Akif İnan’ın şeyhiyle ilgili şiirleri
Baskı ve zulüm karşısındaki şahitliklerinden dolayı çok temkinli hareket eden bir nesil hâline gelen Akif İnan’ın nesli 1970’li yıllarla birlikte bir başka açmazla da karşı karşıya kalmışlardı. Bu açmaz, daha doğrusu kendi içlerinde tecrübe ettiklerini sandığım tenakuz, karşı olduklarını sürekli dile getirdikleri siyasî hayattı. Aynı dönemde Yeni Devir gazetesinde fıkra muharrirliği yaptıkları arkadaşlarıyla birlikte birden kendilerini siyasî ortamın içinde buluvermişlerdi! Kendileri her ne kadar dönemin tırnak içinde “İslâmcı” partisi MSP’nin içinde fiilen yer almasalar da gazetedeki fıkra yazılarını okuyanlar, mesela bizim nesil, onları İslâmcı partinin savunucuları olarak değerlendiriyor, yazılarını o minvalde okuyorduk! Bu tenakuzu kendi içlerinde nasıl aştılar bunu bizim bilmemiz mümkün değil, ama merhum Akif İnan’ın her ne kadar temkinli biri de olsa bir şeyhe intisabını bu çerçevede değerlendiriyorum. Aynı nesilden ve çok uzun yıllara sâri arkadaşlıkları da bulunanlardan mesela Rasim Özdenören 1980’li yıllarda gerçekleştirebilmiştir bir şeyhe intisabı.
Yanlış anlaşılmasın içlerinde tecrübe ettikleri bu tenakuzu aşmak için bir şeyhe intisap ettiklerini söylemek istemiyorum. Böyle bakılırsa meseleye tümüyle yanlış bir çıkarımda bulunulmuş olur. Bizim nesilden hatırlayanlar olacaktır, 1970’li yılların sonuna doğru tırnak içinde “İslâmcı camiada” birdenbire bir şeyhe intisap furyası başlamıştı. Birdenbire dememin sebeplerinden en önemlisi bizden 3 – 5 yaş büyük abilerimizin yaşadıkları bir aydınlanma üzerine iki Nakşi kola intisap ettiklerine ve bu intisaplarını da etrafa yaymak için ciddi çaba sarf ettiklerine şâhit oluşumdur. Bir şeyhe intisabın gereği bu abilerimiz birdenbire kitap okumayı, edebiyatla ilgilenmeyi bırakmışlar ve doğru kelime midir emin değilim, ama kafalarını – düşünme melekelerini şeyhlerine (tabii şeyhin kendisinden çok bulundukları şehirdeki halifesine) teslim etmişlerdi. Düşünmeye ihtiyaç duymuyorlardı. Çünkü yanlışlarını şeyhleri düzeltecekti! Bizim üzerimizde de intisap için baskı oluşturmaya gayret ettiler, ama bizim nasipsizliğimizden olsa gerek biz intisap edemedik!
Merhum Akif İnan’ın bir şeyhe intisap etmiş bir büyüğümüz olduğuna işaret etmiştik biraz yukarda. Tenha Sözler kitabında birçok şiirinin intisap ettiği bu şeyhe duyduğu muhabbetle kaleme alınmış olduğu tespiti yapıyoruz. Bağlanma şiiri bu şiirlerden biri. İlahi formunda yazılmış bir şiirin “Varsam dedim varamadım / Bir kararda duramadım / Ben kendimi aramadım / Yazık bana vahlar bana” dörtlüğüyle açılıyor şiir. 32 beyitten oluşan şiirin aralarında da bu ilahi formundaki şiirden farklı dörtlükler serpiştirilmiş şiire ve Bağlanma şiiri ilahi formundaki bu şiirin şu dörtlüğüyle bitiriliyor: “Ölümlerden korkar isem / Gönül evi yıkar isem / Ben bu yoldan çıkar isem / Yazık bana vahlar bana”.
Akif İnan şeyhine duyduğu muhabbeti “Siz”, “Sensin” ve “Sevdiğim” isimlerini taşıyan şiirlerinde de kaleme almayı sürdürüyor. İlk kitabı Hicret’te ise Âlemlerin Fahri Efendimize muhabbetini yazdığı bir şiir var: Olağanüstüler. Şiir 31 beyitten müteşekkil çok güzel bir şiir. Sadece Efendimize yazdığı övgü şiiri yok Hicret’te. Cenâb –ı Ali Efendimizi anlattığı bir şiir de yer alıyor kitapta: Toprağın Babası. Biliyorsunuz Hz. Ali Efendimizin lakaplarından biridir Ebu Turab. Hz. Ali Efendimize yazdığı şiir kısa olmasına rağmen çok da güzel bir şiir. Ve muhtemelen Edebiyat dergisi çevresi içinde yer aldığı dönemde kaleme alınmış olsa gerek ki şiirin daha ilk beytinde eylem ve evren gibi tırnak içinde “bizim camia”nın pek kullanmadığı, kullanmaktan uzak durduğu, ama Edebiyat Dergisi çevresinin kullanmayı çok sevdiği iki kelimeyi de ihtiva ediyor. Camianın pek kullanmadığı diyorum, çünkü o yıllarda (1970’li yıllar) dil kullanımı konusunda ideolojik bir katılık hâkimdi her iki kesimde de. Mesela Öz Türkçeyi savunan ve Öz Türkçe kelimeleri kullanan kesim evren mi diyor, uydurukça kelimelere karşı olanlar inatla kâinat kelimesini kullanıyordu bunun yerine. Edebiyat dergisi ve Nuri Pakdil’in Türkçe konusundaki tavrının ne ve nasıl olduğu biliniyor, bu çevre de mümkün olduğunca fazla Öz Türkçe kelime kullanıyordu ne yazık ki. Kelime tercihi neyse de Türkçenin cümle kuruluş yapısı da değişiyordu bu inatlaşma yüzünden.
Necip Fazıl’ın Babıâli kitabında alıntıladığı, 1970’li yıllarda ise âdeta slogan haline gelmiş beyit ise Hicret’in son şiiri olan Yiğitler şiirinde yer alıyor. O beyitten bir önceki beyit ise “En kara putların saldırısında / Yurdumun ki alnı ay gibi aktır” şeklinde. Bir sonraki beyit ise “Yiğitler yol alsa destana doğru / Şehitler gözümde aynen bayraktır” şeklinde. Her üç beyit de siyasî ve fikri göndermeleri oldukça fazla beyitler.
İçinde yaşanılan çevrenin kaleme alınan edebî eserler üzerindeki etkisini hatırlatmıştık yazının başlarında. Necip Fazıl’ın Babıâli kitabında övgüyle zikrettiği iki mısraı yazan Akif İnan’ın, muhtemelen Edebiyat dergisinde şiirlerini yayımlamaya başladıktan sonra çok vurucu tahayyüllerle dile getirmesini beklediğimiz bazı kelime ve kavramlar var: Mesela ezan gibi bir mefhumu “Kalk sesime bağlan, sesim ki günde / beş kez yenilenen savaş davulu” gibi sıradan tahayyül ile beyite taşıması biraz tuhaf geliyor, ama çevreyi ve çevrenin hâkim ismini (Nuri Pakdil) hatırladığımızda bu algımız farklı bir kanala taşınıyor.
O çevre içinden 1940’lı yıllarda doğan ve Müslüman bir edip olarak dergilerde yazanlardan hayatta kalan sadece Rasim Özdenören var şimdi. Diğerleri aslî vatanımıza gittikleri için artık onlara böyle bir sual yöneltme imkânımız kalmadı. Rasim abiye sorulsa tatmin edici cevap alınabilir muhtemelen! Bazı kelime ve mefhumları bazı simgelerle, hiç akla gelmeyecek tahayyüllerle anlatmak bir temkin gereği miydi, bir yazarlık tavrı mıydı, alınmış bir karar, en azından dile getirilmiş birtakım şeyler var mıydı anlatabilir herhalde. Veya yazar.
O kelime ve mefhumlar edebî eserde simgelerle anlatılamaz mı? Tabii ki anlatılabilir. Anlatılmasında herhangi bir mahzur da yok. Zaten edebiyat dediğimiz şey de her ne ise o, simge ve tahayyül ile birlikte bir eser vücuda getirmek değil mi? Fakat o kelime ve mefhumların yerine kullanılan simgeler, tahayyüller ne yazık ki yerine kullanıldıkları kelime ve mefhumları uzaktan yakından çağrıştırmıyor! Nuri Pakdil’i tanıyacaksın veya Akif İnan’ı tanıyacaksın ki o simge ve tahayyüllerin aslında falan kelime ve filan mefhuma işaret ettiğini çözebilesin! Böyle bir açmazı var o dönemde şiir yazan büyüklerimizin!
(meseleye devam edeceğiz)
Ali Sali
Resim : islamansiklopedisi.org.tr
Kaynak: https://www.elestirel.net/index.php/2020/03/20/akif-inanin-dili-ii-sair-yazar-ali-sali-yazdi/