**********
70’lerin sonlarına doğru, Beşikdüzü’nde yatılı öğrenciyken, Refahiye’de yaşayan ailem ağabeyimin yüksek tahsili için İstanbul’a taşınmıştı. Okulun zengin kütüphanesi aile ortamını hissettirdiği için de boş zamanlarımın büyük kısmını orada geçirirdim. Elinde hep kitapla dolaşan öğrencilerden biriydim. Milliyetçi Cephe Hükümetleri dönemiydi, siyasal kamplaşma zirvedeydi okulda. Belki de o ikiye bölünmüşlük içinde konuşulamaz hale gelen meseleler, kitapların açtığı ufka sığınmaya sevk ediyordu beni. Bir gün, severek okuduğum, bana dünyayı ve insanları tanımak için kapılar ve pencereler açan yazarların dünyasına ucundan kıyısından katılabilir miydim acaba… Kendimce denemeler, şiirler, tiyatro metinleri yazıyordum. Edebi kamu tanımına yabancı olsam da arayışım ona yönelikti.
Edebi kamuya dâhil olmanın yolunun masa başı çalışmalarından geçtiğini hem kitaplar öğretti bana hem de tanıma şansına sahip olduğum iyi yazarlar. İlk öyküleri Dergâh’ta yayımlanan Son Büyülü Günler 1993’te TYB tarafından Yılın Öykü Kitabı seçildiğinde, İran’da, Tahran yakınlarında dağ eteğinde bir kasabada yaşıyordum. Evimde telefon yoktu. Bir ödül memleketinden uzakta genç bir yazara boşluğa yazmadığını gösterip ona istikameti konusunda cesaret kazandırabilir. Gerçi ödüller sıklıkla kulislerle, çevrelerle ilişkilendirilir. Çocuklarının bakımı ve ev işleri dışında kalan vaktinin çoğunu gelecekte erişeceği iyi metinlerin arayışı içinde masa başında geçiren bir okurdum ben.
Aslında daha öncesi de var. TYB Yıllığı için 1990 yılı mimarlık gündemini değerlendirmiştim uzun bir yazıyla. Bunun da öncesine gidersek D. Mehmet Doğan’ın Tarih ve Toplum, Batılılaşma İhaneti gibi kütüphanemde yer alan çeşitli kitapları ve elbette sözlükleri geliyor aklıma... Doğan’ın adı, kurucularından olduğu TYB ile özdeşleşmiştir neredeyse.
Geçen yıllar içinde TYB’den, birçok değerli etkinlik için davetler aldım. 2012 Ekim ayında Konya’da düzenlenen Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nde Gri Kapaklı Yeşil Sayfalı Bir Kitap başlığıyla Tahran’ı anlatmıştım. Koronavirüs salgını döneminde TYB’nin Artuklu Üniversitesiyle birlikte Çok Dilli Çok Kültürlü Şehirler alt başlığıyla düzenlediği 5. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nde de Sanatın Dile Dönüşmesi: Deido’nun Canavarı başlıklı bir sunumla katıldım.
Ankara’ya sık gittiğim söylenemez, ancak gidersem de TYB merkezi uğramadan geçmediğim ilk adreslerden biridir. Ankara TYB’nin Kızılcahamam ve Yalova’da düzenlenen yazarlık okullarında yazar arkadaşlarımla birlikte gençlerle bir araya geldik. Son olarak kıymetli arkadaşım Necip Tosun Ankara TYB’de Kırklar Meclisi programında kuşatıcı sorularıyla ağırlamıştı beni. Salgın karantinalarından hemen önce, Urfa’da TYB Urfa Şubesi’nden yazar dostların Balıklıgöl’e yakın merkezlerinde konuşma fırsatı bulmuştum. Yazarlık okullarından gençlerden kimisiyle irtibatımız sürdü. İçlerinden öykü yazmayı sürdürenlerle karşılaştığım oluyor. İstanbul TYB’de de, davet eden arkadaşlar eksik olmasınlar, birçok defa gündemimdeki çeşitli konuları açma fırsatı buldum.
Uzun bir tarih, hüzünler de barındırıyor içinde. Ferhat Koç’la 1987’de Ankara’da tanışmıştım. Milli Gazete’nin temsilcisiydi. 2020’de Hakk’ın rahmetine kavuştu Koç. Yarım asra yakın bir zaman dilimi, tanıdığınız birçok simanın yıllar akıp giderken yabancılaştığı çok fazla olay ve dönemeç barındırır. Ferhat Koç tanıştığım yıllarda sahip olduğu değerleri koruyan bir gazeteciydi.
Yazmayı öncelikle bir söyleşi yolu olarak gördüm. Vehimler ve çeşitli korkulara karşı sözün itibarı yücelip yayılsın, ‘’sesi duyulmayanlar’’ varlıklarını tekinsiz temsillere terk edecek yerde kelimelerine sahip çıksınlar. Ne siyaset, ne de teknoloji; bir toplumu öncelikle paylaşılan veya göz ardı edilen acı ve mutlulukların, utanç ve yoksunlukların etkileyici bir dille işlenme yöntemleri olan sanata ve edebiyata verilen önem belirler. İnanarak yazdığım bu cümle aynı zamanda sorular getiriyor yanı sıra. Teknolojik devrimlere özgü bir değişim döneminde bizler, yazarlar, yazar birlikleri, bu zorlu geçişi büyük bir hasar yaşamadan aşma başarısını gösterecek şekilde “Neyi öncelemeli, nasıl yapmalı?” sorusuna cevap aramayı başarabiliyor muyuz? Gençlerin ve çocukların beğenisine ulaşmanın sayısız kanalını oluşturmuş kültür endüstrilerinin göz kamaştırmaya yönelik proje ve kurguları karşısında kendine has olanı, ‘’gözün içinden görme’’ (W. Blake) yeteneğini geliştiren, yani bir tür feraset kazanımına yol açan kaynak ve araçları arayıp bulma ve paylaşma yönünde gerekli çabayı gösterdiğimiz söylenebilir mi?
Edebiyat bana göre hiçbir şeye ait değilmiş gibi gösterilen bir söz, bir olay, bir haberin sonrasını araştırmanın en etkili yolu, yordamıdır. Kelimelerimizle çağıramıyorsak habersizliğe terk edilenleri, sözümüzle ulaşamıyorsak düşkünlere, acı çekenlere umut olamıyorsak, ciltlerle yazmanın hakkını verdiğimiz nasıl söylenebilir? Önyargılardan uzak duru bir bakış edinmek için ne çok dinlemek, okumak ve tanı/ş/mak gerekiyor…
Müslüman olarak tabii, samimi ve neşeli olmanın yollarını iyi bildiğimizi düşünürüz. Oysa ‘’selam’’ giderek kayboluyor hayatımızda. Komşular asansör önünde birbirine selam vermekten uzak duruyor. Tanımaktan kaçınmak, başka bütün sebeplerin yanı sıra sorumluluk alma korkusundan da besleniyor. Birçok düşünür, paket arzular ve yetersizlik hissi arasında sıkıştırılmış kitlelerin içinde bulunduğu durumu, dünyanın itelendiği ve içine sıkıştırıldığı bir dermansızlık, bir keder hâli ve özlü olarak de ‘’depresyon’’ ile izah ediyor. Yaşlı nüfus hızla artarken, depresyon dairesi içine sıkışıp kalanlar da çözümsüzlük fikrine teslim olarak yaşlılık dairesine adım atıyor. Bu depresyon hâlini aşmak için dünyaya çağrımızı en doğru bir şekilde sanat ve edebiyatla yapabiliriz şüphesiz. Sanat ve edebiyat hayattan eksilen selamı geri getirmenin endişeleriyle de yenileyebilir kendini ne de olsa.
Niye oradaydın, tam o sırada niye sustun, o konuda niye yazmadın… Samimiyetle yazmak, gün gelir suskun kılmaya dönük ithamların hedefi olmayı da getirir. Siyasal iklimdeki değişmelere bağlı olarak kendi düşünce çizgisinde yol almayı sürdürenler, kısa yoldan konum edinme çabasına düşenlerin hedefi olurlar. Bazen, TYB işte şu konuda bir bildiri yayımlasaydı keşke, diye geçer gönlümden. Yazarlar çoğu zaman hayatları güllük gülistanlık insanlar değiller. Yazdıkları gibi yazmadıkları nedeniyle de zan ve baskı altında kalırlar. Linç edilir, dışlamalara maruz kalır, hedef gösterilirler. Dayanışma zeminleri sadece yazara güven vermekle kalmaz, gençlere umut ve cesaret kazandırır, toplumu nitelik açısından geliştirir.
Ekonomik kriz dönemleri öncelikle kültür alanında gösterir olumsuz etkilerini. Toplum sahte bir neşeye gark olurken, okurluk da silikleşmeye zorlanır. Paradoksal şekilde, yerleştirilmek istenen pratik varoluş reçetelerine karşılık, iyi okur ve yazarların dönemidir bu. Çünkü her şeye rağmen -umutlarını ayakta tutmak için- okuma ihtiyacı duyar, her şeye rağmen -şahitlik ihtiyacıyla- yazmaktan kendilerini alamazlar. Böyle dönemlerde nefes alır gibi okuyan dar gelirli kesimlere kitap desteği sağlamak hepimizin görevi.
Çok iyi biliyoruz ki yazarlık nadiren bir ‘’meslek’’ sayılıyor. Pek çok yazar, eserleri yayınlansın diye büyük sıkıntıları göze alıyor. Böylesine bir göze alış büyük bir tutkuyla mümkün şüphesiz. Kitaplarını binbir güçlükle bastırdıktan sonra telif almakta zorlandıklarını duyarsınız pek çok yazardan. Layıkıyla yazılmış, ‘’eser’’ vasfına sahip kitaplar sözünü ettiğim. TYB, telif hakları konusuna gündeminde geniş bir yer ayırmalı bana kalırsa. Haklarını savunan bir yazar kurumu, yazara eserini hazırlarken az çok bir iç rahatlığı kazandırabilir. Bu bağlamda bir diğer önemli konu da yaşlanırken kimsesiz kalan yazarlara verilmesi gereken desteği gündemde tutmaktır. Yanı sıra, çalışma ortamı bulmakta zorlanan yazarlar için de yazar evleri açılması konusu gündemde tutulabilir. Yazarların doğup büyüdüğü, yaşadığı evler tespit edilip, hayat hikayelerinin ve yazarlık süreçlerinin birer parçası olan eşya ve belgelerle birlikte ziyarete açılabilir.
Şüphesiz bir yazar birliği kurup yürütmek asli işi yazarlık olan kişiler için büyük bir fedakârlıktır. Rahmetli Asım Gültekin yıllar önce TYB İstanbul’un üyeleri arasına yazmış adımı. Mahcubum; faal bir üye olduğum söylenemez ne yazık ki… Bir yazarlar birliği çevresindeki yazarlara ayna tuttuğu gibi, yazarlar da böyle bir birliğe nitelik kazandırıyorlar. TYB’yi ayakta tutan, merkezine vardığımda güler yüzle karşılayan dost yazarlara şükranlarımı sunuyorum. Kuşatıcı faaliyetlerle dolu nice 45 yıllar diliyorum Yazarlar Birliği’ne.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.