*********
30 Nisan 2018 / 09 Mayıs 2018 tarihleri arasında, Türkiye Yazarlar Birliğinin, Kültür Bakanlığı ve Yunus Emre Enstitüsünün desteğiyle ‘Edirne’den Mostar’a Kültür Kervanı’ programı dahilinde on günlük bir gezi: Edirne (Türkiye), Kırcaali, Filibe (Bulgaristan), Gümülcine, Kavala, Selanik (Yunanistan), Manastır, Resne, Ohri, Gostivar, Kalkandelen, Üsküp (Makedonya) İşkodra (Arnavutluk), Budva, Kotor (Karadağ), Trabinya, Poçitelli, Mostar, Saraybosna (Bosna Hersek).
Bir balkan muhaciri olarak her zaman oraya yönelik seyahatlerimde karışık duygular yaşarım. Belki yaşımın ilerlemesinden doğan nostalji, oraları yeniden tecrübe etmenin heyecanı, ama her zaman ağır basan duygu hüzün. Akademisyen ve edebiyatçı dostlarla yaptığımız ‘Balkan Seferi’nde paneller, toplantılar, buluşmalar gerçekleşecek. Bölgenin yazarları ile karşı karşıya geleceğiz. Yahya Kemal’i doğduğu topraklarda Üsküp’te anacağız, Mehmet Âkif Ersoy’un ata topraklarında dolaşacağız. Filibeli Ahmet Hilmi’nin memleketine ‘merhaba!’ diyeceğiz. Uğradığımız tüm şehirlerde yerel kültür adamlarıyla birlikte ortak etkinlikler düzenleyeceğiz. Bu seyahat daha çok bir kültür seyahati olacak ve simgesel anlamda ise iki kanadın (Balkanlar-Anadolu) birleşmesi için bir köprü anlamı olacak. En azından bir vücudun öbür yarısından diğerine bir selam götürülecek.
Söylendiği gibi Osmanlı Kartalı’nın bir kanadı Balkanlar diğer kanadı da Anadolu’dur. Balkanlar beş yüz yıla yakın bizim bir parçamız, bir kanadımız olmuştur. Zaten Osmanlı bir bakıma Avrupa Devleti olarak kurulmuş, gözü hep Avrupa’da olmuştur. 1354-1912 yılları arası Balkanlar Türk devrini yaşarken, bu topraklarda Osmanlı sadece şehirler kurmamış, bir medeniyet ve kültür de inşa etmiştir. Buraya yerleşen Türkler ve burada İslam’ı kabul eden Boşnak, Arnavut, Pomaklarla birlikte İslamiyet potası içinde Türkçe edebiyat, kültür üretilmiştir. Medrese, mektep, tekke de bu kültürün alt yapısını oluşturmuştur. 1912 yılındaki Balkan bozgunundan sonra oradaki her şey gibi edebiyat ve kültürümüz de tarumar edilmiştir. Aydınların önemli bir bölümü Anadolu’ya göçmüş; bu topraklarda baskıcı, otoriter yapılar Türkçenin sesini kısmış. Mustafa İsen’in tezkirelerden yola çıkarak belirlemesine göre Osmanlı şair kadrosunun üçte birine yakın bölümü Balkan şehirlerinden doğup büyüyenlerden oluşur. Bir başka deyişle Rumeli, Osmanlının bir sanat kültür beldesidir. Üsküp, Selanik, Filibe, Silistre, Kavala, Manastır, Prizren, Priştine, Bosna-Hersek şair ve edebiyatçı merkezleri olmuştur. Kısaca Balkanlar yüzyıllarca Osmanlı kültür coğrafyasının en önemli bölgesi olmuştur. Diğer yandan ülkemizde edebiyat kültür faaliyeti yürüten pek çok yazar Balkan topraklarında doğmuştur: Yaşar Nabi Nayır (Üsküp), Enver Ziya Karal (Kosova), Afet İnan (Selanik), Salim Şengil (Selanik), Macit Gökberk (Selanik), Sabiha Sertel (Selanik), Muazzez Tahsin Berkand (Selanik), Aka Gündüz (Selanik), Nâzım Hikmet Ran (Selanik), Pertev Naili Boratav (Gümülcine), Sabahattin Ali (Gümülcine), Necati Cumali (Florina), Tahsin Banguoğlu (Drama), Hakkı Suha Gezgin (Manastır)… Dolayısıyla bu topraklar kültür ve sanat üretimimizin önemli bir parçası. Bu ziyaret biraz da bu toprakları yeniden hatırlamak, maziyi canlandırmak, bir kültür köprüsü inşa etmek amacıyla yapılıyor.
Bu gezide gideceğimiz yerlerin çoğunu daha önce ziyaret etmiştim ama bütün buraları dostlarla birlikte yapmak farklı, zengin bir tecrübe olacak. Bu tür gezilerin en güzel yanı dost ve arkadaşlarla birlikte olmak, gezi boyunca edebiyat, sanat konuşmak, dostlukları pekiştirmek, birbirimizden haberdar olmak, gördüğümüz, gezdiğimiz yerlerle ilgili bilgileri paylaşmak, biraz Türkiye’den uzaklaşarak farklı bir gündemin içinde yolculuk yapmaktır. Bir de daha önce gördüğüm bu yerlerde yeni insanlar tanımak. Bu gezi daha önce koşturmaca ile gezdiğimiz bu yerlerde mekânlara, insanlara yeni bir gözle bakabilmek imkânı olabilir.
01 Mayıs 2018, Salı, Kırcaali
Edirne’den sonra Rumeli’de ilk durağımız olan Kırcaali’ye doğru yola çıkıyoruz. Otobüste kimler yok ki… D. Mehmet Doğan, Necip Tosun, Aykut Ertuğrul, Abdullah Harmancı, Mustafa Özçelik, Bünyamin Yılmaz, Faruk Uysal, Fahri Tuna, Kazım Arıcan, İbrahim Ulvi Yavuz, Nazım Payam, Caner Arabacı…
Yol boyunca dışarı bakıyorum. Büyük ovalar, yemyeşil ormanlar, nehirler… Arda Nehri Kırcaali’nin tam ortasından geçiyor: “Arda boylarında kırmızı erik /Halime'nin ardında on yedi belik / Ah annecim ah annecim yaktın ya beni /Bu genç yaşta denizlere attın ya beni.” Meriç, Tunca, Arda Edirne’de birleşiyor. Nehrin bir yanı 1975’ten sonra yapılan yeni Kırcaali, diğer taraf ise eski Kırcaali. Burası Türklerin yoğun olduğu bir yer. Kırcaali yeşillikler içinde tipik bir Anadolu kasabası gibi. Özellikle köyleri yemyeşil, sevimli. Önce Kırcaali şehrini kuran Kırcaali Gazi’nin (1371-1434) mezarını ziyaret ettik. 1393 yılında askerleri ile birlikte gelerek burada bu şehri kurmuş. Ardından Yedi Kızlar Cami’ni ziyaret ettik. 1428 tarihli, ahşaptan yapılmış, hiç çivi kullanılmadan inşa edilen cami yine güzel bir hikâyeye yaslanıyor: Yedi genç kız, nişanlılarının askerden dönmelerini beklemektedir. Ancak bu yedi asker Yemen’de şehit düştükleri için köye dönemez. Yedi genç kız nişanlılarının Yemen ellerinde şehit düştüklerini öğrenince çeyizlerini satıp onların hatırasına bu camiyi yaptırırlar. Genç kızlar bundan sonra kimseyle evlenmezler. Anlatılanlara göre kızların mezarları da buradaymış.
02 Mayıs 2018, Çarşamba, Filibe, Gümülcine
Filibe güzel kafeleri, özenle düzenlenmiş caddeleri, korunmuş, restore edilmiş evleri ile oldukça güzel, bakımlı bir şehir. Öncelikle Murat Hüdavendigar Cami’ni ziyaret ettik. Diğer adı Cuma Cami. İlk kez hünkâr mahfili bu camiye yapılmış. Murat Hüdavendigar’ın şehadetinden sonra bu hünkâr mavhilinin yapıldığı söyleniyor.
Burada en çok duyduğumuz olay komünist dönemde Müslümanlara, Türklere yapılan zulüm. Din yasaklanmış, tüm camiler kapatılmış, insanların isimleri değiştirilmiş. Ancak konuştuğumuz insanlar ekonomik anlamda o dönem durumlarının daha iyi olduğunu, rejiminin işsizliği önlediğini söylüyor. Filibe’de modern binalar ile klasik yapılı binalar yan yana. Filibe yedi tepeden oluşmuş ama biri AVM olmuş. Osmanlı kalesi eski önemini kaybetmiş, çünkü şehrin ortasında kalmış. Nöbet Tepe şehre hâkim bir yer. Buradan şehri seyrediyoruz. Ardından Eski Filibe’ye geçiyoruz. Osmanlı mimarisini yansıtan Eski Filibe, Türkiye’de pek çok örneğini göreceğimiz evleri ile ilginç bir duruş sergiliyor. Eski Filibe tarihi dokuyu koruyor. Safranbolu evlerini hatırlatan Osmanlı evleri, Arnavut kaldırımlar… Filibeli Ahmet Hilmi’nin memleketi eski bir Osmanlı kenti. Balkanlarda özellikle Osmanlı mezarları otopark, park, yeşil alan yapılmış. Burada da böyle.
Daha sonra Filibe’den Gümülcine’ye geçtik. Buraya üçüncü gelişim. Hüseyin Mehmet’le karşılaşır karşılaşmaz, hemen kaldığımızdan yerden devam ediyoruz sanki. Necip, Abdullah ve Aykut’la Çukur Kahve’ye gidiyoruz. Burada, daha önceki gelişlerimizde Aykut’la uzun uzun oturmuşluğumuz vardır.
03 Mayıs 2018 Perşembe, Selanik, Manastır
Otelde hiç uyumadım. Sabaha kadar okudum, balkondan Selanik’i seyrettim. Henüz güneş doğmadan sahile indim. Masmavi denizin kıyısında yürüdüm. Selanik henüz uykuda. Bir tek serçeler uyanmış.
Oteldeki kahvaltıdan sonra ekiple birlikte otelden ayrılarak Mustafa Kemal’in doğduğu müze evine gittik. Biz müzeye girmeyip kafeye oturup çay içtik. Burada alışmışlar, Türklere demleme çay hazırlıyorlar. Ardından Selanik’i gezmeye başladık. Hep beraber Beyaz Kule’ye gittik. Ömer Seyfettin’in, Ziya Gökalp’in dolaştığı bölgelerde dolaştık. Beyaz Kule’ye bakarken bir kez daha içim sızladı. Meydandaki meşhur simidi Necip, Aykut ve Abdullah ile paylaştık.
Daha sonra yola düştük ve Makedonya’ya girdik. İstikamet Manastır. Manastır’a girerken türkümüz anlamlı: “Manastırın ortasında var bir havuz / Aman havuz canım havuz / Dimetoka kızlarının hepsi de yavuz / Biz çalar oynarız.” Öğle yemeğini Manastır’da yedik. Parka geçtik, bank üstünde Necip, Aykut ve Abdullah ile börek yedik. Daha sonra Manastır’ı gezdik. Daha önce gördüğüm o güzel ana caddesinde yürüdük. Bizim için gezme biraz da önemli bir caddede demleme çay içip insanları seyretmek. Manastır Osmanlı döneminde en çok şair yetiştiren yerlerden biri. Hakkı Suha Gezgin ve Cenap Şahabettin Manastır’da doğan iki ünlü yazarımız.
04 Mayıs 2018 Cuma, Gostivar, Kalkandelen, Üsküp
Struga üzerinden Gostivar’a hareket ettik. Yol boyunca yemyeşil bölgeler, ırmaklar… Gostivar bir Müslüman kenti. Ağırlıklı etnik grup Arnavutlar. Ama onlar da Türkçe biliyorlar. 16. yüzyıl Osmanlı eseri saat kulesi şehrin sembolü. Türklerin de yoğun olarak bulunduğu bir yer. Türk köyü Banisa. Burada bir Türk kasabasıyla karşılaşmak hayret verici. Üniversitesiyle, Türk bayraklarıyla, kahveleriyle tam bir Türk kasabası. Öğle yemeğini otobüste küçük bir çörekle geçiştirdik.
Alaca Cami’de Cuma namazı kıldık. İçerisi dolu, biz bahçede kıldık. Önümde D. Mehmet Doğan, Kazım Arcan… Yanımdaki orta yaştaki bir Arnavut “Türkiye’den mi geldiniz?” dedi. “Evet” dedim. Anlatmaya başladı: “Adım Abdurrahman. Dedelerim, Çanakkale’de, Yemen’de şehit oldu. Akrabalarım İstanbul’da… Biz Osmanlıyız… Eskiden burada size karşı olumsuz bakılırdı. Artık öyle değil. Biz Osmanlının emanetiyiz.” Sonra Alaca Cami’nin renk renk tezyinatları içinde kaybolduk.
Balkanlar bir kimlik savaşı içinde. Herkes heykellerle, bayraklarla kendilerini ortaya koymaya çalışıyor. Makedonlar tarihlerini Büyük İskender’e kadar dayandırıyor. Burada yapılan heykeller, Yunanistan’la savaşlarının bir parçası. Şehrin meydanını tam bir heykelistana dönüştürmüşler. Ancak Türkler burada rahat. Çünkü onlar buraya damgalarını vurmuşlar. Buradaki diğer gruplar, ‘Türkler değil buranın sahibi biziz’ demeye çalışıyorlar. Osmanlı eserlerini yok etmeye, onları gölgede bırakmaya çalışıyorlar. Tüm savaşlarını Osmanlı üzerinden yürütüyorlar. Osmanlı burada zulüm yapmamış. İngiltere, İspanya gibi emperyalist bir amaç içinde olsalardı, tüm bu coğrafya Türkçe konuşuyor olurdu. D. Mehmet Doğan buranın “İkinci Endülüs” olduğunu söyledi. Burada yapılması gereken edebiyat, bilim, kültür adamlarını desteklemek, ilişki geliştirmek olmalı.
Üsküp’e girerken insanın içi burkuluyor. Bu heykellerle Hristiyanlaştırılmaya çalışılan şehir tipik bir Türk şehri. 1392 yılında Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlı toprağına katılır. Üsküp Osmanlı kültür coğrafyasının en önemli kentlerinden biri. Bursa, Edirne neyse Üsküp de oydu. Medreseleriyle, tekkeleriyle, mektepleriyle tam bir kültür şehri. İshak Çelebi Üsküp’ün en tanınmış şairlerinin başında geliyor. Tabii ki Üsküp’ün edebiyatımıza en büyük katkılarından biri de Yahya Kemal’dir.
05 Mayıs 2018, Cumartesi Priştina, Prizren
Prizren şairler şehri. Doğan çocuk mahlasıyla doğarmış; nasıl olsa şair olacak diye. Bu yüzden Prizren şairler şehri olarak bilinir. Prizren’e girerken Fatih’in fetihten sonra namaz kıldığı namazgâhı görmek beni yeniden hüzünlendiriyor. Basit, sade ve etkileyici. Sadece görüp geçiyoruz. Prizren en sevdiğim şehirlerden. Yeniden gelmek heyecan verici. Nehir, Taş Köprü, Sinan Paşa Cami… Caddeler tıklım tıklım. Hep böyle mi diye soruyoruz birine. Hıdırellez olduğunu, bir de hafta sonu olduğundan çeşitli okulların ziyaret için buraya geldiklerini söylüyorlar.
Yunus Emre Enstitüsü salonunda, Kosovalı şair/yazarlarla TYB ekibinden şair/yazarlar eserlerini seslendirdiler. Buralı yazarların şiirlerini dinlerken Balkan coğrafyasına ilişkin kimi cümleler zihnimde dolaştı: “Balkan hikâyeleri dinliyoruz günlerdir. Çok acıklı, iç yakıcı… Umut hep var. Balkanlarda kara bulutlar… Ama yine de iyi bir şiir, iyi bir öykü, iyi bir roman, iyi bir film bu bulutları dağıtabilir.”
06 Mayıs 2018 Pazar, Prizren, İşkodra
Daha sonra İşkodra’ya hareket ediyoruz. İşkodra, “Kamus-i Türki”nin yazarı Şemsettin Sami’nin (1850-1904) memleketi. Hasan Rıza Paşa’nın kahramanca savunmasına rağmen 1913’de kaybettiğimiz İşkodra. Nehri yukarıdan gören bir lokantada yemek yedik. Karşıda İşkodra Kalesi. Akşam Yunus Emre Enstitüsü’nde program var. Konuşmacılardan biri Necip’ti. Kardeşlik, dostluk ve edebiyatın gücüne yönelik bir konuşmaydı. Bir Arnavut kadın Necip’i tebrik etti ve: “Balkanlar Osmanlı’nın bahar ve cennet rüyasıydı... Bu topraklardaki karabulutları ve hüznü dağıtmak için iyi bir roman, iyi bir şiir, iyi bir öykü yazılsa, güzel bir film çevrilse sanki her şey düzelecek ve güzelleşecek... Bizim bu topraklarla yeniden güçlü bağlantımızı sağlayacak olan kültür, sanat ve edebiyattır,” dedi. Necip de Cemil Meriç’ten bir alıntı yaptı: “Bir kılıcın kazandığı zaferi, başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete.”
07 Mayıs 2018 Pazartesi, İşkodra, Budva, Kotor ( Karadağ)
Geçtiğimiz her yerde, her mekânda hikâyeler dinledik. Zaten hikâyeye, efsaneye dökülmeyen mekân kuru bir yapı olur çıkar. Camilerin, saat kulelerin, köprülerin hepsi hikâyeye muhtaç. Buradaki tarih de ancak hikâyeler üzerinden anlatılır. Çünkü tarih sayılar ve olaylardan ibarettir. Hikâye, efsane olayların, durumların ruhuna nüfuz eder ve kana, cana büründürür. Hikâyeyle tarih, matematikten uzaklaşır, insani durumlar ağırlık kazanır. Bu hem Batı’da hem de Doğu’da böyledir. Gördüğüm, gezdiğim her yerde böyleydi. Bunları hiç sorgulamadım. Zaten buna itiraz etmenin hiçbir anlamı yok.
08 Mayıs 2018 Salı, Mostar
Trebinje’deki otelimizden ayrıldıktan sonra artık yönümüz Mostar. Öncelikle Türk Köyü Poçitel’e uğruyoruz. Daha önce gördüğüm için girişinde bir kafede dinleniyorum. Etrafımızda hep bize benzeyen insanlar. Arkasından Mostar Blagay Sarı Saltuk Tekkesi’ni ziyaret ediyoruz. Tekke’ye bir kez daha hayran oluyorum. Evet, gürül gürül suyun çıktığı bu yerde insan her şeyden arınabilir, her şeye buradan başlayabilir.
Mostar yolunda kimlik savaşlarını net bir şekilde görebiliyoruz. Balkanlarda bir kültür, bir kimlik, bir simge savaşı yaşanıyor. Sıcak savaş şimdilik bitmiş. Sözün, dilin, medeniyetin ve uygarlığın mücadelesi başlamış. Çağın diliyle bu topraklardaki insanların acılarını paylaşmak, dili olmak, evrensel dünyaya taşımak gerekiyor. Buradaki insanlar komünizm sonrasında kendi kimliklerine ulaşmışlar. Mostar’a girdiğimizde hemen karşıdaki tepedeki büyük haçı görebiliyoruz.
Yunus Emre Enstitüsünde yine bir program var. İki Boşnak yazarı dinliyoruz. Boşnak yazarın konuşması bu gerçeği vurguluyor: “Komünizm bizim rüyamızdı. Burası küçük Moskova’ydı. Bizi köklerimizden uzak tutuyordu. Ama yaşanan savaşla birlikte kimliğimize ulaştık. Savaşın kıyım, ölüm gibi kötü tarafları yanında iyi tarafları da var. O dönemde biri, bir evliya, bir derviş ‘Türkiye’ye gidecek Türkçe öğrenecek, sonra akın akın Türkler buraya gelecek, Türk bayrakları dalgalanacak. Türkiye’den bir yazar grubu buraya gelecek, sen onlara konuşma yapacaksın’ deselerdi, ‘hadi oradan delisin derdim.’ Çünkü komünizm bir rüyaydı. Savaşın acılarıyla birlikte bazı yararları da oldu. Savaşla birlikte bu rüyadan uyandık. Kaçtığımız kimliğimizle yüzleştik. Kaçış bitti. Kim olduğumuzu öğrendik. Bizim köklerimiz İslam’dı, Müslümanlıktı. Savaş sayesinde bunu öğrendik.” Diğer konuşmacı da kitaplarını tanıttı.
09 Mayıs 2018 Çarşamba, Saraybosna
Saraybosna’ya otobüsle girerken, yol boyunca savaşın acılarını Boşnak Ademî’den dinliyoruz. Ademi’yi çok eskiden beri tanırım. Kendisi âdeta gönüllü kültür elçisi gibi. Tepelerden açılan keskin nişancı ateşiyle öldürülen kadınlardan, çocuklardan bahsediyor, yerlerini gösteriyor. Binalarda hâlâ kurşun izleri var. Ademî, “Dün akşam abimler şehri dolaşarak hatim indirmiş” diyor. Şehir Kur’an ile hatimlerle korunuyor. Dün Murat Bey anlatmıştı, burada düğünlerde kadınlar “Tuna Nehri Akmam Diyor” marşını söyler, gözyaşları dökerlermiş: “Tuna nehri akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Şanı büyük Osman Paşa / Plevne’den çıkmam diyor.” Yani burası bir parçamız. Meşhurdur: Saraybosna’daki bir çeşmeden su içince buraya yeniden gelinirmiş. Gerçekten de o çeşmeden su içmiştim. Otobüsten inip tüm yazarlar doğrudan Yunus Emre Enstitüsüne geçtik.
Osmanlı bir şehri cami etrafında oluşturur. Cami, hamam, çeşme, han, Pazar... Saraybosna, Osmanlının kurduğu bir şehir. Aynen böyle oluşmuş. Saraybosna’yı Gazi Hüsrev Bey imaret/şehir çekirdeği şeklinde vakıf olarak kuruyor. Daha sonra bu çekirdek etrafında şehir şekilleniyor. Osmanlı bir şehri kendi kurduysa ismi de kendisi veriyor. Eğer o şehrin ismi varsa ve fethedilmişse eski ismi koruyor. Saraybosna bir Osmanlı şehri. İlerleyen dönemlerde bu şehrin eşsiz hoşgörüsü sayesinde hem Hristiyanlar hem de Yahudiler burada yaşam alanı bulmuş ve varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Kuşatma sırasında Sırplar şehrin hafızasını yok etmek, Müslüman varlığını ortadan kaldırmak için öncelikle el yazması kitapların bulunduğu kütüphaneleri, kundaklama, yakma ve imha etme girişiminde bulunmuşlar.
On günlük seyahat sonrası Rumeli ile gözlemlerimi şöyle toparlayabilirim: Balkanlarda yara kapanmamış, hesaplar bitmemiş. Vücudumuzun yarısı orada, o da çürümemiş hâlâ canlı. Biz bir dönem unutsak da Rumeli var ve iç çekiyor. Edebiyat, sanat ve kültür bu ruhlar arasında selamlaşmayı sağlayacak, hafızaları canlandıracak. Zaten bizim gezimizin amacı da bu.
Balkanlardaki devletler/devletçikler yeniden bir oluşum, bir kimlik, varlık, kendi olma peşindeler. Bunun için de sürekli birbirleriyle mücadele etmek zorundalar. Böylece ayrı bir devlet olabilmenin mazeretini üretiyorlar âdeta. Bu nedenle uzun vadede ne yazık ki yeni çatışmalar beklenebilir. Diğer yandan bu parçalı yapı içerisinde ekonomik refah da çok kolay değil.
Balkan seyahatindeki tespitlerimden biri de özellikle dini reddeden bir rejimden sonra insanların bir kimlik arayışı içerisine girmesi ve kendilerini bir dinle izah etme ihtiyacında olmaları. Komik heykeller, rahatsız edici haçlar görsek de bunların bir din ihtiyacıyla ilgisi var. İnsanlar bir şekilde manevi dünyayla ilişki kurmak istiyorlar. Müslümanlar zaten oraya damgalarını vurmuşlar. Dolayısıyla kimlik savaşı bunlar üzerinden de yapılıyor. Ne kadar Müslüman varlığını, birikimini siler, yok ederlerse kendi kimliklerine ulaşacaklarını düşünüyorlar. Yağmalanmış Osmanlı eserlerini gördükçe insanın içi sızlıyor.
Diğer bir tespitim de kültür, sanat ve edebiyatın gücü. Burayla bağımızı yeniden kurmanın etkin yollarından birisi de kültür ve sanat. Karşılıklı edebiyatçılar olarak büyük şiirler, büyük öyküler, büyük romanlar yazmalı, büyük filmler çekmeliyiz. Edebiyat sınırları aşar, kalpleri fetheder. Şimdi Rumeli hakkında konuşurken, birikime ulaşabilmek için ancak camilerden, köprülerden, çarşılardan, şiirlerden, romanlardan, öykülerden bir yol bulabiliyoruz. Yeni köprümüz bu alanlar olmalı. Bu seyahatin bu anlamda önemi büyük. Karşılıklı olarak büyük çeviri hareketlerine girmeli, iş birliğini sürdürmeli köprüleri çoğaltmalıyız.
Bu ziyaretle Rumeli’ye ilişkin tasavvurumuz zenginleşti, derinleşti, güzelleşti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.