• İstanbul 6 °C
  • Ankara 3 °C
  • İzmir 11 °C
  • Konya 5 °C
  • Sakarya 8 °C
  • Şanlıurfa 10 °C
  • Trabzon 8 °C
  • Gaziantep 6 °C
  • Bolu 2 °C
  • Bursa 9 °C

Beyzanur Bıyık: Kur’an-ı Kerim ve Hadislerin Işığında Safahat Anatomisi

Beyzanur Bıyık: Kur’an-ı Kerim ve Hadislerin Işığında Safahat Anatomisi

“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.” Bu dizeler, Safahat’ın şairi Âkif’in dizeleri. O Âkif ki bu milletin İslâm şairi, ilk Kur’an mealinin müellifi. O Safahat ki, her mısraı Allah’ın ayetleriyle döşeli. Her mısraı ayetlerle döşeli derken, bunu kesinlikle rastgele söylemedim. Safahat’ın içerisinde orijinal meal hâlinde toplam on beş ayet-i kerime ve üç hadis-i şerif bulunuyor; ama bunlar sadece şiirlerin başlarına konulmuş, bir nevi giriş mahiyetindeler. Bu bahsettiklerim dışında; atıf yoluyla veya doğrudan meali ve orijinal hâli dizelere yerleştirilmiş ayet-i kerime ve hadis-i şerifler de var. Meselâ “Durmalıyım” şiirinde: “Leyse li’l-insani illa ma sea derken Huda;/ Anlamam hiç meskenetten sen ne beklersin daha.” derken Âkif, Necm sûresinin 39. ayetinin Arapça hâline yer vermiş. Aynı şekilde “Hasbihal” şiirinin, “Müsevvifler için dünyada mahvolmak tabiidir/ Bu bir kanun-i fıtrattır ki yok tevili: Kat’idir.” mısralarında da “Müsevvifler helak olur.” hadisine atıf yapılmıştır. İşte bu tür atıf ve alıntı şeklinde dokuz ayet ve sekiz hadis daha Safahat’ta yer almaktadır.

Ayetlerin ve hadislerin içeriği, hangi konularla ilgili oldukları. Burada da en fazla göze çarpan konu ‘ümmetin birliği’ oluyor. Ki bu çok da şaşılacak bir şey değil. Çünkü o şartlar altında insanların en çok muhtaç oldukları şey birlikti ve Âkif bunun en çok farkında olan insanlardan biriydi. O, memuriyeti sebebiyle Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ı karış karış dolaşırken, halkla hemhal olmuş, herkesin bir tefrika belasına bulaşmış olduğunu saptamıştı. Bunun Safahat’taki en güzel örneklerinden birini “Hakk’ın Sesleri” isimli şiirinde görüyoruz:

“Arap’ın Türk’e; Laz’ın Çerkes’e yahud Kürd’e;

Acem’in Çinliye rüçhanı mı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta ‘anasır’ mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber.”

Burada da Âkif, insanlığın bu en temel sorununu gözler önüne sererken, Peygamberimizin “Asabiye davası güden bizden değildir. hadisine atıfta bulunarak yine herkesi o ortak paydada buluşturmayı hedefliyor.

Âkif’in ayrılık derdini ele aldığı tek yer burası da değil. Meselâ Gölgeler’de, “Hâlâ Mı Boğuşmak” şiirine Enfal sûresinin 46. ayetinin bir kısmıyla başlıyor: “Birbirinize de girmeyin ki, maneviyatınız sarsılmasın, devletiniz gitmesin.” Bu şekilde birçok defa Âkif, Kur’an’ın da desteğini alarak bir olamama hâlimize parmak basıyor.

İkinci değinilecek konu ise; azim. Bu mesele de Âkif’in Safahat’ta en fazla bahsettiği noktalardan biri. Çünkü o, sadece sorunları masaya koymanın bir işe yaramayacağının farkındaydı. Bu yüzden herkesi ümmetin kurtuluşunun ikinci adımı olan azme, Âli İmran sûresinin 159. ayetiyle davet etti: “Bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan.” “Azimden Sonra Tevekkül” şiirinin başında yer alan bu ayet; az önce de değindiğim üzere, Necm sûresinden “Doğrusu insan için kendi çalışmasından başka bir şey yok.” ayetiyle birlikte Safahat’ın temel taşı vazifesini görüyor. Derin bir gaflet uykusuna dalmış bazı Müslümanları adeta tokatlarcasına uyandırıyor:

“Dünya koşuyor’ söz mü? Beraber koşacaktın;

Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın! Mademki uyandın o medid uykularından, Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa kımıldan. Ensendekiler ‘leş’ diye çiğner seni sonra; Ba’sin de kalır ta gelecek nefha-i Sûr’a! Çiğner ya, tabii, ne düşünsün de bıraksın? Bir parça kımıldan, diyorum, mahvolacaksın! Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz; Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz. Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha: Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vaha!”

Bahsedeceğim son adımsa; tevekkül ve ümit. Vahdet-i İslâm’ın son basamağı olan bu iki kavram da tıpkı azim kavramı gibi Safahat’ta oldukça geniş yer buluyor. Öyle ki en karamsar şiirlerde ihtiyaç duyulan yardım, Allah azze ve celleden geliyor: “Dalalete düşmüşlerden başka kim Tanrı’sının rahmetinden ümidini keser?”

Yeterince dikkat etmezsek, burada bir sıkıntı gözümüze çarpıyor: Biz, Âkif’i kaderci bilmezdik! O her zaman kişinin kendi çabasına inanan bir insan değil miydi? İlk bakışta oldukça haklı duran bu itiraz, Safahat ile yeterince hemhal olununca doğruluğunu yitiriyor. Çünkü Âkif, öyle bir şairdi ki bu kadar zıt olan iki görüşü, kitabında ustaca sentezleyebilmişti. Cüz’i ve külli iradenin arasındaki o ince çizgiyi o kadar iyi kavramıştı ki; eserlerinde bu dengeyi kolaylıkla kurabilmişti. Sanıyorum, bunun en net kanıtı da yine “Hakk’ın Sesleri” şiirinde bulunuyor:

“Tecelli etmedin bir kerre, Allah’ım, cemalinle! Şu üç yüz elli milyon ruhu öldürdün celalinle! Oturmuş eğlenirlerken senin haşa zevalinle, Nedir ilhadı imhalin o samit infialinle?

Nedir İslâm’ı tenkilin bu müsta’cel nekalinle?”

Bu dizeler, belki de Âkif’in en isyankâr dizeleri. İslâm dünyasının düştüğü hale karşın adl-i İlâhî’nin tecelli etmemesine o kadar kızgın ki, kendisini o adaletin varlığını inkâr etmenin eşiğinde buluyor; ama bakın, bu teşebbüsün tövbesini nasıl yerine getiriyor:

“Sus ey divane! Durmaz kâinatın seyr-i mu’tadı.

Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdadı;

Cihan kanun-i sa’yin, bak, nasıl bir hisle münkadı!

Ne yaptın? ‘Leyse li’l insani illa ma sea’ vardı!”

Tevekkül bahsini sonlandırmadan önce son bir şeyi daha sizlere aktarmak istiyorum. Ve bu konuya ilişkin daha fazla söyleyecek söz bırakmadığına inanıyorum. Bir sonraki şiirin başında bulunan ayet-i kerime şudur: “İşte sana, onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları!”

Safahat ile Kur’an-ı Kerim arasındaki ilişkiye dair bahsetmem gereken son bir nokta kaldı. Bu, fark ettiğimde beni adeta şaşkına çeviren bir paralellik... Âkif bunu bilinçli mi yapmıştır, bilemiyorum. Ama Safahat’ın Kur’an eksenli bir kitap olduğunu bana en çok hissettiren bu nokta oldu. Bu paralelliğin ilk unsuru Asr sûresidir: “Asra yemin olsun, insanlar ziyandadır. Sadece iman edip salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”

Şimdi de az evvel bahsettiğim adımları tekrar hatırlayalım: Birlik, azim ve tevekkül. Bence bu basamaklar, Allah’ın Asr sûresinde ziyanda olmamamız için bizden istediklerinden başkası değil. Dilerseniz, sûreyi yeniden gözden geçirelim. “İman edenler”, Allah’ın varlığına inanlar. Burada biraz düşünelim. Safahat’ın seslendiği insanların tahkiki bir iman ile Allah’a bağlanmalarının ilk getirisi ne olacaktır? Tevekkül ve ümit. Çünkü siz eğer evrenin mutlak bir hâkimi olduğunu bilirseniz; başınıza her ne felaket gelirse gelsin, korunmak için o mutlak hâkime tevekkül eder, ondan ümit edersiniz.

Devam edelim: “Salih amel işleyenler”; çalışıp didinenler, başarmak için azmedenlerdir! Çünkü nasıl ziyana düşmemek için iman yetmiyorsa, ümmeti kurtarmak için de tevekkül yetmeyecekti. “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” ayetinde de belirtildiği gibi azim ve çalışma olmaksızın tevekkül etmek hiçbir fayda vermeyecektir.

Ve son adım: “Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.” Buradan da şu sonucu çıkarıyoruz: Biz içinde bulunduğumuz topluluğu göz ardı ederek sadece kendi çabamızla bir yere varmaya uğraşırsak sonuç alamayabiliriz; ama çevremizdeki insanları hayra çağırırsak, onlardan da aldığımız destekle daha ileriye yol alabiliriz.

80 Yıl Sonra Mehmed Âkif Ersoy, 2017
Bu haber toplam 674 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim