Yazarlar Birliği Erzincan Şubesi Kültürevindeki programda konuşan Doç. Dr. Fatih Orhan Kur’an ayetleri ile Bilimsel verilerin birbiri ile çakışmadığını belirterek, “Kur’anın ifadesi bugünkü coğrafi verilerle bire bir uyuşmaktadır” şeklinde konuştu.
Doç. Dr. Fatih Orhan: “Kur’an’daki dağ kavramının cebel, yahut çoğulu cibal olarak kullanılmakta, ayrıca rasiye ve çoğulu revasi olarak ifade edilmektedir. Revasi kelimesini tefsirciler ‘sabit dağlar, ağır dağlar, ağır cisimler, yere demirlenen-çakılan, yere giren, devamlı duran ve yerinden ayrılmayan’ ifadeleriyle açıklamaktadırlar. Kur’an-ı kerimde kırk dokuz yerde dağ ve dağlar ifadeleri kullanılmaktadır. Yirmi iki yerde ise dağların dengeleyici yönüne vurgu yapılmaktadır.” diyerek Kur’anda dağ anlamındaki kelimelerin geçtiği sureleri ve anlamları hakkında bilgiler verdi.
Dağların oluşumunu da anlatan Doç. Dr. Fatih Orhan “Dünyanın çekirdek, manto ve yer kabuğundan oluştuğu biliniyor. Mağma tabakasının mantodadır. Magmanın hareketlenmesi ile yer kabuğunda bulunan levhalar yıllık bir ila 7 santim arasında hareketlenmelere sebep olmaktadır. Bu da Kur’anda geçen yeryüzünün bulutlar gibi hareket ettiğinin işaretidir. Milyonlarca yıl önce bir bütün olan yer kabuğu levhaların birbirinden ayrılması ile bugünkü konumuna gelmiştir. Mağmanın alttan hareketi ile levhalar çakışarak bazen birisini alta almış. Diğerini ise yukarı doğru iterek dağların oluşumunu sağlamıştır. Milyonlarca yıl devam eden bu süreç sonucunda okyanusal kabuk genişleyerek ortaya çıkan boşluğu doldurur. Kur’an-ı Kerim’de dağların oluşumundan bahseden kimi ayetlerde ( Kâf-7 ve Hicr-19) hemen öncesinde geçen “yeryüzünü yaydık” mealindeki ifade ile bu olaya işaret edilmiş olma ihtimali olabilir.
Sıvımsı bir yapıda olan magma tabakasının üstünde bulunan yer kabuğu parçaları, kalınlıkları ve ağırlıkları ölçüsünde magmanın içerisine gömülürler. Buna göre ağırlaşan kısımlar daha çok magmaya gömülürken, hafifleyenler de magmanın´ kaldırma gücü sayesinde yükseltilir. Böylece izostatik denge adı verilen bir denge oluşmuştur.Bilimsel verilerde geçen Kur’anda dağların yeryüzünün kazıkları olduğu şeklindeki ifadeler depremlerin oluşumundan da anlaşılmaktadır.. Depremler genel olarak levhaların kenarlarında olmaktadır. Dağlarda daha az hissedilmektedir.
Milyonlarca yıllık süreçte dış kuvvetler tarafından aşındırılarak jeosenklinal alanlarında biriken tortul tabakalar, levha hareketlerine bağlı olarak iki levha arasında sıkıştırıldığında sertliğine bağlı olarak ya kıvrılır ya da kırılır. Böylece dağlar oluşur. Her iki durumda da yükselen ve çöken kısımlar meydana gelerek yükselen kısımlar dağları oluşturur. Coğrafya biliminde kıvrılma ile yükselen dağlık kesimler antiklinal olarak adlandırılırken, kırılma sonucunda oluşan dağlar horst şeklinde ifade edilmektedir.
Tabii ki süreç burada anlatıldığı kadar basit değildir. Çok daha karmaşık ve uzun periyotlu olaylar sistemi şeklinde gerçekleşmektedir. Yer kabuğu daha önce de ifade edildiği gibi karasal ve okyanusal kabuk kısımlarından oluşmaktadır. Levhalar da karasal veya okyanusal kökenli olup, kıtasal ve okyanusal levha olarak iki kategoride değerlendirilmektedir. Buna göre levhaların çarpışması 3 farklı durumda yaşanabilir: İki okyanusal levhanın çarpışması, Okyanusal levha ile kıtasal levhanın çarpışması, İki kıtasal levhanın çarpışması. Çarpışmanın gerçekleştiği levha sınırlarında daha yoğun olan, levha dibe/magmaya doğru dalarken, diğer levha da onun üzerinde yükselmektedir. Bu kısımlara dalma batma zonu adı verilir. Dalan levhanın dalım açısı genellikle 45° veya daha büyüktür. Bahsettiğimiz her üç koşulda da bu durum yaşanmakla, birlikte yoğunluk farkına göre şiddetinde değişiklik olabilmektedir.
Dağların diğer bir oluşum şekli de volkanik faaliyetler neticesindedir. Bu şekilde sıradağların aksine tek dağlar oluşmaktadır. Dış yüzeye göre basıncın daha yüksek olduğu manto, katındaki magmalar, yer kabuğunda yüzeye kadar ulaşan kırık ve çatlak bulduklarında buralardan lav şeklinde yüzeye çıkarlar. Lavların akışkanlığı çok fazla olmadığı için çevreye doğru genişlemekle birlikte üst üste birikerek soğur ve katılaşır. Böylece tek volkanik dağlar oluşur. Volkanik aktivite son bulduğunda baca içerisindeki lavların da en azından belli bir derinliğe kadar olanı, soğuyup katılaşmaktadır. Böylece adeta bir duvarın delinerek içine çakılan demir çiviler gibi dağ kütlesini yere sabitlemektedir
Kur’an-ı Kerim’deki dağların sarsılmaz olduğu ile ilgili bilgiler depremin etikleri açısından da değerlendirilebilir. Nitekim depremler sonucunda oluşan yüzey dalgalarının kayalardan oluşan dağlık alanlarda daha küçük dalgalar şeklinde ilerlediği ve daha hafif sarsıntılara neden olduğu ispat edilmiştir. Oysaki alüvyal dolgu malzemelerin yaygın olduğu ova alanlarında dalga boyları büyümekte ve depremin yıkıcı etkisi daha fazla olmaktadır.”
Doç. Dr., Fatih Orhan konuşmasının son bölümünde: “Kur’an-ı Kerim’de dağların hareket ettiğinin yanı sıra, yerin sarsılmasını engelleyen sabit direkler olduğu ifade edilmektedir. Günümüzde keşfedilen bilimsel gerçekler de gerek levhaların ve dolayısıyla dağların magma üzerinde kaydığını/hareket ettiğini ve gerekse dağların magmaya doğru uzanan kökleri ile adeta direkler gibi sabitleyici bir işlev yüklendiğini ortaya çıkarmıştır. Buradaki sabitleme tamamen durağan olduğu anlamına gelmez. Ancak insanların hayatını olumsuz etkileyecek şekilde aşırı bir salınımın olmamasını ifade etmektedir.” Dedi
Doç. Dr. Fatih Orhan programın sonunda dinleyicilerden gelen soruları cevaplandırdı.
Doç. Dr. Fatih Orhan’a Yazarlar Birliği Erzincan Şubesi tarafından hazırlanan bir teşekkür belgesi ve bir de kitap hediye edildi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.