Devlet yalanı mı olurmuş diye aklınıza bir soru takılmasın! Devlet memuru gibi devlet yalanı da olur. Fakat devlet yalanı denilen şey maaşa bağlanarak istihdam edilmiş bir çalışan değildir!
Bunu gözden ırak tutmamak lazım. Yoksa karışıklığa sebep olabilir! Bu arada hemen şunu da belirtmeden geçmeyelim: Devlet yalanı mefhumu bize ait bir adlandırma değil, adlandırma Türkiye’nin entel camiasında ciddi bir taraftar kitlesi de olan Fransız felsefeci Derrida’ya ait. Türkçede de yayımlanan “İstanbul Mektubu” olarak bilinen mektubunda kullanıyor bu ifadeyi Derrida. “Devlet her yalan söylediğinde, evrensel aklı ve genel iradeyi değil, sınırlı bir çıkar grubunu temsil ediyor, bir sosyal gruba karşı diğerini savunuyor demektir.” şeklinde bir belirleme de yapıyor Derrida ve devamında “Modern politikada yalan, tarihi yaşamış olanların gözünün içine bakarak tarihi yeniden yazmaktır. Kurgu artık gerçeklikle ilişki kurmuyor, gerçekliğin yerini alıyor. Yeni çareler bulmak, yeni tepkiler geliştirmek zorundayız” tespitini de yapıyor.
Derrida’nın devlet yalanı ifadesi ile Türkçenin Cenaze Töreni’nin ne alakası var diye de bir soru gelmesin aklınıza! Çünkü Derrida devlet yalanı mefhumunu tam da Türkçe ile ilgili olarak kullanıyor! İstanbul Mektubu olarak bilinen Derrida’nın mektubu daha önce 2006 yılında Cogito dergisinde tercüme edilerek yayımlanmıştı. Türkçe hassasiyetimi bilenler bu mektuptan yaptığım alıntılarda yazıma almaya tenezzül bile etmeyeceğim kelimeleri kullandığıma hayret etmesinler! Mektubu Türkçeye tercüme eden bu kelimeleri kullanarak tercüme etmiş ne yazık ki!
Haberdar olanlar D. Mehmet Doğan’ın Eylül ayı içinde Türkçenin Cenaze Töreni ismiyle yeni bir telif kitapla okur karşısına çıktığını hatırlayacaklardır. Bu arada cenaze töreni ifadesini Doğan’a yakıştıramadığımı da ifade etmek zorundayım. Ortadaki cenazenin Türkçe olduğunu söyleyen Doğan’ın tören kelimesine itibar etmeyeceğini sanıyordum, eğer latife yapmıyorsa, kinaye yapmıyorsa! Neyse meselemiz bu değil. İşte Derrida’nın İstanbul Mektubu olarak bilinen mektubu Doğan’ın kitabında tekrar karşıma çıktı. D. Mehmet Doğan Derruda’nın bu mektubundan epey uzun alıntılar yapmış. Türkçenin bir cenaze hâline gelmesinin başlangıç noktası olarak görebileceğimiz elifbadan alfabeye geçişle ilgili Derrida’nın hayretini ifade ettiği bölümlerini neredeyse tümüyle almış kitabına. İyi de yapmış. Çünkü dikkat çekilince bazı ifadelerin ne kadar ağır olduğunu, dışardan bakan birinin aklının havsalasının almadığını bariz biçimde tebarüz ettirdiği cümleleri görmek bazı meseleleri daha sarih görmemizi temin ediyor.
D. Mehmet Doğan’ı bilenler bilir Türkiye Yazarlar Birliği’nin kurucu başkanıdır, şimdi ise şeref başkanı. Türkçeyi kendine dert edinmiş eli kalem tutanlardan biridir. Her baskısında hacmi biraz daha genişleyen Büyük Türkçe Sözlük için 40 yılı aşkın bir süredir çalışması her türlü takdirin üzerinde olmasına rağmen, yarım düzinenin üzerinde lisan anlamında dil ile alakalı kitabın üzerinde imzası var: Batılılaşma İhaneti, Dil Kültür Yabancılaşma, Bir Lügat Bulamadım, Yüzyılın Soykırımı, Devlet Sözlük Yazar mı?, Kelimelerin Seyir Defteri, Söz Okyanusunda Yolculuk. Bu kitaplarına şimdi bir de Türkçenin Cenaze Töreni ilave edildi. Geçtiğimiz Eylül ayında okur karşısına çıkan kitap üç asıl bir de ilave bölümden oluşuyor: Kitabın birinci bölümünün başlığı Osmanlıcanın Türkçesi ismini taşırken, ikinci bölüm Türkçenin Cenaze Töreni: 1. Türk Dil Kurultayı ismini taşıyor. Üçüncü bölüm ise Türkçe Bitti: Dilimiz Türksel başlığıyla okur karşısında. İlave bölümde ise 1. Türk Dil Kurultayı hakkında gazetelerde yer alan haberlerden oluşuyor. Doğan, aktardığı haberlerde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan haberleri tercih etmiş. İyi de yapmış. Toplam 60 sayfa tutuyor bu haberler. Haberlerde Oktay Rıfat’ın babası Samih Rıfat’ın Hüseyin Cahit Yalçın’ı nasıl tehdit ettiğini de okuyorsunuz, Hasan Âli Yücel’in, Eğitim Bakanı Reşit Galip’in Köprülüzade Fuat’ın da Yalçın’a had bildirmesini de okuyorsunuz. Hüseyin Cahit Yalçın’ın tehdit edilmesinin sebebi ise malum: Lisan zorlamayla değiştirilmez, kendi tabii seyri içinde değişir görüşünü Kurultayda dile getirmesi. Söz konusu tehdit ve had bildirmelerin yukarıdan verilen bir talimatla yapıldığı iddia edilir, ama Cumhuriyet gazetesinin haberlerinde bu talimata işaret ya yoktu ya da ben atladım, görmedim!
“Dil kaybı kimlik kaybıdır, değer kaybıdır; insanlık kaybıdır” temel yaklaşımına sahip olarak tanıyoruz Doğan’ı. Dile hâkim olan mülke de hâkim olur diyelim kestirmeden. Doğan kitabın önsözünde “20. yüzyılda alfabe değiştirmekten başlıyarak dilin istikrarsız bir alan haline getirilmesi, siyaset konusu yapılarak ‘devrim’e zorlanmasının sonuçlarını şimdi daha şiddetli şekilde hissediyoruz. Türkçe üzerindeki tereddütlerimiz, değişken uygulamalarımız bugünkü ağır hasarı meydana getirmiştir. Türkçe, 21. yüzyılın başında 20. yüzyılın başında sahip olduğu özgüvene sahip değildir. Kaybedileni azımsamamak lâzımdır. Dil daralmıştır, fakirleşmiştir; daralma, fakirleşme yabancı dillerden takviye alınmasını olağanlaştırmakta, bazen zarurileştirmektedir. Dile dayalı sanatlar da aynı durumla karşı karşıyadır. İçinde bulunduğu durum, dilimizin kaidelerine uyma konusundaki hassasiyeti de zayıflatmıştır” (D. Mehmet Doğan’ın yazma tarzını koruduk) tespitini yaparak cumhuriyet iradesinin 3 adım attığını ve bu adımlardan üçüncüsünün dil farkını ortadan kaldırmak olduğuna dikkat çekiyor. İkinci adım olan ırkî farklılığı ortadan kaldırma ile birinci adım olan dinî farklılığı ortadan kaldırma adımlarının hepsinin birden yeni bir ulus inşa etme ameliyesi olduğuna özellikle vurgu yapılsaydı diye temenni etmekten kendimi alamadım açıkçası. Cumhuriyet iradesinin yaptığı en önemli iş budur çünkü: Yeni bir ulus inşa etme. Yeni ulus inşa edilemediği, bu topraklarda yaşayanlar milleti unutmadığı, ama millet olmanın hafızasına da erişemediği, eriştiğinde ise bu hafızayı oluşturan eserleri okuyamadığı için neredeyse ucube bir varlık diyebileceğimiz bir yapıya dönüştüğünü de hatırda tutmakta fayda var. Yoksa bu kadar fakirleşmez, hasar bu kadar ağır olmazdı. Mesela tırnak içinde “İslâmcı” bir büyük, çooook büyük ve çooook zengin bir yayınevi bir dizisinin ismini Ex Libris koymaya cesaret edemezdi (siz bunu tenezzül etmezdi olarak okuyun lütfen), bu dizide yayımladığı kitaplarda “yararsal, dengelemlerinde, doğuşsal, tanrıbilimsel, aşkınsal” gibi kelimeler kullanamazdı!
Türkçenin Cenaze Töreni kitabının her bölümü için sayfalarca yazılabilir, ilave bölümü için ise muhalled bir makale kaleme alınabilir. Bu ise bir kitap tanıtım yazısının sınırları ile yapılması mümkün olmayan bir iş. Onun için biz yazının başlığına aldığımız devlet yalanı ve bu mefhumu alfabe değişimi karşısında içine düştüğü hayreti dile getiren Derrida’nın İstanbul Mektubu’ndan bazı alıntılar yaparak Doğan’ın kitabının neye tekabül ettiğini belirtmekle yetinelim. Cebir ile yapılan harf değişimi üzerine Derrida mektubunda muhatabına “Bizde böyle bir şey olduğunu düşün: Cumhurbaşkanı, yarından itibaren yeni bir yazı sistemi kullanmamız gerektiğine karar versin. Üstelik dili değiştirmeksizin!” cümlesini kuruyor ve bunu haf darbesi olarak adlandırıyor. “Türklerin, hatta onu kült haline getirenlerin bile, onu sevdiğinden çok emin değilim. Yazıyla ilgili bu hikâye yüzünden ondan hâlâ nefret etmiyorlar mı (görebildiğim en derin yara bu, öyle ya da böyle herkesin kaderine mühürlenmiş bir kötülük figürü)” cümlesini kuruyor hayretle. Nefret edilmemesini şaşırtıcı bulan Derrida kendi kanaatini ise şöyle bir cümleyle dile getiriyor: “kanımca, Türkler ona saygı duyarken, onu anıp yaşatırken bir yandan da ona beddua ediyorlar. Üstelik sadece Müslümanlar da değil!” Mektup Türkçeye 2006 yılında tercüme edilmiş olsa da 28 Şubat sürecinin bir heyula gibi Türkiye’nin üzerine çöktüğü Mayıs 1997’de yazılmış. Derrida hem Boğaziçi Üniversitesi’nde hem de de Fransız Kültür Merkezi’nde konuşma da yapıyor üstelik. Devlet yalanı ifadesini de zaten bu konuşmalarında kullanıyor. Hayretinin dozunu biraz daha artırarak Derrida şunları da söylüyor: “Bu yüzden, Türkiye’de bir harf katliamı olduğunu tahayyül ettiğim, geri dönüşü olmayan bir yolculuk olduğunu düşündüğüm şeyi üstlenmeye ve yanıma almaya, sanki içimdeymiş gibi onu kavramaya ve yeniden yaşamaya çalışıyorum. Her zaman olduğu gibi burada da ‘halk’la ve de bu harf değişikliğinin ruh göçünü önceden tasarlamış olan, böyle bir kararı verebilen ve uygulamayı başaran ‘birey’le özdeşleşmeye çalışıyorum. Her an onları düşünüyorum, ama sanki bir rüya görüyormuşum gibi.” Ve bir alıntı daha:
“Bu işin yüzlerce cilt ve yeni bir dilin icadını kesinlikle gerektirmesi karşısında ezilmekteyim. O halde, düpedüz sapkınlıktan, câhil önyargılarımı doğrulamak için kendimi sadece bir açıklamayla, politik bir ‘metonomi’yle sınırlandıracağım: (…) Modern kültüre geçiş bahanesiyle insanlar, bir günde, yüzyılların hafızasını okuyamaz, hâle geldiler, cahil kılındılar. İşte bu, kişinin ülkesini kim bilir hangi serüven arayışına terk etmesinin korkunç yolu, bunu yapmanın en canavarca ama belki de tek yolu, bellek yitimidir! (…) Üstelik kırbaç zoruyla ve çağın diktatörlüğü altında, keyfi gibi görünen bir disiplinin baskısı altında, yine de yaptıkları için dünyadaki en iyi gerekçeleri her zaman sıralayabilen bir baskı altında. Bir şeyin olması için, dönüşü olmayan bir çıkışın (sortie) gerçekleşmesi için zorunlu ve kötücül bir koşul, bir makineleşme değil mi bu? Kim bilir?” Ve son bir alıntı: “Tarih mutlak yalana dönüşmüştür… Yalanın bu mutlaklığı, olguların modern kitlesel propaganda teknikleriyle tahrif edilmesinden kaynaklanır.”
Türkçenin Cenaze Töreni kitabını sadece Derrida ve 1. Türk Dil Kurultayı ile ilgili 60 sayfalık haberler için bile okuyabilir, tetkik edebilirsiniz. D. Mehmet Doğan Türkçeyle alakalı büyük bir hizmetin altına imzasını atmış. Kitap Yazar Yayınları tarafından okur karşısına çıkarılmış bir eser.
Peki Derrida’nın Boğaziçi Üniversitesi ve Fransız Kültür Merkezi’nde yaptığı konuşmalara olumlu olumsuz tepkiler olmuş mu diye aklınıza bir soru gelebilir. Gelmesin efendim! Hiçbir tepki yok. Ne 28 Şubat’ın bizim üzerimize bir heyula gibi çökmesinin zemin taşlarını döşeyen kişiler savunma maksatlı da olsa bir tepki göstermemişler. Bir çırpıda iki parmaklarından daha fazla ismi sayabileceğiniz müfrit öz Türkçeciler bile ne harf katliamı adlandırmasına ne tarih mutlak yalana dönüşmüştür ifadelerine tepki göstermemişler. Harf darbesinin ve öz Türkçeciliğin hep karşısında olmuş yine tırnak içinde “İslâmcılar” da bu konuşmaları görmezden gelmişler. Belki de haberdar bile olmadılar. Fakat artık D. Mehmet Doğan tarafından haberdar edildiniz. Hafıza kaybına mı sahip çıkacaksınız, yoksa buradan hareketle bir şeyler geliştirebilecek misiniz, göreceğiz.
Edebiyat Ortamı 77. Sayı