Hatay’ın tarihi süreç içindeki yeri ve önemi, Milli Mücadelede Hataylıların gösterdiği cesaret ve kahramanlığı, İstiklal Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un şehirde kaldığı sürede gördüğü itibar ve ilgiye dair sorularımızı, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Prof. Dr. Musa Kâzım Arıcan, cevaplandırdı.
- Şehrin ismi nereden geliyor?
-Hatay çok kadim, çok köklü bir şehrimiz. İsmiyle ilgili çok farklı değerlendirmeler var. Birinci Meclis'teki milletvekillerinden Siirt milletvekili, o günün Cumhuriyet Gazetesi'nde Tarihten Yapraklar isimli bir yazısında şehrimize Hatay adı verilmesi önerisinin nedeninin bu bölgeye Çin'in kuzeyinden gelen Hatay Türkleri olduğunu söyler. O Hatay Türkleri diye doğrudan bu kavramı kullanır. Bu çokça rivayet edilir. Ama bununla beraber Hatay adının, Hititlerin Amik Ovası'nda yaşayan beyliklerinin bir araya gelip bir devlet kurmalarının ardından geldiğini söyleyenler de var. Tabii Hatay, şöyle kısaca ifade etmek gerekirse aslında kurulduğunda döneminin en kadim şehirleri, o dönemin dünyadaki en büyük 4 metropolünden bir tanesi. Roma, İskenderiye, Kudüs ve Hatay’ın tarihte sayılı metropollerden olduğu bilinmektedir. Hatay aslında biraz coğrafi bir isim. Geniş bir coğrafyanın adı. Tabii Osmanlı döneminde daha çok Halep sancağına bağlı olarak anılır. 13 medeniyete de ev sahipliği yapmış. Dil, kültür, inanç çeşitliliği ve farklı kültürlerin, inançların birleşiminden doğan çok özgün bir medeniyete sahip. Yeme içme giyme diyebileceğimiz çeşitliliklerin, derin kültürel değişikliklerin en iyi, en yaygın, en yoğun olduğu bir kadim şehrimiz diyebiliriz.
Âkif Hatay’da büyük bir teveccühle karşılanır
-Şehrin Mehmet Akif Ersoy’un hayatındaki yeri ve şairin şehre dokunuşları nedir?
-Öncelikle Mehmet Akif'in yaklaşık on beş şehri olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bunların çoğu Mehmet Akif Ersoy'un Milli Mücadelede, vatan, millet, devlet ve millet bekası için gittiği şehirler. Bu mücadeleyi verdiği ilk şehir, tabii doğduğu ve büyüdüğü şehir olan İstanbul’dur. Balıkesir, sonra Milli Mücadele için geldiği Ankara, Kastamonu; vekillik yaptığı Burdur vs. şeklinde devam eder. Aslında Akif hayatının en zor zamanında, en sıkıntılı zamanında hastalıkla boğuştuğu bir anında kendisine muhabbet besleyen, sevgi besleyen Hataylılar, Mehmet Akif Ersoy'u, Lübnan'a geldiğinde Hatay şehrinin havasının daha güzel olması, oksijeninin bol olması ve suyunun çok güzel olması nedeniyle Hatay’da ağırlamak istediklerini söylerler. Akif o zor şartlarda ve o zor durumda 1935 yılının Ağustos ayında severek Hatay'a gelir. Büyük bir teveccüh ile karşılanır. Akif çok etkilenir. Hem Hatay'ı çok sever, çok beğenir hem de kendisinin bu zor zamanında hem sağlık sorunu yaşarken hem de yalnızlık girdabındayken büyük bir moral bulur. Çünkü bu dönemde, Mehmet Akif İstanbul'dan ayrılmış, Mısır’a gitmiştir. Anadolu'dan ayrılmış, anavatana dâhil olamamış Hatay şehrimize davet edilmesi, oradaki dostlarının onu yaklaşık bir ay boyunca ağırlaması, Akif’e iyi gelir ve psikolojik olarak da moral bulur. Daha sonra Akif tekrar Mısır'a döner. Bir yıl sonra da İstanbul'a döner ve vefat eder.
Ben bu anlamda Hatay'ı aslında vefalı bir şehir olarak görmekteyim. İstiklal şairimize gösterdiği vefa nedeniyle Hatay'a vefa şehri adı verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani Mehmet Akif Ersoy'un hayattayken böylesi bir özel davetle gittiği, kendisinin moral ve motivasyon kazandığı bu şehre; belki de ömrü vefa etseydi, daha uzun yaşasaydı gelip yerleşebilirdi diye düşünüyorum. O günkü şartları düşünün. 1935’li yıllar. Tabii Hatay daha o zaman bağımsız olmamış. Akif'in vefatından sonra Hatay, bağımsız bir Türk devleti oluyor ve daha sonra Anavatan’a katılıyor.
Akif hayattayken ve hayatının en zor döneminde en büyük vefayı Hatay'da görüyor. Bu çok önemli diye düşünüyorum. Yani bunu bir Hataylı olmam hasebiyle bir hamaset olarak söylemiyorum, bu bir vakadır, tarihi bir olgudur. Akif ile Hilvan’da tanışan Bereketzade Cemil Bey, Akif'i çok sever ve Akif'i Hatay'a davet eder. Özellikle Akif ile İstanbul'da öğrencilik yıllarından tanışan Ali İlmi Fani de, Akif'i gidip Lübnan'dan Hatay’a davet eder. Akif' sağlık sorunları yaşarken vatan özlemiyle yanar, yüreği Anadolu’da, Anavatandadır. Hatay ve İskenderun'da geçirdiği yirmi bir gün Akif için gerçekten bir ilaç gibi olur. Büyük bir vefa görür burada. Ömrünün son yıllarında hem vatan hasreti hem de sağlık sorunları ıstırabı çekerken Akif’in ihtiyaç duyduğu bir seyahat olur Hatay ziyareti.
Akif hem yaşarken hem de vefatından sonra en büyük vefayı
Hatay'dan görmüştür
-Hatay’a vefa şehri diye bilir miyiz?
-Mehmet Akif Ersoy, tabii milli şairimiz, İstiklal Marşımızın şairi. 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde İstiklal Marşı kabul edildi. Keza 1938'de Hatay Türk Devleti kurulduğunda, milli marşı İstiklal Marşı olmuştur. Bu çok önemlidir. O gün bağımsız bir Türk devleti kuruluyor, Hatay devleti farklı bir marş tercih edilebilirdi. Ama Akif'e olan sevgi ve muhabbet burada da kendini gösteriyor.
Bununla birlikte Mehmet Akif Ersoy 27 Aralık 1936'da vefat ettiğinde ilk anıldığı yer Hatay’dır. 27 Aralık 1938’de Hatay Türk Devleti'nde Mehmet Akif Ersoy, vefat yıl dönümünde anılmıştır. Tabii dediğim gibi Akif hem yaşarken hem de vefatından sonra bana göre en büyük vefayı Hatay'dan görmüştür.
Ben tekraren ifade etmek isterim ki bu bağlamda Hatay'a vefa şehri dememiz çok yakışır diye düşünüyorum. Vefatının 85'inci yılını yeni idrak ettiğimiz dönemde Mehmet Akif Ersoy'a olan bu vefası dolayısıyla Hatay'a, Vefa Şehri unvanı verilebilir kanaatindeyim. Aynı şekilde Temmuz 1939'da, Haziran sonu Hatay Cumhuriyeti Devleti, Türkiye'ye Anavatana iltihak ediyor. Bu vefayı Anavatana da gösteren bir şehir, bir şehir devletiydi Hatay. Bu da dikkate alındığında Hatay iki açıdan tam anlamıyla Vefa Şehri adına layık gözüküyor.
-Şehir tarihinde bu dokunuşların önemi nasıl tezahür etmiştir?
-Mehmet Akif gerçekten şehirde çok büyük bir teveccüh ile karşılanır. Akif kendisine gösterilen bu olağanüstü ilgiyi İstanbul'da bulunan Prenses Emine Abbas Halime yazdığı mektupta şöyle anlatır;
“Antakya şehri sırtını Habib-i Neccar dağına vermiş, ayaklarını Asi Nehri'ne uzatmış, gözlerini de karşıki Toros cibaline dikmiş, ağaçlık, bahçelik, zeytinlik, bağlık, sulak, yemyeşil bir Türk yurdu... Değersiz eserleri dolayısıyla fakire gıyaben aşina çıkan ahali, fevc fevc ziyaretime geldiler’’.
Burada tabii yaşadığı o manevi buhranı da anlatıyor aslında. Yani ömrünün son dönemleri, kendisinin bir anlamda değersiz kaldığını, değersiz olduğunu düşündüğünü görüyoruz. Bu haleti ruhiye, o günkü şartları dikkate alındığında gerçekten çok manidar. Aslında Akif daha şehre gelmeden şunun farkında diyor ki bana karşı ne kadar teveccühleri var, ne kadar aşinalar, ne kadar muhabbetleri var. Bunlar Mehmet Akif'in kendi mektubunda da dile getirdiği ifadeleri. “Davet alıp dağlara, bahçelere, bağlara götürdüler. Hele konağına indiğim Cemil Bey. Ev sahipliğini bendenize devrederek mahcup bir misafir gibi kendisi bir köşeye büzüldü”. Ev sahibi bir anlamda evin sanki köşesindeki sinmiş mahcup misafir konumundadır. Akif burada ev sahibi gibidir. Akif’e verilen değer o kadar yüce ki Akif bundan olağanüstü bir şekilde etkilenmiş.
-Âkif Hatay’a gelince manen kendini iyi-mutlu hissetti diye bilir miyiz?
Muazzam bir teveccüh var Akif’e. Şöyle anlatıyor bunu o. ‘‘Aşçılar, hizmetçiler bütün emirleri bendenizden telakki eder oldular. Asıl beylerine hiçbir şey sormaz oldular. Asalet mutlaka kendini gösteriyor. Asil adam ne kadar düşse, gene sağlam bir tarafı kalıyor…” Herkes Akif'ten emir alıyor. Sanki o evin sahiplerinden bir tanesi. Akif bunu asalete bağlıyor. Diyor ki bu insanlar asil insanlardır. Asil adam ne kadar düşse gene sağlam bir tarafı kalıyor. Dolayısıyla Mehmet Akif Ersoy gerçekten şehrin kendisini bu şekilde kucaklamasından mutluydu. Akif sadece üç gün farklı mekânlara gidebiliyor. Mehmet Akif Ersoy’a gidildiğinde şu söyleniyor ki sana biz orada iyi bakarız, hem ilaçlarına da biz daha iyi riayet ederiz. Gerçekten Akif de bu taahhüdün ya da kendisine ifade edilen şeyin fazlasıyla tezahür ettiğini, Emine Abbas Halim’e yazdığı mektubunda ifade ediyor. Dolayısıyla Mehmet Akif, Hatay'a gelince büyük bir moral kazanıyor. Sıkıntılarını o sohbetlerde dağıtıyor. Çünkü Mısır'a gelmiş, biliyorsunuz, oradan kızına yazdığı mektubu var ki artık ölümü beklercesine çok içli şiirler yazıyor. Kızına yazdığı mektuba koyduğu, kaldığı evin bahçesinde, banka oturmuş, eski ayakkabılı fotoğrafın arkasına şu dizeleri yazar:
‘‘Şu serilmiş görünen gölgeme imrenmedeyim
Ne saadet, hani ondan bile mahrumum ben.
Daha yıllarca eminim ki, hayatın yükünü
Dizlerim titreyerek çekmeye mahkûmum ben.
Çöz de artık yükümün kör düğüm olmuş bağını;
Bana çok görme ilâhi bir avuç toprağını!’’.
Bu dönemde, Mısır'da gurbet hayatında idi Akif. Mısır'daki dostları da Akif'e çok önem veriyorlar. Orada bir problem yok ama özellikle Anavatan'ın bir parçası olan, Anadolu'nun bir parçası olan Antakya bir anlamda Akif'in öz kardeşleriyle buluştuğu yer oluyor. Akif'in acılarını, yalnızlığını, hasretini gideriyorlar. Ali İlmi Fani edebiyat öğretmeni, İstanbul'da daha öğrenciyken Mehmet Akif'i tanır. Tabii Lübnan'da iken Mehmet Akif Ersoy, filozof Rıza Tevfik ile görüşür. Halit Refik Karay’la görüşür. Ali İlmi Fani 14 Ağustos 1935 tarihinde Akif'in Antakya ziyaretini mektubunda şöyle yazar;
“Perşembe akşamı Akif Beyefendi ile beraber Halep'e yerleştik. Geceyi Refik Halit Bey'in yanında geçirdik. Sabahı Antakya'ya geldik. Kendisini Bereketzade Cemil Bey'in konağına misafir eyledim. Cemil Bey ile Hilvan'da tanışmışlar. Adı hakkında pek ziyade hürmet göstermekte ve bu suretle iştirak rahatını teminine çalışmaktadır. Akif Bey vaziyetten pek memnundur. Ancak kendisinden bir saat ayrılmak dahi kabil olmadığından benim hürriyetim elimden gitmiştir”.
Mehmet Akif'ten ayrılamıyorum, o kadar gelen giden var ki, demektedir bir nevi Ali İlmi Fani. Bir anlamda tüm hizmetleri o görüyor. “Hatta şu kısacık mektubu bile size 5 gün sonra yazmaya vakit bulabildim, inanır mısınız?” diyor. Yani Akif'in belki bu 21 günlük yani 3 haftalık ziyareti, iki ayı, iki yılı bulmuşçasına dolu dolu geçer. Yani bunu şöyle tanımlayabiliriz ki uzun yıllar hasretle beklenen, şehirden ayrılmış o şehrin büyüğü, mütefekkiri, vatan sevdalısının; aşkla, muhabbetle geri dönüşü kutlanır gibi ağırlanıyor Akif. Dostlarının bildiği üzere Akif yürümeyi sever. Bunu Mısır'da da yapar. Her gün akşam yaklaşık iki saat yürür. Nitekim Antakya’da bu yürüyüşü her gün Asi Nehri kıyısında da yapar. Bu yürüyüş esnasında da bazı gözlemleri de olur. Tabii orada iki şey onu üzer. Bir, şehirdeki asılı Fransız bayrakları; İki, şehrin Anavatandan kopmuş olması. Akif Hatay’da gerçekten vatan sevdalısı, Anadolu'dan bir parça olan bu yurdu yakından müşahede eder. İşte Emine Abbas Halim’e de gönderdiği mektupta bunları açık açık dile getirir.
Vatan toprağı özlemini şehrimizde giderdi
-Sağlığı elverişli olsaydı Hatay’a tekrar gelir miydi?
-Mehmet Akif Anadolu, Anavatan ve İstanbul aşığıdır ki sağlığının tekrar sıkıntıya girmesi nedeniyle İstanbul'a dönmek ve orada son nefesini vermek ister. Vatan toprağı özlemini bir anlamda o hastalığının zor zamanında Hatay ziyaretiyle bir nebze dindirmiştir. Naçizane kanaatim Akif'in ömrü vefa etseydi, İstanbul’a geldiğinde sağlığına kavuşsaydı, öyle tahmin ediyorum ki Hatay'ın Anavatana katılmasıyla Âkif, bir daha Hatay ziyareti yapardı. Çünkü Âkif gerçekten Hatay'da çok büyük bir teveccüh görmüştür. Bunu da yazdığı mektupta dile getirir. Bu teveccühün, sevginin ve muhabbetin, Âkif bir anlamda şaşkınlığını da yaşar.
-Mehmet Akif Ersoy’un şehirle ilgili kayıtları, fikirleri ve şehirle münasebet hacmi nedir?
- Akif’in, dediğim gibi Hatay'ı ziyaretine, dostlarının sevgisi neden olmuştur. Gerçekten o gün Akif'e olan teveccühün olağanüstü olduğunu bilmekteyiz. Böylesi bir ağırlama şehrin çok köklü bir ailesinin büyüğü için ancak yapılabilir. Akif için yapılan karşılama ve ağırlama bu şekilde. Akif tabii bunlardan mutlu ama bir taraftan da Hatay'ın Anavatandan kopmuş olmasına çok üzülmektedir. Belki bu ziyaretteki sohbetlerin en büyük konusu da oradaki ahalinin Anavatana dâhil olmasıydı. Hatay'ın Fransa'nın itirazıyla Anavatana dâhil edilmemesinden duydukları ıstırabı, Akif müşahede eder. Amik Ovası muhteşem, bereketli bir yer. Bu cennet beldenin anavatandan ayrı kalmasının üzüntüsünü de yakından duyar Akif bu seyahatte. Bu teveccühten dolayı çok bahtiyar olan Akif bir taraftan da Hatay halkının üzüntüsü nedeniyle şu dörtlüğü söyler;
“Viranlerin yascısı baykuşlara döndüm
Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu
Gül devrini bilseydim onun, bülbülü olurdum,
Ya Rab beni evel getireydin, ne olurdu…?”
Hatay için yazmış olduğu şiirinde Akif diyor ki bu cennet beldeye, şehre, memlekete ben daha güzel zamanında gelseydim ve bu beldenin bülbülü olsaydım. Naçizane fikrim Âkif herhalde ömrü vefa etseydi ve bir yerde yaşama tercihinde bulunacak olsaydı muhtemelen Hatay'da yaşamayı tercih ederdi. Bilindiği üzere Akif, Evlad-ı Fatihan’dır. Baba tarafı Balkanlardan, anne tarafı Buhara’dan Tokat'a gelmiştir. Mehmet Akif gibi baba tarafından Evlad-ı Fatihan olan Cemil Meriç de biliyorsunuz Hatay’da babasının banka memuriyeti dolayısıyla bulunmuştur. O da Hatay'ı çok sevmiştir. Orada doğmuştur, Reyhanlı'da büyümüştür. Mehmet Akif Hatay ziyareti üzerine bir şiiri yazar. Amik Ovası'nın ve Hatay'ı güzelliklerine özlemi anlatır. Aslında Akif'in gelip kaldığı üç haftalık dönem şehrin mevsim olarak en zor günlerinin olduğu zaman dilimidir. Ağustos ayı en sıcak zamanlardır. Yaz ayları Hatay için bereket ve bolluk ayıdır ancak iklim olarak en sıcak ve yaşamak açısından en zor mevsimdir. Aslında Hatay'ın en güzel günleri kış, bahar ve sonbahar aylarıdır. Buna rağmen Mısır'a kıyasla daha serindir, suyu daha güzeldir. Hatay’ın yaz ayını da çok sevmiştir Akif.
-Mehmet Akif Ersoy’un yaşadığı yıllar süresince şehrin siyasi ve kültürel konumu nedir?
- Âkif şiirinde şehrin hem o günkü siyasi, sosyolojik şartlarını da bize tanımlar. Şehir aslında çok muazzam bir şehirdir. Zaten Emine Abbas Hanım'a gönderdiği mektubunda bunu söyler. Hatay’ın bir Türk yurdu olduğunu söyler. Ama Akif orada Fransızların kışlada bayrağının dalgalanmasından çok müteessir olur. Halkın Anavatan'dan kopmuş olmasından çok duyduğu üzüntüye ortak olur. Şehirde siyasi anlamda da karışıklık vardır. Fransızlar, işbirlikçileri bulmaya ve kullanmaya çalışmaktadır. Yani kaotik bir ortam vardır.
Mehmet Akif Ersoy Milli Mücadele Döneminde Anadolu'ya Milli Mücadele’nin manevi cephesini güçlendirmek için gelmiştir. İnsanlar o kadar mutsuz, çaresiz, yorgundur ama Akif hep moral verir, motivasyon kazandırır halka. İstiklal Marşı yazıldığında daha zafer elde edilmemiştir. İstiklal kazanılmamıştır. Milli Mücadele, İstiklal mücadelesi devam ediyordu. Akif, İstiklal Marşında, “Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın/ Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın” diyerek kurtuluşu müjdelemiştir İstiklal zaferinden önce. Akif aslında Hatay ziyaretinde de benzer şekilde moral verir ve bağımsızlıkları için ümit verir halka. Belki de Mehmet Akif, Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla farklı coğrafyalara gittiğinde yaptığı gibi burada da halkın nasıl davranması, nasıl bir strateji izlemeleri gerektiğini anlatmıştır. Diyebiliriz ki Mehmet Akif 1935 kadar Milli Mücadele’yi aslında burada sürdürdü. Mehmet Akif’ten şüphelenenler, onun peşine muhbirler, istihbaratçılar taktılar. Ama istihbarat belgeleri Akif’in muhalif hiçbir tavır ve tutum içinde olmadığını göstermektedir. Bu kayıtların ve belgelerin bir kısmını Caner Arabacı hocamız yayımladı. Akif’in bu dönemine ilişkin yazılan birçok yazıya göre, onun asla yeni kurulan Cumhuriyet aleyhinde konuşmuyor, Türkiye Cumhuriyetini destekliyor ve insanları destek olmaya ve katkı vermeye teşvik ediyor.
Mehmet Akif, Hatay'dan ayrılıp, Mısır'a dönüp, tekrar İstanbul'a gelip, 1936'da vefat ettiğinden kısa bir süre sonra Hatay bağımsız oluyor. Şu önemlidir ki ziyareti sırasında Mehmet Akif’i Hatay'ın eşrafı ile ileri gelenleri misafir ediyor, ağırlıyor. Akif'in ziyaretinde diğer ilçelerden, köylerden de insanlar geliyor. Çünkü Akif çok iyi tanınıyor ve çok seviliyor. Milli Mücadele'nin manevi komutanı Mehmet Akif, İstiklal Marşı'nın şairi olarak biliniyor. Akif'in vatan savunması için yaptığı katkılar iyi biliniyor. Akif en başta şehrin eşrafı, entelektüelleri, yazarları, sanatçıları tarafından hüsnü kabul görüyor. İskenderun’dan itibaren Anavatandan kopuk haldeler Hataylılar. Mehmet Akif Ersoy bu ziyarette belki moral olarak çökmüş halkı, 1920'lerde Anadolu'da olduğu gibi cesaretlendiriyor. Mehmet Akif manevi cephede olduğu gibi umudu, morali, motivasyonu burada da vermiştir. Dolayısıyla şehrin o günkü siyasi, sosyolojik yapısı gerçekten çok kritiktir ve Akif, bu 3 haftalık ziyarette kendisi de moral bulmuştur. Sağlık ve sıhhat kazanmıştır. Aynı şekilde Hatay halkı da Akif’in ziyaretiyle moral ve dinamizm kazanmıştır. Bunun neticesinde Hatay önce bir Bağımsız Türk Devleti olmuş, sonra da anavatana katılmıştır. Akif'in bunda dolaylı da olsa önemli bir katkısı vardır diye düşünüyorum.
Milli Mücadele’nin ilk toplu direnişi Hatay sınırları içerisinde gerçekleşti
-Milli mücadele yıllarıyla şehri ilişkilendirebilir miyiz?
- Milli Mücadele’nin başladığı yılları dikkate aldığımızda Hatay geneli itibariyle milli mücadelenin verildiği önemli şehirlerden birisidir. Hatta Milli Mücadelenin ilk kurşunu ve toplu ilk direnişi Hatay sınırları içerisinde gerçekleşmiştir. Hatay, Dörtyol, Karakese köyü ki naçizane benim kendi ilçem ve köyümdür burası. 1918’de, yani daha İzmir'de kurşun atılmadan ve Maraş'ta Sütçü İmam hadisesi yaşanmadan önce kuvayı milliciler tarafından milli direniş burada gerçekleştirilmiş ve başlatılmıştır. Maraş olduğu gibi burada da Müslüman Türk kadınlarına Fransız askerleri tarafından yapılan bir taarruz vardır. Buna tepki gösteren halktan kahraman insanların Fransız askerlerini öldürmesiyle bir kargaşa çıkar ve bu hadiseyi gerçekleştirenler Karakese köyünün yiğit halkı tarafından muhafaza edilir. Fransız askerleri ki bir kısım Ermenilerin de özelikle kışkırtması ve işbirliğiyle köye saldırırlar. Karakese’nin cesur halkı köyün girişlerini kapatır ve toplu direniş başlar. Fransız askerlerin ellerinde daha üstün silahlar olduğu için orada birçok sivil insan şehit olur. Babaannem rahmetliden dinlediğim anlatıma göre beklenmedik bir şekilde çok hızlı vuku bulan bu olaylar nedeniyle telaşla dağlara doğru çekilen bir kısım kadınların çocukları kundakta ve beşikte kalır, yemekler ocakta bırakılır. Ancak Amanos dağlarında kuvayı millici milisler vardır. Haberi alan silahlı vatanperver sivil kuvvetlerin desteği ile köyün içerisindeki erkek, kadın yaşlı, genç tüm halk bu direnişi püskürtür. İlk kurşunun Karakese’de sıkıldığına ve toplu ilk direnişin burada yapıldığına dair belge ve kayıtlar Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinde vardır. D Mehmet Doğan ağabeyin Türkiye Cumhuriyeti Tarihi kitabında da bu geçer bu bilgiler. Çılgın Türkler kitabında bunlar yazıldı. Hatay'ın birçok bölgesinde aslında Fransızlara karşı bu mücadeleler yapılmıştır. Antep'te, Urfa'da, Adana'da da yapılmıştır. Mehmet Akif'in bu şehrin, bu bölgenin kahramanlığını bildiğini düşünüyoruz. Çünkü Mehmet Akif ilk memuriyetine, bildiğiniz üzere, Baytarlık görevine Adana’da başlamıştır. Adana'ya geldiğinde şehrin misafirperverliğini, kadirşinaslığını, cesaretini bilir. Cengâver, cömert, cesur ve kahraman insanlardır bölge halkı. Öyle tahmin ediyorum ki Akif'in bu ziyaretinde Hatay’ın milli mücadeledeki direnişi, mücadeleleri de konuşulmuştur. Mehmet Akif muhtemelen bunları bilerek, kendisine bu şehre ziyaret için yapılan daveti hasta haliyle kabul etmiştir. Çünkü Hatay'ın ve bölge halkının Milli Mücadele’deki kahramanlığı ülke genelinde ve yetkili mercilerce de biliniyordu. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Paşa vefat etmeden önce zaten Fransız Büyükelçisi’ne şunu demiştir “Hatay benim şahsi meselemdir. Beni zorlamayın. Ne yapacağımı tam hayal bile edemezsiniz”. Çünkü Hatay hem jeopolitik konumu hem de Milli Mücadele’deki duruşu dolayısıyla önemlidir. Daha öncesine gitmek gerekirse Osmanlı'nın farklı bölgelerdeki mücadelelerine kahramanlığı ile bilinen yöre haklından çok önemli destekler verildiği bilinmektedir. Bugün yöre halkı, bölgedeki kurtuluş günlerinin yıl dönümleri hala coşkulu bir şekilde kutlamaktadır. Milli Mücadele’nin en güçlü verildiği, ilk kurşunun sıkılmasının ve ilk toplu direnişin Hatay’da gerçekleşmesinin hakkı verilmektedir bu kutlamalarda.
Milli Mücadele’nin kıvılcımını tutuşturan, ateşini ve meşalesini yakan Hatay halkı haklı bir gururu taşımaktadır.
Akif kahraman ve vefalı bir insandı ve kendisi gibi kahraman ve vefalı insanların şehri Hatay ziyaretiyle ömrünün son yıllarında bir nebze olsa da çok mutlu günler geçirmiştir. Hatay’ın sağlığında kendisine vefa göstermesini Akif kanaatimce çok büyük bir şükranla karşıladı. Bu çok önemliydi, çünkü vefalı insanlar vefayı çok iyi bilirdi. Türkiye Yazarlar Birliği de kamu yararına gönüllü bir kuruluş olarak kahraman ve vefalı Türk Milleti adına vefasını, Akif’in vefat yıl dönümü olan 27 Aralık ve İstiklal Marşının ilk mecliste kabul edildiği 12 Mart günlerinde ısrarla sürdürmektedir. Akif’in hayattayken bizzat gördüğü vefa, ölümünden sonra da ilk anıldığı yer Hatay’da gerçekleşmiştir. Hem Akif’e olan vefa hem de Anavatana vefa gösteren Hatay, vefa şehri adına fazlasıyla layıktır. Hatay halkı da vefakâr ve kahraman bir halktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.