Ona göre, bu üç yazarın her birinin kendine göre bir alanı vardır. Balzac, toplumun; Dickens, ailenin; Dostoyevski’de insanlığın ve bireyin dünyasını anlatır.
Daha önce, Zweig’ın Balzac ve Dickens portreleri hakkında yazmıştım. Araya uzun bir süre girdi; Dostoyevski için kısmet bugüneymiş.
Dostoyevski’nin doğumu da ölümü sembollerle yüklüdür. Bir yoksullar evinde doğar. Gözünü dünyaya açtığı yerde açlık kol gezmekte, hastalık hep en yakın mesafede durmaktadır. Hayattan olabildiğince uzak, ölüme son derece yakındır. Son nefesini ise bir işçi mahallesindeki binanın dördüncü katında verir. Hastalık, yoksulluk ve sefalet zinciri etrafını sarar ve 56 yıllık ömründe bu çemberin dışına çıkamaz.
Hayatının ilk yıllarını küçük kardeşiyle paylaştığı dar bir bölmede geçirir. Gece gündüz okur, Bir müptelalığa dönüşen okuma, onu gerçek dünyadan koparır ve fantastik bir dünya yaratır kendine. İçine kapanık bir çocuktur. Askere yazılır. Orada da kendi başına kalır, hiçbir arkadaş edinmez, bir nevi inzivaya çekilir. Karanlık bir dünyadadır, hastalık hastalığına kapılır ve daha genç yaşta içini bir ölüm korkusu sarar. Hem kendinden hem de bir bütün olarak dünyadan ürkmeye başladığı o günlerde, ilk sanatsal eserini yazar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.