Giriş
İstiklâl Marşı ve Kur’an şairi Mehmed Âkif Ersoy’un hayatı ve Safahat’taki şiirleri; İman, ümit, say, hak, sabır ve zaman kavramları Asr suresi özelinde tetkik edilmiştir. Mehmed Âkif Ersoy (20 Aralık 1873-27 Aralık 1936), Türk şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi ve siyasetçi, Türkiye Cumhuriyeti millî marşı olan İstiklâl Marşı’nın yazarıdır. İstiklâl Marşı’nın yanı sıra Çanakkale Destanı, Bülbül ve 1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getiren Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırâtımüstakim (daha sonraki adıyla Sebî- lürreşâd) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak I. TBMM’de yer almıştır.
Mehmed Âkif yaşadığı devirde revaçta olan Hegel ve Hippolyte Taine kaynaklı yeni felsefenin “zamanın ruhu” denilen şeyin, o dönem için siyasi, tarihî, sosyal ve edebî açıdan karamsarlığa ve yeise düşüren batı felsefesi olduğunun şuurundadır. “Mehmed Âkif’in “zamanın ruhu”na üfürülen izmlerden (realizm, naturalizm, empresyonizm, sembolizm, deizm, budizm ve sairizm- lerden) elbette haberi vardı; fakat o, bunların mahkûmu olmadı” (Akay, 2011).
2021 yılının İstiklâl Marşı’mızın kabulünün 100. yılı olması nedeniyle TBMM’ce alınan bir kararla 2021 yılının “İstiklâl Marşı Yılı” kabul edilmiştir. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Genel Merkezi gerek 2021 yılının “İstiklâl Marşı Yılı” yapılması yönünde, gerekse bu yılın adına yakışır şekilde bir dizi faaliyetle kutlanması yönünde azami gayreti göstermektedir.
Bu faaliyetler içinde “100. Yılında İstiklâl Marşı Büyük Bilgi Şöleni”nin müstesna bir yeri olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle faydalı ve elzem olduğunu düşündüğüm “Mehmed Âkif Ersoy’un Asr Suresi Aydınlığında Zaman Mefhumu” isimli bu bildiri hazırlanmıştır. Burada zaman mevhumunu, Mehmed Âkif Ersoy’un hayatı ve Safahat, Asr suresinin meal tefsirler esas alınarak incelemeye gayret edilmiştir.
Zaman Nedir?
Zamanın tarifi Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te; “a-Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit. b-Bu sürenin belirli bir parçası. c-Şimdinin geçmiş olmasını sağlayan ve çoğunlukla dünyayı ve varlıkları etkileyen bir güç olarak düşünülen kesintisiz hareket. d-Ölçülebilir bir nicelik olarak düşünülen süre, vakit. Bu sürenin, belli bir olayın, bir eylemin gerçekleştiği sınırlı bölümü, an, belli bir işin alışılmış saatleri. e-Olayların birbirini izlediği sonsuz bir ortam olarak düşünülen soyut temel kavram, zaman. g-Önceden tespit edilmiş, ya da uygun olan an, f-İçinde yaşanılan dönem, mevsim, devir. h-Bir etkinlik, bir üretim vakti, belli bir özellik vb. belirlenen dönem, vakit. ı-Bir kimsenin yaşadığı, bir olayın veya bazı şartların belirlediği, ya da sözü edilen dönem, çağ, vakit. i-Bir insanın istediği gibi faydalanacağı süre, boş vakit. k-Bir iş için tanınan süre, mühlet, miat. l-Elverişli ortam, uygun an, fırsat. m-Çağ, mevsim “Gül zamanı. Çocukluk zamanın dil bilgisi, fiillerin belirttikleri geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman kavramı 15. Bir insana fani dünya hayatında tanınan konaklama süresi, ömür” olarak tanımlanmıştır (TDK Türkçe Sözlük, 2011: 2641).
Doğan Büyük Sözlük’te ise zaman, “Meydana gelen olayları sıralamaya yarayan başsız ve sonsuz mücerret kavram, vakit, hengâm...” şeklinde tanımlanmıştır (Doğan, 2020: 2521). “Benjamin Franklin; Hayatı seviyorsanız zamanı boş geçirmeyin zaman hayatın ta kendisidir.” demiştir.
Hayatın kendisi olan zaman ve zamanın değerlendirilmesi hususu, Meh- med Âkif’in hayatında müstesna bir yere sahip olup bunu teorik bilgi olarak değil bizzat yaşayarak gösteriyor. Zamanı hayatının tam odak noktasına koyan şair zamanı azami değerlendirme yönünde inançları doğrultusunda bir hayat yaşıyor. Güne erken başlıyor, zamanını İslam prensipleri doğrultusunda sabah ezanıyla kalkıyor, günlük faaliyetlerine başlıyor. Âdeta zamanın nabzını tutuyor, namaz vakitlerine azami titizliği gösteriyor.
Mehmed Âkif Ersoy’un Hayatında Zaman İdrakının Kaynakları
İslam’da Zaman Kavramı
İslam’da; sorumluluk sahibi varlıklar olarak yaptığımız davranışları serbest bırakan Allah buyruğunu (amr) ve iradesini (kun) bize bildiren bir zaman anlayışı söz konusudur. Müslüman bir kelamcı için zaman devamlı bir süre (duration) değil, ancak anlardan oluşan bir grup, bir “galaksi”dir (ve benzer biçimde uzam değil sadece noktalar vardır). İslam için sadece an, hin, “bir göz açıp kapama” (Lemh al-basar) vardır.
Zaman, itibari bir şeydir; onun hakiki vücudu yoktur. Zamana değer, hayatiyet ve canlılık kazandıran şey, o zaman zarfı içinde yapılan işlerdir. Zamana hakiki vücut ve kıymet kazandırma, onu değerlendirme ve insanların o zaman içinde yapacakları işlerle doğru orantılıdır.
İbn-i Sina’ya göre zaman Aristoteles’te olduğu gibi hareketin ölçüsüdür. O, zamanı, varlık türleri açısından dehr, sermed ve zaman olarak üç farklı şekilde ele alırken, öncelik-sonralık ilişkisi açısından ise geçmiş, şimdi (an) ve gelecek olmak üzere tasnif edip incelemiştir. Ona göre zaman maddi bir varlığa sahip olmayıp kesintisiz olarak art arda gelen anların vehimde algılanması sonucu var olmak suretiyle, vehmi bir varlığa sahiptir.
Kur’an’da Zaman Kavramı
And olsun zamana ki, insan (zamanı değerIendirme konusunda) gerçekten ziyan içindedir (Asr Suresi, 1, 2) (Altuntaş & Şahin, 2005: 601).
Allah (inkarcılara) “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” Diye sorar: Onlar “Bir gün ya da bir günden daha az bir süre kaldık, hesap tutanlara sor” derler Allah şöyle der “Çok az bir zaman kaldınız keşke bunu (daha önce) bilmiş olsanız.” (Müminun Suresi, 112-114; Altuntaş & Şahin, 2005: 348).
“Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir” (Mearic Suresi, 4; Yazır, 1994: 567).
“Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde yine O’na yükselir.” (Secde Suresi, 5; Altuntaş & Şahin, 2005: 414).
“Bir göğe bakın. Biz onu kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki, biz, onu genişletmeye de malikiz.” (Zariyat Suresi, 47; Yazır, 1994: 521).
Kur’an’da zaman manasını taşıyan, “Asr” 1 defa, “Dehr” 2 defa geçmektedir. Allah’a göre ayların sayısı 12’dir (Tevbe, 6/36). Gün (yevm) kelimesi 475 defa, “gece” 117 defa, gündüz 106 defa, “saat” kelimesi 49 ve “hin” kelimesi 35 defa ayrıca “çağ” 21 defa, “yıl” 30 defa geçmektedir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de zamanla ilgili terimler en çok son 50 sayfada tekrarlanmıştır.
Hadis-i Şeriflerde Zaman
Kıyamet günü Âdemoğlu beş şeyden hesap vermeden, Allah’ın (cc) huzurundan ayrılamaz;
- Ömrünü ne yaparak tükettiğinden,
- Gençliğini ne işte harcadığından,
- Malını nereden kazandığından,
- Malını nerelere harcadığından,
- Öğrendiği nasıl amel ettiğinden.
-Artmak üzere olmayan azalmaktadır.
-Çalışmak ibadettir.
- İki günü eşit olan ziyandadır.
Dünya Sahnesinde Osmanlı ve Müslümanların Durumu
Mehmed Âkif Ersoy Safahat’ta birçok şiirde Osmanlı’nın ve İslam aleminin içinde bulunduğu dünya sahnesindeki hüsran yürekleri parçalayan acıklı durumları dile getirmiştir. Müslümanların cahillik, geri kalmışlık, fakirlik ve Batı’nın zulmü altında inleyişini bir sosyolog ve vatansever bir mütefekkir olarak tespitler yaparak problemlerin kaynağına inmeye çalışıyor. Mevcut durum tamamen bir hüsrandır. Özellikle Batı’nın ilim fen ve teknoloji alanlarında elde ettiği gelişmeler karşısında İslam âleminin geri kalmış olmasının nedenleri üzerinde bir mütefekkir titizliği ile kafa yoruyor ve bu durumu mısralarına da açıkça dile getiriyor. Safahat 1. Kitapta yer alan Tevhid yahut Feryad şiirinde ve başka şiirlerde de dile getirmiştir
Hüsranla iner öyle sefîl, öyle muhakkar
Bir sahne demek âleme pek doğrudur elbet;
Ancak görülen vak’aların hepsi hakîkat.
Hem öyle vekâ yi’ ki temâşâsı hazindir,
Âheng-i tarab-sâzı bütün âh ü enindir!
Zîrâ ederek bunca sefâlet-zede feryâd;
Vâ veyl sadâsıyle dolar sîne-i eb’âd (Ersoy, 1979: 14-19)
Mehmed Âkif Ersoy’un En Önemli Hayat Düsturu “Çalışmak”
Mehmed Âkif Ersoy yeryüzü sahnesinde İslam âleminin içinde bulunduğu vahim, içler acısı durumu tespit ve tasvir ederek kalmamış yani ümitsizliğe düşmemiş, yine Kur’an’dan aldığı ilhamla bu sıkıntılı durumdan çıkış için yapılması gerekenleri de ortaya koyarak tavsiyelerde bulunmuştur.
Bu tavsiyelerin en başında geleni çalışmaktır. Çünkü insan yalnızca çalışarak zamanını değerlendirip ilerleyebilir. Benjamin Franklin’in “Hayatı seviyorsanız zamanı boşuna geçirmeyin, çünkü zaman hayatın ta kendisidir.” sözü Mehmed Âkif Ersoy’un hayatında âdeta müşahhaslaşmıştır. Zamanını asla boş geçirmemiş devamlı bir şekilde çalışma ve faaliyette bulunmuştur. Yolda yürürken bile zamanı değerlendirmiş nitekim Safahat 4. Kitap Fatih Kürsüsünde “İki Arkadaş Fatih Yolunda” ve “Vâiz Kürsüde” başlıklı iki bölümden meydana gelir. 322 mısralık birinci bölüm, Galata Köprüsü’nde vapurdan inen iki arkadaşın, Fatih Câmii’ne kadar olan yol boyunca, konuşmalarıdır. Bu sırada pek çok cemiyet ve kültür meselesi, nükteli ve zevkli bir üslupla dile getirilmiştir.
İkinci bölümdeki vaizin konuşması, Âkif’in Balkan Harbi günlerinde bu câmiin kürsüsündeki konuşmasına benzer. Önce kâinattaki ilahi nizam ele alınır; gökte ve yerde her şey çalışmaktadır. Küçük bir parçanın vazifesini yapmaması, kainatın altüst olmasına sebep olur. Netice:
“Bekayı hak tanıyan sa’yi bir vazife bilir
Çalış çalış ki, beka sa’y olursa hakkedilir (Ersoy, 2014: 24-25).
Daima çalışmak! İnsanlar da aynı kanuna tâbidir. “İşte çalışkan Garp, yere göğe hükmediyor ve işte tembel Şark miskinlik içinde... Sonunda leşini bir çukura atacaklar...” “Ecdad da böyle miydi” diyerek mazideki büyüklükleri anan şair, milleti bu hâle getiren kötülükleri, “kader” ve “tevekkül”ün yanlış anlaşılmasına ve buna sebep olan cehâlete bağlar. Tevekkül ve kaderin Hazret-i Peygamber ve arkadaşları tarafından nasıl anlaşıldığını misallerle gösterir. Bütün bu hâllerin sebebi cehalettir ve ilkokullar açarak, onun giderilmesine başlanmalıdır. Bu bilgisizlik yüzünden birtakım câhiller, dinde içtihada kalkışmakta, ırkçılık taassubu yapılmakta, Müslümanlar birbirinin felaketinden habersiz, hissiz ve yabancıların elinde esir yaşamaktadır.”
“Çalışsın, durmasın her kim ki da’vâsında insandır” (Ersoy, 1979: 146)
Safahat 4. Kitap Fatih Kürsüsünde şiirinin mısralarında Kur’an’da tekrarlanan çalış emrine rağmen Müslümanların tembelliklerine hurafe yani dinde olmayan gerekçeler uydurmaları, tevekkül emrini de tembellikmiş gibi yanlış anlayıp tembelliğe devam etmeleri ve sonuçta kendi tembelliklerine dinî kılıf uydurmaları, Mehmed Âkif’in hayat felsefesine aykırı bu durum karşısında serzenişini açıkça görmekteyiz.
Çalış! dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini
Birer birer oku tekmil edince defterini
Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonun da aç kalarak
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfi ne bak
Onun hazîne-i in’âmı kendi veznendir (Ersoy, 1979:268)
Safahat’ta Zikredilen Ayetler
Mehmed Âkif Kur’an şairidir ve Safahat’taki birçok şiiri tefsir mesabesindedir. Safahat Kur’an-ı Kerim’e atfen, kitap üç yerde, Kitab-ı İlahi bir yerde, Kitab-ı Yezdan bir yerde, Kitabullah bir yerde ve Kur’an ismi ise on dört yerde zikredilmiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’den yirmi değişik sureden otuz iki adet ayet-i kerime veya ayetlerin kısmi parçaları bulunmaktadır. Safahat’ta yer alan ayetlerin ekseriyetinin konusunun, iman, çalışma, azim ve sabır olduğu görülmektedir. Şimdi bu ayetlerden örnekler verelim.
1. Kitap
“Durmayalım”da
“Ley se li’l-insâni illâ mâ seâ” derken Hudâ[*]
Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha
Davran artık kârvânın arkasından durma, koş
Mahvolursun bir dakîkan geçse hattâ böyle boş (Ersoy, 1979: 30-31)
Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir
Davransana Eller de senin, baş da senindir
Ye’s öyle bataktır ki: Düşer sen boğulursun
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun (Ersoy, 1979: 209)
A’râf (7) suresi 155. ayetin bir kısmının meali; “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım”
Yâ Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban (Ersoy, 1979: 213)
İmanını ve ümidini muhafaza ederek idarecilerin yapmış olduğu yanlışlar karşısında da açıkça hissiyatını dile getiriyor. Dua var, serzeniş var, ümitsizlik asla yok.
Zümer suresi 9. ayetin bir kısmının meali: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Olmaz ya. Tabîî. Biri insan, biri hayvan
Öyleyse, cehâlet denilen yüz karasından
Kurtulma ya azmetmeli baştan başa millet (Ersoy, 1979: 217)
Cehalete karşı açılan bir savaş ve ümidi elden bırakmayarak kurtulmaya azmederek topatan bir mücadele cehaletten ve hüsrandan kurtulma gayretini açıkça görmekteyiz. İşte iman ve salih amel cehaletle mücadele, hüsrandan kurtulmak için gayret göstermek.
Âl-i İmrân suresi 110. ayetin ilk yarısının meali: Siz iyiliği emreyler, kötülükten nehy eder, Allah’a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz.
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin
Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin (Ersoy, 1979: 221)
Mehmed Âkif’in hayatı tamamen İslami düsturlar istikametinde yaşanmış bir hayat bir taraftan Kur’nî bir emir “Emr-i bi’l maruf neyh-i ani’l-münker (iyiliği emretme kötülükten sakındırma) diğer taraftan Asr Suresi’nin hüsrandan kurtulmak için vaz ettiği hakkı tavsiye düsturlarını yukarıdaki mısralarda söylerken. Bir diğer taraftan da “Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!” (Ersoy, 1979: 218) diyerek milleti uyandırmak için haykırmaktadır.
Rûm suresi 50. ayetin meali: Allah’ın âsâr-ı rahmetine bir baksana, toprağı, öldükten sonra, tekrar nasıl diriltiyor? İşte o Allah bütün ölüleri muhakkak diriltecek, hem O her şeye kadirdir.
Çık da bir seyret bahârın cûş-i rengâ-rengini;
Nefh-i Sûr’un dinle mev câ-mevc olan âhengini! (Ersoy, 1979: 229)
Âkif tabiattaki dirilişi milletin uyanış ve dirilişine memba olsun istiyor. Bu konuyu mısralarında dile getiriyor.
- Kitap
Âl-i İmrân suresi 159. ayetin bir kısmının meali: Onları afvet, onlar için mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, bir kere de karar verdin mi, Allah’a dayan (tevekkül et).
Verip karârı da azm eyledin mi, durmayarak
Cenabıhakk’a tevekkül edip yol almaya bak (Ersoy, 1979: 272)
Karar verdikten sonra durmayarak çalışarak yol almak gerekir. Ancak fitne ve tefrikadan da korunmak gerekmektedir. Çünkü Kur’an böyle emretmekte şair de bu tehlikelere dikkatimizi çekmektedir. Fitne geldiği zaman yalnızca zalimlerin değil binlerce masumun da kanına girer. Onun için tefrikaya karşı birlik olmak gerekmektedir.
Haşr suresi 14. ayetin bir kısmının meali: Kendi aralarında çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalpleri ayrı ayrıdır. Enfâl suresi 25. ayetin bir kısmının meali: O fitneden sakının ki, aranızdan yalnız haksızlık edenlere erimekle kalmaz.
Diyor Kitâb-ı İlâhî, o fitneden korunun
Ki sâde sizdeki erbâb-ı zulmü istilâ
Eder de suçsuz olan kurtulur değil aslâ
Hesâb edin ne kadar bî-günâhın aktı kanı
Beş on vatansız için nâra yakmayın vatanı
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez (Ersoy, 1979: 179)
- Kitap
Mehmed Âkif Ersoy milletin hüsrandan kurtulmasının kıstaslarının en önemlilerinden birinin de yüksek bir ahlak sahibi olmak gerektiğini bilmekte yüksek ahlakın kaynağının da Allah korkusu olduğunu bilmekte ve bunu mısralarında dile getirmektedir.
Âl-i İmrân suresi 102. ayetin bir kısmının meali: Ey Müslümanlar! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkunuz.
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın
Ne irfânın kalır te’sîri kat’iyyen ne vicdânın (Ersoy, 1979: 307)
Bu dünyada üzerine düşeni yapmama, tembellik ve atalette olmaya dünya ile ilgili bütün beklentileri ahirete havale etme alışkanlığına da şair karşı çıkmakta, dünyanın ahiretten farkı olmadığını bu dünyada ne idrak edersek ahirette de nasibimizin o olacağı inancını dile getirmektedir. İsrâ suresi 72. ayetin meali: Kimin bu dünyâda gözü kapalı ise âhirette de kapalı hattâ oradaki şaşkınlığı daha ziyâde.
Nihâyet neyse idrâk ettiğin şey ömr-i fânîden
Onun bir aynıdır mutlak nasîbin ömr-i sânîden
Hatâdır âhiretten beklemek dünyâda her hayrı
Öbür dünyâ bu dünyâdan değil, hem hiç değil, ayrı (Ersoy, 1979: 315)
Âl-i İmrân Sûresi 173. ayetin meali: O mü’minlere indallah ecr-i azîm var ki, birtakım kimseler kendilerine “düşmanlarınız sizin için kuvvetlerini topladılar, onlardan korkmalısınız” dedikleri zaman bu haber îmanlarını artırır da “Allah’ın nusreti bize kâfîdir, o ne güzel muhâfızdır” derler.
Şehâmet dîni, gayret dîni ancak Müslümanlık’tır
Hakîkî Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır
Cebânet, meskenet, dünyâda sığmaz rûh-i İslâm’a (Ersoy, 1979: 323)
- Kitap
Mehmed Âkif tembelliği kuru tevekküle karşı olduğu gibi haksızlığa da asla tahammülü yoktur. Haksızlık karşısında hakkı ikame etmek için elinden geleni yapar. Hakkı ikame için harekete geçer ve mücadeleye girişir ve asla haksızlığa rıza göstermez. 6. Kitap Asım’da bu durumu şu mısralarıyla dile getirir:
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. (Ersoy, 2008: 414)
- Kitap
“Hâlâ mı Boğuşmak” şiirinde,
Enfâl suresi 46. ayetin bir kısmının meali: Birbirinize de girmeyin ki, maneviyâtınız sarsılmasın, devletiniz gitmesin.
Sen! Ben! desin efrâd, aradan vahdeti kaldır
Milletler için işte kıyâmet o zamandır (Ersoy, 2008: 475)
Mehmed Âkif Ersoy birlik ve beraberliğin vahdetin kalkmasının milletin kıyameti olacağını açıkça dile getirerek bu büyük tehlikeye dikkat çekiyor.
“Yeis Yok” şiirinde,
Hicr suresi 56. ayetin bir kısmının meali: Dalâlete düşmüşlerden başka kim Tanrı’sının rahmetinden ümîdini keser?
Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin
Ölmüş mü dedin? Âh! Onu öldürmeli miydin (Ersoy, 2008: 478)
“Azimden Sonra Tevekkül” şiirinin başında,
Âl-i İmrân suresi 159. ayetin bir kısmının meali: Bir kerede azmettin mi, artık Allah’a dayan.
Allâh’a dayanmak mı? Asırlarca dayandık
Düştükse bu hüsrâna, onun nârına yandık
Allâh’a değil, taptığın evhâma dayandın (Ersoy, 2008:480)
Mehmed Âkif ümitsizliğe, yeise, karamsarlığa karşı olduğu gibi çalışmadan zamanı boşa geçirerek kuru tevekküle de yan gelip yatarak her şeyi Allah’a havale etmeye de karşıdır. Hayatını iman, çalışma hakkı, tavsiye ve aktif sabır dediğimiz, yapılması gereken her şeyi yaptıktan ve sorunu çözmek için azami gayreti gösterdikten sonra tevekkül etmekte ve Allah’a yanmaktadır.
Mehmed Âkif’in Hayatında ve Safahat’ta Zaman Kavramı
“Safahat’ın insanı, niteliksel zamanın farkına varması ve niceliksel açıdan bu zamanı irdelemesi, işlemesi bağlamında değerlendirilir. Yaşarken zaman içinde zamanı tanıyan ve tanıması sonucunda zamanı farklı boyutlarda değer- lendirebilen insan, bulunduğu çağa ait olan mirasa ve geçmişin mirasına sahip olması yönüyle gelecekten de sorumludur” (Koçyiğit, 2013).
Sorumlu insan için zaman hayatın kendisidir. Hayatını inandığı gibi yaşar. “İstiklâl Marşı şairi; bu ümit , azim ve imanı yazdıklarında yaşamına da aksettiren Mehmed Âkif, Millî Mücadele Ankara’sında örneği ancak 13. asır önceki Ashap devrinde görülen bir fedakârlık içindedir. Evindeki tek kilimi bir fakire verdiği için çaya davet ettiği Hasan Basri’den özür diler ve ona çaya gider. Paltosunu da bir fakire vererek kendisi Ankara’nın sert kışında paltosuz kalır” (Doğan, 2013).
Mehmed Âkif hayatını inançları doğrultusunda yaşamış zamanını ona göre tanzim etmiştir. Günlük hayatında bir Müslüman olarak ezanın müstesna bir yeri vardır. Özellikle seher vakti yani sabah namazı vakti onun için çok önemlidir. Safahat 1. Kitaptaki “Ezanlar” şiiri dikkate şayandır. Uykuyu ölüme benzeten şair sabah ezanını kıyamet sonrası bütün insanlar öldükten sonra dört büyük melekten biri olan İsrafil’in sûra üfleyip insanların uyanmalarına benzetiyor.
Minâreler bana gelmişti sûr-i İsrâfîl
Muhîte çekmiş iken dest-i şeb, ridâ-yı memât
Uyandı karşıki evlerde lem’a lem’a hayât
Uyandı sonra avâlim, uyandı rûh-i sabâh
Uyandı hâb-ı ademden birer birer eşbâh
Uyandı bende de bir şeb-çe râğ-ı zulmetsûz (Ersoy, 2008: 131)
Mehmed Âkif neşenin saçıldığı “şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden” dediği seher vaktini, Safahat’ta insanın dünya ile birlikte uyandığı, yenilendiği bir zaman dilimini çok sever. Onun sabahlara olan sevgisini hem mısralarından hem de uyandığı zaman yataktan fırlar gibi kalkmasından biliyoruz.
Hüveydâ şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden
Seher vaktinde mevcûdât, nûşîn hâb içindeyken
Bu rûhânî nevâ, âfâkı mevcâ-mevc edip birden (Ersoy, 2008: 128)
Akşam güneşin batışı ise durgunluk ve hüzün hâlidir. Çünkü aydınlık yerini karanlığa bırakmaya başlamıştır.
Güneş mağrib-güzîn olmuş, semâ esmer, ufuk gülgûn
Zaman durgun, zemin muğber, cihan dembeste, can mahzun (Ersoy, 2008: 129)
Gün akşama dönerken yeniden her şey sessizleşmeye başlar. İşte yine o vakitte insan ezan sesi duyar. Gece tüm karanlığı ile gelmiştir ama Âkif, karanlıklar içinde gelecek güzel yarınların güneşini görür. Âkif, sosyal yaşantının düzenlenmesinde günün vakitlerini genel bir bakış açısıyla değerlendirir. Sabahın kazanç elde etmek üzere çalışma, akşamın ise dinlenme zamanı olduğunu ifade eder. Bu dinlenme zamanı da yarının planlanması ile geçmelidir.
Asr Suresinin Önemi, Tefsiri ve Safahat’taki Anlamı
Safahat’ta iki tane sure ismi geçmektedir. Biri Mülk suresi bu halk arasında söylendiği ismiyle “Tebareke”, diğeri de “Asr” suresidir. Mülk (Tebareke) suresinin yalnızca 2. ayetinin başından bir kısmı zikredilirken Asr suresinin bütün ayetleri her gün hatta her sohbette bahsedilmesi okunması gereken, hüsrandan kurtuluşun reçetesi olarak verilmektedir.
Mehmed Âkif Safahat 6. Kitap Asım’da, Osmanlı’nın zayıflaması İslam coğrafyasında haksızlık ve zulümlerin artmasına Müslümanların haksızlığa ve zulme uğramasına neden olduğu hakkın yerlerde süründüğü tespitini yapıyor. Kısacası İslam dünyası, Müslümanlar hüsrandadır. Mehmed Âkif hüsrandan çıkış noktası için çareyi Asr suresinde görüyor. Bu surede vazedilen düsturları yaşarsak hüsrandan kurtulacağımızı bir daha hüsrana düşmeyeceğimizi belirtiyor.
Hâlik’ın nâ-mütenâhî adı var, en başı Hakk
Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak
Hani, Ashâb-ı Kirâm ayrılalım, derlerken
Mutlaka Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh
Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh
Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık (Ersoy, 1979: 419).
İlk önce durum tespiti yapılıyor. Asr suresinin ilk ayeti insan hüsranda, Müslümanların durumu ise daha da vahim, bu hüsrandan nasıl kurtuluruz sorusunun cevabı aranıyor. Müteakip ayetler istisnaları belirtiyor. 1. İman edenler, 2. Salih amel işleyenler (iyi işler yapanlar), 3. Hakkı tavsiye edenler, 4. Sabrı tavsiye edenler. İmamı Şafi bu sureyle ilgili olarak “İnsanların tamamı veya çoğunluğu, bu süreyi düşünme hususunda gaflettedir.” demiştir. Ama Mehmed Âkif’in Asr suresinin önemi konusunda insanların tamamı veya çoğunluğu gibi gaflete düşmediğini Asr suresi ayetlerinde belirtilen kurtuluş sırrını idrak ettiği yukarıdaki mısralardan açıkça anlaşılmaktadır.
Asr Suresi; Mekke Dönemi’nde inmiştir. Kur’an-ı Kerim’in 103. suresidir. 3 ayettir. Asr, çağ, ikindi vakti, uzun zaman demektir. Surede insanı ebedî hüsrandan kurtaracak yollar gösterilmektedir. Fazileti, Ashâb-ı kirâmdan iki kişinin karşılaştıkları zaman biri diğerine Asr suresini okumadan ve ardından selam vermeden ayrılmadıkları rivayet edilir (Beyhakî, XI, 348). Meali: 1-Asra yemin ederim ki, 2-İnsan gerçekten ziyandadır. 3- Ancak iman edip iyi dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır. Buna göre surenin başında zamana yemin edilerek onun insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekilmiştir. Çünkü zaman, kendisi zaman üstü olan Allahuteala’nın yaratma, yönetme, yok etme, rızık verme, alçaltma, yüceltme gibi kendi varlığını ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir varlık şartı olması yanında, insan bakımından da hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine yemin ederek zamanın önemine dikkat çekmiş; onu iyi değerlendirmeyen insanın sonunun, 2. ayetteki deyimiyle “hüsran” (ziyan) olacağını hatırlatmıştır. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan odur (bkz. İbn Âşûr, XXX, 531). Surede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı ifade edilmiştir: İkinci şıktaki “iyi işler”in içinde hakkı ve sabrı tavsiye etmek de vardır; fakat bunlar, hem bireyin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yansıttığı hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar doğurduğu için önemi dolayısıyla ayrıca zikredilmiştir (Bakara 2/42; Bakara 2/45). Ayetteki hakkı ve sabrı tavsiye, eğitimin önemine ve mahiyetinin nasıl olması, amacının ne olması gerektiğine de ışık tutmaktadır. Doğru bir eğitim faaliyetinin amacı ise insanlara inançta, bilgide ve ahlakta hakkı yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bunun yanında hayatın çeşitli şartları, maddi ve manevi zorluklar, saptırıcı duygular, hata ve suç sebepleri karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır. Hakkı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayat ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün ahlaki görevleri içine alan geniş kapsamlı bir görevdir. Ayrıca hak, adaletle de yakından ilişkilidir. Bu açıdan ayette insanların adil olmaları ve adalet düzeninin, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal düzenin kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul, surede sıralanan dört ilkeden iman ve salih amel sayesinde Allah’ın hakkını, hakkı ve sabrı tavsiye ile de kulların hakkını ödemiş olur. Görüldüğü gibi Asr suresi en kısa surelerden biri olmakla birlikte Kur’an-ı Kerîm’deki bütün dinî ve ahlaki yükümlülüklerin, öğütlerin özü sayılmaya değer bir anlam zenginliğine sahiptir. Bu sebeple İmamı Şafi’nin sure hakkında, “Şayet Kur’an’da başka bir şey nâzil olmasaydı, şu pek kısa sûre bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur’an’ın bütün ilimlerini kucaklıyor” dediği nakledilmiştir (35) (Diyanet,2021)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Kuran’ı Kerim tefsirinde; “Dilimizde “asr” mutlak zaman ve özellikle içinde bulunulan zaman ve “karn” (yani seksen veya yüz senelik bir zaman) mânâlarında yaygın olmuştur. Burada tefsirciler başlıca, ikindi namazı, ikindi vakti, dehr ve zaman, özellikle Muhammed Aley- hisselam’ın asrı, yani Resulullah’ın gönderildiği zaman, ahir zaman mânâları üzerinde yürümüşlerdir. Bir Arap şairi de: “Zamanı bir gemi gibi görüyorum, bizimle ölüme doğru/Akıp gidiyor, fakat hareketlerini göremiyoruz” demiştir.
Zaman, böyle varlıkla yokluk arasında iyi ve kötü, nimet ve bela, genişlik ve darlık, sıhhat ve hastalık, zenginlik ve fakirlik, kâr ve zarar gibi zıtları toplayan, türlü şaşılacak şeyleri içermesi itibarıyla önemine binaen ona yemin edilerek onun içinde bulunan insanın zarar veya kazanç açısından durumlarına dikkat çekilmiştir. İnsanın ömrü en kıymetli sermayesidir. Ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. O ömür ise dehirden (zaman) biz cüzdür. Onunla akmaktadır. Hatta insan için zaman ömründen, hatta ömrünün içinde bulunduğu anından ibaret değildir. Kârsız geçen her an, o güzel sermayeden heder edilen bir ziyan, bir hüsrandır. Bununla beraber senelerce kaybedilen bir ömür, içinde bulunduğu son bir lahzada kendisine ebedî cenneti kazandıracak güzel bir iş yapmaya muvaffak olabilirse, geçen bütün kayıpları telafi ederek o zarardan kurtulmuş ve o insan için en şerefli şey ve bütün zaman ve lahzadan ibaret olmuş olur. Bu sayede insan, ömrünün içinde bulunduğu her saniyesini fırsat bilerek, onunla geçirmiş olduğu fırsatları kaza ile telafi etmeye bir dereceye kadar imkân bulur. Çünkü vakit gerek kazanmak, gerek tüketmek, gerek kâr, gerek zarar için kullanılacak iş zamanıdır.
Biz günleri geçiriyoruz diye seviniyoruz,
Halbuki her geçen gün ecelden, ömürden bir eksikliktir.
Bu itibar ile “asr”a yeminde şu mana olur: “O şaşılacak olan asra, zamana iyi dikkat ediniz. Çünkü o geçtikçe insan büyüyorum, çoğalıyorum, yaşıyorum zanniyle sevinir, halbuki o asır devamlı onun ömrünü yemekte, o geçen gece ve gündüz vücudunu kemirmekte ve bu şekilde o, her an zarar içinde kalmaktadır. Ancak iman edip de güzel ameller yapanlar müstesnadır” (Yazır, 2020).
Bir başka tefsirde, bu surede “asr”a yemin edilmesi insanların hüsranda olduğuna ve bu hüsrandan dört özellik taşıyan insanların kurtulacağına dikkat çekmek içindir. Zaman kelime olarak geçmiş zaman ve pek uzun olmayıp her an geçmişe dâhil olan şimdiki zaman için de kullanılır. Zaman çok hızlı geçmektedir. Saatimizin saniyesi zamanın hızlı geçtiğine dair yeterli fikir verebilir. Bir saniyelik sürede ışık 186.000 mil kat eder. Ömür dediğimiz bu süre bize dünyada fırsat olarak verilmiştir. Burada asıl sermayemizin çok hızlı geçen zaman olduğunu anlayabiliriz. İmamı Razi şöyle nakleder: “Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu. Sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin.
Onun bu sözünü duyunca bu söz Asr suresinin anlamıdır dedim. İnsana verilen ömür buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder yanlış yerlere harcarsa insanın hüsranına neden olur (Mevdudi,1988: 222-223).
“Alusi, El-Asr suresi hakkında şöyle der, bu süre kısa olmasına rağmen pek çok bilgiyi ihtiva eder. İmamı Şafi’den rivayet edildiğine göre o demiştir ki; “Bundan başka süre olmasaydı bu süre insanlara yeterdi.” Çünkü o Kur’an’ın bütün bilgilerini içine almıştır. Tebarani Evsat’da Beyhaki Şu’ab’da, Ebu Hu- zeyfe’den ki o sahabidir. Şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Rasullah ashabına iki kişi karşılaştıklarında biri diğerine el-Asr suresini okumadan, sonra da biri diğerine selam vermeden ayrılmazlardı.” Seyyid Kutub da şöyle der: “Üç ayetli bu kısa surede, İslam’ın beşer hayatı için istediği şekilde mükemmel bir program canlandırıyor. İmani düşüncenin işaretlerini en açık ve en ince şekilde, büyük ve kapsamlı hakikatiyle gözler önüne sermektedir. Bu süre kısa birkaç kelime içinde İslam’ın ana ilkelerini bütünüyle ortaya koymakta Müslüman ümmetin iç yapısını vazifesini tek bir ayette-ki bu sürenin üçüncü ayetidir- nitelendirmektedir. İşte bu ancak Allah’ın güç yetirebileceği bir i’cazdır (mucizedir). Bu sürenin tümüyle açıkladığı büyük gerçek şudur; bütün asırlar boyunca uzanan zaman ve sürüp giden insan nesli karşında karlı ve başarıya ulaştıran tek bir nizam ve tek bir yol vardır. O da bu sürenin çizdiği nizam ve işaretlerini belirlediği yoldur. Bunun ötesindeki her şey kayıp ve zarardır. “And olsun asra ki, hiç şüphesiz insan ziyandadır. Ancak iman edip salih amel işleyen kimseler bir de birbirine hakkı tavsiye sabrı tavsiye edenler başka.” Bu yol; iman, salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye yoludur” (Havva, 1992: 361).
İnsanın sermayesi ömrüdür. Ömür ise her gün, her saat, her an her nefes tükenip gitmektedir. Lafız olarak kısa fakat mahiyeti çok geniş olan bu surenin önemi mahiyetindedir. İmamı Şafi bu sureyle ilgili olarak “İnsanların tamamı veya çoğunluğu, bu süreyi düşünme huşunda gaflettedir” demiştir. (Nevevi, 2010: 43).
Mesela günümüzde koronavirüs nedeniyle insanlığın içine düştüğü sıkıntıdan kurtulmak için Asr suresinin hükümlerini teşmil edebiliriz. Şu anda salgın nedeniyle binlerce insan ölüyor, ülkeler şehirler karantinaya alınıyor, insanlık perişan hüsranda bu salgından kurtulmak için ne yapacağız; Hatırlayalım hüsrandan kurtulanlar kimlerdi; iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler. 1.Bu konuda salgından kurtulacağımıza inanacağız. 2. Bu konuda salih amel işlemek; Maske, mesafe, temizlik, karantina tedbirlerine uymak aşı üretmek gibi faaliyetler yapmak. 3. Bu konuda hakkı tavsiye edeceğiz yani maskesizler kurallara uymayanları ikaz edeceğiz. 4. Sabredeceğiz, çevremizdeki insanlara moral vereceğiz. İnşallah bu düsturlara uygun davranarak salgından kurtulacağız.
Mehmed Âkif, Kur’an, iman, irfan ve aksiyon adamıdır. İnandığını söyleyen ve yazan, yazdıklarını yaşayan bir insandır. Çocukluk ve gençlik dönemi Osmanlı’nın en zayıf çalkantılı ve isyan ve savaşların birinin bitip diğerinin başladığı; yokluk, kıtlık, cehaletin yaygın olduğu tam bir hüsran dönemidir. İslam âlemi fitne ateşiyle yanmakta tefrika almış yürümüş, ahali fakir ve savaşlarda perişan bir duruma düşmüş, haksızlık diz boyu, hak yerlerde sürünüyor, ümidini kaybetmiş yeis bataklığındadır. Bu zor şartlarda Kurtuluş Savaşı başlatılmış Mehmed Âkif Ankara’dadır. Yaşadığı zaman dilimi İslam âleminin büyük hüsranın içinde olduğu bir dönemdir. Mehmed Âkif milletin içinde bulunduğu bu olumsuz şartlarda asla umudunu kaybetmez.
İnceleme bölümünde de belirttiğimiz gibi Mehmed Âkif Kur’an şairidir ve Safahat’taki birçok şiiri tefsir mesabesindedir. Safahat’ta iki sure ismi geçmektedir. Biri Mülk suresi diğeri de “Asr” suresidir. Mülk suresinin yalnızca 2. ayetinin başından bir kısmı zikredilirken Asr suresinin bütün ayetleri her gün hatta her sohbette bahsedilmesi okunması gereken, hüsrandan kurtuluşun reçetesi olarak verilmektedir. Mehmed Âkif Safahat 6. Kitap Asım’da; Osmanlı’nın zayıflaması İslam coğrafyasında haksızlık ve zulümlerin artmasına Müslümanların haksızlığa ve zulme uğramasına neden olduğu, hakkın yerlerde süründüğü tespitini yapıyor. Kısacası İslam dünyası Müslümanlar hüsrandadır. Mehmed Âkif hüsrandan çıkış noktası için çareyi Asr suresinde görüyor. Asr suresinde vazedilen düsturları yaşarsak hüsrandan kurtulacağımızı bir daha hüsrana düşmeyeceğimizi belirtiyor.
İlk önce durum tespiti yapılıyor. Asr suresinin ilk ayeti insan hüsranda, Müslümanların durumu ise daha da vahim, sonra bu hüsrandan nasıl kurtuluruz sorusunun cevabı aranıyor. Müteakip ayetler istisnaları belirtiyor; 1. İman edenler, 2. Salih amel işleyenler (iyi işler yapanlar), 3. Hakkı tavsiye edenler, 4. Sabrı tavsiye edenler. İmamı Şafi bu sureyle ilgili olarak. “İnsanların tamamı veya çoğunluğu, bu süreyi düşünme huşunda gaflettedir.” demiştir. Ama Meh- med Âkif’in Asr suresinin önem konusunda insanların tamamı veya çoğunluğu gibi gaflete düşmediğini Asr suresi ayetlerinde belirtilen kurtuluş sırrını idrak ettiği yukarıdaki mısralardan açıkça anlaşılmaktadır.
Mehmed Âkif’in Asr suresinde insanın zaman konusunda hüsranda olduğunu ve verilen hüsrandan kurtuluş reçetesinin;
- Madde: İman Etme, Ümidi Diri Tutma, Yeise Düşmeme
Bu konudaki hassasiyeti Safahat’taki mısralarında görülmektedir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Mehmed Âkif imanından aldığı güçle asla ümidini kaybetmemiş, yeise düşmemiştir. Milletin hüsrandan karanlık günlerden kurtulacağına imanı tamdır, ancak kurtulmak için ümide sarılarak azmi elden bırakmayarak çalışmak, harekete geçmek gereklidir.
Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani, görsemde gözümle:
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”
Davran sana... Eller de senin, baş da şenindir...
Ye’s öyle bataktır ki: Düşer sen boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! (Ersoy, 1979: 209)
İman, ümidi diri tutma, ümitsizlikten yeis bataklığına düşmeme hususunda titizliğini ve gayretini açıkça beyan ediyor.
- Madde: Salih Amel İşleme, Yani İyi ve Güzel İşler Yapma ve Çalışma
Mehmed Âkif bu konuda da çok hassastır. Zamanını asla boş geçirmemiş devamlı bir şekilde çalışma ve faaliyette bulunmuştur. Yolda yürürken bile zamanı değerlendirmiş Nitekim Safahat 4. Kitap Fatih Kürsüsünde “İki Arkadaş Fatih Yolunda” ve “Vâiz Kürsüde” başlıklı iki bölümden meydana gelir. 322 mısralık birinci bölüm, Galata Köprüsü’nde vapurdan inen iki arkadaşın, Fatih Camii’ne kadar olan yol boyunca konuşmalarıdır.
Bekayı hak tanıyan sa’yi bir vazife bilir
Çalış çalış ki, beka, sa’y olursa hakkedilir.
Daima çalışmak! İnsanlar da aynı kanuna tabidir. “İşte çalışkan Garp, yere göğe hükmediyor ve işte tembel Şark miskinlik içinde... Sonunda leşini bir çukura atacaklar... “Ecdad da böyle miydi” diyerek mâzideki büyüklükleri anan şair, milleti bu hâle getiren kötülükleri, “kader” ve “tevekkül”ün yanlış anlaşılmasına ve buna sebep olan cehalete bağlar. “Çalışsın, durmasın her kim ki da’vâsında insandır.”
Safahat 4. Kitap Fatih Kürsüsünde şiirinin mısralarında Kur’an’da tekrarlanan çalış emrine rağmen Müslümanların tembelliklerine hurafe yani dinde olmayan gerekçeler uydurmaları, tevekkül emrini de tembellikmiş gibi yanlış anlayıp tembelliğe devam etmeleri ve sonuçta kendi tembelliklerine dini kılıf uydurmaları Mehmed Âkif’in hayat felsefesine aykırı bu durum karşısında serzenişini açıkça görmekteyiz. “Çalış! dedikçe Şeriat, çalışmadın, durdun/ Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!” demektedir. Necm (53) suresi, 39. ayetinin, “İnsan için kendi sa’yin den (çalışmasın dan, emeğinden) başka bir şey yok” mealinden sonra zamanın ve çalışmanın önemini açıkça ortaya koyarak:
“Mahvolursun bir dakîkan geçse hattâ böyle boş” diyor. Her an her zaman boş durmayarak çalışmayı yaşayarak teşvik ediyor.
Mehmed Âkif neşenin saçıldığı “şimdi cânandır seherden, şâm-ı esmerden” dediği seher vaktini, Safahat’ta insanın dünya ile birlikte uyandığı, yenilendiği bir zaman dilimini çok sever. Sabah ezanını İsrafil Aleyhiselamın sûra üfleyişiyle uyanmasına benzetir. Güne sabah ezanıyla başlayan, zamanını ezanlara göre tanzim eden bir insandır. Hayatında boş zaman diye bir kavramın olmadığını, zamanını devamlı faaliyet ve aktiviteyle dolu dolu yaşadığına dostları ve hayatı bizatihi şahitlik etmiştir.
- Madde: Hakkı Tavsiye
Allah’ın isimlerinden biri olan Hak hususunda da çok titizdir. Hakk’ı tavsiye etmekle kalmayıp hak ikame etme haksızlığı ortadan kaldırma gibi bir görevi üstlenmiştir. “Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak!” derken “Kanayan bir yara gördüm mü, yanar ta ciğerim. Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim. Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim çiğnenirim Hakkı tutar kaldırırım.” diyerek bu konudaki samimiyetini de açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca İstiklâl Marşı’mızda da 2. kıtanın 4. mısrasında ve 10. kıtanın 4. mısrasında, yani İstiklâl Marşı’nın son mısrasında da “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl” diyerek hak konusunda hakkı ayağa kaldırma hakkı olanı alma yolundaki tavsiye gayret ve inancını bu hususta milleti gayrete getirme azmi, milletin istiklâline olan inancını sık sık dile getirmiştir.
- Madde: Sabrı Tavsiye
Mehmed Âkif’te tembellik, atalete ve miskinlik kuru bir tevekkül olarak Allah’a dayanma şeklinde bir bu manada bir sabrı da asla tasvip etmez. “Ce- bânet, meskenet, dünyâda, sığmaz rûh-i İslâm’a” korkaklık ve miskinliği asla İslam’la bağdaştırmaz.
Verip karârı da azm eyledin mi, durmayarak,
Cenabıhakk’a tevekkül edip yol almaya bak.
Mehmed Âkif’in hayatında sabır kavramı bugün aktif sabır dediğimiz ilk önce inanma, karar verme, musibet karşısında mücadele, elinden gelenin en iyisini yapma, üzerine düşen çalışmayı yaptıktan ve gereken gayreti gösterdikten sonra olumlu sonucu beklemek üzere sabretmek. Yani miskinlik, tembellik, kuru tevekkül yatarak değil, durmayarak gayret ederek çalışarak inandığın davada yol almaya baktıktan yani elinden gelen çabayı sarf ettikten sonra geri tevekkül ve sabır. Görüldüğü üzere Mehmed Âkif, Kur’an’ı anlayan ve yaşayan, milletini ülkesini canından çok seven bir daha böyle bir insanın yeryüzüne gelmesinin zor olduğu abide bir şahsiyettir. Kendisi, “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” demiştir. Bu dileğine canı gönülden katılıp bütün kalbimle âmin diyerek, ilave ediyorum; Allah bu millete, şairlerine bir daha “Safahat” gibi bir kitap yazdıracak kadar acı ve hüsran yaşatmasın diyorum. Mehmed Âkif’i anmak tabii ki çok önemli ancak ondan daha önemli olan “Âkif’çe Yaşamak” onun gibi yaşamaya çalışmak, onun hayat tarzını, zamanını ideal bir şekilde nasıl tanzim ettiğini gelecek nesillere doğru bir şekilde ulaştırmak. Bu konuda Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), onun kurucu ve şeref başkanı, Mehmed Âkif Ersoy Araştırma Merkezi Başkanı Sayın D. Mehmet Doğan’ın tüm zorluklara rağmen ısrarla yapmış olduğu özverili çalışmalar her türlü takdire şayandır. Ancak bu tek başına yeterli değildir ve en azından devletin de TYB faaliyetlerine daha aktif katkı sağlama yanında, bu konuda ayrıca daha yaygın kapsamlı faaliyetlerde bulunması elzemdir. Bunun için de bazı tekliflerim vardır.
Günümüzde en büyük problemlerimizin başında gençliğin kendisine örnek alacağı, bize ait yerli ve millî kahramanların azlığıdır. İşte Mehmed Âkif Ersoy tüm hayatıyla tam bir abide şahsiyettir. Teorik ve ütopik değil yaşamış gerçek kahramandır. Mehmed Âkif’in hayatından kesitleri küçükler için çizgi film, büyükler için tanıtım filmleri hazırlanıp mutlaka benimsetilmeli, çocukların ana sınıfından itibaren Mehmed Âkif’i sevmeleri ve örnek almalarının geleceğimiz açısından faydalı olacağı ilgili mercilerce değerlendirilmelidir.
Batı patentli tamamen ticari pazarlamaya yönelik teorik, bizde pratiği pek mümkün olmayan “zaman yönetimi” ve benzeri moda akımlara karşı Mehmed Âkif’in pratik olarak Kur’an’ın emirleri doğrultusunda yaşadığı Müslümanca hayatı bütün detaylarıyla gençlere tanıtılarak geleceğimizin sigortası gençlerimiz, millî değerlerle ve ilimle mücehhez yetiştirilmeleri yönünde gayret gösterilmelidir. Özellikle üniversite gençliği için Mehmed Âkif Ersoy’u anlama ve yaşama kampları düzenlenmeli. Bütün yönleriyle abide bir şahsiyet olan Mehmed Âkif anlatılmalı, gençler yabancı sahte kahramanları değil milletinin gerçek kahramanını tanıması ve onun gibi yaşama yönünde teşvik edilmelidir. Kısacası faaliyetler birer saatlik anma programı değil, bilimsel bütün yönleriyle anlama ve yaşama programı olarak düzenlenmelidir
Kitabımız Kur’an şüphesiz okuyup yaşanması gereken bir kitaptır. İmamı Şafi’nin “İnsanların tamamı veya çoğunluğu, bu sureyi düşünme hususunda gaflettedir.” dediği Asr suresini gerek zamana yemin ederek hüsranda olduğunu belirtmesi ve hüsrandan kurtuluşun reçetesini vermesi dikkate şayandır. Özellikle mesai tanzimi konusunda günümüz insanının en çok sıkıntıya düştüğü çeşitli problemler karşısında çıkış noktası olarak bir reçete olarak ortaya konan Asr suresinin başta Diyanet İşleri Başkanlığımız yetkilileri ve üniver- sitelerimizce daha geniş ve kapsayıcı şekilde sosyolojiden psikolojiye, felsefeden ilahiyata oluşturulacak seçkin bilim heyetinde değerlendirilmesi yararlı olacaktır.
[*] Necm suresi, 39. ayetin meali: İnsan için kendi sa’yinden (çalışmasından, emeğinden) başka bir şey yok. Meskenet: Tembellik uyuşukluk bezginlik haylazlık teseyyüp üşengeçlik.
3. Kitap
“Hakk’ın Sesleri”nde
Yûsuf suresi 87.ayetin meali: “Oğullarım! Gidiniz de Yûsuf’la kardeşini araştırınız, hem sakın Allah’ın inâyetinden ümîdinizi kesmeyiniz zîrâ, kâfirlerden başkası Allah’ın inâyetinden ümîdini kesmez.”
Şeklindeki meali verilerek başlanan şiirde iman, azim ve ümidi görüyoruz. Şair asla ümitsizliğe düşmüyor. Ümitsizliğe düşenlere de tepki gösteriyor. Davranıp harekete geçmeyi açıkça teşvik edip ümitsiz bedbin bir topluluğu ümit vererek gayrete getiremeye çalışıyor.
Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.