• İstanbul 10 °C
  • Ankara 6 °C
  • İzmir 15 °C
  • Konya 8 °C
  • Sakarya 10 °C
  • Şanlıurfa 13 °C
  • Trabzon 10 °C
  • Gaziantep 14 °C
  • Bolu 3 °C
  • Bursa 10 °C

D. Mehmet Doğan: Ahmed Yesevî’yi görmek isterken Timur’la karşılaşmak

D. Mehmet Doğan: Ahmed Yesevî’yi görmek isterken Timur’la karşılaşmak
Ahmed Yesevî, yüzyıllar içinde unutulmuşken 20. asırda zihnimize güçlü şekilde döndü. Geçen zaman içinde onun, daha doğrusu bağlılarının, Türkiye’nin ve Balkanların müslümanlaşmasındaki rolü hafızamızdan silinmeye yüz tutmuştu.

 

20. yüzyılda zihnimiz bir kimlik tazelemesi sayılabilecek keşiflerle tazelendi. Orhun Yazıtları 19.yüzyılın sonunda keşfedildi, daha doğrusu, 7. asırda bozkırlara dikilmiş olan bu taşların türkçe konuştuğu o zaman anlaşıldı. Bu muazzam keşif, yazılı kültürümüzün geçmişini 7. yüzyıla kadar götürdü. 1910’da Divan-ı Lügati’t-Türk İstanbul’da, sahaflarda bir kitapçıda ortaya çıkıverdi. Bütün Türk topluluklarının tarihi, edebiyatı, kültürü ile ilgili bilgiler ihtiva eden bu eser ikinci aydınlatıcı dalgayı oluşturdu. Dedem Korkudun Kitabı’nın zihnimize dönüşü de 20. yüzyılın başlarındadır. Bu muazzam eser binlerce yıllık oğuzname birikiminin Anadolu sahasında kayda geçirilmiş önemli bir bölümü idi.

“Pîr-i Türkistan” Hoca Ahmed Yesevî’nin geniş Türkistan sahasında tesiri devam ediyor, türbesi ziyaretçisiz kalmıyor, hikmetleri vecdle söyleniyordu. Batı Türkleri ise onu neredeyse unutmuşlardı. Rivayete göre Yahya Kemal’in Ahmed Yesevî’yi işareti, Köprülüzade Fuad’ın Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar kitabını yazmasına yol açtı. Böylece beş bin kilometre ötedeki Ahmed Yesevî bütün efsaneviliği ile zihnimize döndü. Köprülü’nün 1919’da yayınlanan kitabında Yunus Emre de ilahileri halkın ezberinde bir tekke şairi olmanın ötesine geçti ve entelektüel hayatımıza mal oldu. Bu zihni dönüşümde, islâmî Türk edebiyatının ilk büyük zuhuru Kutadgu Bilig’in hayli geç sayılabilecek bir zamanda zihnimize mâl olması dikkat çekicidir. Onun tıpkıbasımı 1940’ların başında, ilk yayını ise sonundadır.

İslamî türk edebiyatına başlangıç için Kutadgu Bilig mi esas alınmalı, ondan yaklaşık bir asır sonra ortaya çıkan Divan-ı Hikmet mi? Zamansırası dikkate alınırsa, Kutadgu Bilig ve onun nâzımı Yusuf Has Hacib önce; farklı tesirleri dikkate alınırsa, yani en azından Türkistan halkı arasında yaygınlaşıp sürekli okunmasından ötürü Divan-ı Hikmet önemli, diğer önemli tarafı da Yesevî’nin açtığı yolla, tarikle meydana getirdiği güçlü tesirdir. Bu sebeple Yesevî öncelikli bir yaklaşım tasvib edilebilir.

Yesevilik Türkistan’dan Horasan’a, İran’a, Azerbaycan’a yayıldı, Anadolu’ya ulaştı ve Balkanların Türkleşmesinde/ müslümanlaşmasında önemli rol oynadı. Devlet-millet kaynaşmasında Yeseviliğin veya ondan kaynaklanan akımların oynadığı rol de önemsenmelidir. Balasagunlu Yusuf’u unutmadan Yesevî’ye öncelik vermek belki bu yüzden yerinde olabilir.

Türkistan Türkistan...

Biz Türkistan yolcuları şair ve yazarlar, bu efsanevî atamızın yaşadığı toprakları görmek emeliyle o meşakkatli yollarda idik. Elbette onun türbesini, yer altına girdikten sonra ibadet ve zikirle meşgul olduğu çilehanesini görmek arzusu hissiyatımızı kamçılıyor ve ruhumuzu heyecana sevkediyordu. Şahsen türbe ve çilehaneyi ilk görüşümüz 1992’nin üzerinden 25 yıl geçmişti, son olarak 20 yıl öncesinde ziyaret etmiştik.

O günden bugüne neler değişmişti?

Bunu az çok biliyorduk. 1930’larda konulan adıyla Türkistan, toz toprak içinde küçük bir istasyon veya kasaba olmaktan çıkmış, nüfusu 150 bine ulaşmış, Türkiye eliyle yapılan bazı kalıcı eserler görünür olmuştu. Bunların başında elbette Ahmed Yesevî Üniversitesi gelir. Kazakların kurupda sürdürmekte güçlük çektikleri Üniversite, Türkiye’nin ciddi destekleriyle şehrin hayatında önemli bir yer tutar hale gelmişti. Türkiye 1400’lerde inşa edilen ve haraba yüz tutmuş bulunan Ahmed Yesevî Külliyesi’ni hiç bir fedakârlıktan kaçınmayarak uzun bir süreç içinde onarmış, daha açığı ayağa kaldırmıştı. Türkiye’nin önemli görünürlüklerinden biri, Yesevî külliyesine fazla uzak olmayan bir yerde yapılan ve 2015’te açılan iki minareli camiidir. Bu camide Türk mimarî üslubu ile Yesevî külliyesinin bazı mimarî unsurlarının birleştirilmek istendiği görülebiliyor. En görünürü dilimli kubbesi. İki minareli camiye bu topraklarda pek rastlanmaz. Medreseler camilerden daha muhteşem ve minarelidir.

*

Türkiye camiinde cuma namazı...Gençler akın akın geliyor. Ahmed Yesevi Camii Cami ağzına kadar dolu, avluda soğuğa rağmen saf tutanlar var. Saflar sımsıkı ve cumanın farzından sonra ayağa kalkıp çıkmaya yeltenen olmuyor...

Önce Emir Timur, sonra Ahmet Yesevî

Yesevî’nin türbesini ziyaret heyecanı ile külliyeye varıldığında Hoca Ahmed’den önce Emir Timur’la karşılaşmak kaçınılmaz...

Ahmed Yesevî’nin bir tasavvuf erbabına yakışır mütevazı bir türbesi varmış. Gönül sultanları ihtişamdan uzak durur. Ahşap kaşık yontup maişetini temin eden bir ulu zat, ölmeden önce ölmeyi başaran bir gönül ehli belki kabir bile istemez. Fakat ondan sonrakiler onun izini belli kılacak bir türbe yapmaktan geri kalmazlar. Nitekim öyle olmuştur! Ta ki, Timur’un 1396’da buraya büyük bir külliye yapılmasını emretmesine kadar...

Timur, Orta Asya’nın en imarcı hükümdarı. Nisbetleri büyük, hatta abartılı mimarî eserler yaptırıyor, onun için mimarî bir iktidar aracı; bu mimarî dekoratif, süscü bir mimarî, gösteriş ve ihtişam esaslı bir mimarî. Sizi çok uzaklardan karşılıyor ve tesiri altına alıyor. Geniş ve yeknesak bozkırlarda mesafeleri tayin edici tabiî unsurlar bulmak zor. Bu tarz bir mimarî eser, otuz-otuz beş kilometre mesafeden çinilerinin parıltısıyla görünmeye başlıyor. Binlerce kilometrelik yolları kateden kervanlar böyle eserler gördüklerinde yer tayininde güçlük çekmiyorlar ve ulaşacakları menzilde aynı zamanda büyük bir şahsiyetin sırlandığını biliyorlar.

Yesevî külliyesinde Hoca Ahmed’in türbesi geniş yer işgal etmiyor. Tekke meydanı, cemaathane veya büyük tunç kazandan ötürü kazanlık en geniş alan. Mescid, ak saray, kütüphane gibi bölümler var. Binanın cesametini şöyle ölçebiliriz. Anadolu’da bu cesamette tarihi yapı, İlhanlı dönemi eseri Sivas’ta Çifte Minareli medresedir (Cüveynî darülhadisi), ki Cezmi Tuncer’e göre Yesevî külliyesinden 9 m2 kadar küçüktür. Abdullah Han tarafından yaptırılan ve yarım kalan taç kapı 37 buçuk metre yüksekliğindedir. Orta salon kubbesinin yüksekliği de bu ölçüdedir. Yesevi külliyesi Orta Asyanın en büyük ve yüksek kubbeli yapısına sahiptir. Cemaathanenin kubbesinin iç çapı 18.20 metre, dış çapı 20.50 metredir.

Bu abartılı ölçüler, eserin görünürlüğünü artırmakta, ihtişamını çoğaltmaktadır. Cemaathane kubbesi dışarıdan 37.50 m. yüksekliğe ulaşmaktadır. Kubbenin sırlı tuğlayla kaplanması da ihtişamını katlamaktadır.

İhtişamdan kaçınan, akliliği ve fonksiyonelliği esas alan Osmanlı mimarisi daha büyük çaplı kubbeler inşa etmiştir. Yesevî külliyesinden 40 yıl sonra inşa edilen Edirne Üç Şerefeli Camii’nin merkezi kubbesi 24 metre çapındadır. Fatih Camii’nin depremde yıkılmadan önceki ilk halinde kubbenin 26 m. olduğu kaydedilmektedir. Yüz elli yıl sonra İstanbul’da Süleymaniye Camiini inşaa edilmiştir ki, merkezi kubbesi 53 metre yüksekliktedir. Bu kubbenin çapının 27.5 metre olduğunu da hatırlatalım. Edirne Selimiye Camiinde, kubbe çapı büyümüş, 31.30 metreye ulaşmış, fakat yükseklik 43.28 metreye inmiştir.

Timur’un Yesevî Külliyesini, Batıda Altın Ordu Devleti’ni yenip Cengiz Han soyundan gelen bir hanım ile evlenerek damat (küregen) unvanını alması üzerine şükran eseri olarak yaptırdığı söylenmektedir. Buna rağmen, külliyenin tamamlanamadığı da bilinmektedir. (Burada Hazret-i Pir’in Timur’un Anadolu seferinden hoşnutsuzluğundan ötürü külliyenin yarım kaldığını ifade eden bir menkıbesinin yeridir!)

Sovyet döneminde, halkın çok değer verdiği büyük tunç kazan Ermitaj müzesine götürülmüş, bina bir ara Ateizm Müzesi yapılmış. Kazan 1980’lerin sonunda iade edilmiş, Kazakistan müstakil olduktan sonra, külliye müze gibi halka açılmış.

Bu ziyaretimizde gördük ki, artık yapı içinde fotoğraf çektirilmiyor. Kazakistan yönetimi külliyenin salonlarını propaganda panoları ile doldurmuş. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbay’ın her boyda ve tarzda resimleri mekânın aslî hüviyeti ile ne kadar bağdaşır? Nursultan Nazarbay’ın dinî bir mekânda böyle bir reklama ihtiyacı var mıdır?

Doğrusu cevabı müşkil sorular!

Bir soru da şu: Nursultan Nazarbay bu yapıda reklam amaçlı çok sayıda resminin olduğundan haberdar mıdır? 

Bu haber toplam 2841 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim