On altı yıldır fasılasız bir şekilde sürdürdüğüm araştırmalar sonunda ulaştığım bilgi ve belgeler ışığında bugüne kadar bir ansiklopedi maddesi, ulusal ve uluslararası sempozyum ve bilgi şölenlerinde sekiz tebliğ sundum. Bu tebliğlerden beşi Tâceddîn-i Velî’nin Divanı, Risalesi ve külliyeye ait vakfiyelere ulaşamadığım dönemde yapılmıştır.
Israrlı ve aralıksız bir şekilde arşivlerde, kütüphanelerin yazmalar bölümünde ve sahaflarda yaptığım çalışmalar sonunda; Tâceddin Külliyesi’nin vakfiyelerine, Tâceddin camii, türbe, hazire ve dergâhın selamlık binasının tapu kayıtlarına, 1924 tarihli Ankara’nın şehir kadastral haritalarına ve diğer arşiv belgelerine; Tâceddîn-i Velî’nin eserlerine, şu an itibarıyla bilinen ve tek nüsha olan, Fî Gurre-i Muharrem sene 1147/3 Haziran 1734 tarihinde istinsah edilen Tâceddîn-i Velî Divanı’na kavuşmuş bulunuyorum.
Bu arada Tâceddin Dergâh’i banisi Tâceddinzâde Mustafa’nın Tâceddi- noğlu mahlasıyla telif ettiği, şu an itibarıyla tek nüsha olan divanı hakkında mesut bir gelişme yaşandı. Tarafımızdan yayına hazırlanan söz konusu “Tâced- dîn-i Velî Divanı”; divan yazarı Tâceddîn-i Velî’nin hayatı, eserleri, edebî şahsiyeti, misyonu, mensup olduğu tasavvufi ekolü ve intisabının anlatıldığı ilk bölüm; divanın muhteva tahlilinin yapıldığı ikinci bölüm; divan ve divançe’nin orijinal metinlerinin tıpkıbasımları, çeviri yazıları ve divan dışında kalan altı ilahi de ilave edilerek 195 şiirden oluşan üçüncü bölüm şeklinde tasarlanmış, kaynakça ve lügatçe ilave edilerek toplam 408 sayfa hâlinde, Hece Yayınevi tarafından Haziran 2021 tarihinde yayımlanmıştır (Öztürk, 2021).
Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti Müfettişi es-Seyyid Mehmed Saadeddin Efen- di’nin olmadığını söylediği (BOA/Cevdet-Evkâf 1270: 10201) Tâceddinzâde Mustafa Efendi’nin tescil ettirdiği Tâceddin Külliyesi vakfiyeleri (AŞS, 1074: Defter No: 49, Sıra: 423), kurduğu vakfın gelirinden Tâceddin Camii imamına tahsisat ayıran Musluoğlu Aslan Ağa (Aslan Ağa bin Muslu ve Hafidi Abdullah bin Salih) Vakfı (VGMA, 1075: Defter No: 597, Sayfa: 166, Sıra: 137) ve hatta Tâceddinoğulları taifesine mensup bir grup ailenin ikamet ettiği ve dergâhın yer aldığı Teke Ahmed Mahallesi avarız vergisini karşılamak amacıyla İbrahim Tâceddin Efendi bin el-Hâc Veled eş-Şehir bi-Ukkâşe Vakfı (AŞS, Defter No: 4, Sayfa: 88, Sıra: 225), TYB’nin 27-28 Aralık 2017 tarihinde tertip ettiği “80 Yıl Sonra Mehmed Âkif Ersoy Bilgi Şöleni”nde tarafımdan tanıtılmış ve Şölen Kitabı’nda yayımlanmıştır[1]. Kuşkusuz gerçekleştirilen bu çalışmaların yanında araştırılması gereken başka konular da bulunmaktadır.
Ankara’nın dinî ziyaret merkezleri protokolünde Hacı Bayram’dan sonra ikinci sırada yer alan Tâceddin Dergâhı’nın manevi ağırlığı, Tâceddin Mahal- lesi’nin mistik ve kültür hayatımızdaki önemi ve Mehmed Âkif’in ikamet için Tâceddin Dergâhı’nı seçmiş olmasının bir tesadüf eseri olup olmadığı, bu atmosferin İstiklâl Marşı’na yansımasının bulunup bulunmadığı hususları, ileride üzerinde durulması gereken hususlardan bazılarıdır.
Tâceddîn-i Velî’nin gerçek adı, hangi tasavvuf ekolüne mensup olduğu, seyr-i sülûkunu hangi mürşidin irşadı ile tamamladığı ve Ankara’ya hangi tarihte geldiği hususları başta olmak üzere, bu zamana kadar yeterli araştırma yapılmadan; vakfiyeler, risaleler ve divan gibi temel kaynaklara ulaşılmadan kaleme alınan ve yayımlanan resmî (eski eser tescil fişi dahil) ve özel bütün yazılar; üzülerek ifade edelim ki, türbe kapısı üzerinde bulunan kitabenin yanlış okunmasından başlayarak, Tâceddin Külliyesi’nin ilk yapılış tarihi, mimari özellikleri, yerleşim planı, yapıda kullanılan malzemenin cinsi, türbede istirahat eden zevattan hangisinin baba, hangisinin oğul olduğu, gerçek hazirenin yeri ve günümüzde mevcut olmayan bu hazirede kimlerin metfun bulunduğu, caminin kıble cihetinde yer alan kabirlerin gerçek mahiyetinin nelerden ibaret olduğu; Mehmed Âkif Ersoy’un içerisinde İstiklâl Marşı’nı yazdığı ve hâlen müze olarak kullanılan kasr-ı ebniye/selamlık binasının ne zaman ve hangi amaçla inşa edildiği ve imam meşrutası/lojmanı olmadığı konularına kadar, kamuoyu ile paylaşılan bilgilerin hemen tamamı ıslaha muhtaçtır.[2]
Bu sebeple İstiklâl Marşı’nın yazıldığı mekân Tâceddin Dergâhı selamlık binası ve bu dergâhın banisi Tâceddinzâde eş-Şeyh Mustafa el-Ankaravî’yi anlatmaya, bilgi ve belge eksikliği sebebiyle bu konularda bugüne kadar yapılan yanlışlıkları düzelterek başlamak gerekiyor. Fakat konuyu dağıtmamak ve kimseyi incitmemek adına, yapılan yanlışlıkları ve bu yanlışlıkları yapanları sayıp dökme yerine, şu ana kadar ulaşılabilen veriler ışığında doğruları kayda geçirme prensibi, yöntem olarak benimsenmiştir. Nasıl olsa, doğru bilgiyi görenler kendi hatalarını tashih edeceklerdir. Bu yazıda Tâceddin Külliyesi’ni oluşturan hizmet birimlerinden ve içerisinde İstiklâl Marşı’nın yazıldığı selamlık binası ile hazireden bahsedilecek ve bazı önerilerde bulunulacaktır.
- Tâceddin Külliyesi
- Tâceddin Külliyesi’nin Zâviyeden Dergâha Evrilmesi
Hacı Bayram-ı Velî ve Karacabey Külliyesi gibi Tâceddîn-i Velî Külliyesi de Ankara’da zaviyeli mescid/camilerdendir. Belgelerde adı zâviye, tekke/tek- ye, han-gâh/hanigâh, asitâne ve dergâh olarak geçmektedir. Tâceddîn-i Velî Külliyesi’nin tesis edildiği yerin Şeyh Paşa Zâviyesi derunu olması hasebiyle Tâceddinzâde Mustafa Vakfı zâviye olarak hizmete başlamış, dergâh olarak şöhret bulmuştur.
Asitâne kelimesine sözlüklerde; “kapu eşiği, ayakkabılık ve dergâh karşılığı” verilmektedir (Cudi Efendi, 2006: 20). Kâmûs-ı Türkî’de ise asitâne kelimesi şu şekilde açıklanmaktadır: “Büyük tekke, eşik ve payitaht”. Bu nam ile “asitâ- ne” tabiri İstanbul’a alem olmuştur (Sami, 2010: 71). Bu kelime anlamlarının dışında Tâceddin Dergâhı ile irtibat kurmamıza yarayan en açıklayıcı bilgi Kubbealtı Lügatı/Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te yer almaktadır. Bu sözlükte asitâne kelimesine “dergâh, eşik, büyük tekke, başkent” anlamları verildikten sonra üçüncü sırada “bir tarîkatin merkezi durumunda olan ve içinde kurucuların türbesi bulunan dergâh” karşılığı verilmektedir. Abdulbaki Gölpınarlı ise “Sûfilerce asitâne, tarikat pirinin yattığı tekkedir ki, o tarikat ehlince ulu ve muteber sayılırdı” demektedir (Kubbealtı, 2005/I: 183). Aynı sözlükte kapı anlamına gelen “der” ile yer bildiren “gâh” kelimelerinin birleşiminden oluşan “dergâh” tabiri de şu ifadelerle açıklanmaktadır: “Tarikatlarda dervişlerin zikir ve ibadet ettikleri ve içinde tarikatın gerektirdiği biçimde yaşadıkları mekândır. Bir büyüğün herkes için başvurma yeri olan kapısı, huzuru, eşiği”. Dergâh-ı âlî padişah kapısı, dergâh-ı devlet, devlet kapısı, dergâh-ı mualla saray, dergâh-ı bârî Allah’ın huzuru/ilâhî izzet makamı anlamlarına gelmektedir (Kubbealtı, 2005/I: 673).
Tetkik ettiğim arşiv belgelerinden ve yaptığım okumalardan edindiğim izlenim odur ki zâviyelerin; toplumun bütün kesimlerini kucakladığını, özellikle devlet otoritesinin tesis edilemediği ilk dönemlerde ve Anadolu’nun yurt edinilmesinde, insanların kafileler ve kabileler hâlinde Orta Asya Türk dünyasından Anadolu’ya/Diyar-ı Rum’a gelip yerleşmelerinde, bu coğrafyada tanımadıkları insanlarla tanışıp kaynaşmalarında, ulaşımın güven ve istikrar içinde yapılmasında, ticaretin gelişmesinde, verimsiz ve boş arazilerin ziraate açılmasında, köy, kasaba ve şehirlerin kurulmasında, yaygın eğitimin toplumun bütün kesimlerine ulaştırılmasında, milletimizin göçebe kültüründen şehir medeniyetine yükseltilmesinde oynadığı nazım rol, gerçekten göz kamaştıracak boyutlardadır.
Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet kurduğu bütün coğrafyada istikrar ve huzuru sağlamasıyla zâviyelerin fetih ve kuruluş dönemlerindeki misyonu sona ermiş; zâviyeden dergâha evrilen Tâceddin Dergâhı’nda olduğu gibi, XVI. yüzyıldan itibaren buralar kültür merkezleri hâline dönüşmüş, bunlardan bir kısmının yerlerinde mahalle camisi ve mescidleri yapılmış, bir kısmı ise son devrin tekkeleri hâline inkılâp etmiştir. Semavî Eyice’ye göre bu zâviyelerin çoğu bugün camisi ve mescid olarak tanınıyor ve öyle kullanılıyor ise, bu nispeten geç bir devirde husule gelen bir değişiklik sonunda meydana gelmiştir. Netice itibarıyla hayırsever mutasavvıf insanlar, çağın gereği olarak imaret adı altında zâviyeli camiler şeklinde tekkeler kurmaya önem vermişlerdir (Eyice, 1963).
Tâceddin Dergâhı için kullanılan diğer bir isim de “hanikah”tır. Tekke manasına gelen Farsça hangahtan Arapça’ya hankah suretinde geçmiş ve buradan hareketle Türklerce hanikah şekline çevrilmiştir. Istılah olarak tarikat mü- esseselerinin merkezi/asitâne/ocak yerinde kullanılmıştır. Hanikahlara bağlı olanların büyüklerine tekke, küçüklerine de zâviye adı verilmiştir. Tekke ve zâ- viyeler bağlı bulundukları hanikahlar vasıtasıyla maddi ve manevi ihtiyaçlarını temin ediyorlardı. Bu sebeple hanikah postuna oturan şeyh tarikatın en büyük uzvu sayılırdı. Mevlevilikte olduğu gibi tarikatların bir kısmında aynı asitâne ve hanikaha bağlı tekke ve zaviyelerin şeyhleri onun tensip ve teklifiyle atanıyordu. Bu tekke ve zâviyelerin kayıtları bu merkezlerde tutuluyordu. Merkez hüviyetini kazanan hanikah ve asitâneler, içtimai yardım müesseseleri, hayır ve şefkat merkezleri olmalarının yanında, günümüz ifadesiyle toplantı yeri ve platform vazifesi de görüyordu (Pakalın, 2004: 730-731).
İlk el arşiv belgelerine dayalı olarak aktarılan bu bilgiler, Tâceddin Külliye- si’nin diğer zâviyeli camilerde olduğu gibi; zâviye, cami, türbe, selamlık binası, hazire, hazire içerisinde bulunan taşradaki ikinci bir türbe, dervişlerin ve misafirlerin ağırlandığı fukara odaları, çeşme, su kuyusu, şadırvan; bu yapıların uyum içerisinde yerleştirildiği, peyzaj mimarisi esaslarına göre dizayn edilmiş çevre düzenine sahip bir dergâhla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Onarım keşif defterinde ayrıntı bulunmamakla birlikte diğer emsallerine bakarak, yukarıdaki hizmet birimlerine ilaveten şeyh efendilerin aile bireyleriyle birlikte ikamet ettikleri haremlik/lojman binasının da mevcut olduğu/ olması gerektiği tahmin edilebilir.
- Tâceddin Külliyesi’ni Oluşturan Yapılar Topluluğu
Gerek mimari özellikleri ve gerekse kullanılan malzemeler ve hepsinden daha önemlisi türbe kapısının üzerindeki II. Abdülhamid (1876-1909)’in tuğrası altında yer alan dört mısralık kitabeden, mevcut yapıların XIX. yüzyılın son senelerinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Burada cevaplandırılması gereken soru, bu yapıların önceki hâllerinin nasıl olduğu ve kim tarafından ne zaman yaptırıldığı ve külliyenin hangi hizmet birimlerinden meydana geldiği hususlarıdır.
Külliyenin onarımına ait belgeler birlikte değerlendirildiğinde, Tâceddin Külliyesi’nin zâviye, cami, türbe, hazire; mutfak/taamhâne, zikirhâne/çilehâne, derviş ve misafir odaları, su kuyusu, çeşme sonradan inşa edilen selamlık binası ve diğer hizmet birimlerinden meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Binaların ilk şekillerinin nasıl olduğu, hangi tür malzeme ile inşa edildiği, mimari şekilleri ve ihtiva ettiği birimler hakkında maalesef ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Şeyh Tâceddinzâde Mustafa Efendi’nin 1630 tarihinde Ankara’ya geldiğini, ilk yıllarda muhtelif cami kürsülerinden yaptığı vaazlarla halkı bilgilendirdiğini, 1664 tarihli vakfiyesinde geçen ifadelerden bu tarihten önce cami ve türbenin inşa edilerek hizmete açıldığını; şuhûd-i hal listesinin başında yer alarak kuruluşuna şahitlik ettiği 1665 tarihli Aslanoğlu ibni Muslu Vakfı’ndan imama tahsisat ayrıldığına bakarak, bu tarihten önce Şeyh Efendi’nin dışında imam ve türbedar atamalarının yapıldığını öğreniyoruz.
Mimari detay ve inşa tarihi verilmemekle birlikte Tâceddin Camii hakkında menkıbevî ilk bilgiler Risale-i Tâceddîn-i Velî’de yer almaktadır (Risale-i Tâceddîn-i Velî, vr. 21/a-21/b).
Şeyh Efendi, Risale’de uzun uzadıya anlattığı Tâceddin Camii’nin inşaatına hangi saiklerle karar verildiğini, övgüye layık maneviî değerini ve hayırsever insanların yanında melâike, cinnî ve perilerin yaptığı yardımları bir dörtlükte şöyle dile getirmiştir:
“Medh-i Câmi‘-i Şerîf”
Emr-i Hakk ile binâsı müstehaktır [midhate][3]
Fukarânın Kâbesidir hazer ît yoktur şübhe
Evliyânın mecma‘ı [hem] enbiyânın [mihveri][4]
Etme gaflet eksik olma göresin sırr-ı Nebî
Tâhir ol sen ey musallî terk eyleme âdâbı
Niceler old’âşinâ [hem] kurbet-i rûhânî[si]
Tâcedinoğlu binânın lütf-i Hak’tır rehberi
Eyledi imdâd melâik dahi cinn ile perî (Risale-i Tâceddîn-i Velî, vr. 22/a) (Ek-1).
Bu manzum kitabe “Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün” vezniyle yazılmıştır. Ancak metinde hece eksiklikleri bulunmaktadır. Şiir onarılarak vezne uygun hâle getirilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Abide Dairesindeki tescil dosyasında bulunan sanat tarihçisi Ekrem Şentürk’ün 28.01.1963 tarihli raporunda, “camiin ilk şeklinin toprak ve ahşaptan ibaret olduğu” yazılıdır (Ekrem, 1963). Risale’de geçen “bir kerpici altın ve bir kerpici gümüş olsa olur idi, lâkin rıza yoktur” (Risale-i Tâceddîn-i Veli, vr. 22/a) denilmesine bakıldığında, ilk yapılışta cami duvarlarının bağdadi tekniği ile ahşap karkasın araları kerpiçle doldurularak örüldüğü, çamur harçla sıvandığı ve tavanın toprak damla kapatıldığı anlaşılmaktadır.
Basit bir gözlemle mevcut yapıların II. Abdülhamid fotoğraf koleksiyonu arasında bulunan tek kare resimde (Öztürk, 2009) görülenlerden çok değişik olduğu hemen fark edilmektedir. II. Abdülhamid kendi özel serveti olan Hazine-i Hassa’dan tahsis ettiği 60.000 küsur kuruşla[5], 1310/1892-1319/1901 tarihleri arasında cami, minare ve türbe temelden itibaren yıktırılarak günümüzdeki şekliyle yeni baştan yapılmıştır. Bu durum, eski yapılarla yeni binaların mukayesesinden, süreli yayınlarda yer alan haberlerden ve Türbe kısmına giriş kapısının üzerinde bulunan şu kitabeden anlaşılmaktadır.
Tâcı-dâr-ı tâcı-dârân Hazret-i Sultan Hamid
Yaptı bu dergâhı Tâceddîn-i tahsine sezâ
Söyledi Câhid kulu lafzen tamâm tarîhini
Bin üç yüz ondokuzda oldu bu camîi binâ (Ek-2/a-b)
Hulûsî 1319/1901[6]
Vezni: Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
Bugün o tarihî yapılardan pek çoğu mevcut değildir. 1924 tarihli imar planlarında caminin doğusunda görülen esas hazire, diğer şeyh efendilere ait dışarıdaki türbe (BOA/A.MKT1261:26/74-2), derviş odaları, taamhane ve mutfak, haremlik binaları, selamlık binasının bahçesinde bulunan şadırvan, su kuyusu ve meyve ağaçları yerlerinde bulunmamaktadır. İmar değişiklikleri ve istimlaklerle ortadan kaldırılmıştır. Burada vakıf adına kayıtlı sadece iki parsel kalmıştır. Bunlardan birincisi, Ankara merkez hayrat vakıf kütük defterinde, tapunun 62 pafta, 275 ada, 26 parselde 1285 m2 yüzölçümündeki Tâceddin Camii ve haziresi vakfiyeye uygun olarak mazbut Tâceddinzâde Mustafa Vakfı tüzel kişiliği adına kayıtlıdır (VGM/EML, C.I, Sayfa: 4, Sıra: 38). Diğeri, çeşitli sebeplerle hazine, belediyeler ve hususi idarelerin mülkiyetine geçen tarihî vakıf taşınmazların yeniden Vakıflar İdaresine dönmesini öngören 7044 (10.09.1957) sayılı Kanun (R.G., 1957:9705; Düstur III/XXXVIII 1958) ve bu kanunun uygulama şeklini gösteren Tüzük (R.G., 1964:11597; Düstur V/III 1964: 181) (19.12.1963) hükümleri uyarınca, tapunun 62 pafta, 275 ada, 25 parselinde kayıtlı 485 m2 bir saha üzerinde bulunan ve tapusunun, Ankara Valiliği Hususi İdaresi (Özel İdare) Müdürlüğünden 11.11.1986 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğü adına alınan ve hâlen Mehmet Âkif Müzesi olarak kullanılan “kasr-ı ebniye/Tâceddin Dergâhı selamlık binası”dır[7]. Vakıfların mülkiyetinde kalan toplam taşınmaz miktarı 1285+485=1770 m2 dir. İstimlaklerle vakfın elinden çıkan taşınmazın boyutunu gösteren yıllara sâri imar çapları yazı ekinde sunulmuştur.
Önceleri külliyenin etrafı açıkken 1950’den sonra, dört tarafı yüksek taş duvarla çevrilmiştir. Külliyenin bir parçası olan ve caminin giriş kapısının tam karşısında yer alan çeşme, çekilen avlu duvarının dışında kalmışsa da son ona- rımlarda bu durum düzeltilmiştir. Sert Ankara taşından yapılan oluk arkalığına yerleştirilen beyaz mermer kitabeye göre külliye çeşmesi, Ser Attarzâde’nin zevcesi Fatma Hanım tarafından 1315/1897 tarihinde yaptırılmıştır. Yüzlerce benzeri gibi musluğundan su akmayan çeşme, kendi kaderine terk edilmiştir.
Tarihî su kuyusu ve şadırvanın/havuzun parçalanmış bazı taşları, selamlık binası/M. Âkif Müzesi avlusu içinde dağınık bir vaziyette durmaktadır. Kendisine uzanacak hamiyetli bir eli beklemektedir.
- Tâceddîn-i Velî Külliyesi Haziresi
Tâceddîn-i Velî Külliyesi’nde iki hazire bulunmaktadır. Tâceddin Camiini merkeze aldığımızda bunlardan birisi kuzey doğuda, diğeri caminin kıble cihetinde ve türbe önüne kadar uzanan güney batısında yer almaktadır. Esas Tâceddîn-i Velî haziresi bugün yerinde bulunmayan kuzey doğudaki haziredir. İmar planlarında gösterilmediği hâlde, caminin güney tarafında mevcut olan mezarlar 1926’lardan itibaren Hacı Bayram-ı Velî Camii çevre düzenlemesi sebep gösterilerek buradan Tâceddin Dergâhı’na nakledilen mezarlardır.
- Caminin Kuzey Doğusunda Bulunan Hazire
Tâceddîn-i Velî Dergâhı’nın gerçek haziresi Tâceddin Camii’nin kuzey doğu tarafında minare bitişiğinde bulunan ve günümüze ulaşmayan hazire- dir. Günümüze kadar ulaşmayan bu hazirede metfun bulunan zevatın isimleri “Ankara’nın Tekye/Teke Ahmed Mahallesi’nde medfun silsile-i meşâyıhân ve ev- lâd-ı ‘azizân olanları beyân ider” başlığı altında, Tâceddîn Dergâhı ve Ankara Mevlevîhânesi şeyhleri, bu zevatın evlad ve ahfadından oluşan 43 kişinin ismi sıralanmaktadır (Risale-i Tâceddîn-i Velî, vr.11/a-11/b). Bu hazire Cumhuri- yet’in ilk yıllarına kadar aktif olarak kullanılmıştır.
Bu hazireye defnedilmiş ve edilecek olan zevatın isim ve künye listesi yaşadığı dönem itibarıyla şu şekilde sıralanmaktadır:
- Tâceddin Efendi (Tezkireci Tâceddin), Bursa’dan Ankara (Müftülüğü- ne)’ya nakille, Ankaravî.
- Oğlu Şeyh Mustafa Efendi bin Tâceddin Efendi (Tâceddîn-i Velî), An- karavî.
- (Şeyh Tâceddin Mustafa Efendi’nin oğlu) Şeyh İbrahim Baba/Çelebi Efendi.
- Selâmi Ali Efendi bin İbrahim Baba/Çelebi Efendi.
- (Tâceddîn-i Velî’den sonra Tâcî Postuna oturan) Gizli Şeyh es- Seyyid Mehmed Efendi Bursevî.
- (Gizli Şeyh’in) Oğlu es Seyyid Şeyh Mehmed Efendi.
- (Şeyh Mehmed’in) Oğlu (Türbedar) Şeyh Abdurrahman Efendi.
- (Şeyh Abdurrahman’ın) Oğlu Şeyh Pîr/ Mehmed Efendi.
- (Şeyh Pirî Mehmed Efendi) Oğlu Şeyh Osman Efendi.
- (Pirî Mehmed Efendi’nin) Diğer Oğlu Şeyh Şahâbeddin Efendi (Kad- dese sırrehu), Ankaravî.
- (Pirî Mehmed Efendi’nin) Diğer Oğlu Şeyh Mehmed Efendi.
- (Pirî Mehmed Efendi’nin) Diğer Oğlu Şeyh Mustafa Efendi.
- Şeyh Mehmed Efendi Oğlu Tâceddin Şeyhi Ahmed Efendi.
- Yine Şeyh Mehmed Oğlu Şeyh Osman Vâfî Efendi. Şeyh Tâceddîn Bi-hakkin Evlâd-ı Emir Sultan.
- Yine Mumâ ileyh Şeyh Mehmed Oğlu Şeyh Mehmed Tayyıb Efendi.
- Şeyhu’l-Mevlevî Şeyh Mehmed Efendi, Bi-hakkin Evlâd-ı Emir Sultan.
- Şeyh Osman Vâfî Efendi Oğlu Şeyh Abdülhalim Baba Efendi.
- Şeyhü’l-Mevlevî Mehmed Efendi Oğlu Şeyh Hüsameddin Efendi.
- Hüsameddin Efendi Birâderi Tahir Efendi.
- Şeyhü’l-Mevlevî Şeyh Mehmed Efendi Birâderi Şeyh Feyzullah Efendi, Mevlevî,
- Oğlu Şeyh Ahmed Efendi.
- Diğer Oğlu Şeyh Salahaddin Efendi.
- Evlâd-ı Şeyhü’l-Mevlevî Şeyh Tahir Efendi bin Şeyh Ahmed Efendi.
- Tâceddin Şeyhi Ahmed Efendi Oğlu Şeyh Mehmed Neş’et Efendi.
- Birâderi Şeyh Mehmed Şemseddîn Efendi.
- Şeyh Osman Vâfi Efendi Oğlu Şeyh Gâlib Efendi, Şeyh-i Tâceddin.
- Şeyh Gâlib Efendi Oğlu (Mustafa) Tâceddin Efendi, Şeyh-i Tâceddin.
- Diğer Oğlu Burhaneddîn Efendi.
- Şeyh Abdulhalim Efendi Oğlu Fahreddîn Efendi.
- Şeyhü’l-Mevlevî Şeyh Tâhir Efendi Oğlu Şeyh Mehmed Efendi.
- Oğlu Mehmed Rıza Efendi.
- Şeyh Husâmeddîn Efendi Oğlu Şeyh Mehmed Besim Efendi, Mevlevî.
- Oğlu Mehmed Husameddîn Efendi.
- Diğer Oğlu Fahreddîn Efendi.
- Diğer Oğlu Burhaneddîn Efendi.
- Şeyh Mehmed Neş’et Efendi Birâderi Şeyh Selim Efendi.
- Oğlu Mehmed Efendi.
- Diğer Oğlu Mustafa Efendi.
- Şeyh Mehmed Ziya Efendi bin Neş’et Efendi.
- Diğeri Mustafa Azîz Efendi bin Neş’et Efendi.
- Şeyh Şemseddîn Efendi Oğlu Ahmed Bedreddîn Efendi.
- Diğer Oğlu Mahmud Necmeddîn Efendi.
- Şeyh Selim Efendi Oğlu Mehmed Efendi.(Ek-3, iki parça)
- Caminin Güney Cephesinde Bulunan Mevcut Hazire
Yukarıda da ifade edildiği gibi mevcut mezarlar Hacı Bayram Camii ha- ziresinden Tâceddin Dergâhı haziresine nakledilen zevatın kabirleridir. Mezar nakli konusunda İbrahim Hakkı Konyalı, Ankara Camileri adlı kitabında, “Buraya Hacı Bayram Velî mezarlığı kaldırılırken birçok ölü kemikleri getirilerek açık çukurlara atılmıştır. Kemikler açıkta durmaktadır. Bu çirkin manzaranın izalesi temenni olunur” demektedir (Konyalı, 1978: 90).
Tâceddin Dergâhı haziresinde bulunan kabirler tamamen Hacı Bay- ram’dan getirilen mezarlardan mı oluşmaktadır; yoksa bunlar arasında doğrudan ilk defa buraya defnedilen mevta da mevcut mudur? Bu hazire ile ilgili elimizde tamamlanmış ayrıntılı bir çalışma bulunmadığı için bu konuda kesin bir şey söyleyemiyoruz.
Mevcut hazirede bulunan mezar taşlarıyla ilgili iki lisans tezi yaptıran Prof. Dr. Halit Çal Hoca ile görüştüm, çalışmalardan sadra şifa bir sonuç çıkmadığını söyledi. Bu çabaların Prof. Dr. Gül Tunçel’de toplandığını ifade etti ve elindeki listeyi gönderdi. Bu listenin Tunçel Hoca’nın gayretiyle oluşturulduğunu da sözlerine ilave etti. Sahih ve kesin bilgi ifade etmese de internet ortamında Gül Hanım’ın çalışmasına baktım (Tuncel, 2011). Bu gayretli çabalar sonunda nakl-i kubûr yapılarak oluşturulan hazirede 47 mezar tespit edilmiştir. Bu 47 mezar içerisinden 15 mevtanın isim listesini Abdulkerim Erdoğan, derleme yoluyla oluşturduğu çalışmasında isim ve künyeleriyle zikretmiştir (Erdoğan, 2013: 92-93).
Son senelerde devlet kararnameleriyle özel defin izni verilen Muhsin Yazıcıoğlu (1954-2009), Mustafa Başoğlu (1933-2012) ve Nuri Pakdil (19342019) mevcut hazirede toprağa verilmiştir.
Tespit edilen bu mezarlar arasında ne Tâceddin Dergâhı haziresinde bulunan 43 şeyh ve ahfadı, ne de tahrip edilen mezarların düzeltilmesi için Zahide Hanım’ın şikâyet dilekçesinde adı geçen Kiteli Şeyh Çoban Dede ve Kadıasker merhum Hacı Tevfik Efendi’nin adı geçmemektedir. Zeliha Hanım’ın dilekçesinde ismi geçen bu iki mevtanın adı, esas hazirede bulunan şeyh ve ahfadı arasında da bulunmamaktadır. Bu durum imar planları esas alınarak değerlendirilirse, kuzey doğuda yer alan hazirenin mutasavvıf ve diğer zevattan oluşan iki ayrı bölümden meydana gelmiş olma ihtimali gündeme gelmektedir.
- Esas Hazirenin Tahribatına Osmanlı Döneminde Başlanmıştır
Tâceddin Camii’nin tamiri için teşkil edilen komisyon üyelerinden Maarif Muhasebecisi Said Efendi’nin evinin manzarasını engellediği için camii haziresinde metfun bulunan Kiteli Şeyh Çoban Dede vesairenin kemikleri toplanıp başka bir mahalle nakledilmiştir. Yıktırılan mezarların eski hâline getirilmesi için Kadıasker merhum Hacı Tevfik Efendi’nin hemşiresi Zeliha Hanım’ın Adliye Nezâreti’ne yazdığı 12 Teşrîn-i Sanî 1317/25 Kasım 1901 tarih ve 277 numaralı dilekçe, gereği yapılmak üzere Adliye Nezâreti’nden Dâhiliye Nezâreti’ne oradan da Ankara Vilâyet-i Celilesi’ne verilen talimattan, caminin kuzey doğu tarafında bulunan hazirenin tahribatına Osmanlı döneminde başlandığı anlaşılmaktadır (BOA: DH.MKT/2568/13).
Söz konusu hazirede tek bir kabir kalmadığı için yıktırılan mezarların eski hâline getirilip getirilmediği şimdilik bilinmemektedir. Fakat 1924, 1930, 1931,1942 tarihli imar planlarında caminin doğu tarafındaki esas hazirenin mevcut olduğu görülmektedir (Ek-4/1a ve b; Ek-4/2 a, b, c).
1.3. Kasr-ı Ebniye/Selamlık Binasının İnşası
Ulaşabildiğimiz belgeler itibarıyla cami, türbe ve zaviyenin onarımına dair ilk belgeler, Abdülmecid (1839-1861) dönemine rastlayan 1261/1845 tarihini taşımaktadır. Bu belgelerde tamire muhtaç olan birimler sıralanırken cami, türbe, han-kâh ve derviş odaları ile dışarıda/hazirede bulunan ikinci türbeden söz edilmektedir. Ayrıca yeni baştan inşa edilecek selamlık binası/ kasr-ı ebniyeden bahsedilmektedir. Külliyeyi oluşturan yapıların durumunu anlamak için günümüzden 176 yıl önce yapılan onarım ve inşa çalışmalarına daha yakından bakmak gerekiyor.
Tâceddin Külliyesi, Hacı Bayram-ı Velî Camii ve Ankara Mevlevihane- si’nin Ankara İmar Meclisinde onarım kararının alındığı 2 Şaban 1261/ 5 Ağustos 1845 tarihinde Osman Vâfi Efendi, Tâceddin Dergâhı şeyhlik görevine ilaveten, diğer semavi dinlerin liderleriyle birlikte Ankara İmar Meclisi üyesidir (BOA/A. MKT 1261: 26/74-2).
İşte böyle bir dönemde anılan meclisin üyesi olan şeyhimiz, tarihin kendisine sunduğu bu imkânı değerlendirerek, üç müessesât-ı hayriyenin onarım kararı içerisine, önemli misafirlerini kabul edip ağırlamada ihtiyaç duyduğu selamlık binası (kasr-ı ebniye)nin yapılmasını dâhil ettirmiştir. Çünkü halkın istekleri doğrultusunda söz konusu yapıların bakım ve onarımlarının gerekli olduğuna dair, Ankara İmar İdaresi mühendislerinin hazırladığı ve meclis kararının dayanağını teşkil eden 29 Muharrem 1261/1845 tarihli teknik raporda (BOA/ A. MKT 1261: 26/74-1) “kasr-ı ebniye”nin inşasından bahsedilmemek- tedir. Bu durum, selamlık binasının yapımında Şeyh Osman Vâfî Efendi’nin etkisini açıkça göstermektedir.
Ankara İmar Meclisi kararında, Hacı Bayram-ı Velî türbesinin onarımı ve caminin noksan olan çerçevelerinin değiştirilmesi ile Ankara Mevlevihane Tekkesi’nin tamir edilmesi, dervişlerin ve misafirlerin binek hayvanları için yeni baştan ahır inşa edilmesi dâhil, yapılması gereken tamirat kalemleri keşif bedelleriyle birlikte verildikten sonra, Tâceddin Külliyesi hakkında da aynen şöyle denilmektedir: “..Tâceddîn-i Velî hazretlerinin dahi hânigâh-ı feyz-i ik- tinâhları ta’miri ile türbe-i şerifinin bi’l-îcâb tevsi’i ve ilavesi iktiza eden fevkânî iki oda ve tahtanî bir kahve ocağını müştemil “kasr-ı ebniyesi” inşası ile fukarâ odası ve taşra(daki) türbenin ta’miri masârıfâtı bâ tahmin yirmibeş bin üçyüz seksenbir (25.381) kuruşa baliğ olmuş(tur)” (BOA/ A. MKT 1261: 26/74-2).
Tâceddin Külliyesi’nin onarımı, Ankara’da bulunan diğer iki önemli mü- essesât-ı hayriye ile birlikte XIX. asrın ortalarında gündeme gelmiştir. Tâced- dinzâde han-kâhı tamir masrafı 2.631 kuruş, türbenin genişletilmesi ve onarım bedeli 4.965 kuruş ve yukarıda iki oda, aşağıda bir kahve ocağını müştemil “kasr-ı ebniye” binasının müceddeden inşası, fukarâ odaları ve taşradaki türbenin tamiri masrafı 6.015 kuruş olmak üzere toplam 13.611 kuruşluk keşif bedeli hesaplanmıştır.
Diğer iki müessesât-ı hayriyede yapılacak onarım bedeli toplamı 11.770 kuruştur. Bu paradan daha fazla harcama yapılması öngörülen Tâceddin Kül- liyesi için gerekli olan malzemeler ve işçilik bedeli üç ayrı başlık altında keşif defterinde ayrıntılı bir şekilde gösterilmiştir. Keşif defterinde ihtiyaç olarak sayılan malzemenin cinsine topluca baktığımızda; direk, payanda, çatı, tavan ve döşeme kirişleri, döşeme, tavan turna-saçak tahtaları, Beypazarı, iri, orta, ufak boylarda çivi, acı kireç, kireç, kıtık, boya, cam ve çerçeve, kiremit ve işçilik ücreti olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu malzemelere bakarak, onarım sonrası ortaya
konulmak istenen binaların bağdadî duvarlı, çatılı-kiremitli, turnalı, tavan ve tabanı ahşap döşemeli, boyalı ve badanalı, pencereleri cam ve çerçeve ile kapatılmış yapılar olduğu anlaşılmaktadır.
Onarım ve inşaat faaliyetlerinin cereyanından dokuz yıl sonra bir şikâyet üzerine Tâceddin Dergâhı’nin teftişini yapan Nezâret Müfettişi es-Seyyid Mehmed Saadeddin tarafından düzenlenen 27 Rebiyulevvel 1270/1853 tarihli teftiş raporunda, “zaviye-i mezkur el-yevm mevcut ve ma’mur olub, ikiyüz el- lialtı (1256) senesi ibdidasından altmışsekiz (1268) senesi gayetine değin lâzim gelen muhasebesi rü’yet olunarak defter-i mumziyesi ilerüde takdim kılınacağı” (BOA/ Cevdet- Evkâf 1270: 10201) anlatılmaktadır. Teftiş raporunda geçen bu ifadelerden, keşif raporları doğrultusunda dergâhın bakım ve onarımlarının yapıldığı, selamlık binası inşaatının tamamlandığı, gelirin tahsil edildiği, harcamaların yapıldığı ve muhasebe kayıtlarının tutulduğu, mutfağın kaynadığı, bir bütün hâlinde Tâceddin Külliyesi’nin hizmete açık olduğu anlaşılmaktadır. “Kasr-ı ebniye” olarak vasıflandırılan yapı, Tâceddin Dergâhı şeyhinin önemli misafirlerini kabul edip ağırladığı, çay-kahve ısmarladığı, bu özelliğinden dolayı İstiklâl mücadelesi yıllarında, Mehmed Âkif ve arkadaşlarının ikametine tahsis edilen ve Âkif’in İstiklâl Marşı’nı içerisinde yazdığı selamlık binasıdır (Ek-5/ Teknik heyet raporu, Ek-6/Ankara İmar Meclisi kararı).
Eşref Edib’in, Mehmed Âkif’in ikâmetine tahsis edilen bu binayı tarif ederken anlattığı hususlarla belgede verilen bilgiler tamamen örtüşmektedir. Eşref Edib aynen şunları yazmaktadır: “Dergâh deyince dervişler, âyinler hatıra gelmesin. Eşraftan birinin âdeta selâmlık dairesi. Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış. İçi dışı boyalı. Döşenip dayanmış, güzel ve geniş bir bahçesi var. Türlü türlü meyveler. Önünde bir şadirvan, şırıl şırıl sular akıyor” (Edib, 1960: 152). Hâlen selamlık binası, M. Âkif Ersoy Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Binasında Yazılmıştır
“Kasr-ı ebniye”/selamlık binası, Tâceddin Dergâhı’nın sağlam bir şekilde ayakta kalmış ve Cumhuriyet dönemine intikal etmiş en temel yapılardan biridir. Gerek 677 sayılı ve gerekse 7044 sayılı kanunlar nezdinde eski eser tescilli Tâceddin Dergâhı muamelesi görmektedir.
Mehmed Âkif 24 Nisan 1920’de İstanbul’dan Ankara’ya geldiği zaman Tâceddin Dergâhı’nın başında bulunan Şeyh Tâceddin Mustafa, misafirlerini kabul edip ağırladığı selamlık binasını Âkif ve arkadaşlarına tahsis etmiştir (Akgün, 1996: 69). Bu durumu, hatıralarını yayımlayan yakın arkadaşları ve birlikte kaldığı dostları doğrulamaktadır (Edib, 1938; İz, 1975: 124-125). I. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Kâtibi olan Mahir İz, M. Âkif’in bir günlük hayatını anlattığı hatıra kitabının ilgili bölümde şunları yazmaktadır: “Her sabah Şeyh Sâdî’nin Bostan’ını ve tasavvufî bir eser olan Şems-i Mağribî Dîvânı’nı ve Harâbat’tan Farsça müntehâbatı okurduk...Bizim ders bitince beraber kaldıkları Balıkesir mebusları Hasan Basri (Cantay), Müftîzâde Abdulgafûr (Iştın) ve diğer arkadaşlarına Arapça Muallakât okuturdu. Öğleden sonra Meclis’e gelir, yerine oturur, müzakere başlayıncaya kadar Fransızca bir eseri tercüme ettiğini görürdük. Gece yatsıdan sonra da yine Tâceddin Dergâhı’nın kıymetli misafirlerinden Hariciye Hukuk Müşaviri Münir (Ertegün) Bey’e Hâfız Dîvânı’nı okuturdu” (İz, 1975: 124-125).
Mehmed Âkif Ersoy, Mehmed Vehbi (Bolak)’ın da dâhil olduğu arkadaş grubu ile birlikte kaldığı Tâceddin Dergâhı’nda; Safahat’ın 6. Kitabı “Asım”ı tamamlamış, 17 Şubat 1921’de “İstiklâl Marşı”nı, 15 Nisan 1921’de “Süleyman Nazif’e” şiirini ve 7 Mayıs 1921’de de “Bülbül”ü yazmıştır. Safahat kitabının bütün baskılarında bu iki şiirin yazılış yeri “Tâceddin Dergâhı” olarak gösterilmektedir (Ersoy, 1987: 433-436; Ersoy, 2003: 427-430; Ersoy, 2006: 637-657). M. Âkif gibi çok titiz ve dikkatli bir insan Tâceddin Dergâhı’nda kaldığını, şiirlerinin altına bu mekânı yazarak belirtiyorsa, başka delil aramaya sanırım gerek de ihtiyaç da yoktur. Nitekim Leyla şiirini de Nisan 1922’de Ankara’da yazdığı hâlde (Doğan: 86-88) bu tarihte Tâceddin Dergâhı’ndan ayrılarak kiraladığı eve geçtiği için şiirin altına Tâceddin Dergâhı yazmamıştır.[8]
İstiklâl Marşı’nın yazıldığı günlerde ve Sebîlürreşâd’ın 468. sayısı ile Hâki- miyet-i Millîye gazetesinde 17 Şubat 1921’de neşredildiğinde, 12 Mart 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiğinde M. Âkif, Tâceddin Der- gâhı’nda ikamet etmektedir. Şiirlerin tamamlanmasından sonra hep yapıldığı gibi, Marşın Mecliste kabul edildiği günün akşamında dergâhta çay demlenerek, yakın dostları arasında bulunan milletvekillerinin de iştiraki ile mütevazı bir kutlama yapıldığı bilinmektedir (Doğan: 79). Malumu ilam sadedinde, Mehmed Âkif’in Ankara’da kaldığı sürelerde nerelerde oturduğunu bir kez daha açıklayarak bu konuyu tamamlamak istiyoruz.
M. Âkif Ankara’ya geldiği 24 Nisan 1920 tarihinden, Aslanhane Camii civarında Çakallı Hoca’dan kiraladığı eve taşındığı Mayıs 1921’e kadar, Ankara’da bulunduğu sürelerde Tâceddin Dergâhı selamlık binasında ikamet et- miştir[9]. Kastamonu’da bulunan aile fertlerini Ankara’ya alarak Mayıs 1921’de Aslanhane Mahallesi’ne taşınmıştır. Ordunun Sakarya gerisine çekilmesi üzerine, İstanbul’dan beraber geldiği Ali Şükrü’nün ailesiyle birlikte, İstanbul’dan gelirken yaptığı gibi oğlu Emin’i yine yanında bırakarak eşini ve diğer çocuklarını temmuz sonunda Kayseri’ye göndermiştir. Türk ordusunun vaziyete hâkim olması üzerine, üç ay sonra Tâceddin Şeyhi’nin evini kiralayarak Kasım 1921’de Tâceddin Mahallesi’ne taşınmıştır. 1923’ün Mayıs başında İstanbul’a dönünceye kadar ailesiyle birlikte burada ikamet etmiştir.
M. Âkif’in, İstiklâl Marşı’nı yazdığı sokağa adını vermek amacıyla Ankara Belediye Başkanı Dr. Atıf Tüzün’ün 1949 senesinde başlattığı mekân araştırmaları sırasında görüşlerine başvurduğu, M. Âkif’in ailesiyle birlikte kalan yakın arkadaşının kızı Süheyla Karan Hanım, söylediğimiz hususları doğrulayan şu bilgileri vermektedir: “Önce İstiklâl Marşı’nın yazıldığı tarihi tespit lâzımdır. Çünkü Âkif, Ankara’da ikametinin uzun bir kısmını Tâceddin Şeyhi’nin kiralık evinde geçirdiği için birçok kimseler İstiklâl Marşı’nın o evde yazıldığı kanaatine varıyorlar. Hâlbuki İstiklâl Marşı 21 Şubat 1327/1921 tarihinde Kastamonu’da Açıksöz gazetesinde yayımlandı. 12 Mart 1337/1921 tarihinde de resmen kabul edildi. Bu tarihte biz, yani bütün efrâd-ı aile Kastamonu’da ikamet ediyorduk.
Şair (M.Âkif) o zaman Tâceddin Dergâhı’nda yalnız olarak (yakın arkadaşları ile birlikte) oturmakta idi. Şiiri (İstiklâl Marşı) de orada yazdığını kendisinden işittiğim için biliyorum. O senenin mayıs ayında biz ailece(k) Ankara’ya geldik. Aslanhane civarında Çakallı Hoca’nın evinde temmuz nihayetine kadar oturduk. Ordunun Sakarya’ya çekilişinde Kayseri’ye gittik. Üç ay sonra, Kasım 1337/1921’de, tekrar Ankara’ya döndüğümüz zaman Mehmet Âkif Bey bize Tâ- ceddin Şeyhi’nin evini tutmuştu”[10].
M. Âkif Ersoy’un Ankara’da bulunduğu sürelerde kesin olarak ikamet ettiği evler ve Süheyla Karan Hanım’ın anlattıkları birlikte değerlendirildiğinde, ümmetin icma‘ı doğrultusunda İstiklâl Marşı’nın Tâceddin Dergâhı selamlık binasında yazıldığı kesin olarak ortaya çıkmaktadır.
Tâceddinzâde Mustafa el-Ankaravî; cami, türbe, dergâh, hazire, çeşme ve diğer ünitelerden oluşan Tâceddin Külliyesi’ni yaptırmış ve giderlerini karşılamak üzere, 1074/1664 tarihinde tescil ettirdiği vakfiye ile Ankara/Esat ve İncesu deresi arasında kalan bademlik, üç parça bağ ve 90 kuruş esedî parasını, müessesât-ı hayriye dediğimiz yukarıda belirtilen hizmet birimleriyle birlikte vakfetmiştir.
Caminin batısında kendinden önce vefat eden oğlu İbrahim için yaptırdığı ve vefatından sonra kendisinin de defnedildiği türbede, baba oğul birlikte yatmaktadır. Büyük sandukanın altında Tâceddîn-i Velî, yanı başında oğlu İbrahim istirahat etmektedir.
Külliyeden geriye, cami, türbe, güney cephede yer alan toplama mezarlık ve hâlen M.Âkif Müzesi olarak kullanılan selamlık binasından başka bir şey kalmamıştır.
Son yıllarda cami, türbe ve selamlık binasının Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından esaslı bir şekilde onarılması (Ek-7/a-g Onarım öncesini ve sonrasını gösteren fotoğraflar); Altındağ Belediyesinin avlu duvarlarını yeni baştan yaptırması, Tâceddin Mahallesi’nde bulunan tarihî evleri restore etmesi, cadde ve sokakları aslına uygun bir şekilde yenilemesi, Hacettepe kampüsü içerisinde kalan geniş bir alanı düzenleyip çimlendirmesi ve çevre düzeni tanzim etmesi, hiç şüphesiz şükranla anılmayı hak eden başarılı ve değerli çalışmalardır. Fakat, Tâceddin Külliyesi’nde yaşanan tahribat o kadar büyük ki, bu kıymetli çabalar bile yapılan hataları düzeltmeye yetmemiştir.
İhmalin ve tahripkârlığın bu kadar yüksek olmasının vebali millet olarak bizlerin boynunda asılı durmaktadır. Tâceddin Dergâhı; Müslüman Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti var olduğu sürece, kaderin bir lütfu olarak içerisinde İstiklâl Marşı’nın yazıldığı mekân olma şerefini, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da taşımaya devam edecektir.
Arşiv belgeleri ve yazılı sahih kaynaklara dayanarak aktardığımız bu kitabî bilgilerden sonra, sadra şifa olacak tarzda bazı tekliflerde bulunmak istiyorum:
5737 sayılı yeni Vakıflar Kanunu’nun “üçüncü bölüm, vakıf kültür ve tabiat varlıkları” başlığı altında “vakıf kültür varlıklarının devri”ne ilişkin 30. maddede yer alan; “Vakıf yoluyla meydana gelip de her ne suretle olursa olsun hazine, belediye, özel idarelerin veya köy tüzel kişiliğinin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları mazbut vakfına devrolunur” hükmü uyarınca iki parselin tevhit edilerek Tâceddinzâde Mustafa Mazbut Vakfı adına tapulanması; imar planları ışığında kadastro fen memurları marifetiyle parsel sınırlarının belirlenmesi, belgelerden elde ettiğimiz veriler ışığında, aslına uygun bir şekilde çevre düzenlemesi yapılması, güvenlik başta olmak üzere mevcut binanın müze olma şartlarının mevzuat esaslarına uygun hâle getirilmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilen M. Âkif Ersoy’a ait orijinal müze eşyasının teslim alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğünce sergilenmesi, bu mümkün görülmüyorsa, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Tâceddin Dergâhı Kasr-ı Ebniye/Selamlık binasında interaktif dijital müze uygulamasına geçilmesi hâlinde, İstiklâl Marşı’nın yazıldığı ortamı ve Kurtuluş mücadelesinde ortaya konulan kahramanlık ve fedakârlıkları yeni kuşaklara hatırlatacak bir ilk adım atılmış olacaktır.
KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları
AŞS, Def.No: 4, Sayfa 88, Sıra 225
Ankara Şer’iye Sicili 1074, Tâceddinzâde Mustafa Vakfiyesi, Def.No:49, Sıra 423 (Esas Vakfiye); Sıra 426 (Zeyl Vakfiye)
BOA/Cevdet-Evkâf 1270:10201
VGMA, Aslan Ağa bin Muslu Vakfiyesi 1075: Def. No: 597, Sayfa 166, Sıra 137.
Telif-Tetkik Eserler
Akgün, N. (1996). Burası Ankara. Ankara Kulübü Yayınları. Ankara.
Ayverdi, İ. (Ed). (2005). Kubbealtı Lügatı/Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C. I. İstanbul.
Ersoy, M. Â. (1987). Safahat. (Hazırlayan M. Ertuğrul Düzdağ). Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını. Ankara.
Ersoy, M. Â. (2003). Safahat. İstanbul.
Ersoy, M. Â. (2006). Safahat (Tam Metin ve Safahat Dışında Kalmış 54 Şiir). İstanbul.
Eyice, S. (1963). İlk Osmanlı Devleti’nin Dinî- İçtimaî Bir Müessesesi Zâviyeler ve Zâviyeli Camiler. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. 23, Sayı 1-3, 3-80.
Fergan, E. E. (1938). Mehmed Âkif: Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları. İstanbul.
Fergan, E. E. (1960). Mehmed Âkif: Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları. İstanbul.
Efendi, İ. C. (2006) Lügat-ı Cûdî, (Hazırlayanlar İsmail Parlatır, Belgin Tezcan Aksu, Nicolai Tufan). Ankara.
İz, M. (1975). Yılların İzi. İstanbul.
Öztürk, N. (2021). Tâceddîn-i Velî Divanı. Hece Yayınları. 2021.
Öztürk, N. (2017). İstiklâl Marşı’nın Yazıldığı Mekân Tâceddin Dergâhı’nın Vakfiyesi Bulundu. 80 Yıl Sonra Mehmed Âkif Ersoy Bilgi Şöleni. Ankara, 25-44.
Öztürk, N. (2009). M. Âkif’in İçerisinde İstiklâl Marşı’nı Yazdığı Kasr-ı Ebniye’yi İnşa ettiren Tâceddin Dergâhı Şeyhi Osman Vafî Efendi. Mehmet Âkif Edebî ve Fikrî Akımlar. Ankara, 240-261.
Pakalın, M. Z. (2004). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları. Ankara.
Sami, Ş. (2010). Kamus-ı Türkî. (Hazırlayan Paşa Yavuzarslan). TDK Yayını. Ankara.
Şentürk, E. “Taceddin Camii ve Çeşmesi”,VGM/ABİYAP 1963: Tescil Dosyası 12016
Tunçel, G. (2011). Ankara Tâceddin Camii Haziresindeki Mezar ve Şahideler. (gazi.edu.tr site gtuncel academic).
[1] Tâceddin Külliyesi ve külliyenin yer aldığı Teke Ahmed Mahallesi ile alakalı bu dört vakfiye hakkında
daha fazla bilgi almak isteyenler tebliğlerden oluşan Şölen Kitabı’na başvurmalıdır (Öztürk, 2017).
[2] Kitabe başta olmak üzere Tâceddin Külliyesi’nin yerleşim planı, yapı malzemeleri inşa tarihi konularında yapılan yanlışlık ve noksanlıkların bir bölümü için dipnotlar dâhil önceki çalışmalarımıza bakılabilir (Öztürk, 2007; Öztürk, 2017).
[3] Metinde bu kelime “methe” tarzında yazılmıştır. Vezin zarureti sebebiyle “övme methetme” anlamına gelen “midhate” şeklinde düzeltilmiştir.
[4] Metinde “mihrî” imlasıyla yazılan bu kelime, vezin zarureti sebebiyle “çevresinde dönüp dolaşılan” manasına gelen “mihveri” şeklinde yazılmıştır.
[5] Rumî 29 Mart 1309/Hicrî 23 Ramazan 1310 Pazartesi, Günlük Sabah Gazetesi, Numara: 1309, Sayı: 13507, s. 1 (Bayezit Kütüphanesi/Tarık Us Koleksiyonu; IRCICA, Arşivi).
[6] Bir cahil kitabeyi yaldızlarken bazı harf ve noktaları yok etmiştir. Belgelere inilmeden kitabeyi doğru okumak gerçekten zorlaşmıştır. Kimseyi rencide etmek gibi bir niyetimiz olmadığı için bağımsız yazar ve eser adı zikretmiyorum. Vakıflar Genel Müdürlüğü tescil fişi, aynı kurumun yayını olan Vakıf Abideler Kitabı ve Türk Tarih Kurumunun isteği üzerine Ankara Kitabeleri adlı çalışmayı yapan M. Yusuf Akyurt dâhil bizden önce Tâceddin Külliyesi’nden bahseden hiç kimsenin bu kitabeyi doğru okuduğunu görmedim. Bu dipnot, sırf en ufak bir dikkatsizliğin nelere yol açabileceğine vurgu yapmak için düşülmüştür.
[7] VGM/EML 1986: Ankara Merkez 7044 Hayrat Kütük Def., C.I, s. 1. Tâceddin Dergâhı “Kasr-ı ebniye”si olarak Tâceddinzâde Mustafa Vakfı adına tapulu olması gereken taşınmaz, anlatmaya çalıştığımız kanuni zorunluluk sebebiyle “avlulu ahşap mektep” olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü üzerine tapulanmıştır.
[8] Safahat kitaplarında yer alan “Leyla” şiirinin sonuna bakılabilir.
[9] M. Âkif irşat göreviyle Ankara’dan en fazla uzak kaldığı süreyi 16 Ekim-25 Aralık 1920 tarihleri arasında Kastamonu’da geçirmiş ve bu tarih sonunda Sebilürreşâdın klişelerini de yanına alarak Ankara’ya dönmüştür. M. Âkif’in Ankara’ya geleceğini haber alan Kastamonu ve Balıkesir milletvekilleri ona kalacak bir yer bulmaya çalışmışlar ve bu çabalar sonunda Hasan Basri Çantay’ın delaletiyle Tâceddin Dergâhı Şeyhi Ankara’ya dönen Âkif’e dergâhın selamlık binasını tahsis etmiştir (Erişirgil, 1986: 420). Kastamonu’dan Âkif’le beraber Ankara’ya dönen Eşref Edib ise bu hadiseyi şu ifadelerle anlatmaktadır: “Ankara’ya gelince doğru Tâceddin Dergâhı’na indik. O zamanlar Ankara’da mesken buhranı olduğu için herkes bir tarafa sığınmıştı. Tâceddin Şeyhi bir hürmet-i mahsusa olmak üzere dergâhı üstada tahsis etmişti” (Edib, 1960: 152). Artık Tâceddin Dergâhı Âkif için İstiklâl Marşı’nı yazdığı mekân, sığınacak bir yuva; Millî Mücadele’ye manevi yön verenler için toplantı ve sohbet yerlerinden biri hâline gelmiştir.
[10] Ankara Belediye Başkanının 04.04.1949 Tarihli Tezkeresi, Süheyla Karan Hanım’ın cevabı ve buradan naklen aktaran (Erişirgil, 1986: 348-349).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.