********
Giriş
Türkiye Yazarlar Birliği ilkeleri olan bir muhteva üzerine oturmaktadır. Bu ilkeler; din, iman, vatan, bayrak, bağımsızlık, hürriyet, kahramanlık, hukuk, sanat, estetik, merhamet, hayâ ve edebiyat gibi insan hayatının temel kavramlarından oluşmaktadır. Türkiye Yazarlar Birliği sahip olduğu bu özgün ilkeler sayesinde; faaliyet döneminin hiçbir aşamasında taklitçi olmamış, daima toplum hayatında özgül ağırlığı yüksek olan ilkleri gerçekleştirmiştir. Bu yazıda Türkiye Yazarlar Birliği’nin bu yönüne işaret eden tespitler üzerinde durulacaktır.
Yazar ve Türkiye Yazarlar Birliği
Türkiye Yazarlar Birliği, kültür ve sanat alanlarında faaliyet gösteren demokratik sivil toplum kuruluşlarının en kıdemlisidir. Günümüzden 45 yıl önce iki elin on parmağı sayısınca idealist arkadaşlarımız/ağabeylerimiz, yazar ve düşünürlerimizi bir araya getirmek ve onların ülke kültürüne katkılarını sağlamak amacıyla 7 Ağustos 1978 tarihinde “Yazarlar Birliği” ni kurmuşlardır.
Türkiye Yazarlar Birliği, 1985’de Bakanlar Kurulu Kararıyla “Türkiye” ismini kullanma hakkını elde etmiş; 1991’de yürürlüğe konulan bir başka Bakanlar Kurulu Kararı ile de “kamu yararına çalışan kuruluş” olma yetkisini kazanmıştır. 2003 yılında “Başbakanlık insan hakları danışma kurulu üyeliği” ne seçilmiştir.
Gelişen iletişim ağının ve bilgisayar teknolojisinin basın yayın hayatında kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, geleneksel yazar kavramı yeni açılımlar kazanmıştır. Bu açılıma paralel olarak Türkiye Yazarlar Birliği, serbest yazarları, yazılı ve sanal basın mensuplarını, TV program yapımcılarını, üniversite öğretim üyelerini, radyo programcılarını, senaryo yazarlarını, müzisyenleri velhasıl bir bütün halinde sanatçıları bünyesinde toplayan bir kültür kuruluşu haline gelmiştir. Siyaset üstü tavrı, demokratik yapısı ve modern örgütlenme şeması ile Birliğimize üye olsun olmasın ülkemizin bütün yazar, fikir adamı ve sanatçılarının kendilerini ifade edebilecekleri meslekî, sivil, demokratik ve gönüllü bir aydın kuruluşu haline gelmiştir.
Türkiye Yazarlar Birliği Genel Merkez’in dışında; Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Kahramanmaraş, Isparta, Ordu, Şanlıurfa, Gaziantep, Giresun, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Sakarya ve Kayseri’de 16 şubesi; Elazığ, Kırşehir, Malatya, Siirt, Batman ve Mardin illerinde 6 temsilciliği ve değişik fikrî yelpazeye mensup 2000’in üzerinde kayıtlı üyesi bulunan ve ülke genelinde teşkilatlanmış saygın bir yazar kuruluşudur.
Türkiye Yazarlar Birliği, globalleşen dünyada kendi yerini arayan şehirli aydın kesimin kültür, sanat ve estetik ihtiyaçlarına yönelik faaliyetleriyle, kültür hayatımızın yeniden yorumlanmasına katkı sağlamaktadır.
Geride bıraktığımız zaman dilimi içerisinde Türkiye Yazarlar Birliği; kültürel açılımlar sağlamak ve dengeli kültür politikaları oluşturulmasına katkıda bulunmak amacıyla raporlar hazırlamak, bu alanlarda hizmeti geçen değerlerimizi genç kuşaklara tanıtmak, kütüphane ve dokümantasyon merkezleri kurmak, ülke dinamizmini ayakta tutan bütün konuları içine alacak şekilde, “yılın kültür ve sanat kütüğünü tutmak” , benzer gayelerle müstakil kitaplar neşretmek, toplu kitap okuma geleneğini yeniden ihya etmek, yurt içinde ve yurt dışında “Türkçe’nin Uluslararası Şiir Şölenleri” ni düzenlemek, aramızdan ayrılan kültür ve sanat adamlarımıza vefa, yaşayanlara saygı günleri tertip etmek, kişisel gelişim ve yazarlığa hazırlama kursları açmak, ulusal ve uluslararası düzeyde seminer ve sempozyumlar düzenlemek gibi konularda sayısız etkinlikler gerçekleştirmiş ve halen repertuarına yeni hizmet alanları ekleyerek çalışmalarına devam etmektedir.
Kurumlar kimliklerini başlangıçtaki kuruluş amaçları kadar zaman içindeki icraatlarıyla da oluştururlar. Geride bırakılan kırk beş yıllık icraatları üzerinden giderek Yazarlar Birliğinin anlamı, işlevi, toplumsal hayatta neyin karşılığı olduğu konularına açıklık getirmek mümkündür.
Her şeyden önce Yazarlar Birliğinin bir mekânı bulunduğunu, buranın entelektüel ve kültürel hayat için bir mahfil görevini üstlendiğini biliyoruz. Okur-yazar kesiminin soyut dünya ile alışverişi dolayısıyla kendi mahremiyetlerine çekilmeye ne kadar teşne olduğu malumdur. Yazarlar Birliği düzenli toplantıları kadar rasgele yol düşürmelerin bir kavşağı olarak da okur-yazarları bir araya getirmektedir. Yazarlar Birliğini, fikirlerin masanın üstüne konduğu, teşekkül eden eleştirellik üzerinden herkesin kendi payına düşeni aldığı bir yer olarak tanımlamak gerekir.
Yazarlar Birliği yüzü kamuya dönük bir kurum olarak kapılarını herkese açmıştır. Yazarlar Birliği yönetimleri bu kırk beş yıl içinde genellikle nesnel davranmış, kurumu, ideolojik ayrılıklara takılmaksızın bir mesleki dayanışma mekânı haline getirmeyi başarmıştır. Nitekim her yıl çeşitli dallarda verilen Yazarlar Birliği ödüllerine bakıldığında kurumun kendisine ait esnek “sağ” kimliğiyle ilişkisi olmayan, hatta kimi zaman aykırı bir konumda bulunan kişileri ve eserleri de takdire şayan bulduklarını görürüz.
Yazarlar Birliği, kendisinde mevcut olan bu arzuyu kuvveden fiile çıkartabilecek bir alt yapıya sahiptir. Yazarlar Birliği yerel bir kurum değildir, uluslararası kimliği ve ilişkileri vardır. Elbette kurumun temel vasfı, okur-yazarlık gibi siyasi sınırları aşkın bir ortaklık alanı olduğu için çalışmalarını, ilişkilerini içine sığmayacağı bir yerelliğe mahkûm etmesi düşünülemezdi. Bu manada Yazarlar Birliği, çeşitli uluslararası toplantılar düzenlemiş, başka ülkelerdeki benzeri toplantılara katılmış, bazı ülkelerle kültürel ilişkiler kurmuştur.
Yazarlar Birliği “insanî olan her şeyle ilgili” bir damarda konumlanmış olmanın bir kader gibi önüne koyduğu uluslararası güzergâhta, paranın efendilerine karşı insanlığın en soy meseleleri için kelimelerin efendilerini bir araya getirmeli, Maksim Gorki’nin, Vladimir Mayokovski’nin, Necip Fazıl’ın, Mehmet Akif Ersoy’un, Cemil Meriç’in, Nazım Hikmet’in nihai noktada buluşan hayallerini, muhalefetlerini temsil etmelidir. Romanın, hikâyenin, şiirin insanoğlunu yüreğinden yakalayan örnekleri, iktidarların, gücün gölgesinde değil, aksine onların uzağında demlenmekte, her iktidarın çürüme noktaları üzerinden insanoğlunun acılarına, sevinçlerine aracılık etmektedir. Yazarlar Birliği Edward Said’in entelektüel için dediği gibi “sürgün ve marjinal” bir ekseni kimliğinin temel parametrelerinden biri olarak inşa etmeli, vatanı ve kutsalı olmayan paranın gücüne karşı her türlü vatan ve kutsallık anlayışını içerecek, onları insanoğlunun evrensel trajedisiyle ilişkilendirecek bir bakış açısını oluşturmalıdır.
Siyaset maddi ve moral dünyaya ilişkin her şeyi kucaklar ve hiç kimse hiçbir örgüt siyasetin dışında kalamaz, olsa olsa sessizliği ve “temiz kalma arzusu” üzerinden mevcut ilişkileri meşrulaştırır. Yoksulluk kadar aşk da, toplumsal kaynaklar kadar özgürlük de, yönetim biçimleri kadar merhamet de siyasidir. Mehmet Akif Ersoy için her yıl düzenlenen anma toplantılarının bu toplumun hafızasına, hayat tarzına, değerlerine yönelik bir siyasi mesaj içermediğini kim söyleyebilir? Her yıl düzenlenen şiir toplantılarının siyasetle ilgisiz, ayrı bir evrendeki insani duyarlılıklarla ilişkili olduğunu kim iddia edebilir? Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeki toplantıların, panellerin, sempozyumların “Aman siyasete bulaşmayalım!” düşüncesi egemen olsaydı, gerçekleşmesi mümkün olabilir miydi?
Siyaset, hayatı orman kanunlarına bırakmamak, hayata müdahale etmektir. Hayata, temsilciliğini üstlendiği insanlık adına hayalleriyle, kurgularıyla, talepleriyle “yazar” müdahale etmeyecektir de kim edecektir? Yazar bu hakkı, her türlü insanî hallerin, kimi çıkar düşüncelerinin çok ötesinde, insanlıkla kurduğu en temel bağ nedeniyle elde eder. Farklı yazarlar, farklı yazılar, farklı fikirler elbette olacaktır; esasen tüm bunlar yazı dünyasının sonsuz mekânında bir araya gelirler, tıpkı bir arada düşünüldüğünde dünyanın tüm kitaplıklarına tarihi kayıtlarımızı düşmemiz gibi insanoğlunun ortak vicdanını oluştururlar. Bu vicdanın bir parçası olan Yazarlar Birliği, aynı gerekçelerle siyasetin de kaçınılmaz faillerinden biri haline gelmektedir.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin Şahit Olduğu Yaşanmışlıklar
Makro düzeyde yaptığımız yukarıdaki değerlendirmelerden sonra özele yöneldiğimizde Türkiye Yazarlar Birliği’nin yaklaşık yarım asırlık zaman diliminde şahit olduğu yaşanmışlıklar karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin aktif olarak faaliyet gösterdiği zaman dilimi, dünyada ve ülkemizde çok çarpıcı olayların yaşandığı yıllar oldu. Müeyyideleri bakımından suçluları ilan edilmekle birlikte, faili meçhul kalan 11 Eylül olayları dünyada pek çok şeyin değişmesine sebep oldu. Barış, demokrasi, insan hakları, küreselleşme kavramlarının maskesi düştü. Dünya iki kutuplu düzenden tek kutuplu dünya düzenine geçti. Günümüzde dünya üç kutuplu dünya düzenine doğru evrilmektedir. Terörizmle mücadele yaftası altında bütün müstevli devletler, halkı Müslüman olan ülkeleri hedef seçtiler. Nato şemsiyesi altında ABD önce Afganistan’a yerleşti; arkasından yüz seksen bin kişilik bir ordu ile Irak’ı işgal etti. Şimdilerde çekilen kılıçlar Suriye ve İran’ın tepesinde şakırdatılıyor. İkinci yılına girilen Rusya-Ukranya savaşı, yeni gelişmelere gebedir. Yarın sıranın hangi ülkeye geleceğini şimdiden kim kestirebilir? Bu arada Rusya Çeçenistanı, Çin Doğu Türkistan’ı, Hindistan Keşmir’i, İsrail Filistin’i terörist ilan etti. İsrail’in, Filistinli avına çıkması ve her gün dünyanın gözleri önünde yaşlı, genç, çocuk ve kadın demeden her istediği Filistinliyi, yetkili kamu otoritelerinin emri ile öldürmesi sonunda, insanlık sivil teröristlerin yanında devlet terörizmini tanıdı. Demokrasi, ahlâk ve insanlık dışı bu uygulamayı büyük patron! tasvip ettiği için, eylem şöyle dursun kimseden çıt çıkmıyor; sanki insanlık lâl kesildi. Dünya devletleri kan tutmuş korkaklar gibi sus pus oldular. Coğrafyalar, milliyetler, zalimler ve mazlumlar farklı olmakla birlikte bu karmaşadan bir tek ortak nokta çıktı. Dinler ve medeniyetler arası çatışma tezlerini doğrularcasına her yerde Müslümanlara saldırılar düzenlendi. Bu saldırılarda hem Müslümanların kanları aktı, hem de onurları kırıldı.
Zaman içerisinde görüldü ki, zalimleri yetiştirenler de, bu zalimleri bahane ederek Müslüman topraklarını işgal edenler de aynı güç odaklarıdır. Kurgulanan yalanlar ortaya çıktıkça, yeni senaryolar üretiliyor. Demokrasi vaadiyle zulüm yapılıyor, insan hakları adına vahşet sergileniyor. Barış adına kan dökülüyor, mübarek İslâm dünyası toprakları, anaların gözyaşlarıyla sulanıyor. Terörist başı ilan ettikleri Usame bin Ladin/el-Kaide belasından ve toplu imha silahlarıyla insanlığı tehdit eden Saddam Hüseyin rejiminden insanlığı kurtarmak için hareket ettiklerini söyleyenler; Irak’ta sivillere ve Guatemala’da mahkûmlara yaptıkları muamele ile el-Kaide’den de, Saddam Hüseyin’den de daha zalim olduklarını ortaya koydular. Irak’ta kimyasal başlık taşıyan füzelerin bulunduğu iddialarının asılsız çıkması ve demokrasi makyajının silinerek sömürgeci emellerinin ortaya çıkması üzerine; Büyük Ortadoğu Projesi’ni gündeme getirdiler. Bu coğrafyaya demokrasi getireceklermiş! Yaptıkları yapacaklarının delili olarak ortada duruyor.
Bu dünyada vatanları ve onurları ellerinden alınmış, yoksulluk ve ıstırap içinde kıvranan topluluklar mevcut oldukça, sadece güvenlik önlemleri ve güç gösterileriyle huzuru sağlamak mümkün değildir. Vatanı ve onuru için ölümü göze alan insan kadar hiç kimse güçlü ve tahripkâr olamaz. Hiç bir ülke ve hiçbir devlet adamı, kendini insanlığın kaderinden uzakta tutamaz. Eğer dünyayı tehdit eden global terörizm belasından insanlık kurtarılmak isteniyorsa; ölümü, yaşamaya tercih eden insanlar yetiştiren haksız dünya düzeni anlayışından bir an önce vazgeçilmelidir.
Bu dış gelişmelerden yüzümüzü içeriye çevirdiğimizde, geride bıraktığımız yıllarda, ülkemizde ekonomik krizlerin, insan hakları ihlallerinin, düşünce ve ifade özgürlüğü sınırlamalarının yaşandığı; yargının siyasallaştığı ve anti demokratik uygulamalar için araç olarak kullanıldığı, çok basit sebeplerle siyasi partilerin kapatıldığı, anadilimiz Türkçe’nin hırpalandığı ve hatta aşağılandığı bir dönemin yaşandığına şahit oluyoruz.
Bir taraftan insanlar ölüm oruçlarında birer ikişer hayatlarını kaybederken, öbür taraftan hiçbir yasal engel olmadığı halde, yorumlara dayalı yorumlar yapılarak üniversiteli kız öğrencilerin sınavla kazandıkları eğitim ve öğretim hakları, kıyafetlerinden dolayı ellerinden alındı, on dört yaşındaki kız çocuklarının bileklerine kelepçeler vuruldu. Normal lise programına ilaveten, devletin hazırladığı müfredata göre dinî konularda da bilgi sahibi oldukları için, İmam-Hatip Lisesi mezunlarının diledikleri bir yükseköğretim kurumunda okumalarını önlemek amacıyla alınan tedbirler, bütün meslek lisesi mezunlarının üniversiteye giriş haklarını ortadan kaldırdı.
Yasama organında Kopenhag kriterlerine uyum için hukukî düzenlemeler yapılırken, diğer taraftan 28 Şubat döneminde kitaplar toplatılmakta, yazarlar sözlü ve yazılı olarak düşüncelerini açıkladıkları için yargılanmakta ve hatta tutuklanarak cezaevlerine konulmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 159 ve 312. maddelerine göre bugüne kadar ülkemizde fikir suçlarından 3350 vatandaşımız cezaevlerine gönderilmiştir. Bu faaliyet döneminde, düşünce ve ifade suçlularına, 1634 yıl 9 ay mahkûmiyet istenmiş, 235 yıl 4 ay hapis, 242.646.888.000 Tl para cezası verilmiştir. Basın özgürlüğüne 166 kez müdahale yapılmış, 52 gazeteci gözaltına alınmış, 160 kapatma ve yayın toplatılması hadisesi yaşanmıştır.
Üçüncü bin yıla girdiğimiz bu dönemde, ülkemizde “düşünce ve ifade özgürlüğü” maalesef kaygan bir zemin üzerinde oturmaktadır. Bir asra yakın kuvvetler ayrılığı esasına dayanan demokrasi tecrübelerimize rağmen, henüz taşların kâmil manada yerlerine oturmadığı anlaşılmaktadır. Yasamanın geri plâna itildiği, yürütme ve yargının paslaşarak, daha çok da yürütmenin ağırlığının hissedildiği uygulamalarla meşruiyet sınırlarının zorlandığı tablolarla karşılaşılmaktadır.
Dayandığı temel gerekçeler bakımından köklü devlet anlayışımıza uymasa da, bu faaliyet döneminde “AB Uyum Paketleri” kapsamında çeşitli kanunlarda gerçekleştirilen yedi ayrı yasal düzenleme ile insan hakları, kişi hak ve özgürlükleri, demokrasi, hukuk devleti ilkeleri konularında köklü düzenlemeler yapıldı. Yazar ve sanatçıların emeklerinin istismar edildiği “korsan yayıncılık” konusunda en kapsamlı ve sonuç verici yasa, TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe konuldu. Demokrasinin önündeki engellerin kaldırılması açısından Yasama organı ve yürütmenin bu gayretleri, yarınlar için cesaret ve ümit verici gelişmelerdir. Ne var ki, uygulamalar konusunda aynı şeyleri söylemek, şimdilik mümkün görülmüyor. Demokratik hakların elde edilmesi, çok yönlü, çok taraflı ve aynı zamanda uzun soluklu çalışmaları gerektirmektedir. Bu alandaki gayretlerimizin henüz yeterli olmadığı anlaşılıyor. Bu sebeple halen zeminlerimiz gevşek, demokrasimiz patinaj yapmaktadır.
Ülkemizi ilgilendiren iç ve dış meselelerde, ortak aklı öne çıkartarak en isabetli kararları alma yerine, meseleler karşısında hemen gruplara ayrılmak ve birbirimize karşı kılıçları çekmek, yıllardır yaşadığımız bir kader olarak karşımızda durmaktadır. Bugünlerde AB üyeliği, buna bağlı olarak yürürlüğe konulan yasal düzenlemeler ve Kıbrıs müzakereleri yine safları ayrıştırmış görünüyor. Ülkemizin bu durumdan kurtulması için sivil toplum ve kültür kuruluşlarımıza, parlamenterlerimize, aydınlarımıza, yazarlarımıza ve sanatçılarımıza büyük görevler düşmektedir.
İlkelere Sadık Kalarak Gerçekleştirilen İlklere Bir Örnek: Yazar Okulu
Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Yazar okulu/Yazarlığa Hazırlama Seminerleri”; yazar kimliğini oluşturacak teorik ve pratik derslerin verildiği seminerler; temel ve yönlendirme dersleri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. On hafta süren birinci kuru tamamlayan öğrenciler, ikinci kurda atölye derslerine alınmaktadır. Atölye derslerinde, yazar adayları ilgi alanlarına göre gruplandırılmaktadır. İsteyenler hikâye, roman, şiir, deneme gibi edebî bir türü veya muhabirlik, fıkra yazarlığı, televizyon ya da radyo program yapımcılığı gibi medya mesleği alanlarından birini seçebilmektedir. Temel dersler genelde akademisyenler tarafından verilmekte; yönlendirme dersleri yazarlar, sanatçılar ile mesleğinde başarılı olmuş bürokratlar, devlet ve siyaset adamları tarafından gerçekleştirilmektedir. Atölye dersleri, bugüne kadar ortaya koyduğu ürünler itibariyle kendini kanıtlamış görsel ve yazılı medya mensupları ve edebî disiplinler itibariyle serbest yazarlar tarafından yürütülmektedir.
Fikrî faaliyetlerle meşgul olanlar bilirler, Yazar Okulu’nu bitirmekle yazar olunmaz. Bu gerçeği bildiği halde, hem Yazar Okulu’nu açan Türkiye Yazarlar Birliği, hem de yazarlığa hazırlama seminerlerine adım atan yazar adayları açısından bu teşebbüs bitmeyen bir yolculuğun ilk adımıdır. Bu yolculukta, yüreğinde aşkı, heybesinde azığı olanlar başaracaklar, diğerleri de hiç farkında olmadan monoton bir şekilde yaşadıkları dünya hayatının bir başka yüzünü göreceklerdir. Velhasıl bu çabanın içerisinde yer alan bütün tarafların, maratonun sonunda tanıdık ve sevdiklerine anlatacakları bir şeyleri olacaktır.
Demokrasinin kesintiye uğradığı dönemleri yaşayanların tahmin edeceği gibi, gerçekten Yazar Okulu bir ihtiyaçtan doğmuştur. 28 Şubat kararlarının toplumun bütün kesimlerinin üzerine abanması sonucu; düşünen beyinler dumura uğramış, kalemler kağıtların üzerinde cevelan edemez hale gelmiş, konuşan diller lâl kesilmişti. Bilimsel makalelerin, projelerin, yeni buluş ve keşiflerin altına imza atması gereken bilim adamları, devam defterlerine imza atar hale getirilmişti. Ders programları bir merkezden dayatılıyor, öğrencilerin ülke meselelerini derslerde ve amfilerde tartışmalarına müsaade edilmiyordu. Tek yönlü bir tünele tıkılan aydınlar havasız ve nefessiz kalmışlardı.
Yazar, fikir adamı ve sanatçıların bir araya gelmesiyle günümüzden yarım asır evvel kurulan Türkiye Yazarlar Birliği’nin; toplumun bunalan entelektüel kesimlerine ve üniversite gençliğine nefes alacakları bir alan açmak gibi bir sorumluluğunun bulunduğu düşünüldü ve “alternatif üniversite” dediğimiz Yazar Okulu/ yazarlığa hazırlama seminerleri başlatıldı.
Yazar Okulu istikbal vadeden bir projedir. Her büyük kuruluşun mütevazı bir başlangıcı vardır. Yazar Okulu günün birinde; düşünce, ifade ve inanç hürriyetinin kâmil manada kullanıldığı, demokrasinin özümsendiği, insan haklarının kesintisiz uygulandığı, saygı ve hoşgörü ortamı içinde, bütün fikrî akımların tartışılabildiği, ideolojilerin çıkmaz sokağında bocalamak yerine, yeni buluş ve keşiflerin yapıldığı, bilimsel makalelerin üretildiği, şimdiye kadar hiçbir yüksek öğretim kurumunun yapamadığı/yapmadığı tarzda, felsefî yelpazenin bütün taraflarını bir araya getiren, çağın gereklerine uygun eğitim/öğretim faaliyeti yürütecek bir üniversiteye neden dönüşmesin?
Türkiye Yazarlar Birliği’nin, yeni kalemleri ülkeye kazandırmak için yürüttüğü “yazarlığa hazırlama projesi”, genç kalemlerin kültür ve sanat ortamlarına girmelerini ve bu yolla yazı hayatına geçmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Yazar Okulu’nun açıldığı tarihten bugüne kadar gerçekleştirilen kırk dönem yazarlığa hazırlama seminerlerinden şimdiye kadar 500 kursiyer eğitimini başarıyla tamamlayarak mezun olmuşlar ve sertifikalarını almışlardır. Mezunlar arasından ekmeğini kalemiyle kazanan yazarların yanında, sekiz de milletvekili çıkmıştır. Yazar, düşünür, teorisyen, siyasetçi ve bürokrat olarak, ülkemizin kör talihini değiştirecek yöneticiler, niçin buradan mezun olan kursiyerler arasından çıkmasın?
Bu söylediklerimiz geleceğe matuf ve abartılı bulunsa bile; gerçekten Yazar Okulu, yazara, bir vizyon ve ufuk kazandıracak muhteva üzerine oturmaktadır. Yazar Okulu’nun müfredatı, basit kompozisyon yazımı kurallarının anlatımının çok ötesinde, ilgi duyan herkesi düşünmeye sevk eden bir anlayışı yansıtmaktadır. Ders konularının belirlenmesi ve hocaların seçiminde gösterilen titizlik; bu ülkenin meseleleri üzerinde kafa yoran ve düşündüklerini yazıya ve ifadeye dökerek başkalarıyla paylaşmak isteyen bir yazarın hangi donanımlara sahip olması gerektiği sorusuna cevap arayan veya bir entelektüelin yetişmesine zemin hazırlayan bir çabayı yansıtmaktadır.
Yazar olmak isteyen kimselerin, “yoku kurcalayan” bir meraka, ensesini görecek bir göze, perdenin arkasında olup bitenleri keşfedecek bir idrake sahip olması gerekir. Yazar Okulu’nda öğrenciler, bu ve benzeri meseleler üzerinde düşünmeye davet edilmektedir.
Yazar Okulu, sürekli değişen programı, temel ve yönlendirme hocalarının bütün disiplinleri kapsayacak şekilde seçimi ile dinamik bir yapıya sahiptir. Başkaları tarafından oluşturulan gündemi takip etmek yerine, istikbalin kurgularını yapacak yazarların peşindedir. Yaşadığı dönemde olup bitenlere bigâne değildir, fakat yakın ve uzak çevrelerde meydana gelebilecek muhtelif gelişmelere paralel olarak, hatta onlardan daha ileride plan ve programlar peşindedir. Günü yaşamak her canlı için kaçınılmaz bir sonuçtur, geleceği hazırlamak ise düşünen beyinlerin işidir. Okyanusların dibinde toplu iğne arar gibi, kalabalıklar arasında düşünen beyinleri aramaktadır. Yazar Okulu bu dinamizmin ve çabanın adıdır.
Bu yolun yolcuları, yüksek kulelerin sağlam temeller üzerine bina edileceğini bilir, bu bakımdan tarihî tecrübeleri önemser ve onlara saygı duyar, fakat mazide yaşamaz. Çünkü talebesi, hocası ve Yazar Okulu fikrini ortaya koyanların gönlü ve kafası geleceğe dönüktür. Kabul edilmelidir ki Yazar Okulu, bu çabaların iz düşümünden başka bir şey değildir.
Sonuç
Demokrasinin, kişisel hakların ve sivil toplumun öne çıktığı üçüncü bin yıl, iddia edildiği gibi, yeni bir dünya düzeninin kurulacağı bir dönem olacaksa; Doğu ve Batı medeniyetlerinin mensubu edipler, şairler ve yazarlar bir kez daha, bin kez daha el sıkışmak, “biliş ve tanış olmak” durumundadırlar. Dünyanın gidişatına yön vermek isteyenlerin hesapları ne olursa olsun, yenidünya düzeni devletlerarası değil, medeniyetler arası bir düzen olacaktır. Dünya coğrafyasının değişik bölgelerinde yaşayan, Türkçe yazıp söyleyen şairleri, kültür ve sanat adamlarını doğunun ve batının kültürel çevreleriyle tanıştırmak, dünyanın daha yaşanılır hale getirilmesi için, kültürler ve kültür adamları arasında mevcut diyaloğu daha da geliştirmek şarttır.
Hiç kuşkusuz Türkiye Yazarlar Birliği, bu ilkelerin ve bu ilklerin zenginleştirip geliştirdiği, bünyesinde münevverlerin bir araya geldiği öncü bir kültür kuruluşudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.