Artık yüz yıl öncenin tarihi doğru dürüst bilinmiyor, bilmeye de ihtiyaç yok; bilinmeyenler üzerinden bir hamaset köpürtüp bugün hisse çıkarılıyor. 30 Ağustos’un şanına lâyık kutlanmadığı, devlet erkânının törenlere katılmadığı iddia edilerek bugünkü yönetim muaheze ediliyor.
Peki, geçmişte Zafer Bayramı nasıl kutlanıyordu? Devlet erkânı bu törenlere ne ölçüde katılıyordu?
Yıl 1932, 90 yıl önce, yani büyük zaferin 10. Yıldönümü…
Harp sahasındaki kutlamalara tahsisat yokluğundan tiren tahsis edilemediğinden ülkenin çeşitli yerlerinden daha önceki yıllarda sağlanan katılım mümkün olmuyor.
İstanbul ve Ankara’da törenler yapılıyor. Peki bu törenlere devlet büyüklerinden kim katılıyor?
Başvekil İsmet Paşa İstanbul’da, Heybeliada’daki evinde istirahat etmektedir. Cumhurbaşkanı Yalova’dadır. Onu ziyarete gidiyor. Dahiliye ve Hariciye vekilleri de Yalova’nın yolunu tutmuştur. Yani törenlere katılmak yerine Cumhurbaşkanını ziyaret tercih edilmiştir. İstanbul’daki törenlerde bir tek milletvekili bulunmuştur.
Devlet erkânı İstanbul’da ve Yalova’da olduğuna göre, Ankara’daki törene de üst kademeden bir katılma yoktur!
Peki neden?
Çünkü 1930’da Anadolu’da Yunan harekatının esas mes’ulü Venizelos Ankara’ya gelmiş ve bizzat Cumhurbaşkanı tarafından hararetle karşılanmıştır. Binlerce askerimizin şehadetine yol açan, binlercesinin gazi olmasına sebep olan ve yine binlerce sivilinin canına mal olan bir düşman hem de daha yaralar tazeyken, nasıl oluyor da hiçbir şey olmamış gibi karşılanıyor? Halk en hafif tabiriyle büyük bir şaşkınlık içinde. Âfet hanımın anlattığına göre, Venizelos’la Gazi (o zaman Atatürk değildi, Sakarya savaşından sonra Meclis’in ona verdiği bu şerefli ünvanla anılıyordu) Ankara Palas’ın önündeler. Kalabalıktan ses çıkmıyor. Gazi topluluğu alkış işareti yapıyor, ancak o zaman kalabalık gönülsüzce alkışlıyor!
Yunan düşman olmaktan çıkınca, kutlamalar da tavsıyor. Devlet büyükleri törenlere iştirak etmiyor!
Zafer bayramı nasıl kutlanmalı?
30 Ağustos askerî bir zafer. Kutlamasının da ona göre olması tabiidir. Türkiye’de bayramlar konusundaki kargaşa hâlâ giderilemedi. Bir ülkenin tek “millî gün”ü olur. Esasında bu Cumhuriyet Bayramı olarak kabul edilmiştir. Diğerleri, çeşitli, daha çok da ideolojik, sebeplerle kutlanan günlerdir. Bir kısmı Zafer Bayramı gibi Cumhuriyet öncesinde kutlanmaya başlanan, bir kısmı da 19 Mayıs gibi, sonradan icad edilen (1938) günlerdir.
Bayramlar konusunda bu kargaşa elbette bir gün sona erecek. Eğer “devlet” sözkonusu ise, millî gün Cumhuriyetin ilânı mı olmalıdır? Eğer devlette devamlılıktan söz ediliyorsa, Osmanlı, Selçuklu kökleri kabul ediliyorsa, ki şimdi kabul edildiği ortada, daha eski bir tarihten başlamak düşünülebilir.
Selçuklu Devleti’nin kuruluşu Dandanakan zaferine bağlanır. Eğer öyle ise, 24 Mayıs 1040’ın yıldönümü millî gün olabilir. “Efendim, Dandanakan şimdi Türkmenistan sınırları içinde. Büyük Selçuklular da İran merkezli bir devlet” denilebilir. O zaman Malazgirt zaferinin yıl dönümü, yani 26 Ağustos bir başlangıç olabilir. Belki de en doğrusu, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu esas almaktır.
Eğer rejim değişikliklerini esas alırsak, İttihatcılar başarılı olabilselerdi, milat olarak 2. Meşrutiyet’i kabul edecek ve kutlamaları ona göre tanzim edeceklerdi. 2. Meşrutiyet, yani 24 Temmuz Cumhuriyet’ten sonra da 1930’lara kadar kutlanmıştır. Meşrutiyet bir rejim değişikliği idi, Cumhuriyet de. Cumhuriyet’ten sonra tek fark, Osmanlı hanedanının yönetimden uzaklaştırılmasıdır. Türkiye, tarihen Cumhuriyet’in ilanından önce neyse, sonra da o dur!
30 Ağustos bir askerî zaferin hatırası. Bu zafer Anadolu’da Türk-Yunan savaşını bitirdi. Yunan ordusunun boyundan büyük Anadolu macerası 30 Ağustosta mutlak hezimetle nihayetlendi. Bu beklenen bir sondu: Yunanlılar bir İngiliz oyununa kurban edilmişlerdi!
Bugünlerde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” emri tartışılıyor. Bu emri bugünün bilgileriyle düşünürsek, çok anlamlı bulmayabiliriz. Çünkü Yunanlıların kovalanınca gidecekleri deniz, bugünkü anlayışla Akdeniz değildir. Peki, neden M. Kemal Paşa “Ordular ilk hedefiniz Ege’dir” demedi?
Şimdi “Ege Denizi” denilen denize, “Adalar Denizi” veya “Akdeniz Adaları Deniz’i” derdik! Muhtemelen Kemal Paşa lâfı uzatmamak için “Akdeniz” deyip kesip attı. Bu durumda da şunu sormalı değil miyiz: İlk hedef buysa, sonraki ne?
Ordumuzun sonraki hedefi Trakya ve İstanbul olmalıydı. Çünkü işgal altında bulunan yerler oralardı. Ordumuz Çanakkale’de Boğazı kontrol eden İngilizler askerleriyle karşı karşıya kaldı. Bunun bir krize yol açacağı görüldü, askere çatışmama emri verildi, daha öteye gidilmedi.
Ülkemizin en büyük ve mühim şehri işgal altındayken Lozan’da masaya oturtulduk!
Neyse, bahsimize dönelim: 30 Ağustos kutlanmaya devam edilecekse, bunun askerî bir kutlama olması, askerî varlığımızı görünürleştiren törenler yapılması doğru olacaktır. Bu bayram ve diğer bayramlar konusunda asıl vazgeçilmesi gereken, devlet erkânının cümbür cemaat Anıtkabir ziyaretine koşması ve oradaki deftere Atatürk’e hitaben mesajlar yazmasıdır.
Bu kutlamalarda ilk vazgeçilmesi gereken husus budur! Atatürk olsa idi, böyle bir kutlamaya ilk o itiraz ederdi! Kabir ziyaretlerini men etmiş, türbeleri (dönemlerinin anıtmezarlarını) kapatmış bir tarihî şahsiyetin kabrinin ziyaret edilerek anılması, yatırlarda dilekte bulunur gibi, kabir defterine mesajlar yazılması kabul edilebilir değildir.
Bakalım bu sakil uygulamadan ne zaman vaz geçilecek?
30.08.2022
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.