Bir tarafta bir çocuğun penceresinden seyredilen masum bir dünya... Beyaz Gemisi ve Maral Ana'sından, yani hayallerinden başka kimsesi olmayan bir çocuk...
"İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenemez, gelişemez." diyor yazar kitabın son kalp atışlarında. Bir yerde o özün olmadığı ve o tohumun filizlenemediği ruhlar, insanlar; Orozkul ve diğerleri. Diğer yanda içindeki özü koruyan, vicdanının kökü kopmamış bir çocuk... Ve dedesinin kökleri zayıf, pasif vicdanı. 'Cehalet' diye adlandırdıkları hayal dünyası ve inançları, Maral Ana'ya karşı duydukları sadakat, zihin için cehalet olabilir lâkin kalp için bilgeliktir. Öyle saf, öyle temiz bir kalbin ürünüdür ki bu inanç, o özden öylesine büyük bir kalp filizlenmiştir ki, Maral Ana'nın cansız bedeni önüne serilse dahi ona olan inancı yitmemiş, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddetmiştir. Hayatı boyunca Maral Ana'nın o şefkatli yüreğini yüreğinde hissedip adetâ Maral Ana'nın insan vücudu olan dede, onu kendi elleriyle katlettiğinde kendini de katletmiştir. İçindeki o çocuk kalbi yavaş yavaş yitirmiş, Orozkul'un, yani kötülüğün kuklası olmuştur.
Romanın sonlarında bir çocuğu hayallerine bu kadar bağlayıp onu kendi elleriyle sökmüş olduğu düşüncesinin vicdan azabını yaşamaktadır zirâ kalbindeki o özü, o çocuk vicdanını, kendi elleriyle söküp atmak zorunda kalmıştır. Aslında çocuğun hayalleri sökülmemiştir, aksine daha çok güçlenmiştir ve içindeki o iyilik tohumu öylesine büyümüştür ki, ebediyete kadar uzanmıştır... Etrafındaki bütün kargaşaya, dünyevi bütün sorunların içinde kaybolan insanlara karşın, çocuk her zaman kendi zihninde, kendi dünyasında yaşamaktadır.
İyilik ve kötülük aslında iç içedir ve bir savaş içindedir; görünüşte Orozkul'un, yani kötülüğün hâkimiyeti sürerken, bu güç kılıfına bürünmüş güçsüzlük otoritesine karşı iyilik içten içe hep savaşmaktadır ve bu savaşı, dedesi yenemese de çocuk yenmiştir. İyiliğin köklerinin sağlamlaşması için de bir güç gereklidir, tek başına bir zafer elde edilemez; savaşılacak bir düşman olmalıdır ki gerçekten zaferi tadıp güçlü olduğunu söyleyebilesin. Dedesi, içinde kışkırtılmayan bir nefs canavarı olmadığı için iyilik tohumlarını yeşertebilmiştir lâkin gün gelip de o nefs canavarı çaresizliğinin sırtından güçlenince, o gün o ormanda tetiğe basmış ve savaşı kötülük yenmiştir. Eşinin söylediği o cümleler, para kazanmayana 'adam' denilmeyeceğini söyleyen zihni ve ardından acizlik duygusu, o tetiğe basmasına sebep olmuştur.
Kitabın başında da söylediği gibi: "Onun tek üstünlüğü bundan ibaretti. Başkalarının gözünde küçük düşmekten korkmamasıydı." Ve bu üstünlüğü giderek yitirince başkasının gözünde küçük düşmekten korkması, çaresizliği, onu kendi içinde küçültmüştü... Lâkin hâkikî iyilik, içindeki o nefs canavarını yenince ortaya çıkar. Hayatı boyunca inandığı bir hayali, içinde bulunduğu çaresiz durumun korkusuyla kaybetmiş ve hikâyede o çocuk vicdanı, o özden filizlenen iyilik çiçeği, yavaş yavaş solmuştur. Bu benim fikrimce, romanda iyiliğin kötülüğe yenilişinin sembolüdür.
Bir yandan da romanda hâlis kötülüğün sembolü Orozkul vardır. Orozkul, kendi zayıflığını örtmek için içinde bulunduğu konumu kullanan; içindeki ayıbı örtmek için başkalarının yüzüne kara çalan, bir insanın karakterden yoksunluğunun yansımasıdır. Paranın hüküm sürdüğü bir yerde, güzel sözün ve güzelliğin yitirilmiş hâlidir. Zayıf insanların içsel hesaplaşmaları yok denecek kadar azdır, içlerindeki vicdan mahkemesinde asla kendilerini cezalandırmazlar; zaten o mahkemeden yoksunluğu, çevresindeki herkesi suçlu ve kendini yargıç yapar. Orozkul'un çevresindeki herkese karşı duyduğu öfkesi, suçlayıcı tavrı, kendi içindeki zayıflığın dışavurumudur; sürekli içki içip zihnini sarhoş ederek içindeki o kirli öfkeyi ve kini dışarı salmasa, kendi içindeki kirle yaşayamayacak duruma gelecektir... Öyle kirli bir dünyaya sahiptir ki, kendi bile kendisine dayanamayıp kaçış yolunu sarhoşlukta bulur; bir insana kendinden kaçışları mutluluk veriyorsa, o insanın içinde içsel hesaplaşmaları yığılıdır. Ve vicdanından uzaklaşan insan, kötülüğe yaklaşır. hâli kalbinde serilidir.
Ve çocuk... İyiliğin mûnis sembolü. Her şeye rağmen yürekten istediği beyaz gemisine doğru yüzen balık... Mısır koçanı boyunda bir çocuk, büyük bir karakterin ardında... Orozkul gibi insanların hiç acımayacağı, boğazından tutup parçaladığını zannederken son anlarında bile Maral Ana'yı ve beyaz gemisini düşünüp boğazındaki o elleri hissetmeyecek kadar güçlü bir tohum. Bir şimşek gibi çakmaktan vazgeçmeyen, ebediyete kanat açarak dallarını gökyüzüne uzatan iyilik ağacı. Çocuk vicdanını her şeye rağmen korudukça filizlenip açtı, ebediyete uzandı. O çocuk, insanlığın özü; insanın en muazzam noktası. İnsan ahlâkının en saf hâli.
Kitap Adı: Beyaz Gemi/ Yazar: Cengiz Aytmatov / Çevirmen: Refik Özdek / Yayınevi : Ötüken Neşriyat / Sayfa Sayısı: 168
Gülay Karakuş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.