığı görülmüştür.
Hakanȋ’nin, Hz. Peygamberin noksan vasıflardan münezzeh, eşsiz yaratılan bedenini layıkıyla övmenin mümkün olmadığına dair kavli önemlidir. Çünkü bu ikrar sayesinde şair, kendi ifade alanını genişletmiş ve tevazu perdesinin ardında dili, dilediğince işlemeye gayret etmiştir:
Nȗra benzerdi ten-i bȋ-mȗyu
Nice medh edeyim ol pehlȗyu (b.566)
Peygamberin tavır ve davranışlarıyla ilgili bir yere bakacağı vakit bütün bedeninin de o istikamete döndüğü bilgisi şu beyitte vurgulanmıştır. Bu hareket muhatabına verdiği kıymeti sergilerken oluşabilecek her türlü yanlış fikrin henüz ilk anda imha edilmesi anlamını da taşır:
Serine tâbiʿ ederdi cesedi
Bunu terk etmemiş idi ebedȋ (b.241)
Gülmekten sakındığı bilhassa kahkaha ile gülmediği sahabenin ortak ifadeleriyle sabittir. B.359, b.361 ve b.363’te gözlenen bu davranışının ardında hem utangaçlığı hem de kısacık dünya hayatının ve bir yanı gülerken diğer yanı acılar içinde kıvranan insanlık âlemine dair derin muhasebeleri yatar. Bir gün bile kahkaha attığı görülmemiş, işitilmemiştir:
İbn-i Abbâs der “O hâs-ı Hudâ
Gülmeğe eyler idi istihyâ” (b.359)
Tavırlarının sultanlara yaraşacak şekilde olduğu söylenirken kastedilen daima bakımlı oluşu, asil duruşu, kavga ve gürültüden kendini sakınan şahsiyetidir:
Lüʿlü-i ter gibi bir dâne idi
Yaʿni evzâʿı mülȗkâne idi (b.333)
Huzur bulamayan Arap yarımadasına barışı getiren kudretini muhakkak ki hitabetine borçludur. Bu hususta Allah ile konuştuğu için “Kelimullah” denilen Hz. Musa’dan üstünlüğüyle öne çıkarıldığına dair aşağıdaki beyit ciddi bir ipucudur. Zira yumuşak ve tatlı sözler seçerek; incitici, kaba kelamdan uzak durmayı şiar edildiği vurgulanmaktadır:
Nutka gelse o sühandân-ı selȋm
Reşk ederdi kelimâtına Kelȋm (b.345)
Yürüyüş adabı hakkında verilen malumatlardan en dikkat çekeni, hızlı yürümesidir. Sürati, yeryüzü ayakları altından kayıyormuş izlenimiyle, su misali akıp gidişiyle izah edilirken ondan daha hızlı yürüyen birinin daha görülmediği, yüksekten iner gibi eğilerek ilerlediği ifadeleri şu beyitlerde yer alır: b.632, b.633, b.634, b.645. Bu tez hareketliliği ömrün de tez elden gidişiyle özdeş tuttuğu ise b.640’ta izaha kavuşturulur.
Yola ‘azm eyleseler ʿizzet ile
Sürʿat eylerler idi gayet ile (b.636)
Öne mail bir şekilde yürüdüğü de beyitlerde karşımıza çıkar: b.643. Bu tavrı hayâsına bağlanırken görüntüsü şeker kamışına benzetilir: b.644. Saba yeline eğilen fidan gibi oluşundan b.646’da yeni ay gibi duruşundan b.648’de, adeta dal gibi ikiye bükülüşünden b.652’de bahsedilir. Yürüyüşünü seyredenlerin onun heybet, asalet ve vakarından ürperdiği b.665’te yer bulurken konuşmasındaki lezzet ve ayıpsız ağzının gaip âlemindeki sırları açığa çıkarışı b.667’de, b.669’da tatlı sözler ve iltifatlarla muhatabının gönlünü alışı ise b.670’te okurla paylaşılır.
Söze gelse o dehân-ı bȋ-ʿayb
Keşf olurdı sühan-ı ʿâlem-i gayb (b.669)
Görme duyusunu harekete geçirecek bir diğer zevk tezahürü, Hz. Peygamberin seçtiği kıyafetlerdedir. Bu tafsilat aynı zamanda canlı renklerin kullanımıyla okurun tahayyül âlemine daha güçlü temas eder. Temiz giyimli oluşu yanında seçtiği bu renklerin ilhamıyla oluşan teşbihler ise renkli anlatımlar sağlar. Servi boylu benzetmesiyle pekiştirilerek söyleme kavuşan yeşil kıyafeti b.255’te, insanlığın yüz akı vurgusuyla ön plana çıkarılan beyaz kıyafeti b.256’da kırmızı gül tasavvuruyla çoklu çağrışımlar sağlayan kırmızı kıyafeti b.258’de, safran renkli kıyafeti b.262’de yer alır. Ayna gibi parlak tenini kaplayan siyah kıyafetiyle güneşin buluta girdiği fikrinin doğacağı söyleminde de tasvirler yoğun hassasiyetle işlenmiştir:
Kara şâla girecek âyine-veş
Buluda girdi sanırlardı güneş (b.266)
Giysileri sadece renkler açısından değil kumaş türleri açısından da anlatılmıştır. İşlemeli, parlak zarif kumaşlar ve ipekli elbiseler giydiği b.259’da ince ve güzel atlaslar tercih edişi b.260’da, üstüne yün hırka alışı b.263’te anlatılmıştır. Mescide gelirken kıymetli kumaştan dikili itinalı giyim tercihi vurgulanırken en temelde Hz. Peygamberin öz saygısı da ön plana çıkarılmış olur:
Bu kadar kadr ile ol zât-ı şerȋf
Mescidi öyle iderdi teşrȋf (b.264)
- Ağız ve Dudak
Hz. Peygamberin ağız ve dudakları ekseriyetle renk açısından ele alınmıştır. Kırmızılığından dolayı yakut ve kadeh, biçimli oluşu münasebetiyle hokka, seyrek konuştuğu için de gonca olarak nitelendirildiği beyitler şunlardır: b.347, b.365, b.395, b.671.
Meger olmuştu o laʿl-i mümtâz
Hokka-i lüʿlü ü sandȗka-i nâz (b.347)
- Alın
Nurlu oluşu, açıklığı, paklığı, parlaklığı ve beyazlığı ile türlü benzetmelere zemin sunan Hz. Peygamberin alnı; aydınlığı ile güneşe denk tutuluşu, saltanat nişanı kabul edilişi, bembeyaz bir ay gibi görülüşü, pürüzsüzlüğüyle dinin aynası diye telakki edilişi, Kuran ayetleri arasında Vedduha bilinişi şu beyitlerde özenle seçilmiş kelimelerle sanatlı bir ifadeye kavuşmuştur: b.305, b.407, b.408, b.409, b.410, b.411, b.414, b.415, b.417. Buğday tenliliğinin belirtildiği şu beyitte alnındaki nur, berrak bir ışıktan yaratılmış vurgusuyla okurun hayal âlemine yansıtılır. Işığın ve nurun tekrarlanmasıysa zihinlerde aydınlık bir tablo çizilmesi desteklenir:
Buğday alnının ağı idi tamâm
Tal‘atında var idi safvet-i tâm (b.392
- Bağır ve Karın
Sinesiyle karnının denk oluşu yani karnının düz oluşu, ayna gibi cilalı ve berrak hâlinin anlatıldığı beyitler sağlıklı görünüşünün ve itidalli yiyip içtiğinin habercisidir: b.457, b.458, b.459, b.464, b.465. Karnının ve göğsünün güzellik denizine benzetildiği beyitte göbeği safa girdabı olarak nitelendirilmiştir:
Cism-i sâfıydı letâfet âbı
Nâfı deryâ-yı safâ girdâbı (b.459)
Gayet geniş, kabarık, nurlu, etli sıfatlarıyla tarif edilen bağrıysa ak ve taze beyaz bir güle, aydınlık bir aynaya ve dolunaya benzediği ifadelerle ön plandadır: b.464, b.465, b.470, b.471, b.472, b.473, b.474, b.476, b.479, b.481.
Öykünürdü eğer olsa dil-keş
Sȋne-i mehveşine kurs-ı güneş (b.479)
- Beden ve Ten
Hz. Peygamberin sıklıkla yinelenen nurunu yansıtan teni, beyazlık ve berraklıkla sıfatlandırılır: b.460, b.500. Bu öylesi bir beyazlıktır ki güneş ve ayla birlikte anılır: b.257, b.463, b.565. Gümüş, işlendiğinde parlaklık kazanan ve seneler geçse de kıymetini muhafaza eden bir madendir. Bu hususiyetleri sayesinde Hz. Peygamberin bedeni şu beyitlerde gümüş diye nitelendirilir ve böylece yaratılan beyazlık, aydınlık, değer algılarıyla anlatıma kuvvet kazandırılır: b.490, b.516, b.589, b.626. Teni; paklığı, parlaklığı, pürüzsüzlüğü dahası o bedenin içinde inci gibi duran sağlam karakteri ve övülmüş ruhu vesilesiyle nur denizine yahut o denizdeki sedefe benzetilir: b.567.
Ten-i sȋminde letâfet var idi
Sikke-i mühr-i nübüvvet var idi (b.490)
Bedeni yeleli aslanlar gibi sağlam yapılı, fazlasıyla heybetli ve mehabetli anlatılmıştır: b.675. Kemiklerini saran kasların hafifliği, şişman olmayıp zayıf da denemeyeceği beyitlerde yinelenir: b.594, b.595, b.596, b.597, b.600. Bu dengeli fiziki vasıflar şu beyitte net şekilde ortaya konar:
Etmiş ol kasr-ı vücȗdun Üstâd
Adl ü dâd üzre esâsın bünyâd (b.601)
- Boy
Hz. Peygamberin düzgün boyu serviye benzetilirken dinin direği ifadesiyle bu düzgünlük inanca dek taşınır ve okura yücelik, azamet hatırlatılır: b.570. Orta boylu oluşu da şu beyitlerde dikkate sunulur: b.604, b.612, b.617, b.618, b.619. Boyu; eşi yaratılmamış servi fidanına b.606, mülayim hareketli ve kusursuz serviye b.607, b.608, b.630; güzelliğin yahut cennet bahçelerinin gül fidanına b.608, b.611, b.613; peri güzellerine b.615, ardıç ağacına b.616, ne uzun ne de kısa oluşu vesilesiyle de sidreye benzetilmiştir b.621, b.631.
Gȗyiyâ ol rusülün pâdişehi
Gülbün-i hüsn idi yâ serv-i sehȋ (b.608)
Uzun boylu bir insanla yan yana gelecek olsa Hz. Peygamberin daha uzun görünecek hikmetli bir heybeti olduğundan da şu beyitlerde bahsedilmiştir: b.623, b.624, b.625, b.628, b.654.
Ne kadar kaddi bülend olsa o er
Yine bâlâ-ter idi peygamber (b.624)
- Boyun ve Gerdan
Siyah saçları arasında boynunun nurlu görünüşü, latif ve intizamlı duruşu şu beyitlerde geçer: b.434, b.450. Aynı zamanda boynunun beyazlığı gümüş bir ibriğe benzetilmiştir: b.454.
Boynunun nȗru ederdi her ân
Târ-ı zülf arasında lemaʿân (b.434)
Yine berrak, ak, saf görünüşü ve parlaklığıyla tasvir edilen düzgün gerdanı; gümüş sürahiye, gümüş ibriğe benzerliği, din otağının kâfȗrȋ balmumuna galip gelişi, güneş ve rüzgârı dahi tesirsiz bırakışı ile yüceltilir: b.435, b.448, b.449, b.451, b.453, b.465.
Meclis-i hüsne dedi ehl-i usȗl
Gȗyiyâ sȋm-sürâhȋ idi ol (b.449)
- Burun
İnsan simasının en belirgin uzvu olarak burun, karizmatik görüntüdeki en mühim unsurdur. Yüzün merkezindeki yapı, hem ortada ve ileriye çıkıntılı duruşu hem de yüz görselinin büyük kısmını oluşturmasından mütevellit mühim bir güzellik kıstasıdır. Hilye-i Saadet’te Hz. Peygamberin burnu en ziyade düzgünlüğü, yüksekliği ile tarif edilir: b.316, b.317, b.318. Ayrıca sanatlı manalara erişilmesini sağlayan türlü benzetmeler şöyledir: güzelliğin doruklarındaki hilal b.319, kâf-hâ yazısı b.320, gümüşten bir pazıbent b.322, arşa asılmış kılıca b.323, beyaz bir gonca b.325.
Yüzünün arş olarak tahayyül edildiği aşağıdaki beyitte, burun o arşa asılmış bir kılıç gibi tarif edilmiştir. Bu sayede hem burnun düzgünlüğü, kusursuzluğu hem de yüzünü iki eşit parçaya bölerek gölgelemesi dile getirilmiş olur:
Tȋğ idi ʿarşa asılmış ya meger
Vech-i pâkindeki enf-i hoşter (b.323)
- Çene
İnsan yüzündeki hareketliliğin en ziyade dikkat çeken noktası çene hem ifadeye hem çehreye hem de konuşmadaki tesire katkı sağlamakla vazifelidir. Dişleri, dili, sesi, sözü taşımasıyla da sır dolu bir sandık denebilir. Hilye-i Saadet’te Hz. Peygamberin çenesi yuvarlaklığı dolayısıyla topa benzetilir: b.441.
Aşağıdaki beyitteyse çene gamzesine sahip olduğunu belirtilir. Çenesindeki o çukur, dikkat çeken bir söylem güzelliği ile Hz. Yusuf’un düştüğü kuyu olarak tasavvur edilir. O kuyuyu gören, içinde kaybolup gidecek dahası vakit dolup da oradan çıktığında kurtuluşa erecektir:
Etti ol çâh-ı zekân nice zamân
Yusuf’un başına Mısr’ı zindân (b.442)
- Dişler
Dişlerini düzenli misvakladığı için diş sağlığının bozulmadığı anlaşılan Hz. Peygamberin beyaz ve sağlıklı dişleri kurulan görsel zenginlikte ön plana çıkmayı başarmıştır: b.339, b.372, b.373. Aynı zamanda dişlerinin arasının ayrık oluşuna da vurgu vardır: b.329, b.340.
Dişlerinin intizamı ve beyazlığı hasebiyle inciye benzetildiği beyitler fazlalıktadır: b.328, b.329, b.330, b.333, b.336, b.337, b.343, b.344, b.347. Şeffaf sudan oluştuğu sanılacak beyazlığı ve temizliğiyle dolu tanelerine benzetilmiştir: b.352, b.353. Buğday teninden dolayı dişleri parlaklığıyla daha ön plana çıkmaktadır ve güneş ile dolunay ışığı gibi görüldüğü bildirilir: b.340, b.366. En güzel şiir dizelerinin bile onun diş dizisi karşısında birer basit örneğe döneceği söylenir: b.331. Parlaklığı ve yakut diye nitelenen dudakları arasında görülmesi hasebiyle dişleri, mücevherlerden dahi değerli addolunmuştur: b.334. O dişlerin yıldırım ışığıyla parladığına, etrafa ziya saçtığına vurgu vardır: b.351. Karanlıkların kandili diye nitelenişiyse Hz. Peygamberin ağzından işitilen ayetlerle kötülüğe saplanan insanları kurtuluşu taşımasına göndermedir: b.370.
Vezinli ve selis iki mısra hayali ile oluşturulan dişlerin nizami sıralanışı şu beyitte vurgulanırken hakkında şiirler yazılması için ilham olabilecek kadar güzel olduğu da vurgulanmış olur:
Gȗyiyâ ol dür-i dendân-ı nefȋs
İki mısraʿ idi mevzȗn u selȋs (b.335)
Aşağıdaki beyitteyse Yasin suresinin yazımındaki “sin” (س) harfi, şeklinden dolayı Hz. Peygamberin dişlerine benzetilmiştir:
Hırz-ı hüsn içre o esnân-ı güzȋn
Sȋn-i Yâsȋn idi gȗyâ ki hemȋn (b.342)
- El, Ayak ve Parmak
Hz. Peygamberin elleri ve ayakları hakkında karşılaşılan ilk teferruat, genişlik ve pürüzsüzlüktür. Böylece bir gül yaprağı olarak tasavvur edilen o eller ve ayaklardan kimse incinmeyecek, gül kokusuysa Peygamberin simgelenmesine dönüşecektir: b.528. Karakterindeki, tavırlarındaki intizam misali, el ve ayaklarındaki nizam da ayarındadır: b.530. Ellerinin beyazlığı meselesi ise “yed-i beyzâ” ve “Mȗsâ” kelimeleriyle Hz. Musa’ya telmihle, onu dahi imrendireceği ifadesiyle ortaya koyulur:
Cân ile olmuş idi el-hâsıl
Yed-i beyzâsına Mȗsâ mâʿil (b.531)
Beyazlığı, ölçülü ve düzgünlüğü ile anlatılan ayakları parlaklığı nedeniyle güzellik denizin sahiline yansıyan gümüşten bir aya benzetilmiştir: b.537. Süreyya yıldızının öpmeye heves ettiği ayaklarının rengiyse bir başka beyitte geceye benzetilmiştir:
Naʿl-şeb-rengin anın etmeğe bȗs
Yakdı göklerde Süreyyâ fânȗs (b.540)
Bu düzenin tamamlayıcısı parmakları beyazlığı ve ışıltısıyla gümüşten dallara benzetilmiştir: b.552. Aşağıdaki beyitteyse her biri kalem gibi ince, uzun, kusursuz parmakların, Celil olan Allah’ın lütuf hazinesine yahut kapısına ait anahtar içindeki mile benzetilmesi dikkat çekicidir. Böylece o anahtarın özü, peygamberin mümtaz elinde denmiş de olur:
Hâme-veş her biri mevzȗn u tavȋl
Mȋl-i miftâh-ı dür-i lutf-ı Celȋl (b.553)
- Gözler
Hz. Peygamberin gözlerini anlatan görsel izahlarda işaret edilen ilk mahiyet, renge dairdir. Gözünün siyahlığı ve sürmeli oluşu sıklıkla tekrarlanır: b.229, b.235, b.238; b.285, b.290, b.291. Ceylana benzetilmesi de bu nedenledir: b.289.
Ol iki dȋde-i bȋ-sürme siyâh
Dâʿim olmuştu nazargâh-ı İlâh (b.238)
Gözündeki beyazın tam beyaz oluşunu anlatan beyitlerdeki bu vurguda asıl gaye, beyazlığın sıhhate delil oluşudur. O beyazlığı izah etmenin mümkün olmadığı şu beyitte itiraf edilir:
Gözünün ağı beyâz idi katı
Kâbil-i vasf degildi sıfatı (b.234)
O gözlerdeki görüş kuvvetine de değinilir: b.237. Öyle ki Hz. Peygamber bir komutandır ve orduya çizeceği yön, vereceği talimatlar, öğreteceği manevralar icabı gözlerinin net görmesi lazım gelir. Bu nedenle siyah gözleri avın üzerine atılan bir çift şahine benzetilir: b.228.
Kuvvet-i bâsıra-i Mustafavȋ
Gece gündüz gibi olurdu kavȋ (b.237)
Göz iriliği, insan yüzünde estetik algıyı yükselten bir albeni yaratır. Bu güzellik unsuru Hilye-i Saadet’te Hz. Peygamber için şöyle geçer:
Vâsiʿ u hȗb u latȋf idi gözü
Nȗr-ı mahz idi saʿâdetli yüzü (b.236)
Gözünün beyazındaki kırmızı et benini bildiren beyitler şunlardır: b.270, b.271, b.273. Şu beyitte o lekenin, göz çanağında duran bir vuslat kadehi olduğu belirtilir:
Dȋdesinde ne idi dersen o âl
Dahı çeşminde idi câm-ı visâl (b.275)
- Kaşlar
Aydınlık alnının altında, iri ve siyah gözlerinin üzerindeki kaşların düzgünlüğü çeşitli teşbihlerle okurun dikkatine sunulur. Kavisli olan Hz. Peygamberin kaşları hilale, kılıca, gönül kuşlarının bağlandığı iki kancaya, yaya, hançere, ince nakışlı bir ipe benzetilir: b.267, b.292, b.293, b.294, b.295, b.303, b.304, b.308, b.309, b.311, b.314, b.315, b.587.
Bir kez görenin tekrar tekrar görmek isteyişi, gözlerini ondan alamayışı hasebiyle Hz. Peygamberin kaşları kıblegah gibi düşünülerek mihraba benzetilmiştir: b.296, b.306.
Ol güzel kaşları mihrâbı anın
Kıblegâhıydı bütün dünyânın (b.306)
Kaşlara dair dikkat çeken bir başka benzetme ise talik yazıdaki besmele şeklinde düşünülmesiyle kurulur. “Bilhassa ta’lik yazıda besmele yazılırken ba harfi bir keşide ile kavislenir ve uzatılır. Bazen sülüs yazıda da uygulanan bu yazış biçimine göre ba harfi bir kaşı andırır.” (Pala, 2016: 89).”
Sȗre-i Feth idi ol cebhe-i mâh
Medd-i ebrȗsu idi Bismillâh (b.306)
Türlü benzetmelerle yüceltilen kaşların bir diğer özelliği aralarındaki açıklıktır. Bu durum, gözlerinin ve bakışlarının tesirini arttıran mühim bir detaydır ve halis gümüşle bağlantılı anlatılır: b.299, b.300.
İki ebrȗlarının arası hem
Sȋm-i hâlis gibi idi her dem (b.299)
- Kemik Yapısı
Hilye-i Saadet’te Hz. Peygamberin kemikleri iri, yoğun hacimli olarak anlatılmaktadır: b.505, b.506, b.507, b.508. Şu beyitte vurgulandığı üzere kemiklerinin iriliği ve hacmi heybetine delalettir:
Her biri iri ve merdâne idi
Sȗret ü sȋreti şâhâne idi (b.507)
- Kıllar
Kıl bahsi; kirpik, kaş gibi hususi bir isimle anılmadığında oldukça az geçmektedir. Bunlardan biri peygamberlik mührü olan et beni üzerindeki siyah kıllardır. Bu kıllar ki diktir ve mührün çevresini kuşatmış hâldedir. Bu izah okurda kutsal bir emaneti muhafaza eden askerler izlenimi de uyandırmış olur:
Meselâ hayl-i müje gibi o mȗ
Dik durup çevresin almıştı kamȗ (b.499)
Hz. Peygamberin göğsünden göbeğine dek inen çizgi şeklinde siyah kıllardan da (mesrebe) dem vurulur: b.577, b.580, b.581. Aynı kıllar arş üzerindeki Âyete’l-kürsȋ’ye ve düzgün duruşu hasebiyle elif harfine benzetilir: b.579, b.583. Aşağıdaki beyitteyse mesrebenin levh-i mahfuzla bir anılan o göğüs üzerinde kalem olduğu tasavvuru dikkat çeker:
Levh-i Mahfȗz idi ol sadr-ı nigȗ
Ana gȗyâ kalem olmuştu o mȗ (b.578)
Omuzlarının kıllarından da salık verilir: b.484. Bunun dışında vücudunun kıldan pak olduğu vurgulanır: b.582. Nazik bedeninin kılsız oluşu, nurdan bir heykel olarak tasavvur edilmesine vesile olmuştur: b.574. Vücudunun cilalı ve gümüş bir aynaya benzetilmesi de aynı nedenledir: b.575, b.586. Teninin aydınlığı, bu sayede ön plana çıkarılmıştır. Böylece okura, Hz. Peygamberin kin ve hasetten uzak duruşu da düşündürülür:
Gıll u gışdan veli pâkȋze idi
Mȗydan niteki cism ü cesedi (b.571)
- Kirpik
Göz kapaklarının ucunda sıralanan kirpikler; bakıştaki derinliğe doğrudan tesiri olan, adeta nazarın nakışı diyebileceğimiz güzellik unsurudur. Hz. Peygamberin kirpikleri şu beyitlerde siyahlığı ile anılır: b.284, b.285. Seyrekliğiyse Anadolu’daki taze misk kadar diye belirtilen bir ölçüyle sunulur: b.445. Ceylan gözlerine süs olan kirpiklerinin uzunluğundan şöyle bahsedilir:
Dedi evsâfın idi mȗy-be-mȗ
Çeşm-i âhȗsu uzun kirpriklu (b.289)
- Kol, Pazı ve Bacaklar
Azalarının pek, zinde ve kuvvetli oluşu, dolgunluğu da beyitlerde yer bulur: b.515, b.517, b.512, b.588, b.589. Güçlü olmasının yanında bahsi geçen uzuvların billur bir sütun gibi duruşuna da vurgu yapılır: b.522, b.523, b.524. Gümüş benzetmesinin temelindeyse parlaklık, pürüzsüzlük ve dayanıklılık yatmaktadır:
Sȋm-i sâʿidleri bâzȗlar ile
Dahi uylukları sâkıyla bile (b.516)
- Omuzlar
Hz. Peygamberin omuzları genişliği ile anılır. Bilhassa erkeklerde omuz genişliği mehabeti, vücut çatısının yüksekliğini, iskelet gücünü ve karizmayı sergilemesi açısından önemlidir: b.483. Aynı zamanda yassılığı yani omuz arkasının düzlüğü ve iki omuz arasının etliliği de tasavvur edilmiştir: b.486, b.489.
Gayra nisbet büyük idi dediler
Cism-i pâkini gören ehl-i nazar (b.483)
- Nübüvvet Mührü
Hz. Peygamberin, peygamberlik alameti bilinen mührü sırtındadır. “Kürek kemikleri arasında sol kürek kemiğine daha yakın, elle hissedilebilecek kadar kabarık, güvercin veya keklik yumurtası büyüklüğünde, siğile benzetilen kırmızı beze şeklinde bir et parçasının bulunduğu ve bunun nübüvvet mührü olarak isimlendirildiği hadis ve siyer kaynaklarında belirtilmektedir.” (Sinanoğlu, 2007: 291). Hilye-i Saadet’e mühre dair bilgiler titizlikle yerleştirilmiştir. İki omuz arasındaki etli kısımda bulunması b.490’da sağa daha yakın oluşu b.493’te, et beni olarak tarif edilişi b.496’da, sarıya çalan siyah rengi b.497’te yer bulur. Nübüvvet mührü, aynı zamanda Ülker olarak tahayyül edilerek güzellik feleğinin en üst katındaki yüzük olarak anlatılmıştır: b.492. Yuvarlak oluşuyla yüzüğe benzetilen mühürden Çin ressamlarının ibret alacağı belirtilir:
Zâhir olsa eğer ol nakş-ı nigȋn
İbret alırdı nigârende-i Çȋn (b.494
- Saçlar
Şekliyle ön planda olan düz saçlarının uzunluğu, kulak hizasınca diye bildirilir: b.418, b.421. Kakülünü dörde ayırarak iki yandan iki bölük edip sarkıtışı hususunun altı bilhassa çizilmiştir: b.422, b.423, b.424, b.425. Kulağının ardına attığı kakülü de itinayla izaha kavuşturulur: b.429, b.433. Gece diye de nitelendirilen saçları siyah rengiyle ön plandadır: b.284, b.419, b.432, b.434.
Ol dü-tâ zülfden ol zât-ı şerȋf
Görünürdü meh-i nev gibi latȋf (b.424)
- Sakal
Hz. Peygamberin sakalıyla alakalı üzerinde en ziyade durulan husus, siyahlığı ve yaşının ilerlemesine rağmen neredeyse hiç beyazlamamasıdır: b.437, b.439. Bu münasebetle kadir gecesine yahut Velleyl suresine benzetilmiştir: b.443. Ömrü boyunca sadece on yedi teli beyazlayan sakalı ne uzun ne kısadır: b.438, b.440. Seçilen beyitteyse yüzünün parlaklığı ile sakalının siyahlığını güçlü bir tasvirle bütünleştiren şairin, ortaya çıkanı siyah nur diye nitelemesi dikkat çekicidir. Öte yandan bu beyit, siyahın ışığı yansıtarak ışımayı artıracağı fikrini yaratır:
Hüsnüne vermiş idi revnak u fer
Lemʿa-i nȗr-ı siyâh idi meger (b.444)
- Sırt / Yağrın
Hilye-i Saadet içerisinde en az temas edilen uzuv peygamberin sırtıdır. Yağrın ortasının etli oluşu, nübüvvet mührünün anlatımına hizmet etmesi vesilesiyle önem arz eder: b.489. Gümüş gibi parlak oluşu da bir diğer özelliğidir: b.490.
Yağrının ortası hem etli idi
Bir kerem sâhibi devletli idi (b.489)
- Yüz ve Yanaklar
Eserdeki sanatlı beyitlerden çoğu Hz. Peygamberin yüzünü yüceltmek amacıyla oluşturulmuştur. Yüzü şeklen değirmidir: b.374, b.375, b.376. Yüzündeki rengin kırmızıya çaldığı belirtilir, bu aslında sağlığının da delilidir: b.205, b.209. Yüzünün ve yanaklarının nuru, berraklığı üzerinde çok fazla durulmuştur: b.203, b.204, b.206, b.210, b.213, b.218, b.223, b.379, b.383, b.386, b.392, b.401, b.403. Hatlarının intizamı o yüze üst düzey bir güzellik vermiştir: b.207, b.211, b.220, b.378, b.386, b.389, b.390, b.394, b.395. b.402.
Şöyle pür-nȗr idi ol vech-i hasen
Ana bakılmaz idi şevkinden (b.379)
Hz. Peygamberin aydınlık yüzü, çeşitli benzetmelerle anlatılmış kelimelere böylece kifayet kazandırılmaya çalışılmıştır. Ay ve güneşe benzediği hatta onlardan dahi üstün oluşu sıklıkla tekrarlanır: b.208, b.215, b.375, b.376, b.380, b.385, b.393, b.397, b.398, b.399, b.405, b.406, b.431. Yüzünün gülle birlikte anılması hem tazeliği, hem kırmızıya çalması hem de hoş kokusunu çağrıştırmak içindir: b.212, b.387, b.400. Görenlerin içine huzur sarhoşluğu veren hafif kırmızı yüzü, kadeh gibi de anılır: b.377, b.401. Yüzü mücevher gibi değerlendirilmiş dahası o yüzdeki ter taneleri de inci olarak tasavvur edilmiştir: b.214. Aydınlık yüzünde güven uyandıran ifadeleri çerağa da benzetilmiştir: b.219.
Şemʿ-i ruhsârı dönerdi mâha
İki kandȋl idi ʿarşullâha (b.215)
Jest ve mimiklerinin dalgalandırdığı yüzü, uçsuz bucaksız bir nur okyanusu olarak tahayyül edilirken yüzde beliren ter damlacıklarıyla o okyanusun kabardığı izlenimi güçlü bir ahenkle okura sunulur:
Terlese ol gül-i gülzâr sürȗr
Cȗş ederdi sanasın kulzüm-i nȗr (b.217)
- Koklama Duyusuna Yönelik Anlatımlar
Hz. Peygamberin koku almasıyla alakalı iki beyit mevcuttur. Cebrail’in kokusunu Sidre’den ayrılır ayrılmaz alan burnu, Allah’a yakın olmanın kokusuyla dolu olarak tahayyül edilmiştir: b.324, b.326.
Hilye-i Saadet’te onun çok güzel koktuğu ve bulunduğu ortamdaki insanlara dahi kokusunun sindiği vurgulanır: b.546, b.547, b.563, b.564.
Koku duyusuna yönelik anlatımlarda müşk, amber ve gülden yararlanılmıştır. Müşk için Kâmȗs-ı Osmânȋ’de şunlar yazılıdır: “Müsk denilen güzel kokulu şey diyâr-ı Çȋn ü Hoten’de yetişen âhȗların nâfıdır.” (Salâhȋ, 2023: 876), “en meşhur ıtriyattandır.” (Sami, 2010: 805). Kalıcılığı ile bilinen bir diğer koku amberdense şöyle bahsedilir: “ma‘rȗf güzel kokulu şey ki mahall ve keyfiyyet husȗlü hakkında rivâyât-ı muhtelife mevcȗddur. Ma‘mâfȋh ba‘zı cezâ’ir-i Hindiyyeden zuhȗr ve vürȗd etdigi rivâyeti kavl-i râcih ‘add olunur.” (Salâhȋ, 2023: 63). Amber balina artığından elde edilir. “Dişli balinalardan olan ve adına anber balığı da denilen en büyük balina ada balığının bağırsaklarında teşekkül eden ve henüz tabii mi, marazî mi olduğu tespit edilememiş bulunan bir sindirim artığıdır. Dışkı ile birlikte vücuttan atılan bu maddenin rengindeki siyahlık hayvanın en sevdiği yiyecek olan mürekkep balığından gelmekte[dir].” (Ömeroğlu, 2009: 71). Bahsi geçen güzel kokularla kurulan tasavvurlar en ziyade bedeni ve saçları civarında şekillenir.
- Beden
Bedeni, teni bütün cihana müşk saçan bir nafeye benzetilmiştir, bu esasında Hz. Peygamberin has güzel kokunun kaynağı olduğunu da ifade eder: b.548. Ezelden kokulanmış olduğu, müşk özü yahut amber yumağı sanılacağı vurgusu da dikkat çekicidir: b.216, b.598. Aynı zamanda tenindeki gül kokusuna da vurgu vardır: b.611. Pak bedeninde taze gül koktuğunun belirtildiği beyitte ‘taze’ vurgusu etrafa yayılan rayihanın henüz sürülmüş gibi hep aynı yoğunlukta kaldığının anlaşılmasına hizmet eder: b.586.
Bȗy-ı hȗb ile olurdu hoş-ter
Nefha-i müşk ü ziyâd-ı ʿanber (b.598)
- El ve Ayak
Abdest ibadetinin ellerle başlayıp ayaklarla bittiği esas alınırsa elden başlayıp ayaklara dek süren kokunun kapsamı çözülebilir. Hz. Peygamberin ellerinin ve ayaklarının misk kokusu bir beyitte yer almıştır: b.544.
- Saçlar
Saçları hareketli kakülü üzerinden güzel kokuyla özdeşleştirilir. Zira saçların rüzgârda dalgalanması kokunun civara yayılmasını kolaylaştıracaktır. Kulağının ya ardına attığı ya üzerine düşürdüğü kakülü, amber yumağı yahut amber soylu gibidir ki kaküldeki bu hareket hâline değinilmesi kokunun yoğunlaştığını düşündürüp zihince hatırlanması gayretindendir: b.421, b.426. Dörde ayırdığı kakülünün misk kokusu dört yanı kaplamış olarak okura sunulur: b.425. Bu misk ki halisliğiyle ön plandadır: b.426.
Tuttu ol kâkül-i müşk-efşânı
Rubʿ-ı meskȗn ile çâr-erkânı (b.425)
- Sakal
Sakalının misk kokusuyla anıldığı tek beyit mevcuttur. Bu da yüzündeki güzel kokuyu desteklemeye yaramıştır: b.439.
- Göbek
‘Misk’in hammaddesi olan ‘nafe’nin ceylanın göbeğinden çıkması Hz. Peygamberin göbeğiyle ve mesrebesiyle bağlantı kurulmasına olanak sağlar: b.461, b.584. “Erkek ceylanlarda bulunan bu ur, hayvanı rahatsız edermiş. Hayvan, sürtünmek yoluyla bu uru düşürebilirmiş. Misk avcıları sahralara kazık çakar ve ceylanların bu kazığa sürtünerek misk urunu düşürmelerini sağlayıp öz hâldeki bu siyah madde düştükten sonra etrafa kokusu yayılır ve yerini belli edermiş.” (Pala, 2000: 286).
Târ-ı ʿanber gibi ol mȗy-ı siyâh
Yaraşırdı nitekim hâle-i mâh (b.584)
- Nübüvvet Mührü
Hz. Peygamberin sırtındaki peygamberliğe delalet gösterilen iz, derya üzerindeki halis amber diye tasavvur edilir: b.500. Ceylana benzetilen Hz. Peygamberin miski, nübüvvet mührü olarak da sezdirilmiştir: b.502.
O gazâl-ı hareme nâfe-sıfât
Hâl-i müşgȋni verirdi zȋnet (b.502)
- Omuz
Hz. Peygamberin genişliğiyle anılan omuzları başındaki kılların güzel koktuğu bildirilir. Bunda hem teninin hem de omuzlarına inen saçlarının kokusu etkilidir. Omuzlarındaki kıllar miskin ta kendisi diye nitelendirilir: b.484, b.498.
- Yüz ve Yanak
Yüzünün bir gül yaprağı olarak tahayyül edildiği bir beyitte terledikçe gül kokusu yayıldığı belirtilir: b.220. Hz. Peygamberin gül kokan yanaklarıysa kevser suyunun dahi ağzını sulandıracak kadar güzel olduğu vurgusuyla ön plandadır: b.221.
Berg-i gül gibi o rȗy-ı nȋgȗ
Terlediğince olurdı hoş-bȗ (b.220)
- İşitme Duyusuna Yönelik Anlatımlar
Hilye-i Saadet’te işitme duyusuna dört farklı açıdan temas edilmiştir. İlkin Allah’ın Cebrail’e emrettiklerini Hz. Peygamberin işittiği vurgulanır:
Semʿ-i pâkiyle ederdi ısğâ
Gökde Cibrȋl’e ne emretse Hudâ (b.430)
Ayrıca Hz. Peygamberin sesi, konuşma adabı okura aktarılır. Eşsiz diye nitelendirilen dudaklarından çıkan sözleriyle kimseleri incitmediği belirtilir: b.225. Sözleri, can cevherinin gerçek kıymetini anlayabilmek için bir ölçüt ilan edilir: b.341. Yumuşak sözlü oluşu da Hz. Musa telmihiyle kalıcılık kazanır. A‘râf suresinde belirtildiği üzere Hz. Musa’nın Tanrı ile konuşması ‘Kelimullah’ hitabıyla çağrılmasına vesile olmuştur: “Allah, ‘Ey Mûsâ!’ dedi, ‘Ben, mesajlarımı iletmek ve sözüme muhatap kılmak için insanlar arasından seni seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.’” (7/144). Bu durum münasebetiyle yeryüzündeki bütün insanlardan şanslı olan Hz. Musa’nın, tesirli söz söyleme açısından Hz. Muhammed’i kıskanacağı belirtilir: b.345. Bir başka beyitteyse Hz. Peygamberin can bağışlayan ağzından çıkan sözlerine âb-ı hayatın imrenmesi hayali vardır: (b.346)
Nutka gelse o sühendân-ı selȋm
Reşk ederdi kelimâtına Kelȋm (b.345)
Konuşmasındaki lezzet hasebiyle sesini işitenlerin ona köle olmaya razı olacağı vurgulanır: b.667. Dedikleriyle gaip âleminin sırlarını ifşa etmiştir: b.669. Latif sözlerinin yaralara merhem gibi değdiği belirtilir: b.670. Tesirli dudaklarından çıkan sözleriyle nice Şirin’in, Ferhat’a döndüğü söylenen aşağıdaki beyitte aşkı aşkla anlatma vurgusu dikkat çekicidir: b.672.
Her dem eylerdi dehân etse küşâd
Nice Şȋrȋn’i o lebler Ferhâd (b.672)
İşitme duyusuna yönelik eserde karşılaşılan bir diğer kullanımsa iktibaslardır. Böylece yazılan sanat eserine şahitlerle ilmî bir kuvvet eklenir. Dahası bu iktibaslar, muhatap kabul edilen okurun zihninde hareketlilik sağlayan hem de meseleye odaklanmasına yardımcı olan bir anlatım tekniğidir. Bilhassa Hz. Peygambere ait olan hadis alıntıları çok önemlidir: b.149, b.150, b.151, b.152, b.153, b.154, b.155, b.156, b.692, b.693, b.694, b.695, b.696.
Hilye-i Saadet’teki işitme duyusuna yönelik son dikkat, yüksek ses vurgusuna dairdir. Sesin üst perdeden döküldüğü bu tarz kullanımlar okurun dikkatini çekmesi ve atmosferin heyecanına dâhil edilmesi açısından önemlidir. Cihan’ın “Ahmed!” nidalarıyla dolması b.53’te, gökte salavatların çınlaması b.117’de, ezanların güm güm ötmesi b.504’te yer alır.
- Dokunma Duyusuna Yönelik Anlatımlar
Hilye-i Saadet içerisinde dokunma duyusuna nadiren rastlanır. Hz. Peygamberin hilyesini görene cehennem ateşinin dokunmaması için yapılan duası buna bir örnektir: b.184.
Hz. Peygamberin göğüs ve karın bölgesi pürüzsüzlükle sıfatlandırılır: b.465. Kemiklerinin iri, yoğun hacimli olduğunu ve kol ile bacaklarının kuru, ince durmadığını ifade eden beyitlerse şunlardır: b.507, b.516. Bedeninin yağlı ve şişman olmayışı, kasların hafifliği de dokunma duyusuna yönelik anlatımlara örnek gösterilebilir: b.594.
Huşk u bârȋk değil dolu idi
Hâlık’ın mukbil-i makbȗlü idi (b.517)
- Tatma Duyusuna Yönelik Anlatımlar
Hilye-i Saadet’te diğer duyuların aksine tat alma duyusunun neredeyse hiç kullanılmadığı görülür. Bir beyitte âb-ı hayatın, Hz. Peygamberin gül kokulu yanağını görünce ağzının sulandığı hayali vardır. ‘Ağzı sulanmak’ deyimi, hoşlanılan şeye karşı gelişen istek şeklinde ifade edilir. Ağzın sulanması aynı zamanda cennet ırmağı kevserin suyunu da düşündürür ve okura, müjdelenen o suyun tadına dair fikirler geliştirmesi için fırsat sunar: b.221. Bir başka beyitteyse duyu aktarımı yapılarak kelimelerinin ‘lezzet’li olduğu ifadesine rastlanır: b.667.
Gördü kevser ʿarak-ı gül-bȗyun
Nice akıtmasın ağzı suyun (b.221)
Sonuç
Hilye; Hz. Muhammed’in fiziki portresini, güzel ahlakını, giyim kuşam tarzını, tavır ve davranışlarını incelikle işleyerek anlatan edebȋ türdür. XVI. yüzyıl şairi Hakanî’nin eseri Hilye-i Saadet’e yönelen beğeni ve iltifatın etkisiyle ve hilye yazanın, ezberleyenin, taşıyanın, okuyanın her iki cihanda da türlü beladan korunacağına inanılması hasebiyle bu tür fazlaca dikkat çekmiş, türlü örnekleri günümüze dek ulaşmıştır.
Bu çalışmada hilye türüne dair etraflıca bilgi verilerek Hilye-i Saadet’te beş duyuya hitap eden kullanım alanları, kurulan mana derinliklerine değinilmiştir. “Görme Duyusuna Yönelik Anlatımlar” bölümü, eserin zeminini kuran sanat gücünü sağlamıştır. Hz. Peygamberin genel davranışları, giyim tercihleri seçilen örnek beyitlerle anlatılmıştır. Sonrasında bütün uzuvları görme duyusuna dayalı anlatımı örneklendirmek gayesiyle başlıklar altında tek tek incelenmiştir. Ağız ve dudağı kırmızılığı, biçimli oluşuyla; alnı açıklığı, beyazlığıyla; bağrı genişliği, kabarıklığıyla; sırtı düzlüğü, beyazlığıyla; bedeni ve teni beyazlığı, pürüzsüzlüğüyle; boynu ve gerdanı latif şekli, parlaklığıyla; boyu orta ve düzgün oluşuyla; burnu yüksekliği ve düzgünlüğüyle; çenesi yuvarlaklığı ve gamzeli oluşuyla; dişleri düzgün sıralanışı, paklığı, beyazlığı ve öndeki boşluğuyla; el, ayak ve parmakları nizamı, aklığı, ölçülülüğüyle; iri gözleri siyahlığı, sürmeli oluşu ve içindeki kırmızı et beniyle; kaşları kavisli ve ortasının açıklığıyla; kemikleri iri ve yoğun oluşuyla; vücudu çok az kılın türemesiyle; kirpikleri siyahlığıyla; kol, pazı ve bacakları dolgunluğuyla; omuzları genişliğiyle; nübüvvet mührü yeri ve üzerinde peyda olan kıllarla; saçları siyahlığı, düzlüğü ve omza dökülüşüyle; sakalı ağarmamasıyla; sırtı nübüvvet mührünün yeri oluşuyla; değirmi yüzü ve yanakları beyazlığı, kırmızılığıyla türlü benzetmelerle güçlendirilerek sanatlı, derin ifadelere yön vermiştir.
“Koklama Duyusuna Yönelik Anlatımlar” bölümü Hz. Peygamberin koku alma vasfı ve nasıl koktuğu bahsi etrafında şekillenmiştir. Uzuvlarındaki üç ana koku okura hissettirilir: gül, misk ve amber. “İşitme Duyusuna Yönelik Anlatımlar” dört koldan incelenmiştir. Öncelikle Hz. Peygamberin nasıl işittiği, sonrasında konuşma adabı, okura seslenen hadis iktibasları ve yüksek ses vurgusu beyit örnekleriyle dikkate sunulmuştur. “Dokunma Duyusuna Yönelik Anlatımlar” bölümünde Hz. Peygamberin hilyesini görene cehennem ateşinin dokunmayacağı müjdesine ve onun pürüzsüz teniyle, kemik ve kas yapısına dair bilgilere yer verilmiştir. “Tatma Duyusuna Yönelik Anlatımlar”daysa duyu aktarımı ve kevserin ağzı sulanması eylemi dışında örneğe rastlanmamıştır.
Bütün anlatılanlar ışığında Hz. Peygamberin gelişmiş estetik algısı, temizliğe dair hassasiyeti, bakımına gösterdiği itina açısından da öz saygısının çok yüksek olduğu neticesi ortaya çıkmıştır. Beş duyunun aktif kullanılmasıysa tasvire dayalı bu yönde kaleme alınmış bir edebȋ eserin, okurun hafızasına ve ruhuna yönelik güçlü çağrışımlarda daha başarılı olduğunu düşündürmüştür.
TYB Akademi 40, Ocak 2024
Kaynakça
Akkuş, M. (2007). Klasik Türk Şiirinin Anlam Dünyası. Fenomen Yayınları. Erzurum.
Aras, V. (1981). Hilye. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. IV. Dergâh Yayınları. İstanbul.
Banarlı, N. S. (2004). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. İstanbul.
Kadri H. K (1927). Türk Lugatı, C. II. İstanbul.
Levend, A. S. (1963). Ümmet Çağında Ahlak Kitaplarımız. TDAY-B. Ankara, 89-115.
_____ (1972). Dini Edebiyatımızın Başlıca Türleri. TDAY-B. Ankara, 43-44.
Mehmed Salâhȋ (2023). Kâmȗs-ı Osmânȋ (haz: K. A. Yılmaz). Türk Dil Kurumu Yayınları. Ankara.
Muallim Naci (1889). Osmanlı Şairleri. İstanbul.
Ömeroğlu, Ö. (2009). Amber Taşının Takıda Sembolik ve Estetik Rolü. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü.
Pala, İ. (2000). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. Ötüken Neşriyat. İstanbul.
______ (2016). Hakani Mehmed Bey Hilye-i Saadet. Kapı Yayınları. İstanbul.
Sami, Ş. (2010). Kamus-ı Türkȋ (haz: P. Yavuzaslan). Türk Dil Kurumu Yayınları Yayınları. Ankara.
Sarıçam, İ. (2002), Hz. Muhammed ve Evrensel Mesaj. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara.
Sinanoğlu M. (2007) Nübüvvet Mührü. İslam Ansiklopedisi, C. 33, 291-293.
Şener H. İ. ve Yıldız A. (2010). Türk İslâm Edebiyatı. Rağbet Yayınları. İstanbul.
Türk Dil Kurumu (2011). Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Yayınları. Ankara.
Uzun, M. İ. (1997). Hakanî, İslam Ansiklopedisi, C.15, 166-168.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.