Meriç, “.....Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülâkata bu kitabı yazmak için geldim: Etimin eti, kemiğimin kemiği.” cümleleriyle kitabın kendisi için önemini anlatmaktadır. Günümüz Türkiye’sinde geçtiğimiz şu sıkıntılı günlerde Cemil Meriç’e kulak verilmesi kanaatindeyiz. Fikir ve ifade özgürlüğünde yaşanan sorunlar, insanların kutuplaştırılmaya çalışıldığı, siyasi menfaatler uğruna vatandaşların “ötekileştirilmeye” uğradığı bir zamanda Meriç’in yazdıkları bizlere sıkıntıları nasıl aşabiliriz? sorusuna cevap verici mahiyette, herkesin yolunu ışıklandıracaktır.
Sağ ve Sol kavramlarını “bukalemun” a benzetti. Bu iki kavramın taşıyıcısı aydınları ise köleler olarak görmektedir. Meriç, ne sağın ne de solun kurtarıcılığına inandı. Gerici Kim? sorusuna ise şöyle yazıyor; “Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir” Cemil Meriç, hiçbir izm’lere gönül vermedi ve izm’leri insanlara giydirilmiş birer deli gömleğinden ibaret olduğunu belirtmiştir. Cemil Meriç, ne sağa yaranabildi, ne sola derdini anlatabildi. “Sağ okumaz” derken sitemli, “Sol diyalogtan kaçar” derken öfkelidir. “Ötüken Yayınevi’nin bastığı kitap okunmaz” dediklerinde, sol cenaha dönüp “Öyleyse siz basın” diyerek meydan okur. Mukabele alamaz. Meriç, sağın gösterdiği dostluğu, solun göstermediğinden yakınır. Bu derdini açıklayınca da, sol cenah kendisini ihanetle suçlar. Meriç’in cevabı çarpıcıdır: “Neye ve kime ihanet?”
Bugün akademi dünyasında, aydınlarda, yazarlarda (geçmişten gelen alışkanlıkları olsa gerek) kullanılan cümlelerde sağ, sol ya da ilerici-gerici kavramlarını hâla kullanmaları, zihnimizde katetmemiz gereken daha çok yolun olduğunu göstermektedir. Halbuki Meriç, bu ülkede namuslular ile namussuzlar var derken bize neye dikkat edeceğimizi belirtmektedir.
Slogan ilkelin ideolojisidir diyen Cemil Meriç, sloganın siyaset dünyasının haritası olduğunu söylemektedir. Slogan bizim değil, çılgın sürülerin yani ilkelin, budalaların, papağanların ideolojisidir. Dikkat edin, ağzı bozuk, kalemlerinden “irin” akanların ekmek teknesidir bu pusulasızlık ideolojisi. Bizim pusulamız: Şuur, tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuurudur... Bu şuurun oluşmasını tetikleyecek en önemli unsur “istikamet sahibi olmak, düşünceye ve fikre sonsuz hürriyet.”
Kitap zekayı kibarlaştırır. Meriç için hayatta en anlamlı anahtar kavramların başında “Kitap, okumak ve kütüphane” gelmektedir. Kitap okumak sadece bilgi birikimimizi değil zekamızında kibarlaştığını, tabiri caizse nasıl ki bir kütükün yontulması varsa, insanda ancak okuyarak kendini yontabilir. Peygamber efendimizin “iki günü eşit olan ziyandadır” hadis-i şerifini düşündüğümüzde; kitap okuyan biri ziyanda olabilir mi? Ya da Kur’an-ı Kerim’de “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ayetini akla getirdiğimizde; okuyanlarla okumayanlar bir olabilir mi? Kitap okumak insana kibarlık kazandırır ve bunun da karşılığı asalettir.
Müstağripler’de “Bir İmparatorluğun Anatomisi” yazısında Meriç, Tanzimat dönemini Avrupalılaşma, Bürokrasinin de, halktan ve saraydan koptuğunu yazmaktadır. Bürokrasi sorunu Osmanlı’da “Lale Devri” nde başlamakta olup, günümüz Türkiye’sinde halen devam etmektedir!!! Hatırlatmakta fayda var ki; Lale Devri, Patrona Halil İsyanıyla kapandı. İsyan, dönemin sadrazamı olan Damad İbrahim Paşa’nın ve Şeyhülislam’ın, yakınlarını ve akrabalarını devlet kademelerine getirmeleri üzerine çıkmıştır. Sarayda zevk, sefahet sürmesinden ötürü halktan uzak dünyaları oluşmuştur.
Meriç, Münzevi Yıldızlar’da Said Nursi ve Nurculuk hakkında söyledikleri dikkat çekmektedir. Cemil Meriç, “Nurculuk, bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı...” olduğunu belirtmektedir. Meriç, Nursi için talebeleri kendisini ziyaret ettiğinde Doğu’da tanıdığım en parlak yıldızdır demiştir.
Meriç’in Doğu’da tanıdığı bir diğer münzevi aydın İbn Haldun’dur. Cemil Meriç, “İbn Haldun, karanlık gecelerin muhteşem ve münzevi bir yıldızıdır. Mukaddime, öncüsü ve devamcısı olmayan çağları aydınlatan bir eserdir.” demektedir. Tunuslu olan filozofu bulutlara yükselen kartala benzetmektedir. Meriç, Avrupa’nın düşmanı değilim. İki tane Avrupa var. Kolonyalist, kapitalist Avrupa’ya düşman, düşünen, dost olmak isteyen Avrupa’nın ise dostu olduğunu vurgulamaktadır. Kendisinin imanıyla Türk ve İslam ama kafaca Avrupalı olduğunu belirtmiştir.
Burda yine dikkat çekmek istediğimiz nokta; Said Nursi ile Cemil Meriç’in Avrupa konusunda aynı düşünüyor olmalarıdır. Nursi’de eserinde Avrupa’nın iki olduğu “hakiki İsevi Hıristiyanlarla dost olduklarını, maddeci, materyalist, dinsiz Avrupa ile düşman olduklarını” vurgulamıştır. Ama Meriç’e göre Avrupa, maddeciliğine rağmen Hıristiyandır; sağcısıyla, solcusuyla. Onlar için tek düşman biziz, yani Osmanlı, yani İslam... Cemil Meriç, eserinde adeta Doğu’nun sesi olmuş, düşmana haykırmıştır. Mukaddesatından taviz vermemiş, Batı’nın, emperyalist yüzünün, Makyevelist siyasetinin perdesini yırtıp atmaktadır. Machiavelli’nin “mecbur kalınınca kuvvet haktır” sözü Avrupalı’nın siyasetini hatırlatmaktadır.
Montesquieu, Doğu despotizminden bahseder. Meriç, Batı’nın aydınlarında, yazarlarında dürüstük, ciddiyet beklememek gerektiğini belirtmektedir. İşin acıklı tarafı ise bizim “köksüz” ve “ufuksuz” aydınlarımız onların sözcülüğünü yapmaktadır. Hatırlamakta fayda var ki; yakın zamanda İslam coğrafyasını yani Doğu’yu bunlar işgal ettiler. Irak işgali, Mısır darbesi, Suriye iç karışıklıklarında hep ya başrolde ya da parmakları olmuştur...
Fildişi Kulesi’nden seslenen Cemil Meriç, kitapları kadınlara, kadınları şehirlere benzetmiştir. Her kitapta kendimizi okuruz. Edebiyatçı Prof. Dr. Alaattin Karaca’nın paylaşımında okudum: “Bir kitabın kaderi, okuyucunun kapasitesine bağlıdır.” Merhum Akif Emre’nin de ilk köşe yazısının başlığıydı: “Ne okuyorsan osun.” Anladığım, bir insanın kendine layık kitaplar okuduğu, bir kitabında kendisine layık okuyucu bulduğudur. Arjantinli ünlü yazar, Jorge Luis Borges’de kitap okumanın, aşık olmaktan veya seyahat etmekten aşağı kalan bir deneyim olmadığını söylemektedir... Machiavelli’yi eleştiren Meriç, kitaplar konusunda, onun hakkını teslim etmektedir. Machiavelli’nin, kütüphanesine girdiği vakit kirli libaslarından sıyrılıp, itina ile giyindiğini ifade etmektedir.
Son sözlerimizi toparlayacak olursak; Meriç, Doğu’yu ve Batı’yı bilen az sayıda düşünürlerimizden bir tanesidir. Saint- Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist ve Bir Dünya’nın Eşiğinde kitapları bunun en iyi örnekleridir. Yalnız kaderin cilvesi ki; Meriç, hem Doğu’yu hem de Batı’yı incelemesine rağmen, her iki dünyayada sesini duyuramamıştır. Borges’le arasındaki en büyük fark da budur; biri ülkesinin sınırlarını aştı, diğeri Mîsâk-ı Millî sınırlarını aşamamıştır...
Meriç (Cemil) (2016). “Bu Ülke, İstanbul, İletişim Yayınları, 51. Baskı, 341 s.., ISBN-13: 978-975-470-281-1
Muhammed Yenigül
Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.