• İstanbul 8 °C
  • Ankara 3 °C
  • İzmir 12 °C
  • Konya 5 °C
  • Sakarya 9 °C
  • Şanlıurfa 11 °C
  • Trabzon 10 °C
  • Gaziantep 10 °C
  • Bolu 2 °C
  • Bursa 9 °C

Cemal Kurnaz: Kırklardan Biri

Cemal Kurnaz: Kırklardan Biri
Kuruluşunun 45. Yılı dolayısıyla; ülkemizin önemli 45 edebiyatçısı Türkiye Yazarlar Birliği’ne dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Kitap olarak da yayımlanan metinleri sırasıyla yayınlıyoruz.

************

Kuruluştan itibaren

Gençlik yıllarımızda kültür ve sanat, sol çevrelerin tekeline bırakılmış gibiydi. Solun köklü bir geleneği, oluşmuş zengin bir kütüphanesi, güçlü yayınevleri, dergileri ve örgütleri vardı. 1978’de kurulan Türkiye Yazalar Birliği, solun karşısında olan milliyetçi muhafazakâr kültür ve sanat adamlarını bir dernek etrafında toplamayı amaçlamıştı.

Çeşitli zamanlarda başkanlar değişse de, D. Mehmet Doğan derneğin şeref başkanı olarak kabul gördü.

Benim yazı hayatımın başlangıcı derneğin kuruluş yıllarına denk gelir. Üniversiteye gelmeden bazı şiirlerim Hareket dergisinde yayınlanmıştı (1974). Mehmet Doğan da şiirlerini aynı dergide yayınlamıştı. Onun Nurettin Topçu ve Hareket çevresiyle yakın ilişkisi vardı.

Mizacımız farklı olsa da, çalışkanlığını her zaman takdir ettiğim Mehmet Doğan’la hep dostane ilişkilerimiz oldu. Onunla ortak paydamız Nurettin Topçu’dur. Hareket dergisinin kurucusu olan Topçu’yu bana sevdiren Osman Yüksel Serdengeçti’dir. Başta Hareket/Dergâh çevresi olmak üzere, yolu Topçu ile kesişen herkese muhabbetim olmuştur.

Topçu politikaya ve politikacılara mesafelidir. Doğan da, Yazarlar Birliği’nin, herhangi bir partinin arka bahçesi olmasına müsaade etmemiştir. Düzenlediği bilimsel toplantılara ilgili devlet adamları, yerel yönetici ve siyasetçileri davet edip onların maddi manevi himayelerini sağlasa da, güncel siyasetten uzak durmuştur. Kendisi de şahsen politikaya atılmayı düşünmemiştir.

Derneğin adında yer alan “Türkiye” sözü de bütün kesimleri kucaklama iddiasının bir ifadesidir. Yönetim kurullarında görev yapan isimlere baktığımızda, derneğin, milliyetçi muhafazakâr kesimleri kapsadığı görülür. 14 Kasım 1993’te yapılan 8. Genel Kurulda ben de yönetim kurulu üyeliğine seçilmiştim.

Müşterekler

Farklılıklardan çok müştereklere bakmayı seven bir mizacım var. Dünya görüşüm de, telif edici, uzlaşmacı, birleştiricidir. Halk Şiiri ve Divan Şiirinin Müşterekleri isimli eserim de bu bakış açısının bir ifadesidir.

1974 Haziran'ında Urfa'ya ilkokul öğretmeni olarak atanmıştım. Burada dilenciler Fuzuli’den gazeller okuyarak dileniyordu. Buna bir anlam veremedim. Divan şiiri, sarayın surlarından dışarı çıkıp buraya kadar nasıl gelmiş olabilirdi? Hem de Cumhuriyet döneminde.

Birkaç gün sonra bir tuvalet bekçisiyle tanıştım. Yirmi altı yaşında bir adam. O bana Nabi'den peş peşe gazeller okudu. Şaştım kaldım. “Sen bunları nerden biliyorsun?” dedim. “Burada herkes bilir bunları” dedi. Bir mum gibi eridiğimi hissettim. Çünkü ben bunları bilmiyordum. Üstelik halkın bileceğine de ihtimal vermiyordum.

Henüz Eşkıya filmi çekilmemişti. Okuduğu, Nûş etmediğim dehrde peymâne mi kaldı / Devretmediğim meclis-i rindâne mi kaldı gibi gazelleriyle Türkiye'nin gönlüne taht kuracak olan Kazancı Bedih'ten kimsenin haberi yoktu. Yanalım yakılalım tûtyâ gibi sahk olalım / Bâri bu takrîb ile girelim yârin gözüne diyen, onun hocası Tenekeci Mahmut ise, film yönetmenleri tarafından keşfedilemeden göçüp gitmişti.

Bütün bu gördüklerimin bir açıklaması olmalıydı.

Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Eski Türk Edebiyatı dersimize Âmil Çelebioğlu (1934-1990) geldi. En verimli çağında, hacdaki tünel faciasında kaybettiğimiz merhum hocam, Mevlânâ neslinden, hoş-sohbet, zarif, çelebi bir insandı. O öteki Eski Edebiyatçılara benzemiyordu. Bir ayağı Divan, öbürü Halk edebiyatındaydı. Türk kültürünün bütünlüğü ve sürekliliği içinde bu iki edebiyatın ortak yönlerine dikkat çekiyor, bu ikisinin birbirine zıt edebiyatlar olmadığını göstermeye çalışıyordu. Hiçbir divan edebiyatçısı onun kadar halk kültürüne ve edebiyatına eğilmiş değildi. Karacaoğlan'da Divan Şiiri Hususiyetleri, Mânilerle Divan Şiirinde Ortak Hususiyetler gibi makaleleri, kafamdaki soruya birer cevap niteliğinde idi.

Onun ışıttığı yolda sorularıma cevaplar aramayı sürdürdüm.

Köy çocuğu olarak türkülere ilgim vardı. Şarkıları da dinliyordum. Ama hepsi bu kadar. Edebiyat bölümünde okurken Halk edebiyatı ve Halk müziğinin önemini anlamaya başladım. Bir yandan da Urfa’da tanık olduğum olayların açıklamasını yapmaya çalışıyordum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir ifadesi yolumu aydınlattı. Erol Güngör, Cemil Meriç ve Yahya Kemal’in bazı değerlendirmeleri de cesaretlendirdi. Tanpınar, şehir merkezlerindeki bazı türküleri “mahalli klasik” olarak nitelendiriyordu Okuyup dinledikçe, eski beylik merkezleri ve şehzade sancakları başta olmak üzere birçok şehirde kendi üslûbunu yaratan bir kültür ve sanatın ortaya çıktığını görüyordum. Safranbolu evlerine benzer yapılar başka şehirlerde de vardı. Bu evleri yapanların, aynı zamanda kendilerine özgü bir yaşayış, giyim-kuşam, konuşma ve müzik üslûbuna da sahip olduklarını anladım. Erzurum, Harput, Diyarbakır, Gaziantep, Urfa, Kütahya, Edirne, İstanbul, Rumeli ve diğerleri böyleydi. Aydınlar ile halkın arasında uçurumlar yoktu. Divan edebiyatı ile Halk edebiyatının, klasik müzik ile halk müziğinin arasında uçurumlar yoktu. Bunlar birbirine düşman değildi, birbirinin alternatif değildi. Tanpınar’ın mahalli klasik dediği “ara örnekler”le zincirin halkaları gibi birbirine bağlı idi. Kendi içinde alt gruplar oluşturarak, karakteristikleriyle farklılaşsalar bile; cadde, sokak, meydan ve park benzeri birimlerden oluşan şehir gibi, bir bütünü temsil ediyordu. Aynı anda hem şehrin bütünlüğünü hem de alt birimlerini görmek gerekti. Türk edebiyatı, söz gelimi bir Fransız edebiyatı ile karşılaştığında sözünü ettiğimiz farlılıklar ortadan kalkarak yekpare bir edebiyat olarak görünüyordu. Türk müziği de böyleydi, diğer sanatlar da böyle. Farklılıkları ve müşterekleri aynı anda görmek gerekiyordu.

Bu konuları Halk ve Divan Şiirinin Müşterekleri Üzerine Denemeler (Akçağ Yayınevi, Ankara 1990, 172 s.) adını verdiğim kitabımda ele aldım.  Kitap yayınlanınca büyük ilgi gördü. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 1990 yılı Deneme Ödülüne layık görüldü.

Serdengeçti

Osman Yüksel Serdengeçti’nin üzerimde etkisi vardır.  Onunla 1971 yılında lise birinci sınıf öğrencisiyken tanıştım. İlişkimiz 1983’teki ölümüne kadar devam etti.

2008 Kasım başları idi. Bir rüya gördüm. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir odada, bir masa başında kafa kafaya vermiş konuşuyoruz. İki kadim dost gibi. Nasıl bir ruhani zevk! Dostluğun, hasbiliğin verdiği bir zevk. "Sayın Başbakanım, imajınızı düzeltmelisiniz. Renginiz haddinden fazla yeşil görünüyor. Bu dünyadan Osman Yüksel Serdengeçti adında bir mücadele adamı gelip geçmiş; onun hakkında bir kitap yayımlarsanız kırmızı renginiz biraz daha belirginleşir; imajınız düzelir." dedim.

Rüyanın aklı yoktur derler.

Uyandığım zaman şaşkındım. Uzun zamandır Serdengeçti ile meşgul değildim. Siyasetle, siyasilerle de bir ilişkim yoktu. Acaba bu rüya ne anlama geliyordu? Bu düşüncelerle okula gittim. Türkiye Yazarlar Birliği Ankara Şubesi'nden aradılar, Geçmiş Yazarlara Vefa programı kapsamında "25. Yılında Osman Yüksel Serdengeçti" konulu panelde konuşup konuşamayacağımı sordular. Artık konuşmak farz olmuştu. Konuştum. Aralık ayında düzenledikleri Mehmet Âkif Ersoy Bilgi Şöleni ‘ne "Serdengeçti'nin Âkif'e Yaklaşımı" konulu bir de bildiri sundum.

Bu rüyadan çok etkilendim. Çok geç de olsa onun hakkında bir kitap hazırlamaya karar verdim. Deli Rüzgâr Osman Yüksel Serdengeçti (Ankara 2012) isimli 800 sayfalık monografi çalışması bunun üzerine yazıldı. Kitap hakkındaki ilk yazılardan birini Mehmet Doğan yazdı: D. Mehmet Doğan, “Deli Rüzgâr: Serdengeçti!”, Akit, 12 Aralık 2012. Kitap, çıktıktan kısa süre sonra da Yazarlar Birliği’nin Ayın Kitabı programına konu oldu (6 Aralık 2021).

Uluslararası Şiir Şölenleri

Mehmet Doğan, Topçu’dan farklı olarak Türk dünyasıyla yakından ilgilenmiştir. Gelenek haline gelen Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri onun büyük başarısıdır.

Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta düzenlenen şiir şölenine ben de katıldım (20 Mayıs 1995). Şiir Şöleni'ne katılan şairleri ülkelerine uğurladıktan sonra, Türkiye Yazarlar Birliği heyeti olarak Türkmenistan'ın tarihi bazı şehirlerini de görmek istedik. D. Mehmet Doğan, M. Akif İnan, Muhsin Mete, Ahmet Kot ve Bekir Soysal ile birlikte 21 Mayıs akşamı Aşkabat'tan akşam bindiğimiz iri, yüksek Rus treni bizi sabaha karşı Selçukluların başşehri Merv'e indirdi. Sonra sırasıyla Köhneürgenç, Daşhavuz ve Hive’yi ziyaret ettik. Bu, benim Türk dünyasına ilk seyahatimdi. Birçok bakımdan öğretici oldu.

 

Dernek Faaliyetleri

İlk gençlik yıllarımda, derneğin hafta sonları düzenlediği bütün toplantılara katıldım. Bir kış günü böbrek taşı düşürüyordum; lapa lapa kar yağarken, dostlarımızla birlikte dernekteki Mehmet Özbek konserine gidişimiz hâlâ hatırımdadır. Doğumunun 100. Yılında Oyunskiy paneline hocam Talat Tekin’i getirmiş olmam önemliydi. 30 Ocak 1993’te düzenlenen Tarık Buğra ile 75 Yıl konulu toplantıda Buğra’ya Bir Avuç Sevinç isimli şiir kitabımı takdim etmiştim. “Sanatçının görevi insanlara yaşama sevinci vermek olmalı” demişti.

Derneğin düzenlediği bazı toplantılara bildiriler sundum. 500Yılında Fuzuli Uluslararası Sempozyumu (24-26 Ekim 1994), Şiir ve Gelenek paneli (1989), 25 Yıl Sonra Serdengeçti Paneli (22 Kasım 2008), Vefatının 72. Yılında Mehmet Âkif Ersoy Bilgi Şöleni  (27-28 Aralık 2008) ilk aklıma gelenler.

1991 ve 1992 yıllarına ait Türkiye Kültür ve Sanat Yıllıklarında, o yılların deneme, tenkit ve inceleme eserlerini değerlendirdim. Derneğin bülteninde ve web sayfasında çeşitli yazılarla katkıda bulundum.

Yaşım ilerleyip meşgalelerim çeşitlendikçe düzenli katılamaz olsam da, dernek faaliyetlerini daima yakından takip ettim.

Derneğin kırkıncı yılı dolayısıyla kırk kişinin konuşacağı bir seri program düzenlenmişti. 15 Şubat 2020’de düzenlenen Kırklar Meclisi’ne ben de çağırıldım. Necip Tosun’un sunduğu program, benim meslek hayatımdan başlayarak divan edebiyatı ile ilgili çalışmalarıma kadar çeşitli konularda açıklamalarda bulunduğum doyurucu bir toplantı oldu. Böylece ben de kırklara karışmış oldum.

Dilek ve temenni

Türkiye Yazarlar Birliği gibi marka değeri yüksek bir kuruluş, partilerin ve hükümetlerin daima ilgisini çeker, yönetimi yanlarında görmek isterler. Derneğin, siyasetle mesafesini koruyarak, milliyetçi muhafazakâr kesimleri kucaklamasını, bu şekilde nice kırklı yıllara erişmesini dilerim.

Bu haber toplam 638 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim